A9 TV Canlı Yayın

17 Şubat 2015 Salı

Koordinasyon

Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib etti.
(İnfitar Suresi, 7-8)

İnsan vücudunda, belli bir amaç için, yani vücudun canlılığının devamlılığı için, bütün sistemler birarada, bağlantılı bir şekilde ve tam bir uyum içinde çalışır. Hergün yaptığımız çok küçük hareketler, mesela nefes almak, gülmek bile insan vücudundaki kusursuz koordinasyonun bir sonucudur. 

İçimizde her an işleyen, akıl almaz karmaşıklıkta ve büyüklükte bir koordinasyon ağı vardır. Amaç canlılığı devam ettirmektir. Bu koordinasyon özellikle vücudun hareket sisteminde görülür. Çünkü en küçük hareket için bile iskelet sistemi, kaslar ve sinir sistemi mükemmel bir işbirliği içinde çalışmak zorundadır.

Vücuttaki koordinasyonun ilk şartı doğru bilgi teminidir. Ancak doğru bilgilerin elde edilmesiyle, yeni değerlendirilmeler yapılabilir bunun için de son derece gelişmiş bir haber alma ağı mevcuttur.

 Koordine edilmiş bir hareketi yapabilmek için herşeyden önce o hareketle ilgili vücut organlarının konumlarının ve birbirleriyle ilişkilerinin bilinmesi gereklidir. Bu bilgi beyne; gözlerden, iç kulaktaki denge mekanizmasından, kaslardan, eklemlerden ve deriden gelir. Her saniye milyarlarca bilgi işlenir, değerlendirilir ve bunlara göre yeni kararlar verilir. İnsanın ise kendi vücudunda gerçekleşen bu başdöndürücü hızdaki işlemlerden haberi bile yoktur. O yalnızca hareket eder, güler, konuşur, koşar, yemek yer, düşünür. 

Bu işlemlerin yapılması için hiçbir çabası olmaz. Örneğin basit bir gülümseme için bile on yedi kasın aynı anda çalışması gereklidir. Bu kaslardan birinin çalışmaması veya yanlış çalışması yüz ifadesini tamamen değiştirir. Yürüyebilmek için ise ayaklarda, bacaklarda, kalçada, kasıklarda ve sırtta elli dört ayrı kas uyum içinde çalışmalıdır. 
 
Kaslar ve eklemlerin içinde, vücudun o anki konumuna ait bilgileri veren milyarlarca küçük, mikroskobik algılayıcı vardır. Bu algılayıcılardan gelen mesajlar, merkezi sinir sistemine ulaşır ve burada yapılan değerlendirmeye göre, kaslara yeni emirler gönderilir. 

Vücuttaki koordinasyonun mükemmelliği şu örnekle daha iyi anlaşılacaktır: Yalnızca elinizi havaya kaldırmanız için omuzunuzun bükülmesi, "biceps" ve "triceps" denilen ön ve arka kol kaslarınızın sırayla kasılıp gevşemeleri, dirseğiniz ve bileğiniz arasında bulunan kasların bileği döndürmeleri gerekir. Hareketin her aşamasında, bu kasların içindeki milyarlarca algılayıcı, her an kasların konumlarını merkeze bildirir. Merkezden de kaslara bir an sonra ne yapmaları gerektiği iletilir. Tabii ki insan bütün bunların farkına varmaz, yalnızca elini kaldırmak ister ve kaldırır.

Mesela vücudun dik durması için, bacak kaslarında, ayaklarda, sırtta, karında, göğüste, boyunda bulunan milyarlarca algılayıcıdan gelen bilgi değerlendirilir ve bu emirlerin hepsi her saniye kaslara iletilir.

Konuşmak için de özel bir çaba harcamayız. İstediğimiz sözcüklerin ağzımızdan dökülmeleri için, ses tellerinin hangi açıklıkta, ne kadar titreşmesi gerektiğini, ağzımızdaki, dilimizdeki, boğazımızdaki yüzlerce kastan hangilerini, hangi sıra ile kaç defa, ne oranda kasıp gevşeteceğimizi, ciğerlerimize kaç santimetreküp hava alıp, bu havayı hangi hız ve aralıklarla boşaltmamız gerektiğini oturup da hesaplamayız. İstesek de bunu yapamayız! Çünkü ağzımızdan çıkan tek bir kelimenin oluşumu, insanın solunum sisteminden sinir sistemine, kaslarından kemiklerine kadar uzanan pekçok yapının uyumlu çalışmasının bir sonucudur. 

Bu koordinasyonda bir aksaklık olması durumunda neler olur? Gülümsemek isterken yüzümüzde başka bir ifade oluşabilir ya da konuşmak istediğimizde başaramayabiliriz, yürüyemeyebiliriz. Oysa ne zaman istersek güleriz, konuşuruz, yürüyebiliriz, hiçbir aksaklık olmaz. Çünkü burada anlatılan herşey "sonsuz kudret" gerektiren bir Yaratılış sonucunda gerçekleşir. 

Bu nedenle insan, her zaman için tüm hayatını ve varlığını, kendisini yaratan Allah'a borçlu olduğunu bilmelidir. İnsanın, övünecek, böbürlenecek hiçbir şeyi yoktur. Sahip olduğu güç, sağlık ya da güzellik, kendisinin eseri değildir ve kendisine ebediyen verilmiş de değildir. Mutlaka yaşlanacak, mutlaka sağlığını ve güzelliğini yitirecektir. Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
"Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?" (Kasas Suresi, 60)

Eğer bunların çok daha üstününü, ebediyen, ahirette elde etmek istiyorsa; Allah'ın kendine verdiği nimete şükretmeli ve O'nun istediği biçimde hayatına yön vermelidir.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi insan vücudundaki organların ve sistemlerin hepsi "mucizevi" özelliklere sahiptir. Bu özellikler incelendiğinde insan, varlığının ne denli ince hesaplara dayandığını ve yaratılışındaki mucizeleri görecektir ve Allah'ın sonsuz ilmini ve insan üzerindeki kusursuz sanatını bir kez daha kavrayacaktır.

Yanlışı Ayırt Etmeyi Sağlayan Bir Güzellik: VİCDAN

vicdan
Allah’ın ilhamı yani vicdan inananlar için bir nimettir, doğruya yönelten, yanlışı ayırt etmeyi sağlayan bir güzelliktir.

Vicdan, Allah’ın ilhamı olduğu için tüm insanlarda ortaktır. Allah, her insana vicdanı aracılığı ile Kendisi’nin hoşnut olacağı en doğru ve en güzel tavırları bildirmektedir. Ne var ki bazı insanlar, zayıflık göstererek nefislerine yenilir ve şeytanın yoluna uyarlar. Bu insanların şaşırtıcı bazı ortak özellikleri vardır. Örneğin legal olan hiçbir uygulamadan hoşlanmazlar.

Helal kazanç yerine gayri meşru kazanç elde eder, yiyeceği, içeceği helal yoldan değil de hırsızlıkla elde eder, yeşil ışıkta değil de kırmızı ışıkta geçerler. Kanunlara aykırı hareket etmek vicdanlarının sesini dinlemeyen bu gibi insanlara anlaşılması güç bir zevk verir. Hâlbuki Allah, legal, yani vicdana uygun yaşayanları sever.

Vicdanın sesine zıt şekilde yani illegal yaşayan insanların yüzünde, temiz, dürüst yaşamamanın kirli izi olur, kötü ahlakları ifadelerine nursuzluk olarak yansır. Böyle insanların mutlaka aklı, basireti, feraseti kapanır, tavırları dengesiz olur, hiçbir zaman mutluluğu bulamazlar.

Bir insan vicdanlı, dürüst ve samimi ise dengeli olur. Vicdanına uyarak hareket eden insan yanlıştan nasıl sakınacağını bilerek doğru da hareket etmiş olur. Ancak vicdanın emrettikleri kimi zaman insanın çıkarıyla çatışabilir. Bu çatışmayı derin iman sahibi olan kişi vicdanına başvurarak, hiç tereddütsüz sonlandırır. Ancak nefislerine uyanlar mazeretler öne sürerek, doğruyu, güzel olan yolu bildikleri halde vicdana uygun olanı yapmaktan kaçınırlar.

Bunun örneklerini sıklıkla görmek mümkündür. Örneğin vicdanını kullanmayan bir insan, bir kaza gördüğünde, yaralılara yardım ederse, kendisinin sorumlu tutulabileceği ve bunun sonucunda tutuklanma ihtimali olduğunu düşünerek vazgeçebilir. Yüksek vicdan sahibi olan kişi ise, o insanın canını kurtarmak için her türlü zorluğu göze alır, asla mazeretler öne sürmez. Bir insanın canını kurtarma imkânı varken, bundan vazgeçerse katil hükmünde olacağını vicdanen bilir.

Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile. (Kıyamet Suresi, 14-15)

Her insan şuur sahibi olduğu andan itibaren Allah’ın kalbine vahyettiklerinden, bu nimeti güzel değerlendirmekten sorumludur. Etrafındaki olayları idrak etmeye başlayan, muhakeme yeteneği kazanan insan, nefsi ile vicdanını ayırt edebilecek yeteneğe ve vicdanına uyabilecek iradeye sahip olmuş demektir.

Unutmayalım ki verdiğimiz kararlardan, hareketlerimizden, sözlerimizden sorumluyuz, hepimiz hesap günü sorgulanacağız ve vicdanına, yani kalbine vahyedilene uyan Allah’ın sonsuz cennetine layık görülecek, nefsine uyan ise Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi, “kapıları kilitlenmiş” bir ateşle karşılaşacaktır. (Beled Suresi, 20)

4 Şubat 2015 Çarşamba

Penguenler Dondurucu Ortamlara Nasıl Dayanır?


Penguenler ısının -88 dereceye düştüğü dondurucu ortamlarda bile hayatlarını devam ettirebilmektedirler. Peki, ama bu nasıl gerçekleşir? Penguenler hiç üşümezler mi?

Allah, penguenleri buzlarla dolu bir yerde kolaylıkla yaşayabilecek şekilde özel olarak yaratmıştır. Kimi zaman sayıları 400 bini bulan bir grubun üyesi olan bu sevimli canlılar, kış geldiğinde deniz kenarından, daha güneye doğru gitme kararı alırlar. Bu ortak karar, Allah’ın yarattığı büyük bir mucizedir.

Kış mevsiminin geldiğini anlayıp, aralarında anlaşarak, gidecekleri yeri kararlaştırmaları, ortak bir gün tayin edip, hiçbir itiraz olmadan toplu hareket etmeleri, Allah’ın sonsuz gücünün bu sevimli hayvanların üzerindeki hakimiyeti olarak açıklanabilir. Penguenler çiftleşme mevsiminde kendilerine seçtikleri eşlerini kaybetmemek için onun şarkısını tanıyıp ayırt etmek zorundadırlar. Unutmayın, aklı ve zekası olmayan bir penguenin 400 bin penguenin arasından birini belirleyip, onun sesini tanıyabilmesi Allah’ın gücünün ve yaratışındaki üstünlüğün bir başka göstergesidir.

Çiftleşmenin ardından dişi yalnızca bir yumurta yumurtlar. Erkek penguenin sorumluluğu, yumurtanın üzerinde kuluçkaya yatmaktır. Ortalama -30 derecede, 65 gün boyunca hiç kıpırdamadan bu görevi yerine getirmeye çalışır.

Bu oldukça zor bir dönemdir. Erkek penguen yerinden kıpırdayamadığı için yemek yiyemeyecektir. Siz -30 derecede, 65 gün boyunca, hiç yemek yemeden beklediğinizi düşünebiliyor musunuz? Bir insan için bu durumun sonucu ölümdür. Fakat penguenler hiçbir sabırsızlık ve bıkkınlık göstermeden bu fedakarlığı gösterirler, Allah’ın kendilerine ilham ettiği bu görevi terk etmeden sonuna kadar yerine getirirler.

Kuluçkadan çıkan yavru penguen, ilk iki ayı anne ve babasının ayaklarının arasında geçirir. Bu korunma yavru için çok önemlidir. Çünkü, yanlışlıkla 2 dakika gibi kısa bir süre için dahi buradan çıkması, donarak ölümüne sebep olacaktır. Anne ve babaya bu korumayı ilham eden Allah’tır. Burada da Allah’ın ‘koruyan, gözeten’ sıfatlarını görürüz.

Dahası, soğuktan korunmak amacıyla, kümeler halinde toplanarak birbirine adeta yapışan 400 bin üyeli penguen topluluğu mükemmel bir dayanışma örneği sergiler. Aldıkları bu önlemle soğuktan donarak ölmekten kurtulurlar.

Kümenin dışında kalanları da sırayla aralarına alarak onların da ısınmalarını sağlarlar. Penguenler, aralarındaki düzeni bozabilecek en ufak bir itiraz olmadan, nesiller boyu büyük bir uyum içinde yaşamıştır ve aynı düzen içinde yaşamaya devam etmektedirler.

“Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları eve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır?” (Nahl Suresi, 5-8)

Dünyanın En Güçlü İşiten Canlısı: PETEK GÜVESİ

petek-guvesi-1
İşitmek Allah’ın nimet olarak yarattığı çok önemli bir duyu. Her canlı Allah’ın yarattığı özellikleriyle işitmeyi farklı frekanslarda gerçekleştiriyor. Örneğin petek güvesi dünyanın en güçlü işiten canlısı…
Araştırmacılar petek güvesinin 300 kHz yüksekliğinde ses frekanslarını hissedebildiğini keşfettiler. Bu, dünya üzerinde canlılar arasında bilinen en yüksek frekans hassasiyeti.

İnsanlar en fazla 20 kHz frekanstaki sesleri duyabiliyorlar, yaş ilerledikçe bu 12-15 kHz değerine kadar düşüyor. Ultrasonik sesleri duyabilen yunuslar bile yaklaşık 160 kHz frekanstaki sesleri algılayabiliyorlar.
Strathclyde Üniversitesi (İngiltere) Ultrasonik Mühendislik Merkezi tarafından düzenlenen araştırmada güvenin olağanüstü algı yetenekleri belirlendi. Araştırmayı yöneten Dr. James Windmill bu bilgiyi, “Güvenin bu seviyede ses frekanslarını işitme yeteneğine sahip olması bizi hayrete düşürdü. Bu bulgular ile hava bağlantılı ultrasonu daha iyi anlamayı umuyoruz” diye açıkladı.

Havada ultrason kullanımı son derece güç çünkü yüksek frekanstaki sinyaller havada hızla zayıflıyorlar. Yarasalar ultrasonu iletişim için kullanıyorlar, artık güvelerin de sesi çok ileri tekniklerle kullanma yeteneğine sahip oldukları görüldü. Dr. Windmill ve ekibi hava yoluyla ultrason sinyallerini iletme ve alma konusunda anlayışlarını geliştirmeyi hedefliyorlar.

Bilim adamlarının günümüz teknolojisiyle kullanmayı umdukları hava bağlantılı ultrasonu güveler yaratıldıkları andan itibaren milyonlarca yıldır kullanıyorlar. Dolayısıyla üniversite eğitimi almış, yıllardır laboratuvarlarda deney yapan bilim adamlarının bile henüz geliştiremediği bir sistemin tesadüfen evrimle oluştuğunu iddia etmek akıl dışı olur. Aklı ve vicdanı olan herkes böylesine üstün bir özelliğin Allah tarafından yaratıldığını kabul eder. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

İşte Rabbiniz olan Allah O’dur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)

Hücre Zarı Mükemmel Bir Koruyucu Kılıftır

  
Hücre zarının moleküler yapısı, hücre biyolojisi ve biyokimya açısından günümüzün en önemli araştırma alanlarından bir tanesidir. Bunun nedeni hücre zarının oldukça önemli biyolojik özelliklere, belirli ve iyi organize edilmiş bir yapıya sahip, son derece kompleks bir organel olmasıdır. Hücrenin zarı, hücrenin korunması ve beslenmesi için oldukça önemli özelliklerle donatılmıştır ve gerçekleştirdiği tüm işlemler büyük bir akıl gösterisidir. Keşfedilmiş pek çok önemli özelliğine rağmen, hücre zarının işlevlerinin tümü halen tam olarak bilinmemektedir.
 Hücre Zarının Mükemmel Yapısı

Hücre zarı, temelde yağ ve protein moleküllerinden oluşmaktadır. Ama aslında üzerinde çok daha farklı özelliklere sahip yapılar da bulunur. Hücre zarının mucizevi yönü de söz konusu yapılardan kaynaklanmaktadır. Zarın üzerinde bulunan bu yapılar, iyon ve molekül pompalarıdır. Bu pompalar hücrenin dışındaki birçok maddeyi hücrenin içine almakla sorumludur. Hücre zarının “seçici geçirgen” yapısı, bu pompaların bir sonucudur. Hücre zarı, sahip olduğu bu pompalarla glikoz gibi besin maddelerini içine alırken, hücre için zararlı olabilecek malzemelerin veya fazlalıkların da hücreden dışarı çıkmasını sağlar. Aynı zamanda bu yapılar sayesinde dışarıdaki zararlı maddelerin de hücre içine girmesi engellenmiş olur.

Bu arada bu mükemmel yapı, hücrenin ihtiyaçlarını da tespit eder ve hücrenin gereksiniminden fazla besinin içeriye girmesine izin vermez. Kısacası bu mucize zar, diğer moleküllerle işbirliği içine girerek akıl gösterir, değerlendirmeler yapar, karar verir ve kendisinden beklenmeyen bir iş gerçekleştirir. Hücre zarının bu özelliğinin ne kadar gerekli ve önemli olduğunu daha iyi anlamak için şu örneği verebiliriz. Yılan zehirinin bir insanı öldürmesinin sebebi, zehirin hücre zarını parçalaması ve bu nedenle hücrenin içine her türlü zararlı maddenin girebilmesidir.

Seçici ve Akılcı Hücre Kapıları

Zarın üzerindeki molekül pompaları ve geçişe izin veren kapılar, içeriye girecek malzemeleri ayırt ederken oldukça seçici ve akılcıdırlar. Hücrenin içine çok çeşitli maddeler girer. Maddeler farklı olunca, bunların elbette boyutları da birbirlerinden farklı olmaktadır. Hücre içine giren maddeleri, son derece küçük boyutları ile elektron ve fotonlar, protonlar, iyonlar, su gibi küçük moleküller, amino asit ve şeker gibi orta boy moleküller, protein ve DNA gibi oldukça büyük boyuttaki moleküller oluşturmaktadır. Hücre zarı, üzerindeki pompalar sayesinde hücre için gerekli olan bir molekülü, “ne kadar büyük olursa olsun”, büyük bir gayret göstererek hücre içine alır. Kimi zaman hücre içine alınacak olan molekül bu kapılardan geçemeyecek kadar büyük olur. İşte bu durumda zar, etraftaki enzimleri yardıma çağırır. Hücreye girmesi gereken bir molekül, enzimler yardımı ile zarın üzerindeki kapı genişletilerek hücre içine alınır.

Bu geçiş tamamlandıktan sonra enzimler tekrar harekete geçer ve söz konusu kapıyı eski haline döndürürler. Bu işlem sırasında ne kapıya, ne hücre zarına, ne de hücreye hiçbir zarar gelmez. Moleküller adeta bir habercileri veya bir iletişim sistemleri varmış gibi bir arada hareket eder, iş bölümü yaparlar. Hücre zarı üzerinde bu özelliklere sahip moleküller bulunmasa ne olur? Bu moleküllerin eksikliği kuşkusuz canlı hayatının sonu demektir. 

Çünkü bu moleküller olmadan hücre, içine besin alamayacağı için beslenemez, içindeki atıkları dışarı çıkaramayacağı veya dışarıdan zararlı maddeleri içine alacağı için sürekli olarak zarar görür. Peki acaba hücre içinde bulunan yüzlerce molekülden herhangi biri, söz konusu moleküllerin görevini üstlenemez mi? Bu da mümkün değildir. Hücre içinde ve dışında her molekül kendi görevini yerine getirmekle sorumludur. Hücre zarı üzerindeki moleküllerin olmaması durumunda onların görevini gerçekleştirebilecek bir başka molekül olmayacaktır. Onlar, hücreleri, dolayısıyla insan yaşamını korumak için özel olarak yaratılmış, varlığından haberimizin bile olmadığı sayısız sebepten sadece biridir.

Hücre zarı hücrenin çevresini sınırlayan bir örtüdür. Ama görevi sadece hücreyi sarıp kuşatmak değildir. Bu zar, hem komşu hücrelerle iletişimi ve bağlantıyı sağlar, hem de en önemlisi, hücreye giriş çıkışı çok sıkı bir şekilde denetler. O kadar incedir ki sıradan mikroskopla değil ancak elektron mikroskobuyla ayırt edilebilir. Yapısının çift taraflı yağ tabakası ve tabaka üzerinde yer yer bulunan proteinlerden oluştuğu tespit edilmiştir.  Sadece canlı özelliği göstermekle kalmayıp bu zar, sahip olduğu üstün karar verme yeteneği, hafızası ve gösterdiği akıl yüzünden hücrenin beyni olarak kabul edilir.

Hücre Zarı Çok Önemli Özelliklere Sahiptir

Hücre zarı başka önemli özelliklere de sahiptir. Zarın yüzeyinde elektrik yüklü alanlar bulunur. Bu alanlar sayesinde zarın iki yüzü arasında bir elektrik potansiyeli meydana gelir ve elektrik akımı başlar. Bu özellik, vücuttaki sinir hücrelerinin faaliyetleri için son derece önemlidir. “Bilgilerin” hücreden sinirler boyunca beyne iletilmesi, hücre zarında bulunan bu elektrik kaynağı sayesinde gerçekleşmektedir. Bilindiği gibi vücut içinde herhangi bir yerden gelen sinyaller, çeşitli elektrik akımları sayesinde beyne iletilirler. Eğer moleküllerin başlattığı bu elektriklenme olmazsa, vücut içinde haberleşme diye bir şey söz konusu olmayacak, bir başka deyişle dokunduğunuz bir şeyi hissedemeyeceksinizdir. 

Çünkü dokunduğunuz bir şeyi hissetmenizin nedeni dokunduğunuz yerden, örneğin elinizden beyninize iletilen elektrik sinyalleridir. Eğer beyne bu sinyaller gitmezse, beyin hiçbir şey algılamayacaktır. Beynin algılayamadığı bir şeyi hissetmeniz ise mümkün değildir.

Hücre zarının üzerindeki moleküller aynı zamanda zarda meydana gelebilecek herhangi bir hasarı da tamir edebilecek yeteneğe sahiptirler. Hücre zarında herhangi bir yırtılma veya delinme söz konusu olduğunda zar üzerinde bulunan ve bu hasarı hemen tespit edebilen moleküller harekete geçer ve çok kısa bir süre içinde bu aksaklığı giderirler. Bu moleküller zarın her yanını her an denetlerler. Onlar da diğer moleküller gibi yerine getirmeleri gereken görevi tam olarak bilir ve hücre içinde bir başka işe karışmazlar. Bu moleküllerin olmaması durumunda da hücrede meydana gelen aksaklıkların ortadan kaldırılması mümkün olmayacak ve hücre bozulması da ölümle bile sonuçlanabilecek çeşitli hastalıklara sebep olacaktır. Böyle bir mekanizmanın tesadüfen oluşması olanaksızdır. Bu sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, evrimcilerin ne kadar büyük bir mantık çöküntüsü içinde bulunduklarını bir kez daha göstermektedir.

Hücre zarının gösterdiği bu olağanüstü akıl ve şuur, tabii ki yağ parçacıkları ve proteinlere ait değildir. Bu üstün akıl ve şuur Yüce Allah’a aittir. Bu işlemler, Rabbimiz’in ilhamıyla her an, her hücrenin zarında kusursuz olarak gerçekleşmektedir.

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)