A9 TV Canlı Yayın

25 Şubat 2013 Pazartesi

Mükemmellik Bilimin Gösterdiği Bir Sonuçtur Ve Tüm Canlı Yapılarda Hakimdir

 Darwinistlerin iddiaları bilimsellikten hep uzak olmuştur ve her zaman sadece demogoji ve sahte delillerle teorilerini ayakta tutmaya çalışmışlardır. Bilimsel hiçbir açıklama yapamadan, sadece lafı çevirerek, konuyla yakından uzaktan ilgisi olmayan terimler kullanıp, karmaşık anlatımlarla “laf kalabalığı” yaparak insanları kandırmaktadırlar. Bunlar evrimcilerin bilinen özellikleridir ancak son zamanda Darwinistlerin demagojik anlatımlarına bir yenisi daha eklenmiştir. 

Canlılardaki yapıların üstün yönlerini vurgulamak için kullanılan, “mükemmel, muhteşem, kusursuz” gibi ifadeler Darwinistleri korkutmaktadır. Böyle ifadeler için kendilerince, “bunlar bilimin terimleri değildir, insani terimlerdir... Mükemmel hücre diye bir şey olmaz, bunun ölçüsü ne?” gibi cevaplar vermektedirler. Bunun sebebi şudur: Darwinistler de aslında canlılardaki hassas ayar, altın oran, simetri, işbölümü ya da planlama gibi olağanüstü düzen ve davranışları evrim teorisi ile açıklayamadıklarının farkındadırlar. Ve son bir çırpınışla, bir savunma mekanizması olarak, terimlere saldırmaktadırlar. Kısacası Darwinistler bu ifadelerin kullanılmaması gerektiğini iddia edecek kadar zavallı duruma düşmüşlerdir. 

Darwinistler neden “mükemmellik” kavramını reddederler?

 “Mükemmellik” bilimsel bir ifadedir. Çünkü canlı yapıları, insanın yeteneklerini, kimi zaman da anlama gücünü aşan mükemmellikler gösterir. Örneğin bitkilerin yaptıkları fotosentezin aşamaları hala tam olarak bilinmemektedir ya da fotosentez gibi bir işlemi yapan makine henüz üretilememiştir. 1-2 gramlık kuşların nasıl olup da binlerce kilometre göç edebildiği, yönlerini nasıl buldukları ve nasıl olup da buna güç yetirdikleri tam olarak anlaşılamamıştır. Arı kovanlarındaki düzenin muhteşemliği, peteklerdeki düzgün altıgenlerin nasıl oluştuğu, termit yuvalarındaki havalandırma sistemindeki muazzamlık hayranlık uyandırıcıdır.

 Aslında Darwinistler de bu gibi örneklerin çokluğunu, canlılardaki özelliklerin tam anlamıyla mükemmel olduğunu ve bunları evrimle açıklamayacaklarını çok iyi bilirler. Ancak buna rağmen “mükemmellik” kavramını vargüçleriyle reddederler. Bunun tek sebebi, kendi iddialarına göre tesadüfen var olması gereken bir yapıda, mükemmelliğin varlığının imkansız olmasıdır.
 Tesadüfler mükemmeli meydana getiremezler. Simetriden, altın orandan anlamazlar. Moleküler düzeyde aralarında işbölümü yapan, tedbirler alan, eksik noksan bırakmayan, hataları test eden ve bunları onaran bir sistemler bütünü oluşturamazlar. Tesadüflerin oluşturacağı; hiçbir şeydir ya da eğri, çarpık, bozuk, sakat, hastalıklı yapılardır. İşte bu sebeple Darwinistler “mükemmel”, “olağanüstü”, “kusursuz” gibi kelimelerden oldukça tedirgin olurlar.
 Darwinistler kaçmaya çalışsalar da gerçekler açıktır

 Darwinistlerin “susturma politikalarıyla” kaçmaya çalıştıkları gerçek şudur:
 Proteinler hücre içinde birbirinden oldukça farklı görevler yapar. Her protein oluştuğu anda nereye gideceğini ve ne yapacağını bilir. Birisi DNA’yı sarar, biri protein sentezinde şifrenin yerini işaretler, biri hormon olur haberleşmeyi sağlar, diğeri enzim olur reaksiyonları katalize eder... İşte Darwinistler, hücre içindeki binlerce proteinden bir tanesinin görevini laboratuvarda dahi yapmayı başaramazlar. DAHASI, TEK BİR PROTEİNİN NASIL OLUŞTUĞUNU ANLATAMAZLAR. İnsanın yeteneklerini aşan böyle bir yapı tek kelimeyle mükemmeldir.

 * DNA bir sanat eseridir. Yaklaşık 2 metrelik bir sarmal, 46 kromozoma bölünerek, dünyanın en kompleks sarma metoduyla 1-2 mikronluk hücre çekirdeğinin içinde sarılı durumdadır. Bu sarma işlemini yapanlar enzimler ve proteinlerdir. Eğer Darwinistler bunda mükemmellik olmadığını iddia ediyorlarsa, bunun benzerini, en azından bir kopyasını oluşturabilmeleri gerekir.

 * Bir yaprağın içindeki kloroplast, insanların mekanizmasını dahi tam olarak çözemediği olağanüstü fotosentez işlemini hayranlık uyandırıcı bir ustalıkla yapar. Eğer bu sistem Darwinistlere göre mükemmel değilse, bunun bir benzerini veya kopyasını yapabilmeleri gerekir.

 * Antartika’da yaşayan bir ayı balığı -56 derece soğukta yaşayabilir ve çok derinlere dalabilir ancak yoğun ve ani basınç değişimi yüzünden oluşan vurgundan etkilenmez, çünkü solunum borusu diğer birçok memelinin aksine yuvarlak değil, düz-oval biçimlidir ve yüksek basınç altında hemen kapanabilmektedir. Ayrıca ciğerlerini de kapatma imkanına sahiptir. Bu özellik, mükemmeldir.

 * Bir tohum; bir çiçeğe, bir meyveye, bir ağaca ait tüm bilgileri depolama ve asla unutmama yeteneğine sahiptir. Eğer Darwinistler bunda bir mükemmellik olmadığını iddia ediyorlarsa, o tohumun içinde nasıl bilgi saklanabildiğini, bunun nasıl olup da yıllarca hatta yüzyıllarca muhafaza edilebildiğini açıklamalıdırlar.

 * Bir sinek kuşunun kalbi gün boyunca saniyede 500 ila 1200 kez çarpar. Gece ise kuşun kalbi öylesine yavaşlar ki nabzı adeta durur, hatta kuş nefes almıyor gibidir. Bu kuşlar boylarına göre bir jetten daha fazla yakıt harcarlar. Eğer biz bu oranda enerji harcayacak olsaydık, vücut ısımız 400 dereceye yükselirdi ve bu enerjiyi karşılamak için, her gün 45 kilo şeker tüketmek zorunda kalırdık. İnsan için imkansız olan bir işlemi bu minik canlının gerçekleştiriyor olması muhteşemdir.

 *Bir yarasanın sonar sistemini, arıların yön bulabilme kabiliyetini, bakterilerin ayrıştırma yeteneklerini, bir akrebin ultraviyole ışınlara dahi dayanıklı yapısını, semenderin kendi organlarını yenileyebilmesini ve canlıların istisnasız her birindeki farklı yetenekleri Darwinistlerin evrimin iddialarıyla açıklamaları gerekir. Bunları yapamadıklarına göre, canlılar, insanlardan daha üstün yapılara sahiptir ve bunlar hayranlık uyandırıcı özelliklerdir. İşte bu da bize “mükemmellik, muhteşemlik ve kusursuzluk” olduğunu gösterir.
 Dünya Hayatının Yaratılış Sırrını Kabul Etmek İstemeyen Darwinistlere Cevap:
 Neden canlıların bazıları sonar sistemine sahip, bazıları değil?
 Bu, dünya hayatının yaratılış sırrını bir türlü kabul etmek istemeyen Darwinistlerin sık sık başvurdukları bir soru türüdür.
 Bu sorunun cevabı şudur: Bir sonara sahip yunus, insanlardan bu yönüyle üstündür ya da organları yenilenen bir semender de insandan bu yönüyle üstündür.

 İnsan bedeninde mükemmellikler olduğu gibi, diğer canlılarda da insandan daha üstün yapılar var edilmiştir. Farklı özelliklerin tümünün Yaratıcısı Allah’tır. Allah dilese, bütün bunları her canlıda yaratır. Nitekim cennetteki yaratılma böyle olacaktır. İnsanlar cennette, her türlü vasfa, üstünlüğe, kusursuzluğa ve ölümsüzlüğe sahip olacaklardır. Yunusta sonarın varlığını bilmek, Allah’ın üstünlüğünü takdir etmek için yeterlidir. Semenderde organların yenilendiğini bilmek, Allah’ın bunu yapmaya kadir olduğunu anlamak için yeterlidir. İnsanda bunların olmaması, insanın dünyada imtihana tabi olması nedeniyledir.

 İnsan eksikliklerle imtihan olacak, cenneti, yani tam anlamıyla kusursuzluğu isteyecektir. Buradaki amacı göremeyip “dünyada eksiklik var, hiçbir şey kusursuz değil” demek, insanın yaratılış amacının farkında olmamaktır. Bize Allah’ın yaratma sanatı ile ilgili verilen en büyük delil, bu kainatta hemen her yerde karşımıza çıkan mükemmelliklerdir. Biz bu delillerden Yüce Yaratıcımızın her şeye kadir olduğunu, dilediği an, dilediği varlıkta, dilediği üstünlükleri yaratacağını ve cennette bunların tümünü hatta daha da fazlasını mutlaka var edebileceğini anlarız.

 İşte bu sebeple, mükemmellikler bizim için çok büyük nimetlerdir. Mükemmellikler, bilimin bize gösterdiği gerçeklerdir. Mükemmellikler yalnızca Darwinistleri rahatsız eder. Çünkü her mükemmellik, evrim teorisini yerle bir eder. Bilim geliştikçe ortaya çıkan yeni harikalar, evrim teorisini yıkmaya devam edecektir. Darwinistler de bu mükemmelliklerden sıkıntı duymaya devam edeceklerdir. Dileğimiz elbette, onların da bu mükemmelliklerden zevk alması ve her şeyi Yaratan Yüce Rabbimiz’i kalpten, içtenlikle gereği gibi takdir edebilmeleridir.

19 Şubat 2013 Salı

Müminlerin Birbirini Sevmesi Farzdır

Hayatın anlamı iman ve sevgidir. Allah, sevmeyi ve sevilmeyi sever.  Allah evreni sevgi üzerine kurmuştur. Her şeyde bu gerçeği görürüz. Yeryüzünün bu kadar sanatlı olması, renklerin çeşitliliği, doğanın estetiği, hayvanların güzelliği tamamen Allah’ın kullarına ikramından, sevgisindendir. Minicik bir çiçeğin üzerindeki harika sanat, renk geçişleri, hep Allah’ın sevgisi, kullarına ikramıdır. Allah’ın bizler için yarattığı meyvelerdeki sebzelerdeki kokunun, estetiğin, çekirdeklerine, paketlenme detaylarına kadar her inceliğin sebebi yine sevgidir. Yeryüzündeki su Allah’ın sevgisinden, Allah’ın ikramındandır.

Evrendeki düzen sevgidendir. Her biri kendi yörüngesinde ilerleyen gezegenlerden oluşan evrenin matematiksel düzeni, bu büyüklüğün dengesini etkileyebilecek çok ince milimetrik dengelere dayalıdır. Bunun sebebi de hep sevgidir.

Sevgi olmadan din yaşanmaz. Sevgi farzdır. Bu anlayışı kalbine yerleştirmemiş insanda derin bir boşluk var demektir. Bir Müslümanın Allah için yaptığı her şey sevgi temellidir. Allah korkusunun sebebi de yine sevgi temellidir. İnsanın en Yüce Aşkının hoşnut olmayacağı bir şeyi yapmaktan çekinmesine denir Allah korkusu. Nasıl ki insan sevdiği bir kişinin beğenmeyeceği, hoşuna gitmeyeceği en ufak bir şeyi yapmak istemez. Hoşnut olmaması ihtimaline karşı dahi önlem alır, yapmaz. İşte bu nedenle Allah korkusunun temelinde Allah aşkı yatar.
Din kalpte yaşanır. Aşkla yaşanır, şevkle yaşanır, içtenlikle, candanlıkla, sevinçle, can-ı gönülden yaşanır. Zorla olmaz. Bu nedenle en önemli konudur imanda sevgi.

Bir insan düşünün her gün namaz kılıyor, oruç tutuyor, elinde tesbihi tesbih çekiyor, başında takkesi, tüm Kuran’ı ezbere biliyor. Ama insanlara karşı tavrında soğuk, gaddar ve katı. Affedici değil. En ufak bir tavrın cezalandırılması gerektiği mantığında. Herhangi bir eksikliği telafi ile düzeltme görüşünde değil. Hiç kimseyi beğenmiyor, herkesi eleştiriyor. Ama şekli konularda çok titiz. Kuran’ı ezbere biliyor, fakat tatbik etmiyor. İşte böyle bir model Kuran ruhundan uzak bir modeldir. Çünkü İslam sevgidir, anlayıştır, merhamettir, uzlaştırıcılıktır, birleştiriciliktir.

Kuran’a göre Müslümanların birbirini sevmesi farzdır. Allah ayetlerde affediciliğinden, esirgeyiciliğinden, bağışlayıcılığından bahseder. Rabbimiz Nur Suresi’nin 22’inci ayetinde şöyle buyurur: “…. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.”
Herkes kendisini Allah’ın bağışlamasını, affetmesini mutlaka ister ve umudeder. İşte Rabbimiz’in ayette vurguladığı şekilde bizlerin de sevecen, tamamlayıcı, affedici bir bakış açısı ve ahlak yapısı üzerinde olmamız şarttır.

Halihazırda Müslüman alemi birbirinden kopmuş, ayrılmış durumda. Bunun sebebi Kuran’da Allah’ın öğütlediği şefkatin, sevginin, affediciliğin, korumacı ruhun Müslümanların arasında gereği gibi yaşanmaması. Müslüman cemaatlerin bir diğer cemaate şefkatli bir bakış açısı içerisinde olmaması. Mezheplerin birbirlerine kardeşçe yaklaşmaması. Aynı dine mensup, aynı Allah’a inanan, aynı peygamberi seven insanlar, detaylardaki farklılıklardan dolayı birbirlerinden kopmuş durumdalar. Bunun deccalin bir fitnesi olduğu, şeytani bir tuzak olduğu çok belli. Şeytan dinin özünde var olan sevgiyi, merhameti Müslümanların birbirine göstermesine engel oluyor. İşte bu fitneyi dağıtmanın yolu da birbirimizi sevmemiz, birleşmemiş, ittifak etmemiz. Kuran’daki yardımlaşma, fedakarlık ruhunu uygulamaya geçirmemiz.
 
Yanı başında öldürülen Müslüman kardeşleri için hiç bir şey yapmayan umursuzca o gün yiyeceği yemeği düşünen bir insanın durumunu düşünün. Müslümanın öncelikli görevi, hayati olan nedir? Müslümanlar öldürülürken, İslam alemi acı içerisinde, perişan bir halde kurtuluşu beklerken, zavallı kadınlar, çocuklar, insanlar varken aciliyet sırası nedir? Öncelikli olan öldürülen birileri varsa bunların kurtarılması, o şerrin ortadan kaldırılması değil midir? Fikren bu fitnenin etkisiz hale getirilmesi için ilmi çaba göstermek değil midir? Bunun için birbirimizden yardım isteyip, birlikten kuvvet doğar mantığı ile bu konuya yoğunlaşıp, çaba sarfetmemiz değil midir? Müslümanların arasını uzlaştırıp, hepimizin aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı dine mensup olduğumuzu hatırlatıp, kardeşler olarak zorda kalanları bulundukları durumdan çekip kurtarmak için hemen harekete geçmek, birleşmek, ittifak etmek değil midir? Rabbimiz Saf Suresi’nin 4’üncü ayetinde, “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” diyerek istediği, sevdiği, olması gereken modeli, farz olanı bizlere açıkça bildirmiştir.

Bizler birbirimizin velisiyiz. Müslümanlar veli ahlaklı insanlardır. Allah’ın dostları, Allah’ın yardımcıları, yeryüzüne barış ve adalet dağıtacak üstün ahlak sahibi kişilerdir. O halde farz olan Müslümanların birbirlerini sevmeleri, birbirlerini kucaklayıp, ittifak kurmalarıdır. Şeytanın nifakını, fitnesini, derhal, en acil şekilde bozup Müslüman aleminin içinde hemen fedakarlık ruhunun tezahür edip, birbirlerini mezhep ayrımı, cemaat ayrımı gözetmeksizin kucaklamalarıdır.
Rabbimiz, Ali İmran Suresi’nin 103’üncü ayetinde, “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın…” diye Müslümanlara emir vermiştir. Dağılıp ayrılmamak, bilakis sımsıkı birbirimize sarılıp, yardımlaşıp, destek vererek fitneyi fikren dağıtmak üzerimizde farzdır.
Dünyada her gün Müslümanlar şehit ediliyor. Zavallı kadınlar, küçük bebekler, çocuklar, yaşlılar bir hiç uğruna, sırf Müslümanların birleşmemesi sebebiyle, İslam ahlakının şefkatli güçlü ruhunun tesis edilmemesi sebebiyle, ittifak olmaması sebebiyle öldürülüyorlar.

Rabbimiz, Nisa Suresi’nin 75’inci ayetinde “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?” 
 diye yalvaran insanların durumlarını bildirerek Müslümanları vicdanlarını kullanmaya çağırıyor. Müslümanların bu mücadelesinin fikren olması gerektiği, bu zülme sebep olan ideolojileri ilmen etkisizleştirmek olduğu, böylece fitnenin temelden durdurulacağı açıktır.

Kaderi Allah yazmıştır. Ve kurtuluşun anahtarını da bizlere haber vermiştir. Tek yapacağımız şey o anahtarı kilidine oturtmaktır. Bu da sevginin, merhametin kardeşlerimiz arasında, Müslümanların arasında tesisidir. Allah’ın farz kıldığı sevgi ile tüm Müslümanların ayrılıkları bir kenara bırakıp ittifak etmesidir.

7 Şubat 2013 Perşembe

Sinekteki Mucize Aydınlanabilecek mi?


Bir sinek, havada uçarken son derece zorlu manevralar gerçekleştirebilir; yönünü aniden ters tarafa doğru değiştirebilir, tavana ters konabilir. Tüm bu manevralar sırasında, saniyede yüzlerce kez çırpılan kanat kaslarının koordineli hareket etmesi gerekmektedir. Kanatlardan birinin bedene yaptığı açı ile diğerinin bedene yaptığı açı arasındaki bir oransızlık, sineğin havada takla atarak yere düşmesine yol açacaktır. Ancak böyle birşey olmaz. Kanatlar bir yandan sineğe yön verecek şekilde kıvrılırken bir yandan da birbirleriyle hep uyumlu şekilde çırpılırlar. Burada ortaya çıkan önemli bir soru, sineğin böylesine mükemmel hareketleri hatasız bir şekilde nasıl gerçekleştirdiğidir.

Bilim adamlarının, sinekteki uçuş mucizesini aydınlatma çabaları sürüyor. Amerikalı bilim adamlarınca yapılan son bir çalışmada, sinek kanatlarını hareket ettiren kaslar, özel bir X-ışını cihazı ve uçuş simülatörü kullanılarak incelendi . Çalışmada elde edilen bilgiler bu harika sistemin detaylarının tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamasa da, sinekteki uçuş sisteminin ne denli hassas ayarlamalarla mümkün olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
 Çalışma, ABD'deki Illinois Teknoloji Enstitüsü'nden Tom Irving ve ekibince gerçekleştirildi. Bilim adamları, sineğin kas hareketlerini incelemede, bu harekette rol oynadığı daha önceden bilinen aktin ve miyozin moleküllerine odaklandılar.

Aktin ve Miyozin

 Aktin ve miyozin, kaslarımızın kasılmasında kilit rol oynayan iki molekülün ismidir. Bir kas hücresi miyofibril isimli üniteler barındırır (Bkz. yandaki resim). Aktin ve miyozin molekülleri, bu üniteler içinde yerleşik bulunurlar ve aktomiyozin ismi verilen kasılma mekanizmasını oluştururlar. Enerji sağlayıcısı ATP molekülünün yardımıyla, miyozin lifinin başı uzanarak aktin lifine bağlanır. Onu gerilme ya da gevşetme yoluyla hareket ettirdikten sonra serbest kalır.  Bir meyve sineği, kanatlarını saniyede yaklaşık olarak 200 defa çırpabilir. Bu rakam, yukarıda kısaca özetlenen moleküler mekanizmanın ne kadar hızlı çalıştığının bir göstergesidir aynı zamanda.
 Peki ama bu moleküller, bir kanat çırpmanın aşamaları boyunca nasıl bir faaliyet halindedirler? Bu soruya cevap arayan araştırmacılar, Drosophilia metleri türüne ait bir sinek üzerinde yaptıkları çalışmada, Argonne Ulusal Laboratuvarı'ndaki Gelişmiş Foton Ünitesi'ni kullandılar. Bu cihaz, diğer laboratuvarlarda mevcut bulunan cihazlara oranla milyonlarca defa daha yoğun olan X-ışınları yollayabiliyor. Moleküllere X-ışınlarını odaklayan araştırmacılar, ışınların kırılma şeklinden, kanatlar hareket halindeyken ilgili kas hücrelerindeki moleküllerin faaliyetlerini izleyebildiler.

 Uçuş Simülatörü

Ancak cihaz, hassas incelemeler için ideal olmakla birlikte, sinekler üzerinde oluşturacağı ısı sebebiyle kontrollü olarak kullanıldı. Sineklerin yanmasını engellemek için cihazın kısa aralıklarla açılıp kapanması gerekti. Buna paralel olarak, sineklerin kanat hareketlerini buna uyumlu şekilde düzenleme gereği doğdu. Bunun içinse bir başka cihaz; bir uçuş simülatörü kullanıldı. Araştırmacılar önce sineği tungsten bir tel ve tutkal kullanarak, simülatör içine sabitlediler. Ayakları yerle temas halinde olmayan sinek kendisini uçuyor zannetti. Ayrıca simülatörün, yanda resmi görülen karanlık ve aydınlık bölgeleri kontrollü olarak değiştirilerek, sineğin kanat çırpma hızı değiştirilebildi.
 Bu çalışmanın sonucunda sineğin kanat kaslarındaki moleküllerin hareket aşamaları aşağıda görülen şekillerde görüntülendi.

Moleküllerin (aktin-miyozin mekanizmasının) X-ışını kırınımı ile elde edilen görüntüleri. Soldan sağa doğru 1) sinek dinlenme halinde iken moleküllerin durumu 2) sinek hareket halinde iken moleküller gerilip uzanma anında ve 3) Sinek yine hareket halinde iken moleküller bu defa kısalma anında (bir sonraki kanat çırpmaya kadar) Üç aşamalı olarak görüntülenen kanat vuruşu, saniyede yaklaşık iki yüz kez tekrarlanıyor. Bu da şu anlama geliyor: Moleküler mekanizma saniyede yaklaşık olarak 400 kez uzanıyor ve 400 kez de kısalıyor. Sineğin zorlu manevralar arasında bu mekanizmayı nasıl böyle çalıştırabildiği sorusu bilim adamları için bir gizem oluşturmaya devam ediyor. Tom Irving bu konuda "Bir sinek için, beyinden kasa saniyede 200 kez elektrik sinyali gitmesi çok zorlu bir iş" diyor.(2) Irving elektrik sinyali açıklamasının yerine başka bir açıklama öneriyor. Irving'e göre sineğin kanatları, herhangi bir sinyal olmaksızın çalışıyor. Bu modele göre kanatları kontrol eden iki kas grubu birbirine zıt hareket ederek kanat hareketini (sinyal olmaksızın) tetikliyor.
 Bu modelde anlatılan kasların, yukarıdaki resimde görülen pazu kasları ile onun altındaki triseps kasları arasındaki gibi bir ilişki sayesinde bunu başardığı düşünülüyor. (3) Pazu kaslarınızı kastığınızda triseps kasları uzar. Tam aksini yaptığınızda yani kolunuzu dümdüz gerip triseps kaslarınızı kastığınızda bu defa pazu kaslarınız uzar. Irving'in varsayımına göre kanat kasları, sinek boşluğa zıpladığında aktin ve miyozin'in gerilip kısalmasını tetikleyen böyle bir hareket başlatıyor. Peki Irving bu gerilip kısalmanın nasıl duruyor olabileceği sorusuna nasıl cevap veriyor? Irving bu konuda hiçbir fikri olmadığını itiraf ediyor. Kısacası, bilim adamlarının sinek uçuşunu anlamak için epey daha çalışması gerekiyor.

 Hiç şüphesiz sineği vareden Yaratıcı, Yüce Allah'tır. Allah Kuran'da sinekteki yaratılış mucizesini şu şekilde haber vermektedir:

 "Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de." (Hac Suresi, 73)

Karaciğer



Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkca göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiç bir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir.
(Hac Suresi, 5)

Karın boşluğunun sağ üst kısmında yer alan karaciğer, kan dolaşımı içinde mükemmel bir filtre görevini üstlenmiştir. Suda çözülebilen, vücut artığı basit maddeler böbrekte temizlenirken, ilaçlar ve hormonlar gibi karmaşık yapılı atıkları karaciğer temizler.



 Savunma sistemini lojistik yönden destekler: Karaciğer sadece beslenme ve metabolizma atıkları için bir filtre olarak kalmamakta, ayrıca bağışıklık maddeleri olan globulinleri ve damar tamir grupları olan enzimleri de üretmektedir. 

Bakterileri temizler: Karaciğerde bulunan Kupffer hücreleri, buradan geçen, özellikle de bağırsaklardan gelen kanda bulunan önemli miktardaki bakterileri yutarlar. Kupffer hücreleri kandaki parçacıkların ya da öteki yan ürünlerin artması durumunda, bunları kandan filtre edebilmek için kendi sayılarını da arttırırlar.

Vücudun enerji kaynaklarını üretir: Karaciğerin özelliklerinden biri de vücudun en önemli enerji kaynağı olan glukozu üretmesidir.


Normal beslenme sırasında alınan glukoz, glikojene çevrilerek karaciğerde depolanır. Karaciğer kandaki glukoz oranını devamlı kontrol eder. Yemek aralarında besin alınmadığı ve kandaki glukoz miktarı düşmeye başladığı zaman, karaciğer depoladığı glikojeni tekrar glukoza çevirerek kana verir. Böylece kandaki glukoz düzeyinin fazlaca düşmesi engellenmiş olur. Karaciğer ayrıca yağ asitleri ve amino asitlerden de glukoz üretebildiği gibi, enerji üretiminde kullanılması mümkün olmayan diğer karbonhidratları da glukoza çevirebilir. 


Kanı depolar: Karaciğer, genişleyebilen veya küçülebilen bir yapıya sahiptir. Bu özelliği sayesinde kan damarlarındaki kanı depolayabilir veya salabilir.

Karaciğer sağlıklı bir vücutta, toplam kanın % 10'unu, yani 450 ml kanı bünyesinde tutar. Bazı durumlarda, örneğin kalp yetmezliği sözkonusu olduğunda vücutta dolaşan kan miktarı, kalbin çalışma temposuna fazla gelecektir. Bu durumda karaciğer kan tutma hacmini iki kat daha arttırarak, 1 litre kanı fazladan depolar. Böylece kalbin, kaldırabileceği bir tempoda çalışmasına fırsat yaratır.

Vücutta kan ihtiyacı arttığında ise (örneğin ağır egzersizler sırasında) karaciğer, bünyesinde depoladığı kanı dolaşıma vererek kan ihtiyacını giderir. 


Ekonomik çalışır: Kaslarda glukoz harcanması sırasında, metabolizma artığı olan laktik asit açığa çıkar. Laktik asit kasta kaldığı sürece acı verir ve çalışmasını engeller. Karaciğer bu asidi kaslardan toplar ve yeniden glukoza döndürebilir.

Ölü alyuvarların yenilerini üretir: Karaciğer ve dalak, ölen alyuvarların yerine yenilerinin üretildiği, proteinin büyük bir kısmının parçalandığı ve amino asitler olarak yeniden farklı amaçlar için kullanıldığı yerdir. Karaciğer ayrıca, vücutta önemli işlevleri olan demirin de depolandığı organdır.

Bu haliyle vücudun en gelişmiş deposudur. Tüm mineralleri, proteinleri, az miktarda yağı ve vitaminleri karaciğer depolar. İhtiyaç duyulduğunda, depoladığı maddeyi en kısa yoldan gerekli bölgeye verir. Vücudun yeterli enerjiye sahip olup olmadığını hassas bir biçimde denetler, bunun için özel bir haberleşme sistemi geliştirmiştir. Vücuttaki tüm organlar karaciğer ile bağlantılıdır.