Termitler yapışkan, tahriş edici bir zamk püskürtür. Bu zamk, bir tür
kimyasal silahtır. Termitler dünyasını inceledikçe, bunun gibi daha pek
çok kusursuz tasarım örneği ile karşılaşırız. Rhino termitinae ailesine
ait asker termitler, saldırganı gövdesine zehir sürerek öldürür. Bu işi
etkili bir biçimde yapabilmek için, daha küçük alt çenelere ve ucu
fırçaya benzeyen üst dudaklara sahiptirler. Bu askerler aynı zamanda
böcek öldürücü kimyasallar sentezleyebilir ve bunları depolayabilir.
Düşman zehirlerini de etkisiz hale getirebilir. Böyle bir asker,
vücudunda ağırlığının % 35'i kadar savunma salgısı bulundurabilir. Bu
miktar binlerce karıncayı öldürmek için yeterlidir.
Florida'da yaşayan Prorhinotermes de zehir sürme yöntemi ile
yaratılmıştır. Bunlar zehir olarak "nitroalken" isimli kimyasalı
kullanır. Zehir sürme yöntemini daha başka termit türleri de kullanır.
Ancak ilginç olan zehirlerin farklı kimyasal yapılarının olmasıdır.
Örneğin Afrika'da yaşayan Schedorinotermes "vinil keton" kullanır.
Guyana termitleri "B-Ketoaldehit"leri, Armitermes türü termitler de
"moleküler kement" denilen zehirleri ve "ester ya da lakton" adlı
kimyasalları silah olarak kullanır. Bu zehirlerin hepsi de
elektrofiliktir. Yani, düşmanlardaki biyolojik moleküllerle oldukça
çabuk ve öldürücü bir biçimde tepkimeye girer.
Nasutitermitinae ailesinden termitlerin alınlarında hortum benzeri
bir uzantı vardır. Bu hortumun iç kısmında özel bir kese bulunur. Bir
tehlike anında uzantıyı düşmana doğrultarak, kesenin içindeki tahriş
edici yapışkan sıvıyı püskürtür. Bu silah, adeta kimyasal bir bazukadır.
Evrim teorisine göre, "ilkel termitlerin" kendi bedenleri içinde bir
kimyasal üretim sistemine sahip olmadıklarının, ancak bu sistemin
sonradan rastlantılar sonucunda bir şekilde oluştuğunun kabul edilmesi
gerekir. Ancak bu, mantığa aykırı bir kabuldür. Çünkü zehirleme
sisteminin çalışması için, hem kimyasalın kendisinin, hem de kimyasalı
muhafaza edecek organın oluşması gerekir. Ayrıca bu organın izole bir
yapıya sahip olması ve böylelikle zehirin vücudun diğer bölgelerine
yayılmasını engellemesi de şarttır. Dahası, bu organdan termitin
kafasına doğru uzanan izole bir borunun da var olması gerekir. Bundan
başka, hayvanın düşmanına bu zehrini fışkırtmasını sağlayacak bir kas
sistemi ya da mekanik bir düzen vs. olması gereklidir.
Bu organeller, evrim süreci içinde yavaş yavaş gelişmiş olamaz. Çünkü
tek bir parçanın eksik olması dahi sistemi işlemez hale getirecek,
hatta termitin ölümüne neden olacaktır. Dolayısıyla tek bir açıklama
vardır: Söz konusu "kimyasal silah sistemi", ilk kez tüm parçalarıyla
beraber bir anda var olmuştur. Bunun bir diğer adı ise, ortada bilinçli
bir "tasarım"ın var olduğunu ispatlar ki, bunun bir diğer adı
"yaratılış"tır. Doğadaki tüm canlılar gibi termitler de kusursuz
sistemleriyle birlikte bir anda yaratılmıştır. Vücutlarının içindeki
zehir üretim merkezini kuran da, bunu en akılcı şekilde kullanmayı
onlara ilham eden de, Alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Bir ayette şöyle
buyrulur:
"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca
var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz,
Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)
29 Eylül 2012 Cumartesi
23 Eylül 2012 Pazar
Okyanusta Göç Eden Canlıların Yön Bulma Teknikleri
Mercanlardan Faydalanan Balıklar
Bu
balıklar üzerinde yapılan araştırmalar, onların yön bulmada
mercanlardan faydalandıklarını göstermiştir. Bilim adamları özellikle
çıkıntılı bir mercan kayalığını balıkların düzenli göç yolları üzerinden
alıp, yerini değiştirdiklerinde, balıkların da seyahat yollarını
mercanın yeni yerine göre değiştirdiklerini de tespit etmişlerdir. Kıyı
boyunca göç eden diğer balık türleri de yönlerini belirlemede muhtemelen
aynı yöntemden faydalanmaktadırlar. Kıyıya paralel olarak yüzen bu
balıklar, kıyının arazi şekli ile birebir uyumlu bir göç rotası
izlemektedirler.
Güneşten Faydalanarak Yönlerini Bulan Balıklar
Karada
ve havada göç eden bazı canlılar gibi, balıklar da göç yolları için
Güneş’ten faydalanarak yönlerini bulurlar. Birçok balık geceleri
barındıkları yerlerden sahildeki besin yerlerine doğru yüzerken bu
yöntemi kullanır. Bu esnada Güneş’ten faydalandıklarına dair en önemli
bulgu, sahilden uzağa götürülüp bırakılan papağan balıklarının güneşli
günlerde direkt olarak sahile doğru yüzerken bulutlu günlerde amaçsız
olarak yüzmeleridir. Bunlar bilim adamlarının tespit edebildikleri
örneklerdir. Ancak geceleri ve bulutlu günlerde göç eden ton
balıklarının yönünü nasıl bulduğu araştırmacılar için halen hayranlık
duydukları bir sırdır. İnsanlardan çok daha üstün bir yetenekle bu
balıklar yollarını şaşırmadan, gitmeleri gereken yere ulaşırlar. Suyun
altındaki bir balığın -kuşbakışı bir görüntüye sahipmişçesine- bir hedef
doğrultusunda rota izlemesi, üzerinde düşünülmesi gereken iman
hakikatlerindendir. Allah, bu canlıları yaşamları boyunca ihtiyaç
duyacakları sistemlerle yaratmıştır ve onlara tüm davranışlarını ve yön
bulmadaki kabiliyetlerini ilham etmektedir. Bu ilham vesilesiyle
balıklar uçsuz bucaksız okyanuslar içinde yönlerini bulabilmektedirler.
Dünyanın Manyetik Alanından Faydalanarak Yönlerini Bulan Balıklar
Balıkların
kendi yönlerini bulurken kullandıkları bir diğer teknik de -kuşlarda
olduğu gibi- dünyanın manyetik ve bazı elektriksel alanlarındaki
değişiklikleri fark edebiliyor olmalarıdır. Köpek balıkları üzerinde
yapılan bazı araştırmalar onların dünyanın manyetik alanındaki
değişiklikleri fark edebildiklerini göstermiştir. Elektriksel alanlarla
ilgili araştırmalar da yine köpek balıkları üzerinde yapılmıştır.
Kafalarında ve burunlarında elektrik alanlarına hassas olan çukurların
var olduğu bulunmuş, yön bulma kabiliyetleri bu bedensel özellikleriyle
açıklanmaya çalışılmıştır.
Okyanustaki
akıntılar dünyanın manyetik alanının etkisiyle güçlü elektrik alanları
oluştururlar. İşte bu elektrik alanlarından oluşan akıntılar, bir köpek
balığı için okyanusta belirgin otoyollar gibidir. Fakat her ne kadar tüm
bunlar yeterli bir açıklama gibi geliyorsa da, okyanus balıklarının
yönlerini bulması bunların hiçbiri ile tam olarak açıklanamaz. Örneğin
ton balıkları, köpek balıkları gibi elektriğe hassas çukur organlara
sahip değillerdir. Öyleyse bu canlılar ulaşacakları yerleri bulmak için
hangi mekanizmaları kullanırlar?
Araştırmacılar
bu konuya hiçbir açıklama getiremezler. Ancak unutulmamalıdır ki
ileride bir gün bu konuyla ilgili de bir mekanizma bulunsa yine de
balıkların göçündeki olağanüstü durum sürecektir. Çünkü bir balığın
böylesine kusursuz bir yeteneğe kendi kararıyla veya tesadüflerin
etkisiyle sahip olması mümkün değildir. Akıl ve şuur sahibi bir varlık
olarak insan kendisi için böyle bir organ geliştirmek istese yapamaz.
Oysa balıklar milyonlarca yıldır bu özelliklere sahiptirler. Allah’ın
varlığı ve yaratılış gerçeği dışında hiçbir düşünce, evrendeki
canlıların düzenini ve yaşamları boyunca gösterdikleri muazzam aklı
açıklayamaz. Allah, evrendeki herşeyi yaratan ve hepsine bir düzen
içinde şekil verendir. Onlara yaşamları boyunca gösterdikleri üstün aklı
da kesintisiz olarak Allah ilham etmektedir:
“Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir... (Nur Suresi, 64)
Sahip
oldukları tüm kompleks sistemler, canlıları herşeyi bilen Allah’ın
yarattığının bir delilidir. Allah onları tek başlarına yaşayabilecek
derecede mükemmel özelliklerle donatarak yaratmıştır. Bu konuda düşünen
insanlar, Allah’ın gücünün sonsuzluğuna bir kere daha şahit olur ve
Rabbimiz’e karşı sorumlu olduklarının bilinciyle hareket ederler. Allah
Kuran’da bunun aksine hareket edenlerin barınma yerlerinin ateş olduğunu
bildirmektedir:
“Gerçekten,
gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde
yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler
vardır. Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve
bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte
bunların, kazandıkları dolayısıyla barınma yerleri ateştir.” (Yunus Suresi, 6-8)
Okyanus Balıkları Hangi Sebeplerle Göç Ederler?
Okyanuslarda
yaşayan birbirinden farklı balık türleri çeşitli uzunluklarda
yolculuklar yaparlar. Küçük kaya balıklarından tonlarca ağırlığındaki
balinalara ya da dev tuna balıklarına kadar tüm seyahat eden balıkların
ayrı bir göç şekli vardır. Kimi, hareket eden bir besin kaynağına, kimi
uygun üreme alanlarına ulaşmak için, kimi de zor çevre koşulları meydana
geldiğinde uygun yaşam alanları bulmak için göç ederler.
Beslenme Amacıyla Göç Eden Balıklar
Okyanus
balıklarının göçleri çok çeşitlidir. Okyanuslarda sürekli, birkaç
metreden yüzlerce metreye kadar saatler ya da günler süren farklı göçler
gerçekleşir. Bu birbirinden farklı seyahatlerin tek ortak yanları
amaçlarıdır. Birçok balık beslenmek için düzenli olarak göç eder.
Kıyı
balıkları beslenmek amacıyla yapacakları bu göçte gelgitten
faydalanırlar. Gelgit sayesinde önce kıyıya daha sonra geriye yerlerine
ulaşırlar. Böylece her gün birkaç saatleri yemek yemekle geçer. Bazı
balıklarsa gündüz-gece değişimini kullanarak beslenirler. Karayip mercan
kayalıklarında, yakalanınca çıkardığı sesten dolayı homurtu balığı
olarak bilinen bir tür renkli sürü balığı yaşar. Bu balıklar gündüzleri
yem olmamak için kayalıkların kuytu yarıklarında bulunurlar, akşam
olunca da sürüler halinde daha açıklara kendileri için besinin bol
olduğu yerlere giderler. Deniz otlarının bol olduğu alanlara dağılır ve
buradaki omurgasızları yiyerek beslenirler. Güneş doğmadan biraz önce de
aynı yolu takip ederek kayalıklara geri dönerler. Her sürü yıllarca
kendi gidiş-geliş yolunu kullanır.
Üreme Amacıyla Göç Eden Balıklar
Okyanus
balıkları beslenmek dışında üreme amaçlı da göç ederler. Her ne kadar
bu göçlerin şekli balıkların türüne göre değişse de hepsi çok dikkat
çekici detaylar içerir. Birçok balık uygun üreme alanlarına ulaşmak için
günlük veya sezonsal göçler gerçekleştirir. Bunun nedeni kimi
balıkların günlük kimininse ayda bir yumurta bırakmasıdır. Yumurtlama
bölgelerine yapılan seyahatler kısa olabildiği gibi okyanusların
katedildiği de olur.
Bu
göç organizasyonunda bazı balık türlerinde beş-on birey bazılarında ise
binlercesi biraraya gelir. Hepsi, birlikte hareket etmeleri
gerektiğini, bunun kendilerine önemli yararlar sağlayacağını
biliyormuşçasına mutlaka sürü oluştururlar.
Ringa
balıkları üzerinde yapılan üreme göçü araştırmaları bize bu konuda
önemli fikirler verir. Öncelikle bu balıklar aynı anda iki düzlemde
hareket ederler. Bunlardan biri beslendikleri planktonların aşağı yukarı
hareketine bağlı olarak beslenme seyahatleri, diğeriyse yumurtlama
alanlarına yaptıkları dairesel göçleridir.
Bu
balıklar yılda birkaç ay üreme bölgelerinde bulunur daha sonra
dağılırlar. Tüm ringa balıkları aynı yerde ve aynı zamanda
yumurtlamazlar. Büyük sürüler halinde farklı zamanlarda ve farklı
bölgelerde toplanırlar. Fakat her zaman sürü halindedirler ve yetişkin
ringalar her yıl aynı üreme bölgelerine gelirler. Üreme bölgelerini
besin kaynağının çokluğuna göre belirlerler. İşte bu nedenle genellikle
girdapları ve sahilleri tercih ederler.
Dikkat
edilirse göç yolculuğunun her safhasında bir karar verme mekanizması
söz konusudur. Uygun zaman, uygun yer, uygun yol... Hiçbir balık türü bu
uygun şartları bilecek ve karar verecek bir akla sahip değildir. Böyle
bir iddiada bulunan olursa ona inanmak da mümkün değildir. Öyleyse her
aşamada açıkça görülen bu üstün aklın tüm canlıların Yaratıcısı olan
Allah’a ait olduğu açık bir gerçektir. Allah’tan başka bir Yaratıcı
arayanlarla ilgili olarak Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:
“De
ki: “O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir Rab mi arayayım?
Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar
olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz
Rabbiniz’edir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber
verecektir.”” (Enam Suresi, 164)
Balıkların Yön Bulma Becerileri Göç Olayını Evrimsel Süreç ve Tesadüflerle Açıklamaya Çalışan Evrimcilerin Çabasının Boşuna Olduğunu Açıkça Ortaya Koymaktadır
“Şu
tahmin üzerimde ağır basıyor. İçgüdüler yapılar kadar hassas değişime
uğramıyorlar. Kitabımda da belirttiğim gibi, içgüdü veya yapının ilk
olarak bilinçsiz aşamalarla değişmesini anlayabilmek oldukça
zordur.”(‘Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin,
Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 111)
Darwin,
bu açıklamalarla içgüdülerin kendiliğinden meydana gelemeyeceğini ve bu
sorunun, teorisini yıkmaya yeterli bir delil olduğunu itiraf
etmektedir. Buna rağmen evrim teorisini insanlara makul göstermek
amacıyla bu konuyu görmezden gelmektedir.
Bunun nedenini de şu sözlerle açıklamıştır:
‘Sonunda,
.... içgüdüleri özellikle bağışlanmış ya da yaratılmış güçler olarak
değil de, bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir
yasanın, yani çoğalmanın, değişmenin, en güçlülerin yaşamasının ve en
zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek, mantıklı bir sonuç
çıkarma olmayabilir, ama benim hayal gücüm için çok daha doyurucudur.’
(Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310)
Darwin
bu sözüyle de içgüdüleri bir Yaratıcı’nın yani Allah’ın var ettiğini
kabul etmenin çok daha makul bir açıklama olduğunu açıkça itiraf
etmektedir ve arkasından da gerçek böyle olsa da, içgüdü olarak
nitelendirilen tüm bu kusursuz yeteneklerin tesadüfen meydana geldiğini
iddia etmenin “hayal gücü” ile mümkün olduğunu söylemektedir.
Görüldüğü
gibi içgüdülerin varlığını evrim teorisi ile açıklamak evrim teorisinin
kurucusu olan Darwin için bile mümkün olmamıştır. Oysa evrimcilerin
açıklayamadıkları bu akılcı davranışları sözkonusu canlılar daha ilk
doğdukları andan itibaren gösterirler. Hepsi kendilerini yaratan
Allah’ın onlara verdiği ilhamla soylarını devam ettirirler. Kendilerine
ait bir akılları ve muhakeme yetenekleri yoktur. Onları herşeyden daha
iyi tanıyan, ihtiyaçlarını onlardan daha iyi bilen üstün güç sahibi
Allah, onları bu özellikleriyle yaratmıştır.
6 Eylül 2012 Perşembe
Bazı Deniz Canlılarındaki Yaratılış Özellikleri
Yeryüzü
tabakaları ve fosil kayıtları incelendiğinde, yeryüzündeki canlı
hayatının birdenbire ortaya çıktığı görülür. Kompleks canlıların
fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 520-530 milyon yıl
yaşında olduğu hesaplanan “Kambriyen” tabakadır.
Kambriyen
kayalıklarında bulunan fosiller; salyangozlar, trilobitler, süngerler,
solucanlar, denizanaları, deniz yıldızları, yüzücü kabuklular, deniz
zambakları gibi kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç olan,
birbirinden çok farklı olan bu türlerin hepsinin bir anda ve hiçbir
ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik literatürde
bu mucizevi olay, “Kambriyen Patlaması” olarak anılır.
Bu
tabakadaki canlıların çoğunda, günümüz örneklerinden hiçbir farkı
olmayan, göz, solungaç, kan dolaşımı gibi kompleks sistemler, ileri
fizyolojik yapılar bulunur. Üstelik bu canlılar her biri son derece
gelişmiş özelliklerde ve kendi ihtiyaçlarına yönelik çeşitli sistemlere
sahiptirler. Bu durum, evrim teorisinin canlıların ilkelden komplekse
doğru geliştiği yönündeki iddiasını da açıkça geçersiz kılmaktadır. Bu
canlıların Allah’ın detay sanatına örnek oluşturan ve tüm özellikleriyle
evrim geçirmeden birdenbire yaratıldıklarını ispat eden bazı
özellikleri şunlardır:
Nudibranch
Nudibranch
kabuğu olmayan bir salyangoz türüdür. Bu salyangoz çok parlak renklere
sahiptir ve son derece göz alıcıdır. Bu özellikler avcılar için çok
cazip olmasına rağmen çok az hayvan Nudibranchlarla beslenir. Bunun
sebebi Nudibrancha iyi bir koruma sağlayan ısırgan hücreleridir.
Nudibranch bu ısırgan hücreleri kendisi üretmez. Hyroid denen zehirli
canlıları yer ama onları sindirim sisteminde öğütmez. Hyroidler
Nudibranchın sindirim sistemi içinde koruyucu mukusla kaplanır ve
ısırgan hücre olarak ona bir koruma sağlar. Bu canlının sahip olduğu bu
özel sistem ancak Allah’ın dilemesiyle vardır, O’nun kontrolü ile
kusursuz şekilde işler. Canlılara sunulmuş tüm nimetler gibi bu özel
nimet de Allah’ın bir ikramıdır. Ayetlerde Rabbimiz’in yaratma ilmi
şöyle bildirilmiştir:
“İşte
gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen
O’dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir
çamurdan başlayandır.” (Secde Suresi, 6-7)
Kambriyen
devrinde bir anda ortaya çıkan kabuklu canlılar, son derece kompleks
yapılara sahiptirler. Milyonlarca yıl önce, bir anda, kusursuz biçimde
var olan böyle bir yapının varlığı evrimle açıklanamaz ve yaratılışın
varlığını ispatlar. Dahası, bu canlıların sahip olduğu sistemler, bugüne
kadar da hiç değişmeden gelmiştir.
Nautilus
Denizaltılarda
bulunan dalış tankları suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve
dibe dalar. Tanktaki su, basınçlı hava ile boşaltılırsa, denizaltı
tekrar su yüzüne çıkar. Nautilus adı verilen bir deniz hayvanı da aynı
yöntemi kullanır. Nautilusun vücudunda 19 cm. çapında salyangoz kabuğu
biçiminde spiral bir organ vardır. Bu organda birbiriyle bağlantılı 28
tane “dalış hücresi” bulunur. Nautilus dalmak istediğinde vücudunda
bulunan bu içi boş odacıkları su ile doldurur. Yüzeye çıkmak istediğinde
ise, ürettiği özel bir gazı bu dalış hücrelerine pompalar ve suyun
boşalmasını sağlar. Bu sayede avlanırken ya da düşmanlarından kaçarken
yükselmek ya da dibe batmak istediğinde gerekli miktardaki suyu dışarı
pompalayabilir. Denizaltılarda da nautilustaki gibi dalış odaları
yapılmakta, içeri alınan suyun boşaltılmasında ise su motorlarından
faydalanılmaktadır. Bir denizaltı sadece 400 m. dibe batabilirken,
nautilus için 4000 m. derinliğe dalmak son derece kolaydır. Bu kusursuz
canlının sahip olduğu hayranlık uyandırıcı dalış tekniğinin Darwin’in
öne sürdüğü gibi tesadüfi aşamalarla meydana gelmesi imkansızdır. Bu
eser, Sani (sanatçı) olan Allah’a aittir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“Haberiniz
olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah’ındır.
Allah’tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere
(gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak
‘zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.’” (Yunus Suresi, 66)
İstiridyeler
Suyun
içinde rahatça hareket eden istiridyelerin nasıl hareket ettiğini
bulmak isteyen bilim adamları Saint-Jacques istiridyesinin mekanik
sistemini incelemişlerdir. İstiridyeler önce açılır ve içlerine bir
miktar su alırlar. Sonra bu suyu yumuşak dokulu bir kesenin içine
hapsederler. Ardından, menteşelerinde bulunan iki delikten (kabuklarının
birleşim yerlerindeki iki delik) suyu dışarı atarlar. Yumuşakça, bu
sayede öne doğru fırlar. Sahip olduğu elastiki bağ, kabuğunu hiçbir güç
harcamaksızın tekrar açmasına imkan verir. İstiridyelerde olduğu gibi
Allah, yerde ve gökte olanları da bir amaçla yaratmış, onlarda, her
insanın öğüt alıp Kendisine yönelmesi için deliller kılmıştır.
“Gaybın
anahtarları O’nun Katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez.
Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak
dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak
üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.” (Enam Suresi, 59)
Salyangozlar
Salyangozların
özellikle sırt ve yan tarafları, diğer canlılar için güzel bir besin
kaynağıdır. Bu salyangozlar düşmanlarının tehditlerinden korunmak için,
yapışkan özelliği olan ayak tabanlarının yardımıyla kendilerini korumada
kullanacakları uygun taşları seçerler. Bu taşların sağladığı ağırlık
sayesinde vücutlarını ters döndürerek daha önceden yassı bir taş ile
kazdıkları çukurlara kendilerini gömerler, böylece düşmanlarından
korunmuş olurlar. Salyangozların tümü, üstün ve sonsuz bir aklın
kontrolünde ve hakimiyetindedir. Her yerde varlığını gösteren bu üstün
akıl, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a aittir.
Midye
Midyeler
deniz suyunu süzerek, suyun içindeki planktonları ve her türden besin
parçacıklarını almak suretiyle beslenen omurgasızlardır. Midyelerin
organlarının üzerini kaplayan mantonun kıvrımları arasında “örtenek
boşluğu” adı verilen bir boşluk bulunur. Söz konusu bu boşluğun içinde,
hayvanın hem solunumunu sağlayan, hem de beslenmesi için gerekli su
akışını meydana getiren, kirpiklerle kaplı iki solungaç yer alır. Deniz
suyu, hayvanın karın bölgesinden içeri girer, solungaçlarda süzülür ve
tekrar dışarı çıkar. Bu hareket sırasında, deniz suyunun içerdiği
planktonlar ve diğer besinler, midyenin solungaç kirpikleri tarafından
yakalanarak ağıza kadar ulaştırılır. Midyeler, kendi bedenlerindeki bu
özelliklere yaratıldıkları andan itibaren sahiptirler. Çünkü her canlı
gibi onlar da, her incelikte ve her olayda büyüklüğünü gösteren
Rabbimiz’in eseridir ve her an O’nun kontrolündedirler. Tüm varlıklara
can veren, onları dirilten ve yaşatan Muhyi (Can bağışlayan, sağlık
veren, dirilten, yaşatan) olan Allah’tır ve Yüce sanatı, tek bir midyede
bile en mükemmel şekli ile sergilenmiştir. Yüce Allah’ın bu eşsiz
yaratma sanatı üzerinde düşünmenin önemi Kuran’da şöyle haber
verilmiştir.
“Gökte
burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir Ay var eden
(Allah) ne Yücedir. O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt
alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için.” (Furkan Suresi, 61-62)
Venüs Tarağı
Tarak
adı verilen deniz kabuğu şeklindeki bu canlının kabuğunun kenarlarında
dizilmiş küçük parlak gözler vardır. Bu gözlerin her biri yalnızca 1 mm.
büyüklüğe sahiptir. Tarak, son derece küçük olmasına rağmen bu gözlerle
hem hareketleri hem de ışık ve karanlık arasındaki farkı kolaylıkla
anlayabilmektedir. Bu canlının deniz kabuğu tıpkı bir balığın kılçığı
görünümündedir. Bu yüzden diğer balıklar, üzerinde et olmadığını
düşündüklerinden bu kabuğun yanına bile yanaşmazlar.
Gece Lambası Gibi Parıldayan Salyangozlar
Avustralya
sahillerindeki bir salyangoz türü, yeşil bir floresan lamba gibi
parlayarak avcılardan kurtulur. ‘Hinea brasiliana’, kayalık kıyılarda
gruplar halinde yaşayan bir salyangoz türüdür. Bu salyangozlar,
biyolüminesans adı verilen ve kimyasal enerjiyi ışık enerjisine
dönüştüren işlem sayesinde parlak yeşil renkte ışıldayabilirler.
Araştırmacılar bu kabuklunun ışık üretme özelliğini daha önceden biliyor
olmalarına karşın, kabuğun bu ışığı güçlendirerek her yöne doğru
dağıtabildiğini yeni keşfetmişlerdir. Söz konusu etki sayesinde bu
canlı normalden daha büyük görünerek hem avcılarından korunmuş hem de
potansiyel eşlerine kendilerini beğendirmiş olur.
Bu
canlının ürettiği ışık parlamaları, saniyenin ellide birinden birkaç
saniye uzunluğa kadar sürebilir. Kabuk bir filtre gibi çalışarak,
üretilen ışık içinden sadece mavi-yeşil dalga boyuna sahip olanları
güçlendirerek geçirir.
Parlak
yeşil renkli parıltı avcının yaklaşmasıyla birlikte ortaya çıktığında
avcıyı korkutabilir. Bu korku sürecinde ışıltıdan etkilenerek ortama
gelen daha büyük avcılar da salyangozu avlamaya gelen daha küçük
olanları avlarlar. Salyangozların sahip olduğu bu özellik, her şeyi
Allah’ın yarattığı ve her an kontrolü altında tuttuğu gerçeğini bir kez
daha hatırlatmakta, bizlere Allah’ın Yüce kudretini bir kez daha takdir
edip O’na yönelme imkanı vermektedir.
Göklerin
ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak
yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir
etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
İğne Deliği Göz Tipine Sahip Kabuklular
İğne
deliği tipi göz, Nautilus ve Planarianda gibi bazı deniz canlılarında
bulunur. Bu, lens gerektirmeyen bir göz tipidir. Işık kamera gözünde
olduğu gibi bir lens ile odaklanmaz. Bu tür optik tasarıma bir örnek,
1930 ve 1940’larda çıkan bir fotograf makinasıdır. Bu kamera herhangi
bir lens olmadan, resimden resime değişen doğal optik ışık dağılması
kullanarak çalışır. Bu göz tipine sahip canlılar da farklı ışık
değişikliklerine uyum sağlamak için değişken göz bebekleri
kullanılırlar. Bu tür göze sahip canlılardan biri de yazının başında
bahsettiğimiz nautilustur. 4000 metre derinliğe kadar dalabilen bu canlı
için elbette derin sularda ışık çok azalır. İşte bu canlının göz
bebekleri de derinliğe bağlı olarak değişiklik gösterir. Okyanusun
derinliklerinde belli bir görüntüyü tespit için daha fazla ışığa gerek
duyduğunda, gözlerindeki retinada geniş bir göz bebeği oluşur. Bu
canlının göz yapısı cisimleri üç boyutlu olarak görmesine uygun
olmayabilir, ancak yaşaması için asıl gerekli olan, ışığa duyarlı bir
göz yapısına sahip olmasıdır. Celal ve ikram sahibi olan Allah canlının
bu özelliğini tam ihtiyacına yönelik olarak yaratmıştır. Bir ayette
şöyle bildirilmiştir:
“De
ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl
başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son
yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye güç
yetirendir.”” (Ankebut Suresi, 20)
5 Eylül 2012 Çarşamba
Evrimcileri Korkutan Fosiller Yaratılışın En Büyük Delillerindendir-2
Evrimcilerin Kabul Görmesi İçin Yüzlerce Yıl Çaba Harcadıkları Teorileri İki Temel Delille Birkaç Dakika İçinde Yerle Bir Edilmiştir
Tek bir proteinin varlığı evrimi yıkmıştır. Darwinistler istedikleri kadar içi formüllerle dolu aldatıcı kitaplar yazsınlar, istedikleri kadar sahte fosiller oluştursunlar, Yaratılışa dair bilimsel delillere istedikleri kadar demagojik saldırılarda bulunsunlar, istedikleri kadar her tarafa hayali çizimlerle doldurdukları kartondan afişler yapıştırıp bunu evrim sergisi diye tanıtıp dursunlar, gülünç duruma düşmekten kurtulamamaktadırlar. Çünkü Darwinistler daha TEK BİR PROTEİNİN NASIL MEYDANA GELDİĞİNİ BİLE AÇIKLAYAMAMAKTADIRLAR.
Canlıların en temel yapıtaşı olan proteinin tek başına ortaya çıkma ihtimali SIFIRDIR. Çünkü bir proteinin oluşması için 100 KADAR PROTEİNİN o sırada o bölgede zaten hazır bulunması ŞARTTIR. Bu olağanüstü komplekslikteki yapının muhteşem detaylarına girmeye bile gerek yoktur. Başka proteinler olmadan bir proteinin oluşmayacağı gerçeği –tek başına- DARWİNİZM’İ EN TEMELİNDEN YERLE BİR ETMEKTEDİR. Evrimcilerin tek bir protein karşısındaki hezimeti bununla bitmez.
Ayrıca,
- Tek bir proteinin oluşması için DNA gerekir
- Protein olmadan DNA oluşamaz
- DNA olmadan protein oluşamaz
- Protein olmadan protein oluşamaz
- Protein yapımında görev alan proteinlerin bir tanesi bile eksik olsa protein var olamaz
- Ribozom olmadan protein oluşmaz
- RNA olmadan protein oluşmaz
- ATP olmadan protein oluşmaz
- ATP’yi üretecek mitokondri olmadan da protein oluşmaz.
- Hücre çekirdeği olmadan protein oluşmaz
- Sitoplazma olmadan da protein oluşmaz
- Hücredeki organellerden bir tanesi eksik olsa protein oluşamaz
- Hücredeki bütün organellerin var olması ve çalışması için de proteinler gereklidir
- Bu organeller olmadan da hiçbir şekilde protein olmaz.
Kısacası,
BİR PROTEİNİN VAR OLMASI İÇİN HÜCRENİN TAMAMI GEREKİR. Hücre, bugün incelediğimiz ve çok az bir kısmını anlayabildiğimiz mükemmel kompleks yapısı ile var olmadığı sürece, TEK BİR TANE BİLE PROTEİN MEYDANA GELEMEZ.
Görüldüğü gibi evrim teorisi, daha başlangıç aşamasında muazzam bir çöküş ile çökmüş durumdadır. Bir protein karşısında çaresiz kalan Darwinistlerin yeryüzündeki canlı çeşitliliği konusunda insanları aldatmaya çalışmaları, evrim sahtekarlığının ne kadar ciddi boyutlarda olduğunun açık göstergesidir.
350 Milyon Fosil ile Evrim Yıkılmıştır
Evrim teorisini yerle bir eden ikinci delil fosillerdir. Evrimciler fosiller konusunda da sahtekarlık yapmaktadırlar. Sürekli olarak insanları, kendi ürettikleri sahte ara formlarla aldatmakta, uydurma çizimler, sahte maketler ve rekonstrüksiyonlarla göz boyamaktadırlar. Bunları kullanıp kendilerince telkin metodlarını yaygınlaştırmaktadırlar. Oysa şimdiye kadar tek bir evrimcinin bir tane fosili alıp “biz evrime ispat getirdik” diye bunu gösterebildiği görülmemiştir. Çünkü bu mümkün değildir. TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİL YOKTUR.
Bu, yıllardır evrimcilerin aldatıcı telkinini almış olanlar için şok edici bir gerçektir. Çünkü tüm Darwinist yayınlarda, evrimi ispat eden ara formlardan bahsedilip durulmaktadır. Oysa evrimi ispat eden tek bir ara form bulunmamaktadır. Bu, Darwinistlerin uydurduğu en büyük yalanlardan biridir.
Şimdiye kadar 350 milyondan fazla fosil bulunmuştur. Bunlardan TEK BİR TANESİ BİLE ARA FOSİL DEĞİLDİR. Evrimcilerin ara form diyerek manşet manşet yayınladıkları fosillerin de her birinin sahtekarlık olduğu ortaya çıkmıştır. 350 milyondan fazla fosilin çok büyük bir kısmı günümüzde yaşayan canlıların milyonlarca yıl önceki örnekleridir. Yani bunlar yaşayan fosillerdir. Bu fosillerin gösterdiğine göre, milyonlarca yıl boyunca canlılar hiçbir değişim geçirmemişlerdir. Bulunan fosillerin bir kısmı ise, geçmişte yaşamış ve soyu tükenmiş canlılara aittir. Fosiller, bu canlıların yüz milyonlarca yıl önce çok kapsamlı ve hayranlık uyandıran bir kompleksliğe sahip olduğunu kanıtlamıştır. Bu durum, evrimin, çok kapsamlı ve bilimsel olarak çöküşünün delilidir.
Fosillerin evrimi reddedişi Darwinizm’e vurulan ikinci büyük darbedir. Evrimin yıkılışını bilimin her dalı ispat etmektedir. Her bir bilimsel keşif, her defasında, yeni delillerle evrimi çürütmektedir. Fakat üzerinde durduğumuz bu iki delil -evrimin proteinler ve fosiller karşısında yenilişi- evrimi yıkmaya yeterli olduğu için, evrimi çürüten diğer detaylara girmeye ihtiyaç yoktur. Bu dev darbe, Darwinistlere yetmiştir.
Bilimin Her Dalı Evrimi Reddetmiştir
Darwinizm’in bilim ile hiçbir ilgisi yoktur. Bilim Darwinizm’in düşmanıdır. Bilim, ateizmin karşısındadır. Bilim anti-komünisttir, anti-Marksistir. Bilim; Marksist, ateist ve Darwinist düşünceyi paramparça eden bir yapıdır. Bilimin her dalı evrimi reddetmiştir. Bilim ile Darwinist aldatmaca yıkılmıştır. Bilim, evrimi tam olarak geçersiz kılmıştır. Mikrobiyoloji, genetik, moleküler biyoloji, zooloji, paleontoloji, kısacası bütün bilim dalları, evrimin geçersizliğini ispat etmiştir. Darwinistler bilim karşısında en büyük yenilgilerini almışlardır. Dolayısıyla evrimin bilimsel bir teoriymiş gibi okutulması ve telkin edilmesi büyük bir aldatmacadır. Bilim, Allah’a iman edenler içindir; samimi dindarlara fayda getirir.
Bütün bu gerçeklere rağmen, Darwinistlerin en büyük aldatma konusu bilim olduğu için, bu telkini ellerinden bırakmak istemezler. Bunun için Darwinist bilim dergilerinde yayınladıkları aldatıcı haberlere bolca bilimsel terim ve formül ekleyerek okuyucular üzerinde çok önemli, anlaşılmaz ve karmaşık bir bilgi veriyorlarmış izlenimi oluşturmaya çalışırlar.
Darwinizm'in yıkım içinde oluşu ve ancak zorbalıkla ayakta tutulabilmesi, Darwinistler arasında olağanüstü bir panik başlatmıştır. Ancak artık hiçbir zorbaca hareket, Darwinistlerin sahte dinini ayakta tutamayacaktır. Bu Allah'ın adetullahıdır. Her şeyden haberdar olan Rabbimiz Allah bir ayetinde iman edenlerin her zaman üstün geleceğini şöyle bildirmektedir.
"Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18)
Yaratılış Atlası Tüm İman Edenlerin Güçlenmesine Vesile Olmuştur
Sayın Adnan Oktar’ın, tek bir proteinin bile tesadüfen meydana gelemeyeceği gerçeğini dünyaya yayması ve Yaratılış Atlası isimli eseriyle milyonlarca canlının değişmediğini ispat etmesi, bugün dünyada evrimi bitiren en etkili çalışmadır. Dünyada dindar Müslümanlar da, dindar Hristiyanlar da ve dindar Museviler de, bu üstün başarı sonucunda rahat hareket edebilir hale gelmişler, kendilerine güvenlerini kazanmışlardır. Daha öncesinde Darwinistlere karşı son derece ezik olan ve adeta hiçbir faaliyetlerini yapamayan bir kısım dindarlar, bu önemli çalışmaların ardından güçlenmeye başlamışlardır. Sayın Adnan Oktar’ın evrimi yıkan, değerli ve azimli çalışmalarının ardından AMERİKAN ASKERİ ÜSLERİNDE EVRİM SAHTEKARLIĞINI ANLATAN VE ALLAH’IN BİRLİĞİNE ÇAĞIRAN KONFERANSLAR YAPILABİLMİŞ; İNGİLTERE’DE ŞEHİR İÇİ OTOBÜSLERİ, ÜZERLERİNDE “ALLAH VAR” YAZISI İLE LONDRA SOKAKLARINDA DOLAŞABİLMİŞTİR.
Bu önemli çalışmaların ardından Kanada’da, Amerika’da, İsviçre’de, Belçika’da, Almanya’da, Avustralya ve Yeni Zelanda’da, Fransa’da, Danimarka ve İsveç’te, Endonezya ve Malezya’da, Singapur ve Dubai’de ve daha pek çok ülkede binlerce kişinin katıldığı YARATILIŞ KONFERANSLARI gerçekleştirilmiş, tüm dünyada televizyonlar ve yazılı basın bu üstün çalışmalardan bahseder olmuştur.
Bilimin çökerttiği Darwinizm, şimdi propaganda yöntemlerinin de deşifre edilmesiyle yepyeni bir çöküş daha yaşamaktadır. 21. yüzyıl, Darwinistlerin ellerindeki tüm kaynaklara, maddi desteğe, basına ve propaganda yöntemlerine rağmen, evrimin dehşetli şekilde çöküşe uğradığı ve yerle bir olduğu bir yüzyıl olacaktır. Allah'ın izniyle 21. yüzyıl, tüm batıl pagan dinlerinin yok olup gittiği, Yüce Rabbimiz'in Hadi (Hidayet veren) isminin tecelli ettiği bir yüzyıl olacaktır. Yüce Allah ayetlerinde bu gerçeği şöyle bildirir:
"Ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." Nasr Suresi, 2-3
Evrimcileri Korkutan Fosiller Yaratılışın En Büyük Delillerindendir-1
“De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.”” (İsra Suresi, 81)
Son zamanlarda evrimciler sıkı sıkıya bağlı oldukları evrim teorisinin yıkılması nedeniyle çaresizliklerini açıkça ortaya koyan ifadeler ve davranışlar sergilemektedirler. Yaratılış Atlası’nın tüm dünyada oluşturduğu şokun yanısıra çeşitli yerlerde düzenlenen fosil sergilerine halkımızın gösterdiği yüksek ilgi Darwinizm’in bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde, güçlü bir yıkım darbesi aldığını açıkça ortaya koymaktadır. Tarihin en büyük bilim sahtekarlığını desteklemiş olmanın utancını yaşayan evrimciler önce sessizleşmiş, savunma güçlerini, şevklerini kaybetmişlerdir. Ancak daha sonra sahte bir teoriye ömürlerini harcamış olmanın yıkılmışlığını yaşamaya başlamışlar ve son bir gayretle kaybettikleri itibarlarını kurtarmak için demokrasi, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi temel insani hakları umursamaz hale gelerek evrim teorisini çökerten fosil sergilerinin yasaklanması için çaresiz bir gayret içine girmişlerdir. Yaşadıkları paniğin şiddetinden, evrim teorisini sorgulamayı, eleştirmeyi, hatta bu teoriye şüpheyle bakmayı dahi yasaklamaya yeltenmişlerdir. Senelerce sözde bilimsellik kisvesine bürünen Darwinistler, gerçek yüzlerini göstermeye başlamışlar ve evrim teorisine, körü körüne bağlı olduklarını göstererek dogmatik düşüncenin en uç örneğini sergilemişlerdir.
Son zamanlarda evrimciler sıkı sıkıya bağlı oldukları evrim teorisinin yıkılması nedeniyle çaresizliklerini açıkça ortaya koyan ifadeler ve davranışlar sergilemektedirler. Yaratılış Atlası’nın tüm dünyada oluşturduğu şokun yanısıra çeşitli yerlerde düzenlenen fosil sergilerine halkımızın gösterdiği yüksek ilgi Darwinizm’in bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde, güçlü bir yıkım darbesi aldığını açıkça ortaya koymaktadır. Tarihin en büyük bilim sahtekarlığını desteklemiş olmanın utancını yaşayan evrimciler önce sessizleşmiş, savunma güçlerini, şevklerini kaybetmişlerdir. Ancak daha sonra sahte bir teoriye ömürlerini harcamış olmanın yıkılmışlığını yaşamaya başlamışlar ve son bir gayretle kaybettikleri itibarlarını kurtarmak için demokrasi, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi temel insani hakları umursamaz hale gelerek evrim teorisini çökerten fosil sergilerinin yasaklanması için çaresiz bir gayret içine girmişlerdir. Yaşadıkları paniğin şiddetinden, evrim teorisini sorgulamayı, eleştirmeyi, hatta bu teoriye şüpheyle bakmayı dahi yasaklamaya yeltenmişlerdir. Senelerce sözde bilimsellik kisvesine bürünen Darwinistler, gerçek yüzlerini göstermeye başlamışlar ve evrim teorisine, körü körüne bağlı olduklarını göstererek dogmatik düşüncenin en uç örneğini sergilemişlerdir.
Darwinizm, insanların bilimsel konulardaki bilgi eksikliğini kullanır ve bilgisiz kitleler üzerinde bir önkabul oluşturmaya çalışır. Bunun için kullanılan yöntem, bol tekrar ile kitle hipnozu yapmak ve büyü etkisi oluşturabilmektir.
Bugün kitle hipnozunun bu etkisi bütün dünyayı sarmıştır. Öyle ki insanların büyük bir kısmı, aslında hakkında hiçbir şey bilmedikleri “evrimin” ateşli birer savunucusu haline dönüştürülmüşlerdir. Aslında pek çoğu, neyi savunduğunun bilincinde dahi değildir. Onlar yalnızca, günlük gazetelerde gördükleri gitgide dikleşen hayali maymun-insan resimlerinin veya “atamız solucanmış” gibi haberlerin etkisinde kalmışlardır. Bu gibi telkinlerle kitle hipnozu başarıya ulaştırılmıştır. Bu sahte başarı nedeniyle kimse “delil var mı?” diye sormayı düşünmemiştir.
Ancak tarihin en büyük kitle aldatmacası olan Darwinizm’in 150 yıllık başarısı son yıllarda Sayın Adnan Oktar vesilesiyle son bulmuştur. Sayın Adnan Oktar’ın yayınladığı çok sayıda kitap ve dünyada deprem etkisi yapan Yaratılış Atlası, evrim sahtekarlığını açıkça ortaya koyan fosil sergileri, dünya çapında yapılan konferanslar ve yayınlanan belgeseller ile Darwinistlerin sahtekarlığı tamamen deşifre edilmiş, Darwinistlerin insanları nasıl göz göre göre aldattıkları açıkça gözler önüne serilmiştir.
350 milyondan fazla fosilin evrimi reddettiğinin açık delillerle gösterilmesi, tek bir proteinin dahi tesadüfen oluşamayacağının bütün dünyaya ilan edilmesi şu günlerde evrimciler üzerinde büyük bir panik oluşturmuştur. Bu panik, evrim teorisini inkar edenlere karşı yıllardır sürdürülen yıldırma politikasının son günlerde şiddetinin artmasıyla daha da açığa çıkmıştır.
Evrimciler Dayatma, Zorbalık, Tehdit ve Baskı Politikası Uygulamaktadırlar
Evrim teorisi zorbalıkla, dayatmayla, sahtekarlıkla ayakta tutulur. Evrim teorisinin yıllardır gündemde olmasının tek sebebi tüm dünyaya hakim bir sistem olan Darwinist diktatörlüktür. Darwinizm, bu dikta rejimi neticesinde insanlara dayatılmış, zorla kabul ettirilmiştir. Darwinist hipnoz, insanların hiç farkına varmadığı şekillerde yaygınlaştırılmış, büyük bir kitle bu hipnozun etkisi altında kalmıştır. Bu kirli diktatörlüğün sinsi yöntemleri sonucunda, evrim teorisi dünya çapında adeta reddedilemez, itiraz edilemez konuma getirilmiştir.
Evrim teorisinin reddi engellenmektedir, çünkü aksi takdirde batıl Darwinizm dininin savunucularının hiçbir dayanağı olmayan bu teoriyi canlı tutabilmek için bir yolu kalmamış olacaktır. Bir yalan açıkça yüksek sesle söylenmekte ve bunun yalan olduğunu göstermek ise suç sayılmaktadır. Bilimsellik iddiasıyla ortaya atılan teori, bilimden tam anlamıyla uzak, resmen ve açıkça reddedilmesi engellenen, batıl, dogmatik bir inanç sistemi haline getirilmiştir. Asıl dikkat çekici olan ise, bunun göz göre göre, hiç çekinmeden yapılmasıdır.
Teorilerinin Çöküşü Evrimcileri Şiddete ve Gerilim İçine Sürüklemiştir
Evrimcilerin, aslında psikolojik bir sıkıntı ve gerilim içinde oldukları yaratılış delillerini gördüklerinde gösterdikleri reaksiyonlardan, kontrolsüz ve sıkıntılı hareketlerinden ve tepkilerinden anlaşılabilmektedir. Darwinistler genellikle bu yenilgiyi ve ezikliği bilerek Yaratılışı savunanların karşısına çıkarlar. Bu nedenle hakkı ve doğruyu savunmanın getirdiği bir rahatlık ve huzur yerine, üstlerinde bir yalanı savunuyor olmanın yükü ve sıkıntısı vardır. Kendi ideolojileri gereği, hiçbir delili olmayan bir teoriyi sanki gerçekmiş ve bilimsel delilleri varmış gibi savunmak zorundadırlar. Evrim teorisinin geçersizliğine dair gösterilen hayati bilimsel delillere bir cevap vermek zorundadırlar. İnsanların gerçek bilimsel delillere inanacağını ve bundan ikna olacaklarını bile bile sanki gerçek bir şeyi savunuyor izlenimi vermeye çalışacaklardır. Bir yalanı savunmak zorunda olmak, özellikle de gerçeklerin farkında olan bir insan için büyük bir sıkıntıdır. Fosil sergileri, kitaplar ve karşılıklı tartışma programları işte bu sebeple evrimcilerin kızdığı, sinirlendiği, sıkıldığı, garip el kol hareketleri ile karşı koymak istediği, öfkeden gerildiği, saldırganlaştığı, bıkkın tavırlar sergilediği ortamlardır.
Darwinistler Özgür Düşünceye ve Demokrasiye Karşıdırlar
Ellerine geçen her fırsatta demokrasi, hak, özgürlük, düşünce hürriyeti gibi kavramların ardına sığınan evrimciler, iddialarının geçersizliği ispatlandığında bir anda bağnaz ve saldırgan hale gelirler. Devamlı ardına sığındıkları düşünce özgürlüğü, söz hakkı, demokrasi, fikir hürriyeti gibi kavramları bir anda yok sayarlar. Yaratılış gerçeğini kanıtlayan deliller ortaya konulduğunda hemen tahammülsüzleşir hatta saldırganlaşırlar. Aslında iddiaları konusunda en sabit fikirli, en fanatik, en bağnaz ve en saplantılı olanlar evrimcilerin kendileridir. Çünkü Darwinizm, bilimin getirdiği bir sonuç değil, aksine bilimin yalanladığı sahte ve sapkın bir inançtır. Sadece ideolojiye ve batıl bir inanç sistemine dayandığı için ancak holigan yöntemleriyle ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.
Bugün Darwinizm dünya çapında devlet kurumlarına hakimse, bunun tek sebebi söz konusu zorbaca ve saldırgan sindirme politikasıdır. Eğer Darwinistler;
Bilimsel kanıtların sunulduğu evrim karşıtı konferanslara, delillerle değil de yalnızca pankartlar ve eylemlerle karşı koyuyorlarsa,
Mahkemelerin aksi yönündeki kararlarına ve resmi olarak izin alınmış olunmasına rağmen bilimsel delillerin –yani gerçek fosillerin– yer aldığı sergileri kapattırmaya çalışıyorlarsa,
Bilimsel delil sunan kitapları yakmaya kalkıyorlarsa,
Evrime karşı gelenler sindirilmeye, susturulmaya çalışılıyor işlerinden ediliyor ve evrim, itiraz edilemez bir konuma getiriliyorsa,Bilimsel delilleri okullarda okutmaya çalışanlar mahkemeye veriliyor, evrimi kabul etmeyen öğretmenler, öğretim üyeleri okullardan attırılıyorsa,
Evrim karşıtı bilimsel sergiler ve konferanslardaki saldırgan tavırları nedeniyle, ancak polis gözetiminde oradan uzaklaştırılıyorlarsa,
İşte tüm bunlar, evrimcilerin özgür düşünce ve demokrasiye karşı olduklarını açıkça ortaya koyar.
Evrimciler Sahte Delillerle Sistemli Biçimde Yalan Söylerler
Darwinist propagandanın temelinde, bir yalanın sürekli olarak tekrarı vardır. Yalan sürekli ve belli tekrarlarla söylendikçe, bilim adamları, dünyaca tanınmış dergiler ve gazeteler bu yalana ortak çıktıkça bir kısım bilgisiz insanlar buna inanmaya başlamıştır. İşte Darwinizm’in üreyip genişlediği ortam böyle bir ortamdır.
Evrimciler, tekellerine aldıkları bazı basın yayın araçları yoluyla ilk başta oldukça tepki çeken evrim fikrini derinden ve sessizce yaymışlar, bir kitle hipnozu meydana getirmişlerdir.
Evrimcilerin tekelindeki dergiler, gazeteler, televizyonlar ve diğer yayın organları vasıtasıyla, evrimin bir gerçek olduğuna dair aldatıcı telkinler verilmiştir. Bu telkin halen devam etmektedir.
İnsanlar üzerinde büyü etkisi oluşturabilmek için sahte resimler, rekonstrüksiyonlar, sahte fosiller, sahte çizimler oluşturup görsel telkin metodları geliştirmişlerdir.
Tarihin en büyük sahtekarlığı olmasına rağmen evrimi, okul müfredatlarına bir bilimmiş gibi dahil etmişlerdir.
Darwinist diktatörlük bütün dünyada evrimi koruması altına almış, bazı devlet yönetimleri bu koruyuculuğu bizzat üstlenmiştir. Evrime karşı gelmek adeta bir milli suç sayılmış, insanlar, okullar, idareler bu sebeple mahkemeye verilmiştir.
Bilim, tümüyle evrimi reddetmiş olmasına rağmen, Darwinistler evrime inananları bilimsel, inanmayanları bilim dışı ilan etmişler ve bu telkin sonucunda evrimi reddedenlerin toplumdan dışlanmasını amaç edinmişlerdir.
Burma'daki zulüm Budistlerden değil Darwinist zihniyetten kaynaklanmaktadır
Dünya tarihi boyunca, inananlar ile inanmayanların mücadelesi süregelmiştir. Yeryüzündeki tüm kargaşalar ve fikir ayrılıkları bu iki kesimin ilmi ve fikri mücadelesine dayanır. Hak dinle ortaya çıkanlar, “Allah Birdir” diyenler, Hak dinlerin getirdiği güzel ahlakı yerleşik kılmaya çalışanlar daima anti bir güçle karşılaşmışlardır. Eğer bir yerde şiddet ve vahşet varsa, bu, söz konusu anti güçlerin hak din savunucularına tahammülsüzlüğünün bir sonucudur. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir detay vardır.
İnananları şiddet yanlısı gibi göstermek sinsi bir oyundur
Bu anti güçler kimi zaman bir dinin savunucusu görünümünde ortaya çıkarlar. Oysa bu bir aldatmacadır. Gerçek hak din savunucusu hiçbir zaman, dehşet ve vahşet yanlısı olamaz. Bir insan dünyaya dehşet saçıyor, her şeyden nefret ediyor, terörist eylemler yapıyor veya katliamlar gerçekleştiriyorsa, o kişi kelimenin tam anlamıyla dinsizdir. Nüfus kağıdında Müslüman, Hristiyan veya Musevi yazması onun dindar olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla bir zulüm, karışıklık ya da terör yaşandığında olayları bu bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Çünkü bazı sinsi güçler dünyada meydana gelen tüm çatışmaları, acıları ve terör olaylarını iman sahiplerinin üzerine yıkmaya çalışırlar. Özellikle bir kısım basını ve çeşitli yayınları kullanarak Müslümanlarla Hristiyanlar, Şiilerle Sünniler, Musevilerle Müslümanlar arasında çatışma senaryolarını yaygınlaştırırlar. Buradaki amaç Allah’a inananları bir ve birlik olmaktan uzaklaştırabilmektir. Söz konusu güçler, inananların birlik olması durumunda tüm batıl ideolojilere karşı çok büyük bir güç olarak ortaya çıkacaklarını, yenilmez olacaklarını çok iyi bilmektedirler. İşte bu birlikteliği bir tehlike olarak gördükleri için, inananların ittifakını ortadan kaldıracak suni husumet politikaları geliştirmişlerdir.
İnananlar birbirleriyle çatışırken, Darwinist, komünist, Marksist zihniyetin savunucuları da birbirlerini desteklemeye devam etmekte, gitgide gelişmekte ve kendi sapkın ideolojilerini yaygınlaştırabilecek bir ortam bulmaktadırlar. Nitekim bir kısım Arap ülkelerinde, Ortadoğu’da, Burma gibi ülkelerde de söz konusu güçler tarafından bu yöntem kullanılmaktadır.
Dünyadaki dehşetli zulüm örneklerinin nedeni Darwinist ideolojidir
Dünyanın dört bir yanında Müslümanların azınlıkta olduğu ülkeler bulunmaktadır. Bugün Burma'da, Filipinler'de, Kamboçya'da ya da Tayland'da azınlık konumunda milyonlarca Müslüman baskı altında yaşamaktadır ve bu çatışmalar genellikle inananlar arasında çıkarılan fitnelerden ya da fikir ayrılıklarından beslenmektedir.
Suriye’deki çatışmalar Şiilerle Sünniler arasındaki bir çatışma olarak gösterilmiş ve basına hep bu yönde yansımıştır. Oysa bu bir aldatmacadır. Gerçekte, Suriye’de, imanlı halk ile Darwinist ve komünist kesim arasında bir mücadele hüküm sürmektedir. Suriye’de gerçekleşen olaylar, Hafız Esad döneminden beri süregelen ve asla varlığını kaybetmeyen sosyalist komünist ideolojiye karşı halkın başkaldırısıdır.
Aynı şekilde 1990’lardan beri Burma’da gerçekleşen dehşetli zulüm, Budistlerin Müslümanlara saldırısı olarak lanse edilmiştir. Oysa orada bu saldırıyı yapanlar, Budist görünümünde de olsalar, Darwinist ideolojiyi savunan cuntanın bir parçasıdırlar. (Budizm şu an putperest bir dindir. Fakat bir Hak dinin bozulmuş hali olduğu sanılmaktadır. Budizm’in hak dinden kalan öğretilerinde de hiçbir şekilde saldırı ve zulüm yoktur.) Şiddet yapan bir insanın din adına ortaya çıkması imkansızdır. Eğer bunu din adına yapıyorsa, ya insanları aldatıyor, ya dinini hiç bilmiyor, ya da kendisi aldatılıyordur. Hiçbir din, zulme, öldürmeye, teröre, soykırıma izin vermez. Hiçbir gerçek dindar zulmedemez, terörist olamaz, karşısındakinin hakkını yiyemez. Din insana sevgi, şefkat ve dayanışma duygusunu getirir. Gerçek dinin savunucuları daima dünyaya sevgi getiren insanlar olmuşlardır.
Ama Darwinist ideoloji ve bu ideolojiyi temel alan Marksizm, Leninizm, komünizm, faşizm gibi ideolojiler insanlara zulmeder, toplumlara dehşet saçar, terörist eylemler yapar, soykırım gerçekleştirir, kitle katliamları meydana getirir, acımasızca kadınları-çocukları-yaşlıları-gençleri katleder. Eğer bir yerde terör ve fitne varsa, bu sapkın ideolojilerin o bölgedeki varlığı da hemen görülecektir. Doğanın diyalektiğini savunan Darwinist ideolojiyi temel alarak toplumların diyalektiğini savunan komünist ideoloji zaten çatışmayı şart koşar. Çatışma olmazsa gelişme olmayacağı gibi akıldışı bir iddiayı savunur. Toplumlarda nefret zehirini veren de işte bu sapkın ideolojilerdir.
Gelin Darwinizm fitnesinden kaynaklanan zulmü durdurmak için birlik olalım
Yeryüzündeki fitnelerden kurtulmak isteniyorsa, bunun için tek koşul sapkın ideolojilerin akıl hocası olan Darwinizm’in bilimsel olarak ortadan kaldırılmasıdır. Darwinizm’in fikren ortadan kaldırılmasının yolu da, evrim teorisinin geçersizliğini gösteren bilimsel delillerin mümkün olan her yerde herkese anlatılması ve gösterilmesidir. Kitap dağıtılması, sergiler açılması, yazılar hazırlanması, internet siteleri hazırlanması, konferanslar, radyo veya televizyon programları gibi yöntemler kullanarak insanlara birebir bu konunun anlatılması çok önemli faaliyetlerdir. Nitekim bu yöndeki çalışmaların olumlu etkileri hızla yaygınlaşmakta ve artık insanlar evrimin, bilim adına yapılmış tarihin en büyük aldatmacası olduğu gerçeğini kabul etmeye başlamaktadırlar.
Bir kere daha önemle hatırlatmak gerekirse, insanların huzura kavuşması ve güvenliğinin sağlanması tüm İslam aleminin üzerinde bir yükümlülüktür. İslam alemi Doğu Türkistan’da, Myanmar'da, Patani'de, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de ve daha pek çok yerde acı çeken, sıkıntı içinde yaşayan insanları kurtarmak, onlara kalıcı bir çözüm sunmak istiyorsa birlik olmak zorundadır. Bir olan ve kardeşler olarak dayanışma içinde hareket eden Türk-İslam alemi, bu ve benzeri hiçbir sorunla karşılaşmayacak, sadece Müslümanların değil Hıristiyanların, Musevilerin, Budistlerin ve hatta dinsizlerin ve ateistlerin de güvenlik, zenginlik, barış ve güzellik içinde yaşamasının garantisi olacaktır.
3 Eylül 2012 Pazartesi
Hücrelerdeki Otomatik Turnikeler
- Hücre zarından madde geçişi nasıl sağlanır?
- Hücre zarı üzerindeki kapılar giriş yapacak maddenin boyutuna göre nasıl şekillenir?
- Hücre zarının hücrenin ihtiyaçlarını tespit ederek maddeleri bu ihtiyaçlara göre içeri alması ve bunu yaparken çok seçici davranması neden hayati önem taşır?
- Aklı ve şuuru olmayan mikroskobik boyutlardaki hücre zarı, herhangi bir yırtılma veya delinme söz konusu olduğunda kendi kendini nasıl tamir eder?
Hücre zarının ilk görevi hücrenin organellerini sararak bir arada tutmasıdır. Ancak bundan çok daha kompleks bir iş daha yapar; bu organellerdeki işlemlerin ve hücrenin yaşamının devam edebilmesi için gerekli maddeleri dış ortamdan temin eder. Hücrenin dışındaki ortamda sayısız kimyasal madde vardır. O, bunların içinden hücrenin ihtiyaç duyduklarını tanır ve yalnızca onları içeri alır. Son derece ekonomiktir; hücrenin ihtiyaç duyduğu miktardan fazlasını kesinlikle içeri almaz. Bu kadarla da kalmaz; bir yandan da hücrenin içindeki zararlı artıkları anında tesbit eder ve hiç zaman kaybetmeden dışarı atar. Hücre zarının bu önemli işlevi yerine getirebilmesi için bazen bir pompa bazen de bir kapı gibi çalışan mekanizmalara sahip olması gerekir. Bunlar hücrenin ihtiyacı olan maddeleri tanıyıp, seçip, büyük enerji harcayarak bu maddeleri hücre içine sokarlar. Bu tek cümleyle söylenip geçilebilecek bir özellik değildir, çünkü bu işlem sırasında birçok mucize daha gerçekleşir. Bu transferlerdeki birçok olayın sırrı halen çözülememiştir.
Hücrenin yaşamını devam ettirmesi için zarlardan geçmesi gereken maddeler arasında elektron ve hatta fotonlar, monatomik protonlar, ionlar, su gibi küçük moleküller, amino asit ve şeker gibi orta boy moleküller, proteinler ve nihayet DNA gibi makromoleküler yapılar bulunur. Bazen kapının kendisinden çok daha büyük bir molekül yüksek enerjiler harcanarak, birçok enzimin yardımıyla son derece özenli bir şekilde hücrenin içine alınır. Bazen geçirilecek madde geçeceği kapıya göre o kadar büyüktür ki, bu iğne deliğinden halatın geçirilmesine benzer. Geçişin sağlanması için delik önce genişletilir, sonra yine eski haline döndürülür. Bu işlem esnasında, ne kapıya, ne geçen maddeye, ne de hücreye hiçbir zarar verilmez.
Zar Üzerindeki Birbirinden Farklı Türde Kapılar, Farklı Maddeleri, Farklı Enzimler Yardımıyla Hücre İçine Alırlar
Genel olarak iki farklı tip kapı proteini vardır:
- Birincisi enerji harcayarak (aktif taşıma) geçiş yapılan kapılar. Gerekli olan maddeyi seçip içeri alan veya içeriden dışarı atan taşıyıcı proteinlerdir.
- İkinci tip kapılar gerekli zamanlarda açılıp, belirli maddelerin serbestçe geçebilmelerine olanak tanıyan kanal proteinleridir. Bu geçiş sırasında enerji harcanmaz.
Bazı küçük maddeler ise hücre zarından herhangi bir kapıya gerek kalmadan serbestçe geçebilirler. Buna serbest difüzyon denir.
Bazı hücrelerde madde alışverişi birçok aşama sonucunda meydana gelir. Örneğin bazı bakteriler çift katlı hücre zarına sahiptir. İçeri madde alınışında ilk zarda bulunan kanal proteinlerinden geçen çözelti, periplazmik aralıkta bulunan bir protein tarafından (periplazmik substrat proteinleri) yakalanır. Protein-çözelti ikilisi ikinci zarda bulunan seçici geçirgen bir kapıya yapışırlar. Proteinin yapısında meydana gelen değişim, katı maddenin geçirgen kapının içine girmesini sağlar. İkinci kapı da ATP hidrolizi adlı işlemden aldığı enerjiyle maddeyi hücre içine sokar.
Hücre Zarında Bulunan Protein Kapılar Son Derece Kompleks ve Üstün Yapıdadırlar
Farklı görevler için farklı kapılar mevcuttur. Örneğin rhodopseudomonas viridis adlı bir bakterinin fotosentetik reaksiyon merkezinin X-ışınları yardımıyla yapısı incelenmiştir. Bu kapının görevi ışık enerjisini elektron transferi için kullanmaktır. Güneş’ten gelen fotonun enerjisini alıp, bir nanosaniye (saniyenin milyarda biri) içinde elektronu hücre zarından içeriye büyük bir hızla taşır. Hücre içine giren elektron diğer elektron taşıma sistemleri tarafından tepkimelere sokulmak üzere yakalanır. Protein kompleksi dört farklı proteinin (L,M,H ve sitokrom) birleşmesinden oluşmuştur. Tek bir elektronu tepkimeye sokmak için son derece gelişmiş bir mekanizmanın, 1 metrenin ancak iki yüz elli milyonda biri kadar bir alanda kurulmuş olması ve görevini saniyenin milyarda biri kadar kısa bir sürede yerine getirmesi tek başına bir yaratılış delilidir.
Hücre Zarının İhtiyacı Olan Maddeleri Alan ve Zararlı Olan Maddeleri Dışarı Atan Mekanizması Mükemmeldir
Yukarıda açıklandığı gibi hücrenin yaşamını devam ettirmesi için zardan madde geçişi olması gerekir. Bu maddelerin bir kısmı “aktif taşıma” adı verilen yöntemle taşınır. Aslında bu taşıma biçimi çok büyük bir dikkat ve şuur gerektirir. Çünkü yarı geçirgen bir zardan akışı kontrol edebilmek oldukça güçtür. İşte, aklı ve şuuru olmayan hücre zarı bu dikkat ve şuur gerektiren işlemi hiç hata yapmadan mükemmel bir şekilde gerçekleştirir. Çünkü akış doğal olarak yüksek konsantrasyondan düşük konsantrasyona doğrudur. Ozmos adı verilen bu olaydan farklı olarak hücre zarları, ihtiyaçları neyse ona uygun molekülleri zarlarından içeri alır ya da ihtiyaçları olmayanları dışarı iterler, üstelik bunu konsantrasyonun (Bir çözeltinin bilinen bir hacmindeki çözünen madde miktarı) düşük veya yüksek olmasına bakmadan gerçekleştirirler. Araştırmacılar hücrelerin bunu nasıl başardığını daha detaylı olarak incelediklerinde Allah’ın muhteşem yaratılış sanatıyla karşılaşmışlardır.
Hücrelerin, maddeyi zarlarından geçirecek çeşitli mekanizmaları olan taşıyıcı aileleri vardır. Bu ‘taşıyıcı’ ailelerden birinin yapısı incelenmiş ve Allah’ın detay sanatının mükemmelliği bir kez daha kanıtlanmıştır.
MATE adı verilen ailenin bir üyesi olan ve NorM olarak isimlendirilen bu taşıyıcı, bakterilerden insanlara kadar tüm canlılarda vardır. Bilindiği gibi toksinlerin ve substralatın (enzimlerin tepkimelerinde işlenen maddelere verilen ad) hücreler arasındaki taşınması temel bir yaşam sürecidir. Örneğin bitkilerin topraktan aldıkları toksinleri dışarı pompalama yeteneği ne kadar yüksekse ekinlerin verimini o kadar artar. Hayvanların ciğerleri ve mikroplar da toksinleri dışarı pompalarlar. Hatta bu sistem mikroplarda o kadar mükemmel çalışır ki mikropları öldürmek için kullanılan ilaçlar toksin gibi algılanarak dışarı atılır, bu durum bazı mikropların ilaçlara gösterdiği direnci de açıklar. Çünkü bu sistem ilacın dışarı pompalamasına yardımcı olur ya da ilaçların iyi hücrelere ulaşmasını engeller. Bu nedenle bu taşıma sisteminin yapısını ve enziminin işlevini anlamak hastalıkların tedavisi açısından da çok önemlidir.
X-ışını kullanılarak yapısı incelenen NorM adlı taşıyıcı iki tane altılı grup halinde düzenlenmiş 12 amino asitten oluşur ve dışarıya bakan V biçiminde bardak şekilli bir yapısı vardır. Toksinler aminoasitler vasıtasıyla bu bardağın içine girer, tıpkı bir turnike gibi bardak ters dönerek toksini hücre dışına atar, atma işlemi gerçekleştiğinde ise bardak yine eski şeklini alır. Bu otomatik turnike dakikada 14 ile 15000 molekülü bu şekilde pompalayabilir. Bu küçük bardağın saniyede 25 kez döndüğü her seferinde de istenmeyen maddeleri dışarı attığı düşünüldüğünde sistemin çalışmasının mükemmel bir yaratılış eseri olduğu görülür. Bilim adamları sistemin nasıl çalıştığını bulmalarına rağmen, aklı şuuru olmayan, kapkaranlık bir ortamdaki hücre zarının zararlı ve faydalı maddeleri neye göre belirleyip ayırdığını henüz bulamamışlardır.
Rabbimiz Bedenimizdeki Her Noktayı İlmiyle Kuşatandır
Açıktır ki, yazı boyunca bahsedilen işleri yapabilmesi için hücre zarı hücre içindeki bütün faaliyetleri ve gelişmeleri bilmeli, gerekli veya fazla olan maddelerin listesini çıkarmalı, stokları kontrol altında tutup, üstün bir hafıza ve karar verme yeteneğine sahip olmalıdır. Acaba hangi “tesadüf” böyle “akıllı” bir yağ birikintisini meydana getirebilir?
Tüm evrim teorisini tek başına bir anda çökerten bu sorunun daha da ötesinde bir soru soralım: Sözünü ettiğimiz işlemler sırasında ortaya çıkan “akıl”, hücre zarına ait olan bir akıl mıdır?
Burada anlatılanları yapan bir bilgisayar veya robot değil, yalnızca hücrenin etrafını çeviren, yağdan oluşan ve üzerinde yer yer protein bulunan bir örtüdür. Bu kadar kompleks işi hatasız yapabilen hücre zarında bir düşünme merkezi veya beyin de yoktur. İşte, hiçbir düşünme kabiliyeti olamayacak böyle bir yapıda bu kadar üstün özellikler sergileyen Allah’ın, insanlara kendi varlığını kanıtlayan bu kadar açık bir delil daha sunması, göz göre göre O’nu inkar edenleri bir kez daha mazeretsiz bırakmaktadır. Allah bir ayette şöyle buyurur:
“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi,12)
Hücre içinde ve dışında her molekül kendi görevini yerine getirmekle sorumludur. Hücre zarı üzerindeki moleküllerin olmaması durumunda onların işini gerçekleştirebilecek bir başka molekül olmayacaktır. Onlar, hücreleri, dolayısıyla insan yaşamını korumak için özel olarak var edilmiş, varlığından birçok kişinin haberinin bile olmadığı yaratılış delillerinden biridir.
Kendi Kendini Tamir Etme Mucizesi
Hücre zarının üzerindeki moleküller aynı zamanda zarda meydana gelebilecek herhangi bir hasarı da tamir edebilecek yeteneğe sahiptirler. Hücre zarında herhangi bir yırtılma veya delinme söz konusu olduğunda zar üzerinde bulunan ve bu hasarı hemen tespit edebilen moleküller harekete geçer ve çok kısa bir süre içinde bu aksaklığı giderirler. Bu moleküller zarın her yanını her an denetlerler. Onlar da diğer moleküller gibi yerine getirmeleri gereken görevi tam olarak bilir ve hücre içinde bir başka işe karışmazlar. Bu moleküllerin olmaması durumunda da hücrede meydana gelen aksaklıkların ortadan kaldırılması mümkün olmayacak ve hücre bozulması da ölümle bile sonuçlanabilecek çeşitli hastalıklara sebep olacaktır.
Hücre zarının özelliklerini kendi kendine elde etmediği, bu sistemin Allah tarafından yaratıldığı açıkça ortadadır. Böyle bir sistem elbetteki bir amaçla yaratılmıştır. Bundaki amaç, insanın kendisini yaratan sonsuz merhamet ve şefkat sahibi Allah’ın varlığını daha iyi anlayabilmesidir. Vicdan ve akıl sahibi bir insan, bu delilleri görür ve Allah’ı daha iyi tanır. Kuran’da, müminlerin söz konusu bakış açısı şöyle haber verilir:
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.’” (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)