- “Hayatın İlkel Dünyada Tesadüfen Oluşabildiği İspatlanmıştır” Yalanı
- Atın Evrimi Fosil Kayıtlarıyla İspatlanmıştır” Yalanı
- “Doğa Tarihi Hayat Ağacını Doğrulamaktadır” Yalanı
- Archaeopteryx, Sürüngenler ve Kuşlar Arasındaki Kayıp Halkadır” Yalanı
- "İnsan Embriyosunda Solungaçlar Vardır" Yalanı
- “Canlılarda Körelmiş Organlar Vardır” Yalanı
- “Omurgalıların Beş Parmaklı El Yapısı Evrime Delildir” Yalanı
- “Sanayi Devrimi Kelebekleri, Doğal Seleksiyonla Evrime Delildir” Yalanı
- “Mutasyon Deneyleri Evrime Delildir” Yalanı
- “Fosiller, Yarı Maymun İnsanların Yaşadığını İspatlamaktadır” Yalanı
Bu iddiayı öne süren evrimci kaynaklarda tek kanıt olarak 1953 yılında yapılan Miller Deneyi gösterilir. Oysa bu deneyde canlı bir hücre oluşturulmamış, sadece birkaç basit aminoasit sentezlenmiştir. Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, bunların da bir hücre meydana getirmeleri matematiksel olarak imkansızdır. Kaldı ki, Miller’in sentezlediği aminoasitler dahi anlam taşımamaktadır. Çünkü Miller, deneyinde ilkel dünya atmosferinde bulunmayan gazlar kullanmıştır.
Onlarca yıldır, "atın evrimi" iddiası , evrim teorisinin en iyi belgelenmiş kanıtlarından biri olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Farklı devirlerde yaşamış dört ayaklı memeliler küçükten büyüğe doğru dizilmiş ve bu hayali "at serileri" doğa tarihi müzelerinde sergilenmiştir. Oysa son yıllardaki araştırmalar, at serilerindeki canlıların birbirlerinin atası olmadığını, sıralamaların çok hatalı olduğunu, atın atası olarak gösterilen canlıların gerçekte attan daha sonra ortaya çıktıklarını ortaya koymaktadır.
Darwinizm, yeryüzündeki yaşamın bir ağaç gibi tek bir kökten doğup giderek geliştiğini ve dallara ayrıldığını öne sürer. Evrimciler, doğa tarihini bu iddiaya uyarlamak için 150 yıldır çabalamaktadırlar. Oysa doğa tarihi, tam aksi bir tablo ortaya koymuştur. Fosil kayıtları bir "hayat ağacı" bulunmadığını, temel canlı gruplarının yeryüzünde aynı anda ve aniden ortaya çıktığını göstermektedir. Bilinen filumların (temel canlı gruplarının) tamamına yakını, 530-520 milyon yıl önceki Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır.
Archaeopteryx adlı 150 milyon yıllık kuş fosili, evrimciler tarafından 19. yüzyıldan beri "evrimin en büyük fosil kanıtı" olarak gösterilmiştir. Bu kuşun bazı sürüngen özellikleri gösterdiği ve bu yüzden sürüngenler ile kuşlar arasındaki "kayıp halka" olduğu iddia edilmiştir. Ancak 2000 yılında ortaya çıkarılan Lonqisquama adlı fosil, bu iddiayı geçersiz kılmıştır. Çünkü 220 milyon yıl yaşındaki Lonqisquama, Archaeopteryx’ten 70 milyon yıl daha eski olmasına rağmen eksiksiz bir kuştur.
Bu iddia, evrimci biyolog Ernst Haeckel tarafından 20. yüzyılın başında yapılan bir bilim sahtekarlığına dayanmaktadır. Haeckel, evrime delil oluşturmak için, insan, tavuk, balık gibi canlıların embriyolarını yanyana çizmiş, ancak bu çizimler üzerinde çarpıtmalar yapmıştır. Bugün tüm bilim dünyası bunun bir sahtekarlık olduğunu kabul etmektedir. Haeckel’in "solungaç" diye gösterdiği yapı, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır.
Uzun zamandır evrimci kaynaklarda canlılardaki bazı organların işlevsiz olduğu ileri sürülmekte ve bunların sözde o canlıların atalarından miras kalmış evrimsel kör noktalar olduğu iddia edilmektedir. Örneğin insan vücudundaki appendiks (apandisit) veya kuyruk sokumu, yıllarca "körelmiş organ" sayılmıştır. Oysaki son yılların bilimsel araştırmaları, tüm bu organların önemli işlevleri olduğunu ortaya koymuş durumdadır. Evrimcilerin 20. yüzyıl başında çıkardıkları "körelmiş organlar listesi" bugün tamamen çürütülmüş durumdadır.
Yunusun yüzgeçlerinde, yarasanın kanatlarında veya insanın ellerinde, 5 parmaklı bir kemik yapısı bulunur. Bu benzerlik, evrimci ders kitaplarında veya bazı yayınlarda, uzun zaman, bütün bu canlıların ortak bir atadan evrimleştiği iddiasına delil olarak sunulmuştur. Oysaki genetik araştırmalar, benzer gibi gözüken bu organların aslında çok farklı genler tarafından kontrol edildiğini göstermiştir. Bugün evrimciler bile "benzer organlar evrime delil oluşturmuyor" itirafında bulunmaktadır.
Evrim teorisinin dünya çapında en çok tekrar edilen sözde "delil"lerinin başında, 19. yüzyıl İngilteresi’nde gerçekleşen sanayi devrimi sırasındaki kelebek popülasyonu gelir. Sanayi devrimindeki hava kirliliği ağaç kabuklarının rengini koyulaştırmış, bu nedenle koyu renkli kelebekler daha kolay kamufle olarak avcı kuşlardan korunmuş ve sonuçta koyu renkli kelebeklerin nüfusu artmıştır. Ama bu bir evrim değildir, çünkü yeni bir kelebek türü ortaya çıkmamış, sadece zaten var olan türlerin nufüs oranı değişmiştir.
Mutasyonlar, neo-Darwinizm’in öne sürdüğü iki "evrim mekanizması"ndan biridir. DNA üzerinde mutasyonlarla meydana gelen rastlantısal değişikliklerin canlıları evrimleştiği öne sürülür. Bu iddiaya destek oluşturabilmek için binlerce mutasyon deneyi yapılmıştır. Başta meyve sinekleri olmak üzere seçilen bazı canlı popülasyonları yoğun mutasyona uğratılmıştır. Evrimci yayınlar bu mutasyon deneylerini "evrimin laboratuvardaki kanıtı" gibi gösterirler. Oysa gerçekte bu deneyler evrimi kanıtlamak bir yana, çürütmüştür. Çünkü mutasyona uğrayan hiçbir canlıda genetik bilgi artışı gözlemlenmemiştir. Aksine, mutantlar (mutasyona uğrayan canlılar) hep sakat, kısır ve hasta olmaktadır.
Darwinizm’in en önde gelen aldatmacası, insanların maymun benzeri canlılardan evrimleştiği iddiasıdır. Bu iddia, oluşturulan binlerce hayali çizim ve maket yoluyla kitlelere empoze edilir. Oysa gerçekte "maymun-adamlar"ın yaşamış olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. İnsanın en eski atası olarak ileri sürülen Australopithecus, şempanzelerden pek farklı olmayan soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Evrim şemasında Australopithecus’un sonrasına yerleştirilen Homo erectus, Homo sapiens neanderthalensis, Homo sapiens archaic gibi sınıflamalar ise, farklı insan ırklarıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.