Balıklar su altındayken, kuşlarsa uçarken görebilmelerine
imkan veren göz yapılarına sahiptirler. Bunlar gibi
diğer canlıların da göz yapıları ihtiyaçlarına göre
bir tasarıma sahiptir. Bu, doğru değerlendirildiğinde
kişiye çok şey kazandıracak bir bilgidir. Göz gibi karmaşık
ve kompleks yapıda bir organın, üstelik de her canlıda
farklı farklı olacak özelliklere kendiliğinden sahip
olamayacağı çok açıktır. Bu konudaki örnekleri inceleyen
ve akıl ve vicdan kullanarak düşünen her insan canlıların
Allah tarafından yaratıldıkları gerçeğini hemen görecektir.
Aşağıda verilecek örnekler bu gerçeği düşünebilmek için
bir yoldur.
Kuşlar insanlardan daha hızlı bir görüş gücüne sahiptir
ve daha geniş bir açıyı çok daha detaylı tarayabilirler.
Bir kuş, insanın parça parça görererek algıladığı birçok
görüntü karesini, tek bir bakışta bir bütün olarak görebilir.
Bu, avlanmada büyük bir avantajdır. Bazı kuşların gözleri
insanla kıyaslandığı zaman 6 kat uzağı görebilir.
İnsan için gözünü kırptığında ortaya çıkan anlık görüntü
kayıpları çok da önemli değildir. Ancak yüzlerce metre
yükseklikte, büyük bir hızla uçan bir kuş için bu önemli
bir problem oluşturabilir. Bu nedenle kuşlar gözlerini
kırparken hiçbir zaman görüntülerinde kesinti olmaz.
Çünkü kuşun, göz kırpma zarı denilen üçüncü bir göz
kapağı vardır. Bu zar şeffaftır ve gözün bir yanından
diğer yanına doğru hareket eder. Böylelikle kuşlar gözlerini
tamamiyle kapamadan gözlerini kırpabilirler. Suya dalan
kuşlarda ise bu zar, dalgıç gözlüğü görevini görür ve
göze zarar gelmesini engeller.
Başka bir örnek olarak devenin gözleri de, tam ihtiyacı
olan korumayı sağlayacak özelliktedir. Gözlerin etrafındaki
sert kemikler darbelere karşı koruma sağladıkları gibi,
güneş ışınlarına karşı gözü en iyi açıda muhafaza ederler.
Son derece şiddetli kum fırtınaları bile devenin gözlerine
zarar vermez. Çünkü kirpikleri birbiri içine geçebilen
bir yapıya sahiptir ve herhangi bir tehlike anında otomatik
olarak kapanır. Böylece hayvanın gözüne en ufak bir
toz dahi giremez.
Balıkların gözleri ise dünyaya şeffaf bir örtü arkasından
bakar. Bu perde dalgıçların sualtı gözlüklerini andırır.
Küresel ve sert olan göz yapıları yakın plandaki cisimleri
görmeye göre ayarlıdır. Balığın gözünün küresel olmasının
bir başka nedeni ise ışığın sudaki kırılmasıdır. Göz,
neredeyse suyla aynı yoğunluğa sahip bir sıvı ile dolu
olduğundan dışarda oluşan görüntüler göze yansırken
kırılma gerçekleşmez. Bunun sonucunda göz merceği dışarıdaki
cismin görüntüsünü retina üzerine tam olarak odaklar
ve balık insanın aksine suyun içinde son derece net
görür.
27 Nisan 2015 Pazartesi
Uçan Sincapların Becerileri
Allah yarattığı ilginç özelliklerdeki canlılarla insanlara
kendisini tanıtır. İnsanların tanıdıkları canlılar hakkında
öğrendikleri detaylı bilgiler hayretlerini artırır;
tanımadıkları canlılar hakkındaki bilgiler ise zihinlerindeki
gaflet perdesinin aralanmasını sağlar. Bu özellikler
üzerinde düşünmek ise, her birindeki kusursuz yaratılışı
görebilmeye ve Allah'ın sonsuz kudretini takdir edebilmeye
yol olur.
Uçan sincaplar da insanlar üzerindeki düşünce monotonluğunu, alışkanlık perdesini kaldıracak özelliklere sahip olan milyonlarca canlı türünden biridir. Boyları 45 cm ile 90 cm arasında değişen Uçan sincaplar, Avustralya'da yaşar. Bir ağaçtan diğerine bir planör gibi uçarak geçen bu canlıların bütün türleri ağaçlarda yaşar. Bu canlılar uçmak için kollarının arasında bulunan uçma zarını kullanırlar.
Şeker uçanı adı verilen türün uçma zarı, ön bacaklardan arkadakilere uzanır; dardır ve püsküle benzer uzun tüyleri vardır. Diğer türlerde ise bu paraşütümsü yapı kürklü deriden oluşan bir zar halindedir. Bu zar ön ayağın bileğine kadar uzanır. Uçan kuskus, bir ağacın gövdesinden fırlar ve gerilmiş derinin planöre benzeyen etkisiyle bir seferde 30 metrelik bir uzaklık aşabilir. Büyük uçan sincaplar ağaçlar arasında planör gibi kayarlar. Bu canlıların arka arkaya 6 kaymayla 530 metrelik bir mesafe alabildikleri gözlenmiştir.
Bu kitapta verilmiş olan diğer örneklerde de görüldüğü gibi uçan sincaplar kendilerine has özelliklere sahiptirler. Yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlının sahip olduğu benzersiz özelliklerin nasıl ortaya çıktığını düşünen bir insan bunların tek bir tanesinin bile bilinçsiz olaylarla ortaya çıkamayacağını, kendiliğinden bir canlının kusursuz özellikler kazanamayacağını, bu canlının tek bir parçasının bile tesadüfen oluşamayacağını hemen anlayacaktır. Bütün hayvanlar, bitkiler, insanlar Allah tarafından eksiksiz bir şekilde yaratılmışlardır. Akıl ve vicdan kullanarak düşünen insanlar için bu çok açık bir gerçektir.
Bu gerçeği kavramak ve tüm yaşamını buna göre ayarlamak her insanın kendi faydasına olacak bir davranıştır. Çünkü insanın dünyadaki görevi Allah'ın ihtişamlı yaratışını görmek ve bu yaratılış karşısında Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini takdir edebilmektir.
Uçan sincaplar da insanlar üzerindeki düşünce monotonluğunu, alışkanlık perdesini kaldıracak özelliklere sahip olan milyonlarca canlı türünden biridir. Boyları 45 cm ile 90 cm arasında değişen Uçan sincaplar, Avustralya'da yaşar. Bir ağaçtan diğerine bir planör gibi uçarak geçen bu canlıların bütün türleri ağaçlarda yaşar. Bu canlılar uçmak için kollarının arasında bulunan uçma zarını kullanırlar.
Şeker uçanı adı verilen türün uçma zarı, ön bacaklardan arkadakilere uzanır; dardır ve püsküle benzer uzun tüyleri vardır. Diğer türlerde ise bu paraşütümsü yapı kürklü deriden oluşan bir zar halindedir. Bu zar ön ayağın bileğine kadar uzanır. Uçan kuskus, bir ağacın gövdesinden fırlar ve gerilmiş derinin planöre benzeyen etkisiyle bir seferde 30 metrelik bir uzaklık aşabilir. Büyük uçan sincaplar ağaçlar arasında planör gibi kayarlar. Bu canlıların arka arkaya 6 kaymayla 530 metrelik bir mesafe alabildikleri gözlenmiştir.
Bu kitapta verilmiş olan diğer örneklerde de görüldüğü gibi uçan sincaplar kendilerine has özelliklere sahiptirler. Yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlının sahip olduğu benzersiz özelliklerin nasıl ortaya çıktığını düşünen bir insan bunların tek bir tanesinin bile bilinçsiz olaylarla ortaya çıkamayacağını, kendiliğinden bir canlının kusursuz özellikler kazanamayacağını, bu canlının tek bir parçasının bile tesadüfen oluşamayacağını hemen anlayacaktır. Bütün hayvanlar, bitkiler, insanlar Allah tarafından eksiksiz bir şekilde yaratılmışlardır. Akıl ve vicdan kullanarak düşünen insanlar için bu çok açık bir gerçektir.
Bu gerçeği kavramak ve tüm yaşamını buna göre ayarlamak her insanın kendi faydasına olacak bir davranıştır. Çünkü insanın dünyadaki görevi Allah'ın ihtişamlı yaratışını görmek ve bu yaratılış karşısında Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini takdir edebilmektir.
Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında
ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.
(Taha Suresi, 98)
24 Nisan 2015 Cuma
Doğadaki Dokuma Ustaları
Yeşil ve taze yapraklardan ince uzun şeritler keserek,
son derece sistemli hareketlerle, bulduğu çatallı dallarda
birbirine geçmiş örgülerden oluşan sapasağlam yuvalar
kuran bir canlı için "bunları tesadüfen öğrenmiştir"
demek mümkün müdür? Elbette ki böyle bir yetenek karşısında
"tesadüfen öğrenmiş" iddiası son derece yersiz
bir açıklama olur.
Biraz sonra vereceğimiz örnekte de görüleceği gibi, canlılarda var olan daha pek çok özellik evrimcilerin tesadüf iddialarının ne kadar akıl ve mantık dışı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Ya yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser ya da yaprakların orta damarlarını kullanır.
Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise elbete ki bir nedeni vardır. Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar.
İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen çöker. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin.
Girişi dokuduktan sonra yuvanın duvarlarını dokumaya başlar. Bunun için baş aşağı durur ve içeriden çalışmaya devam eder. Gagasıyla bir lifi diğerinin altına sokar ve sonra hassas bir şekilde dışarıda kalan ucunu tutar ve sıkıca çeker. Böylece son derece muntazam bir dokuma oluşturur.
Görüldüğü gibi, dokumacı kuş yuvasını yaparken hep birkaç aşama sonrasını hesaplayarak hareket etmektedir. Önce yuvası için en uygun malzemeyi toplar, yuvayı dokumaya rastgele bir yerden başlamaz. Önce girişi oluşturur ve oradan duvarlara devam eder.
Dokumacı kuşların bu becerilere, tesadüfen, bilinçsizce sahip olduklarını iddia etmek elbette ki imkansızdır. Bu kuşların, kendi başlarına, bu derece karmaşık yapılara sahip yuvalar inşa etmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Dokumacı kuşların da tüm canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ettikleri, akıl ve vicdan sahibi her insanın kolaylıkla görebileceği apaçık bir gerçektir.
Biraz sonra vereceğimiz örnekte de görüleceği gibi, canlılarda var olan daha pek çok özellik evrimcilerin tesadüf iddialarının ne kadar akıl ve mantık dışı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Ya yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser ya da yaprakların orta damarlarını kullanır.
Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise elbete ki bir nedeni vardır. Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar.
İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen çöker. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin.
Girişi dokuduktan sonra yuvanın duvarlarını dokumaya başlar. Bunun için baş aşağı durur ve içeriden çalışmaya devam eder. Gagasıyla bir lifi diğerinin altına sokar ve sonra hassas bir şekilde dışarıda kalan ucunu tutar ve sıkıca çeker. Böylece son derece muntazam bir dokuma oluşturur.
Görüldüğü gibi, dokumacı kuş yuvasını yaparken hep birkaç aşama sonrasını hesaplayarak hareket etmektedir. Önce yuvası için en uygun malzemeyi toplar, yuvayı dokumaya rastgele bir yerden başlamaz. Önce girişi oluşturur ve oradan duvarlara devam eder.
Dokumacı kuşların bu becerilere, tesadüfen, bilinçsizce sahip olduklarını iddia etmek elbette ki imkansızdır. Bu kuşların, kendi başlarına, bu derece karmaşık yapılara sahip yuvalar inşa etmeleri tesadüflerle açıklanamaz. Dokumacı kuşların da tüm canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ettikleri, akıl ve vicdan sahibi her insanın kolaylıkla görebileceği apaçık bir gerçektir.
Kusursuz Bir Avcı Kuş: Kartal
Kuşları incelediğimizde vücutlarındaki bütün özelliklerin
uçuş için özel olarak tasarlandığını görürüz. Örneğin,
gökyüzündeki en iyi hareket kabiliyetine sahip kuşlardan
olan kartalların vücut yapıları her yönden kusursuzdur.
Kartalların hem yerden havalanıp uçabilecek kadar hafif
olmaları, hem de avlarını yakaladıklarında rahatlıkla
taşıyabilecek kadar güçlü olmaları gerekir.
Bir kel kartalın 7000'den fazla tüyü vardır, ancak bu tüylerin hepsini biraraya koyduğunuzda bütün tüylerinin ağırlığı yaklaşık 500 gram tutar. Ayrıca kartalların vücutlarının daha hafif olabilmesi için, kemiklerinin içi de boştur. Bu kemiklerin birçok yerinde havadan başka birşey yoktur. Bir kel kartalın tüm iskeletinin ağırlığı 272 gramdan sadece biraz fazladır. Kısacası kartalların ağırlığı uçmak için son derece idealdir.
Bir kartal uçarken kendisine gereken gücün çoğunu kanatlarını çırpışı sırasında, kanadının aşağıya doğru olan hareketinden alır. Bu yüzden, kartalın kanatlarını aşağıya doğru iten kasların sayısı, kanatları yukarı doğru iten kasların sayısından daha fazladır. Bir kartal için uçuş kasları çok önemlidir.
Bu kaslar genelde kuşun vücut ağırlığının yarısı kadar bir ağırlığa sahiptir. Kartallar kanatlarının pozisyonunu değiştirerek daha hızlı veya daha yavaş uçabilirler. Hızlı uçmak istediklerinde, kanatlarının ön kenarlarını rüzgarın içine doğru çevirir ve böylece "havayı keserler". Kendilerini yavaşlatmak istediklerinde ise, bu sefer de kanatlarının geniş kısmını rüzgara doğru çevirirler.
Kartallardaki tasarım sadece kusursuz bir uçuş yeteneği için değildir. Ayrıca tüylerinde yere iniş için de özel bir tasarım vardır. Kartal inişini yaparken, kuyruğunu havalandırır ve vücuduna göre bir açıyla kuyruğunu aşağı çekerek hızını azaltır. Kanatlarının uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır.
Ancak hızını kaybederken, kanatların üstünde oluşan hava akımı kartalın düşme tehlikesinin artmasına neden olur. Kartal, kanatlarının ucunda bulunan üç-dört tüy öbeğini kaldırarak bu tehlikeyi önler. Bunlar kanat yüzeyinde havanın düz bir çizgi halinde akmasına yardımcı olur ve kuşun rahatlıkla uçuşunu bitirmesini sağlar.
Buraya kadar verilen örneklerde çok açık görülen bir gerçek vardır. Tek bir kartalın bedenindeki tasarımın birkaç detayı dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmeldir. Bu da bize kartalların da tıpkı tüm diğer kuşlar ve tüm diğer canlılar gibi üstün güç sahibi Allah tarafından yaratıldıklarını açıkça ispatlar.
Bir kel kartalın 7000'den fazla tüyü vardır, ancak bu tüylerin hepsini biraraya koyduğunuzda bütün tüylerinin ağırlığı yaklaşık 500 gram tutar. Ayrıca kartalların vücutlarının daha hafif olabilmesi için, kemiklerinin içi de boştur. Bu kemiklerin birçok yerinde havadan başka birşey yoktur. Bir kel kartalın tüm iskeletinin ağırlığı 272 gramdan sadece biraz fazladır. Kısacası kartalların ağırlığı uçmak için son derece idealdir.
Bir kartal uçarken kendisine gereken gücün çoğunu kanatlarını çırpışı sırasında, kanadının aşağıya doğru olan hareketinden alır. Bu yüzden, kartalın kanatlarını aşağıya doğru iten kasların sayısı, kanatları yukarı doğru iten kasların sayısından daha fazladır. Bir kartal için uçuş kasları çok önemlidir.
Bu kaslar genelde kuşun vücut ağırlığının yarısı kadar bir ağırlığa sahiptir. Kartallar kanatlarının pozisyonunu değiştirerek daha hızlı veya daha yavaş uçabilirler. Hızlı uçmak istediklerinde, kanatlarının ön kenarlarını rüzgarın içine doğru çevirir ve böylece "havayı keserler". Kendilerini yavaşlatmak istediklerinde ise, bu sefer de kanatlarının geniş kısmını rüzgara doğru çevirirler.
Kartallardaki tasarım sadece kusursuz bir uçuş yeteneği için değildir. Ayrıca tüylerinde yere iniş için de özel bir tasarım vardır. Kartal inişini yaparken, kuyruğunu havalandırır ve vücuduna göre bir açıyla kuyruğunu aşağı çekerek hızını azaltır. Kanatlarının uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır.
Ancak hızını kaybederken, kanatların üstünde oluşan hava akımı kartalın düşme tehlikesinin artmasına neden olur. Kartal, kanatlarının ucunda bulunan üç-dört tüy öbeğini kaldırarak bu tehlikeyi önler. Bunlar kanat yüzeyinde havanın düz bir çizgi halinde akmasına yardımcı olur ve kuşun rahatlıkla uçuşunu bitirmesini sağlar.
Buraya kadar verilen örneklerde çok açık görülen bir gerçek vardır. Tek bir kartalın bedenindeki tasarımın birkaç detayı dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmeldir. Bu da bize kartalların da tıpkı tüm diğer kuşlar ve tüm diğer canlılar gibi üstün güç sahibi Allah tarafından yaratıldıklarını açıkça ispatlar.
23 Nisan 2015 Perşembe
Kar Tanelerindeki Tasarım
Kar
tanelerini çıplak gözle inceleyen kişi çok çeşitli biçimlere sahip olduklarını
görecektir. Bir metre küp karda 350 milyon tane kar taneciği bulunduğu tahmin
edilmektedir. Bunların hepsi altıgen ve kristalimsi bir yapıdadır, ancak her biri
farklı şekillere sahiptir.
Bu şekillerin nasıl ortaya çıktığı, nasıl olup da her birinin farklı şekillerinin olduğu, simetrinin nasıl sağlandığı gibi soruların cevapları bilim adamları tarafından yıllardır araştırılmaktadır. Elde edilen her bilgi ise kar tanelerindeki ihtişamlı sanatı ortaya çıkarmaktadır. Kar tanelerinin altıgen yapılarındaki çeşitlilik ve kusursuzluk Allah'ın Bedi (örneksiz yaratan) sıfatının bir tecellisidir. Allah yarattığı her şeyi en güzel yapandır. Kar tanelerinin oluşumları incelendiğinde Allah'ın sonsuz sanatının farklı bir yönü gözler önüne serilmektedir.
İnce ve küçük tabakalar, çok dallı yıldızlar ya da küçük iğne başlarına benzer şekillerdeki kar taneciklerinin oluşumu tamamen hayret uyandırıcıdır. Bir kar tanesi iki yüzden fazla buz kristalinden oluşan bir kristaller kümesidir. Kar kristalleri gerçekte mükemmel bir düzen içinde şekillenmiş su moleküllerinden oluşur. Mimari şaheser olarak nitelendirilebilecek kar kristalleri su buharının bulutlardan geçerken soğumasıyla şekillenir. Bu olay şöyle gerçekleşir:
Su buharının içinde düzensiz bir biçimde her yana dağılmış olan su molekülleri bulutlardan geçerken sıcaklığın düşmesi ile birlikte hareketliliklerini kaybederler. Daha az hareket eden su molekülleri bir süre sonra gruplaşmaya başlar ve sonuçta katı bir biçim alırlar. Ancak gruplaşmalarında kesinlikle bir düzensizlik yoktur, tam tersine her zaman birbirine benzeyen mikroskobik altıgenler olarak birleşirler. Her kar tanesi önceleri tek altıgen su molekülünden oluşur, daha sonra diğer altıgen su molekülleri de gelip bu ilk parçanın üstüne eklenir. Konunun uzmanlarına göre bir kristalin şeklini belirleyen temel özellik bu altıgen su moleküllerinin tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirlerine kenetlenmesidir. Ayrıca sıcaklığa ve nem oranına göre aslında aynı olması gereken kristal parçacıkları çok farklı şekiller almaktadırlar.
Neden tüm kar tanelerinde altıgen simetri vardır ve neden her biri diğerlerinden farklıdır? Kenarları neden düz değil de köşeli bir yapıdadır. Benzer soruların cevaplarını bilim adamları hala çözmeye çalışmaktadırlar. Ancak apaçık ortada olan bir gerçek vardır; Allah yaratmada hiçbir ortağı olmayan, sonsuz güç sahibi olan ve her şeyi örneksiz olarak yaratandır.
Bu şekillerin nasıl ortaya çıktığı, nasıl olup da her birinin farklı şekillerinin olduğu, simetrinin nasıl sağlandığı gibi soruların cevapları bilim adamları tarafından yıllardır araştırılmaktadır. Elde edilen her bilgi ise kar tanelerindeki ihtişamlı sanatı ortaya çıkarmaktadır. Kar tanelerinin altıgen yapılarındaki çeşitlilik ve kusursuzluk Allah'ın Bedi (örneksiz yaratan) sıfatının bir tecellisidir. Allah yarattığı her şeyi en güzel yapandır. Kar tanelerinin oluşumları incelendiğinde Allah'ın sonsuz sanatının farklı bir yönü gözler önüne serilmektedir.
İnce ve küçük tabakalar, çok dallı yıldızlar ya da küçük iğne başlarına benzer şekillerdeki kar taneciklerinin oluşumu tamamen hayret uyandırıcıdır. Bir kar tanesi iki yüzden fazla buz kristalinden oluşan bir kristaller kümesidir. Kar kristalleri gerçekte mükemmel bir düzen içinde şekillenmiş su moleküllerinden oluşur. Mimari şaheser olarak nitelendirilebilecek kar kristalleri su buharının bulutlardan geçerken soğumasıyla şekillenir. Bu olay şöyle gerçekleşir:
Su buharının içinde düzensiz bir biçimde her yana dağılmış olan su molekülleri bulutlardan geçerken sıcaklığın düşmesi ile birlikte hareketliliklerini kaybederler. Daha az hareket eden su molekülleri bir süre sonra gruplaşmaya başlar ve sonuçta katı bir biçim alırlar. Ancak gruplaşmalarında kesinlikle bir düzensizlik yoktur, tam tersine her zaman birbirine benzeyen mikroskobik altıgenler olarak birleşirler. Her kar tanesi önceleri tek altıgen su molekülünden oluşur, daha sonra diğer altıgen su molekülleri de gelip bu ilk parçanın üstüne eklenir. Konunun uzmanlarına göre bir kristalin şeklini belirleyen temel özellik bu altıgen su moleküllerinin tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirlerine kenetlenmesidir. Ayrıca sıcaklığa ve nem oranına göre aslında aynı olması gereken kristal parçacıkları çok farklı şekiller almaktadırlar.
Neden tüm kar tanelerinde altıgen simetri vardır ve neden her biri diğerlerinden farklıdır? Kenarları neden düz değil de köşeli bir yapıdadır. Benzer soruların cevaplarını bilim adamları hala çözmeye çalışmaktadırlar. Ancak apaçık ortada olan bir gerçek vardır; Allah yaratmada hiçbir ortağı olmayan, sonsuz güç sahibi olan ve her şeyi örneksiz olarak yaratandır.
22 Nisan 2015 Çarşamba
Doğadaki Simetri
Aynada yüzünüze bir bakın, kusursuz bir simetrinin
olduğunu göreceksiniz. Elinize bir dergi alın ve sayfalarını
çevirin. Çevirdiğiniz sayfalarda karşınıza çıkan insanlar,
dışarıya baktığınızda gördünüz kuşlar, çiçekler, kelebekler
de aynı simetriye sahiptir.
Simetri evrendeki uyumu sağlayan konulardan biridir. Bütün canlılar simetrik bir yapıya sahiptirler.
Deniz canlılarına bakın, aynı simetriyi görürsünüz. Balıklar, yengeçler, karidesler, deniz kabukluları… Elinize yandaki resimlere benzer bir çift deniz kabuğu alın ve simetrik olacak şekilde bu kabukları karşı karşıya koyun. Çizgilerin dizilişlerinde, büyükten küçüğe doğru sıralanışlarında yine kusursuz bir düzen ve simetri ile karşılaşacaksınız. Doğadaki hangi canlı incelenirse incelensin her seferinde olağanüstü bir düzenlilik, kusursuz bir simetri ve benzersiz bir renk çeşitliliği görülecektir.
Evrendeki herşeyin kendi kendine gelişen tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia eden evrim teorisi savunucuları, doğada sergilenen bu renk çeşitliliği, simetri ve düzen karşısında bir açıklama getirememektedir. Böylesine kusursuz bir düzenin kendiliğinden, kör tesadüfler, bilinçsiz olaylar ile açıklanamayacağı açıktır. Evrimcilerin öne sürdükleri hiçbir iddia ile, doğadaki canlıların renklerinin, desenlerinin, simetrinin oluşumunu açıklamaları mümkün değildir. Bu akıl sahibi her insanın hemen göreceği çok açık bir gerçektir. Öyle ki, teorinin kurucusu olmasına rağmen Charles Darwin de bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır:
"Parlak renklilik, erkek balıkların kuluçkaya yatması, parlak dişi kelebekler, bu güzelliğin doğal seleksiyonun kontrolü altında gerçekleştiğini düşünemiyorum."
Elbette ki çevremizde gördüğümüz sayısız güzelliğin, rengarenk kelebeklerin, güllerin, menekşelerin, çileklerin, kirazların, gözalıca renkleriyle papağanların, tavuskuşlarının, leoparların, kısacası tüm ihtişamı ile yeryüzünün tesadüflerle oluştuğunu akıl ve mantık sahibi hiçbir insan iddia edemez. Canlılar bu özelliklere sahip olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah'ın ilmi her yeri kuşatmıştır. O'ndan başka ilah yoktur.
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255
Simetri evrendeki uyumu sağlayan konulardan biridir. Bütün canlılar simetrik bir yapıya sahiptirler.
Deniz canlılarına bakın, aynı simetriyi görürsünüz. Balıklar, yengeçler, karidesler, deniz kabukluları… Elinize yandaki resimlere benzer bir çift deniz kabuğu alın ve simetrik olacak şekilde bu kabukları karşı karşıya koyun. Çizgilerin dizilişlerinde, büyükten küçüğe doğru sıralanışlarında yine kusursuz bir düzen ve simetri ile karşılaşacaksınız. Doğadaki hangi canlı incelenirse incelensin her seferinde olağanüstü bir düzenlilik, kusursuz bir simetri ve benzersiz bir renk çeşitliliği görülecektir.
Evrendeki herşeyin kendi kendine gelişen tesadüfler neticesinde ortaya çıktığını iddia eden evrim teorisi savunucuları, doğada sergilenen bu renk çeşitliliği, simetri ve düzen karşısında bir açıklama getirememektedir. Böylesine kusursuz bir düzenin kendiliğinden, kör tesadüfler, bilinçsiz olaylar ile açıklanamayacağı açıktır. Evrimcilerin öne sürdükleri hiçbir iddia ile, doğadaki canlıların renklerinin, desenlerinin, simetrinin oluşumunu açıklamaları mümkün değildir. Bu akıl sahibi her insanın hemen göreceği çok açık bir gerçektir. Öyle ki, teorinin kurucusu olmasına rağmen Charles Darwin de bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır:
"Parlak renklilik, erkek balıkların kuluçkaya yatması, parlak dişi kelebekler, bu güzelliğin doğal seleksiyonun kontrolü altında gerçekleştiğini düşünemiyorum."
Elbette ki çevremizde gördüğümüz sayısız güzelliğin, rengarenk kelebeklerin, güllerin, menekşelerin, çileklerin, kirazların, gözalıca renkleriyle papağanların, tavuskuşlarının, leoparların, kısacası tüm ihtişamı ile yeryüzünün tesadüflerle oluştuğunu akıl ve mantık sahibi hiçbir insan iddia edemez. Canlılar bu özelliklere sahip olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Allah'ın ilmi her yeri kuşatmıştır. O'ndan başka ilah yoktur.
Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255
Meyve Ve Sebzelerdeki Benzersiz Sanat
Aynı kuru topraktan çıkan, aynı su ile sulanan meyveler
ve sebzeler inanılmaz bir çeşitliliğe sahiptir. Meyvelerin
ve sebzelerin lezzetleri, kokuları ve tadları düşünüldüğünde
akla böyle bir çeşitliliğin nasıl ortaya çıktığı sorusu
gelecektir. Aynı topraktan, aynı suyu ve mineralleri
kullanarak, farklı tad ve kokuları yüzyılardır hiç şaşırmadan
ve birbirlerine karıştırmadan tutturanlar, elbette ki
üzümlerin, karpuzların, kavunların, kivilerin, ananasların
kendileri değildir. Bu benzersiz lezzet, görünüş ve
tad onlara Allah tarafından verilmektedir.
Gerek hayvanlar gerekse insanlar, bitkilerin üretmiş olduğu besinleri tüketerek hayatlarını sürdürebilecek enerjiyi elde ederler. Yani bitkiler tüm canlılara fayda vermek için nimet olarak yaratılmışlardır. Bu nimetlerin çoğu da insan için özel olarak tasarlanmıştır. Çevremize, yediklerimize bakarak düşünelim. Üzüm asmasının kupkuru sapına bakalım, incecik köklerine…
En ufak bir çekme ile kolayca kopabilecek görünümdeki bu kupkuru yapıdan elli altmış kilo ağırlığında, insana lezzet vermek için rengi, kokusu, tadı, kısaca herşeyi özel olarak tasarlanmış sulu üzümler çıkar. Bir de karpuzları düşünelim. Yine kuru topraktan çıkan bu sulu meyve insanın tam ihtiyaç duyacağı bir mevsimde, yani yazın gelişir. İlk ortaya çıktığı andan itibaren bir koku eksperi gibi hiç bozulma olmadan tutturulan o muhteşem kavun kokusunu ve o ünlü lezzetini de düşünelim. İnsanlar fabrikalarda koku üretimi yaparken sürekli kontrol yapar, aynı kokuyu tutturabilmek için büyük bir emek sarfederler; ama meyvelerdeki kokunun tutturulması için herhangi bir kontrole ihtiyaç yoktur.
Tüm bunların yanısıra her meyve mevsimine uygun bir içeriğe sahiptir. Örneğin, kış mevsiminde C vitamini yüklü, enerji veren mandalinalar, portakallar vardır. Sebzelerde de canlıların ihtiyaç duyacağı her türlü mineral ve vitamin mevcuttur. Sebze ve meyvelerin incecik kökleri, kara topraktan çektikleri kimyasal maddeleri fotosentez işlemi sonucunda son derece faydalı besin maddelerine dönüştürürler.
Bu şekilde düşünerek yeryüzündeki bitkilerin tümünü inceleyebiliriz. Bu incelemenin sonunda elde ettiğimiz sonuç, bitkilerin insanlar ve tüm canlılar için özel olarak tasarlanmış, yani yaratılmış oldukları sonucu olacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah tüm besinleri canlılar için var etmiştir ve bunları, her birinin tadı, kokusu, faydası çeşit çeşit olacak şekilde yaratmıştır. Bu da O'nun yaratmadaki gücünü ve eşsiz sanatını gösterir:
Gerek hayvanlar gerekse insanlar, bitkilerin üretmiş olduğu besinleri tüketerek hayatlarını sürdürebilecek enerjiyi elde ederler. Yani bitkiler tüm canlılara fayda vermek için nimet olarak yaratılmışlardır. Bu nimetlerin çoğu da insan için özel olarak tasarlanmıştır. Çevremize, yediklerimize bakarak düşünelim. Üzüm asmasının kupkuru sapına bakalım, incecik köklerine…
En ufak bir çekme ile kolayca kopabilecek görünümdeki bu kupkuru yapıdan elli altmış kilo ağırlığında, insana lezzet vermek için rengi, kokusu, tadı, kısaca herşeyi özel olarak tasarlanmış sulu üzümler çıkar. Bir de karpuzları düşünelim. Yine kuru topraktan çıkan bu sulu meyve insanın tam ihtiyaç duyacağı bir mevsimde, yani yazın gelişir. İlk ortaya çıktığı andan itibaren bir koku eksperi gibi hiç bozulma olmadan tutturulan o muhteşem kavun kokusunu ve o ünlü lezzetini de düşünelim. İnsanlar fabrikalarda koku üretimi yaparken sürekli kontrol yapar, aynı kokuyu tutturabilmek için büyük bir emek sarfederler; ama meyvelerdeki kokunun tutturulması için herhangi bir kontrole ihtiyaç yoktur.
Tüm bunların yanısıra her meyve mevsimine uygun bir içeriğe sahiptir. Örneğin, kış mevsiminde C vitamini yüklü, enerji veren mandalinalar, portakallar vardır. Sebzelerde de canlıların ihtiyaç duyacağı her türlü mineral ve vitamin mevcuttur. Sebze ve meyvelerin incecik kökleri, kara topraktan çektikleri kimyasal maddeleri fotosentez işlemi sonucunda son derece faydalı besin maddelerine dönüştürürler.
Bu şekilde düşünerek yeryüzündeki bitkilerin tümünü inceleyebiliriz. Bu incelemenin sonunda elde ettiğimiz sonuç, bitkilerin insanlar ve tüm canlılar için özel olarak tasarlanmış, yani yaratılmış oldukları sonucu olacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah tüm besinleri canlılar için var etmiştir ve bunları, her birinin tadı, kokusu, faydası çeşit çeşit olacak şekilde yaratmıştır. Bu da O'nun yaratmadaki gücünü ve eşsiz sanatını gösterir:
Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri
de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen
bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 13)
Hindistan Cevizi Bitkisinin Tohumları
Bazı bitkilerin tohumları su vasıtasıyla dağıtılır.
Bu tohumların diğerlerinden farklı özellikleri vardır.
Örneğin, suyu kullanarak tohumlarını dağıtan bitkiler
kendi ağırlıklarını azaltıcı ve yüzey alanlarını artırıcı
bir yapıya sahiptir. Bundan başka yüzen dokunun birkaç
değişik şekli olabilir.
Havayla dolu olan hücrelerde içi boşluklu süngerimsi bir yapı bulunabilir ya da hücre aralarındaki boşluklar hemen hemen yok olacak şekilde, tohumun içine hava hapsolmuş olabilir ve bu sayede tohum yüzebilir. Ayrıca yüzen dokunun hücre duvarları suyun içeriye girmesini engelleyecek bir yapıdadır. Bu bitkilerde bunların dışında bitki ile ilgili bütün bilgilerin saklandığı embriyoyu korumak için de ek bir iç katman vardır.
Bu sağlam yapıları sayesinde suyla taşınan tohumların içinde yaklaşık 80 gün süreyle suda kalabilen ve bu süre içinde hiç bozulmayan, çimlenmeyen tohumlar bile vardır. Bunlardan en meşhuru hindistan cevizi palmiyesidir. Palmiyenin tohumu, taşımanın güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert kabuğun içinde uzun bir yolculuk için su da dahil olmak üzere ihtiyaç duyulan herşey hazırdır.
Dış tarafı ise tohumun sudan zarar görmemesi için oldukça sert bir dokumayla kaplanmıştır. Hindistan cevizi tohumlarının en dikkat çekici özelliklerinden bir başkası ise suda
yüzebilmelerini ve batmamalarını sağlayan hava boşluklarına sahip olmalarıdır.
Bütün bu özellikleri sayesinde hindistan cevizi tohumları yüzlerce kilometrelik bir yolu okyanus akıntılarıyla aşabilirler. Kıyıya ulaştıklarında içlerindeki tohum filizlenir ve bir hindistan cevizi ağacı olarak yetişir.
Hindistan cevizi tohumlarının tam karaya ulaştıkları zaman açılmaları son derece ilginç ve istisnai bir durumdur. Çünkü bilindiği gibi, bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlar. Ama bu durum hindistan cevizi bitkileri için geçerli değildir.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkiler özel yapıları nedeniyle bu konuda ayrıcalıklıdır. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları nedeniyle bu bitkiler varlıklarını sürdürebilmektedir. Buradaki hassas özelliklerin ve tasarımın evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen gerçekleşemeyeceği açıkça ortadadır.
Tohumların yedek besinlerinin ve sularının miktarı, karaya ulaşma vakitleri kısacası tüm bu özelliklerindeki ince hesaplamalar, tohumları yaratan, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından kusursuzca ayarlanmıştır.
Havayla dolu olan hücrelerde içi boşluklu süngerimsi bir yapı bulunabilir ya da hücre aralarındaki boşluklar hemen hemen yok olacak şekilde, tohumun içine hava hapsolmuş olabilir ve bu sayede tohum yüzebilir. Ayrıca yüzen dokunun hücre duvarları suyun içeriye girmesini engelleyecek bir yapıdadır. Bu bitkilerde bunların dışında bitki ile ilgili bütün bilgilerin saklandığı embriyoyu korumak için de ek bir iç katman vardır.
Bu sağlam yapıları sayesinde suyla taşınan tohumların içinde yaklaşık 80 gün süreyle suda kalabilen ve bu süre içinde hiç bozulmayan, çimlenmeyen tohumlar bile vardır. Bunlardan en meşhuru hindistan cevizi palmiyesidir. Palmiyenin tohumu, taşımanın güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert kabuğun içinde uzun bir yolculuk için su da dahil olmak üzere ihtiyaç duyulan herşey hazırdır.
Dış tarafı ise tohumun sudan zarar görmemesi için oldukça sert bir dokumayla kaplanmıştır. Hindistan cevizi tohumlarının en dikkat çekici özelliklerinden bir başkası ise suda
yüzebilmelerini ve batmamalarını sağlayan hava boşluklarına sahip olmalarıdır.
Bütün bu özellikleri sayesinde hindistan cevizi tohumları yüzlerce kilometrelik bir yolu okyanus akıntılarıyla aşabilirler. Kıyıya ulaştıklarında içlerindeki tohum filizlenir ve bir hindistan cevizi ağacı olarak yetişir.
Hindistan cevizi tohumlarının tam karaya ulaştıkları zaman açılmaları son derece ilginç ve istisnai bir durumdur. Çünkü bilindiği gibi, bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlar. Ama bu durum hindistan cevizi bitkileri için geçerli değildir.
Tohumlarını suyla dağıtan bitkiler özel yapıları nedeniyle bu konuda ayrıcalıklıdır. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun mekanizmaları nedeniyle bu bitkiler varlıklarını sürdürebilmektedir. Buradaki hassas özelliklerin ve tasarımın evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfen gerçekleşemeyeceği açıkça ortadadır.
Tohumların yedek besinlerinin ve sularının miktarı, karaya ulaşma vakitleri kısacası tüm bu özelliklerindeki ince hesaplamalar, tohumları yaratan, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından kusursuzca ayarlanmıştır.
16 Nisan 2015 Perşembe
Zehir Uzmanı Macawlar
Her canlının düşmanlarından
korunmak için kullandığı belirli bir yöntemi vardır. Bitkilerin
düşmanları da genellikle böcekler ve kuşlardır. Bazı bitkiler
saldırganlardan korunmak için özel bir tedbir geliştirir ve zehirli
tohumlar üretirler. Tohumlarındaki bu kimyasal, strikinin adı verilen
çok etkili bir zehirdir. Bu özel üretim sayesinde gerçekten de
amaçlarına ulaşırlar. Zehrin tadını alan ya da durumun farkına varan
canlı, vakit geçmeden bu bölgeden uzaklaşır. Ancak kimi zaman durum
değişir. Bitkiler, kendilerinden daha akıllı avcılarla karşı karşıya
kalırlar.
Amerika’nın tropikal topraklarında yaşayan bir papağan
türü olan Macawlar, bu akıllı avcılardan biridir. Macawların besinlerini
zehirli tohumlar oluşturmaktadır. Peki, nasıl olup da bu canlılar
zehirli tohumlar ile beslenmektedirler?
Bu aşamada gerçekten de mucizevi bir yaratılış örneği
ile karşı karşıya kalırız.
Bu kuşlar, besleyici değeri yüksek ancak
zehirli olan bu tohumları yedikten hemen sonra belli bir bölgedeki
kayalıklara doğru uçarlar. Oraya vardıklarında ise burada bulunan bazı
killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Kuşların ortada herhangi bir
sebep yokken kil yutmaları kuşkusuz oldukça şaşırtıcı bir davranıştır.
Ancak yapılan araştırmalar sonucunda bu garip davranışın gerçek nedeni
anlaşılmıştır.
Killi kaya parçaları “kaolin” maddesine sahiptir.
Kaolin maddesinin özelliği ise, tohumların içindeki zehri emebilmesidir.
Macawlar bu sayede tohumları sindirebilmekte ve zehirden dolayı
herhangi bir zarar görmemektedirler.
Bir papağanın kilin içinde bulunan maddelerden
kendiliğinden haberdar olması elbette ki mümkün değildir. Şüphesiz Macaw
bu maddenin zehrin etkisini giderdiğini öğrenmiş veya bunu önceden
deneyerek görmüş değildir.
Bu durumda karşımıza çıkan manzara son derece
düşündürücüdür. Acaba Macawlar kildeki “kaolin” maddesinin toksinleri
yok edici özelliği olduğunu nereden bilmektedirler? Bu bilgiyi tesadüfen
öğrenmiş ve uygulamış olabilirler mi? Papağanların bir tür tıp veya
kimya bilgisine sahip olduklarını varsayabilir miyiz? Elbette tüm bunlar
imkansızdır.
Bu durum, bu canlılara yapmaları gerekenleri öğreten,
onlara bunu ilham eden bir Aklın varlığını apaçık ortaya koymaktadır. Bu
üstün aklın sahibi Allah’tır. Bu canlılar, Allah’ın kendilerine
bildirdiği şekilde hareket eder, o şekilde beslenir ve Allah’ın dilediği
biçimde yaşarlar. Her canlının Allah’ın kontrolünde olduğu bir ayette
şu şekilde haber verilmiştir.
“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de
Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından
yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim,
dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud
Suresi, 56)
Bezuar Keçilerinin Kimya Bilgileri
Doğadaki usta kimyagerlerden bir tanesi de Bezuar
keçisidir. İsmini de bu özelliği nedeni ile almıştır. Bezuar ismi,
Farsça’da ilaç anlamına gelen bir kelimeden türemiştir. Bu canlı, kendi
kendini tedavi etme konusunda uzmandır.
Bezuar keçisi ne zaman bir yılan tarafından ısırılsa,
hemen yaşadığı çevrede yetişen sütleğen bitkisi türlerinden birini
yemeye başlar. Bu son derece hayret verici bir davranıştır. Çünkü
gerçekten de sütleğen bitkisinin içindeki sıvıda bulunan “Öforbon”
maddesi kana karışan yılan zehrini etkisiz hale getirmektedir. Burada
tekrar şaşırtıcı bir gerçekle karşı karşıya kalırız.
Günlük otlamaları sırasında sütleğenlere ağızlarını
bile sürmeyen Bezuar keçilerinin bu bitkileri tedavi maksatlı
kullanmalarını sağlayan nedir? Bezuar keçileri sütleğen otlarının içinde
hangi kimyasal maddelerin olduğunu nereden bilmektedirler? Peki ya bu
kimyasalların, yılan zehrini tedavi edici etkilerinin olduğunu nasıl
öğrenmişlerdir?
Keçilerin, kendilerini yılan ısırdığında buldukları tüm
otları yiyerek yani deneme-yanılma metodunu kullanarak bir panzehir
bulmaları mümkün değildir. Uygun otu bulmaya çalışırken deneme yapan
keçi doğru otu bulana kadar muhtemelen ölecektir. Kaldı ki o anlık
başarılı olsa bile, tek bir sefer yetmeyecek, keçinin her yılan
ısırdığında aynı isabetli seçimi yapması gerekecektir. Bütün
imkansızlığına rağmen keçinin bunu başardığını varsayalım. Ancak bu da
yeterli olmayacaktır. Çünkü Bezuar türünün neslini devam ettirebilmesi
için, türün diğer üyelerinin de bu davranış özelliğine sahip olmaları
şarttır. Elbette ki bu imkansızdır.
Bunun için keçilerin kendilerinden sonra gelen
nesilleri deneyimlerinden haberdar etmeleri gerekmektedir. Ancak bir
canlının sonradan öğrendiği bilgileri kendinden sonra gelen nesillere
genetik olarak aktarması imkansızdır. Örneğin: Birkaç nesil boyunca
piyano çalan bir ailenin yeni doğan çocuklarının da, ailenin diğer
üyeleri gibi piyanoyu çalabilmek için, öğrenmesi gerekecektir. Aile
üyeleri ne kadar ünlü ve başarılı piyanistler olursa olsunlar, bu
özelliklerini bir sonraki nesle aktaramazlar. Çünkü bu, genetik bir
özellik değil, sonradan edindikleri bir özelliktir. Dolayısıyla,
öğrenilen bilgiler ya da davranışlar, o türe değil sadece o canlıya
aittirler.
Bu gibi bilgiler üzerinde derinlemesine düşünmek,
canlıların davranışlarının tesadüfen ortaya çıkamayacağını anlamak için
yeterlidir. Bütün canlılar yaşamaları için gerekli olan bilgilere sahip
olarak doğarlar. Yani hepsini Allah bir anda yaratır. Allah bir Kuran
ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı
Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu
yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud
Suresi, 6)
Bezuar keçisi ne zaman bir yılan tarafından ısırılsa,
hemen yaşadığı çevrede yetişen sütleğen bitkisi türlerinden birini
yemeye başlar. Çünkü gerçekten de sütleğen bitkisinin içindeki sıvıda
bulunan “Öforbon” maddesi kana karışan yılan zehrini etkisiz hale
getirmektedir.
Karıncaların Asit Fabrikaları
Karıncaların vücutlarında, formik asit (H2CO2)
isimli kimyasal maddeyi üreten bezler vardır. Karıncalar antibiyotik
etkisine sahip bu maddeyi düzenli olarak vücutlarına sürerler. Bu
şekilde hem yuvalarında hem de kendi üzerlerinde bakteri ve mantar
oluşumunu engellemiş olurlar.
Karıncaların vücutlarından salgılanan bu asitten
haberdar olmaları ve bunu nasıl kullanacaklarını bilmeleri hayret
vericidir. Ancak bundan çok daha şaşkınlık veren konu, başka canlıların
da karıncaların bu özelliğinden haberdar olmasıdır.
Bazı kuş türleri de karıncalardaki bu asidi
kullanırlar. Kuşlar karıncalar gibi kimyasal maddeler salgılayamazlar.
Ancak sık sık karınca tepelerine gidip, karıncaların tüylerinin arasında
dolaşmalarına izin vererek, onların ürettikleri asitten faydalanırlar.
Bu yöntem sayesinde vücudu formik aside bulanan kuş, üzerindeki tüm
parazitlerden kurtulmuş olur.
Karınca, mantara karşı formik asidin etkili olduğunu ya
da bu asidin formülünü nereden bilir? Nasıl olup da vücutlarında böyle
tehlikeli bir asit üretilmesine rağmen karıncalar bundan zarar görmez?
Dahası kuşlar karıncalarda formik asit olduğunu ve bunu parazitlerinden
kurtulmak için kullanabileceklerini nereden bilirler?
Öncelikle bu kimyasal maddenin nasıl ortaya çıktığı
sorusunun cevaplanması gerekmektedir. Özelliği olan, işe yarayan
kimyasal bir maddenin kendiliğinden ortaya çıkması kesinlikle
imkansızdır. Formik asidi düşünelim. Bu asidin sentezlenmesindeki bir
hata, kimyasalın antibiyotik özelliğini yitirmesi demektir. Ayrıca
ortaya zararlı başka maddelerin çıkma ihtimali de vardır.
Durum böyleyken bu maddeyi karıncanın sentezlemiş
olması ya da bu asidin tesadüfen karıncanın vücudunda oluşmuş olması çok
mantıksız bir iddia olur. Bunu bir kenara bırakarak asidin formülünün
tam gerektiği şekilde oluştuğunu varsayalım. Bu da hiçbir şeyi
değiştirmeyecektir, çünkü karıncanın vücudunda hem asit üretecek hem de
karıncanın zarar görmesini engelleyecek korumalı bir sisteme de ihtiyaç
vardır. Dolayısıyla karınca bunların tümüne aynı anda sahip olmak
zorundadır. Bu durum karıncadaki bezlerin, evrimcilerin iddia ettikleri
gibi, aşama aşama oluşmalarının mümkün olmadığını açıkça göstermektedir.
Bu
canlıların hiçbirinin bu işleri kendi kendilerine yapmaları mümkün
değildir. Gerçek şu ki, karıncalar var olan özellikleriyle bir anda
ortaya çıkmışlardır. Gerek formik asidi, gerek bunların üretimini
yapabilecek özellikteki bezleri gerekse de karıncaları sonsuz ilim
sahibi olan Allah yaratmıştır.
Kuşlara, karınca yuvalarına giderek formik asitten
faydalanmalarını ilham eden de Allah’tır. Allah tüm canlıların
ihtiyacını bilen ve bunların karşılığını eksiksiz olarak yaratandır.
Allah, herşeyi sarıp kuşatan olduğunu bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini
yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten
Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi
sarıp-kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi,12)
Bir insanın kimyasal deneyler yapabilmesi için bir
kimya mühendisi olarak eğitim görmesi ve belli bir deneyime sahip olması
gerekmektedir. Ama pek çok canlının sahip oldukları kimya bilgisi için
ne eğitime ne de deneyime ihtiyaçları vardır. Çünkü onlar doğuştan
itibaren bunun bilgisine sahiptirler. Bu canlıları sahip oldukları
sistemlerle birlikte Yüce Allah yaratmıştır. Allah Yusuf Suresi’ndeki
ayetlerde göklerde ve yerde yarattıklarına dikkat çekmekte ve şöyle
buyurmaktadır:
Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki,
üzerinden geçerler de ona sırtlarını dönüp giderler. Onların çoğu
Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi,
105-106)
12 Nisan 2015 Pazar
Atomun Yapısında Saklı Güç
Hava, su, dağlar, hayvanlar, bitkiler, vücudunuz, oturduğunuz
koltuk, kısacası en küçüğünden en büyüğüne kadar gördüğünüz,
dokunduğunuz, hissettiğiniz her şey atomlardan meydana
gelmiştir. Atomlar öyle küçük parçacıklardır ki, en
güçlü mikroskoplarla dahi bir tanesini görmek mümkün
değildir. Bir atomun çapı milimetrenin milyonda biri
kadardır.
Bu küçüklüğü bir insanın gözünde canlandırması pek mümkün değildir. O yüzden bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. Görebilmek için elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirdiğinizi farz edelim. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte ancak o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz.
Peki bu kadar küçük bir yapının içinde ne vardır? Bu derece küçük olmasına rağmen atomun içinde evrende gördüğümüz sistemle kıyaslanabilecek kadar kusursuz, eşsiz ve kompleks bir sistem bulunmaktadır. Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde dönüp-dolaşan elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron ismi verilen başka parçacıklar vardır.
Çekirdek, atomun tam merkezinde bulunmaktadır ve atomun niteliğine göre belirli sayılarda proton ve nötrondan oluşmuştur. Çekirdeğin yarıçapı, atomun yarıçapının onbinde biri kadardır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi, elinizdeki anahtarı dünya boyutlarına getirdiğinizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği arayalım. Ama bu arayış boşunadır, çünkü böyle bir ölçekte bile çok daha küçük olan çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle yoktur. Çekirdeği görebilmemiz için atomumuzu temsil eden kiraz yeniden büyüyüp iki yüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olmalıdır. Bu akıl almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden daha iri bir duruma gelmeyecektir.
Ancak burada son derece şaşırtıcı bir durum vardır: Hacmi atomun 10 milyarda biri olmasına rağmen, çekirdeğin kütlesi atomun kütlesinin %99.95'ini oluşturmaktadır. Peki bir şey nasıl olur da bir yandan kütlenin yaklaşık tamamını oluştururken, diğer yandan da hemen hemen hiç yer kaplamaz?
Bunun sebebi, atomun kütlesini oluşturan yoğunluğun, atomun çekirdeğinde birikmiş olmasıdır. Bunu sağlayan ise "güçlü nükleer kuvvet" ismi verilen kuvvettir. Bu kuvvet sayesinde atomun çekirdeği dağılmadan bir arada durabilir.
Buraya kadar anlattıklarımız tek bir atomun içindeki kusursuz sistemin sadece birkaç küçük detayıydı. Aslında atom üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek kadar kapsamlı bir yapıya sahiptir. Ancak burada gördüğümüz bu birkaç küçük detay bile onun muhteşem yapısıyla birlikte Allah tarafından yaratıldığını görebilmek için yeterlidir.
Bu küçüklüğü bir insanın gözünde canlandırması pek mümkün değildir. O yüzden bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. Görebilmek için elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirdiğinizi farz edelim. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte ancak o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz.
Peki bu kadar küçük bir yapının içinde ne vardır? Bu derece küçük olmasına rağmen atomun içinde evrende gördüğümüz sistemle kıyaslanabilecek kadar kusursuz, eşsiz ve kompleks bir sistem bulunmaktadır. Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde dönüp-dolaşan elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron ismi verilen başka parçacıklar vardır.
Çekirdek, atomun tam merkezinde bulunmaktadır ve atomun niteliğine göre belirli sayılarda proton ve nötrondan oluşmuştur. Çekirdeğin yarıçapı, atomun yarıçapının onbinde biri kadardır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi, elinizdeki anahtarı dünya boyutlarına getirdiğinizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği arayalım. Ama bu arayış boşunadır, çünkü böyle bir ölçekte bile çok daha küçük olan çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle yoktur. Çekirdeği görebilmemiz için atomumuzu temsil eden kiraz yeniden büyüyüp iki yüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olmalıdır. Bu akıl almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden daha iri bir duruma gelmeyecektir.
Ancak burada son derece şaşırtıcı bir durum vardır: Hacmi atomun 10 milyarda biri olmasına rağmen, çekirdeğin kütlesi atomun kütlesinin %99.95'ini oluşturmaktadır. Peki bir şey nasıl olur da bir yandan kütlenin yaklaşık tamamını oluştururken, diğer yandan da hemen hemen hiç yer kaplamaz?
Bunun sebebi, atomun kütlesini oluşturan yoğunluğun, atomun çekirdeğinde birikmiş olmasıdır. Bunu sağlayan ise "güçlü nükleer kuvvet" ismi verilen kuvvettir. Bu kuvvet sayesinde atomun çekirdeği dağılmadan bir arada durabilir.
Buraya kadar anlattıklarımız tek bir atomun içindeki kusursuz sistemin sadece birkaç küçük detayıydı. Aslında atom üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek kadar kapsamlı bir yapıya sahiptir. Ancak burada gördüğümüz bu birkaç küçük detay bile onun muhteşem yapısıyla birlikte Allah tarafından yaratıldığını görebilmek için yeterlidir.
20 Milyon Yıllık Örümcek Fosili Bize Ne Anlatıyor ?
Karıncalardan ağaçlara, yarasalardan köpek
balıklarına kadar çok çeşitli türlere ait yaşayan fosiller mevcuttur. Bu
durum, doğa tarihi boyunca hiçbir evrimleşme yaşanmadığının kesin bir
belgesidir. Manchester Üniversitesi’nde bir araştırmacı olan Dr. David
Penney tarafından bulunan, kan içeren ilk örnek olma özelliğindeki
örümcek fosili de “yaşayan fosiller” listesine eklenen ve tarih boyunca
evrim yaşanmadığını kanıtlayan açık örneklerden biridir.
Reçine İçinde 20 Mİlyon Yıl Gizlenen Mucize
“Yaklaşık
yirmi milyon yıl önce ağaçtan yukarı tırmanmakta olan bir örümcek,
üzerine aniden akan reçinenin içinde hapsoldu ve öldü.”
Manchester Üniversitesi’nden Dr. David Penney, reçine içinde bulduğu
örümcek fosilini böyle açıklamaktadır. Araştırmacı, fosili, Dominik
Cumhuriyeti’ne 2003 yılında yaptığı bir ziyaret sırasında buldu. Fosil
üzerinde daha sonra gerçekleştirdiği araştırmalar ise şaşırtıcı bir
bulgu ortaya koydu.
Örümcekten iki minik damla kan yirmi milyon yıl
boyunca bozulmadan kalmış, günümüze ulaşabilmişti. Böylece Penney’nin
fosili, kan içeren ilk örnek olarak literatüre geçti. Bilim çevrelerinde
heyecan uyandıran fosil… Bilim adamları daha ileri araştırmalar için
örümcek fosilinin kanından DNA elde edebilmeyi umduklarını
açıklamışlardır. İçindeki kan örneğiyle bir ilk olan örümcek fosilinin
bilim çevrelerinde ne denli büyük bir heyecana sebep olduğu, fosili
bulan Dr. Penney’nin ifadelerinden de açıkça anlaşılmaktadır:
İçinde tek bir örümcek barındıran bir tutam reçinenin günümüzden yirmi
milyon yıl öncesine bir pencere açabilecek olması harika… Örümceğin
bedeninin reçinedeki kana göre pozisyonunu analiz ederek nasıl öldüğünü,
o anda hangi yöne gitmekte olduğunu ve hatta hangi hızda hareket
ettiğini dahi bulmamız mümkün olabilecek.
Detayları Paleontology bilimsel dergisinde (2005, cilt. 48,
bölüm 5) yayınlanan fosil bulgusu, örümceklerin yirmi milyon yıllık
geçmişi hakkında çok önemli bir başka bilgi de sağlamaktadır: Söz konusu
örümcek, günümüzde Güney Amerika’da yaygın olarak bulunan Filistitatidae örümcek ailesine ait ve yaşamakta olan örneklerinden farksızdır. Bu ise onu bir “yaşayan fosil” yapmaktadır.
1 Nisan 2015 Çarşamba
Laktik Asit Spor Yaparken Nasıl Enerji Verir?
Yakın zamana Kadar laktik asidin vücutta birikmesinin yorgunluğa sebep Olduğu zannediliyordu. Antrenörler ziyaretinde sporcular Bu nedenle laktik
asidin yorgunluğa, performansın azalmasına sebep acıya Olan ettik,
kaslarda geliştirilen Bir atık Ürün, Başka Bir deyişle zehir oldugunu
düşünüyorlardı. Ancak Daha Sonra bu Düşüncenin yanlış Olduğu Bilimsel çalışmalarla Ortaya kondu. Bu
Araştırmalar, laktik asidin Zararlı bir madde olmadığını, aksine insan
Sağlığı Click pek çok hikmet Üzerine yaratıldığını göstermektedir.
Sporcuların Diğer insanlardan Daha Güçlü olmalarının ziyaretinde Daha uzun Süreli performans gösterebilmelerinin Nedeni nedir?
Kaslar, laktik asidi nasıl Enerji Olarak kullanırlar?
Laktik asit, fazla kilo almayi nasıl Engeller?
Organların çalışması Click neden laktik kenara ve İhtiyaç Vardır?
Kilometrelerce koşan atletler, dakikalarca kulaç atan yüzücüler, günlerce tırmanan dağcılar ... Bu t? Spor dallarıyla Ilgilenen KİŞİLERİN harcadığı Enerji göz ardı edilemez boyuttadır. ÜSTELİK bu sporcular, sadece sadece katıldıkları yarışmalarda Değil, Antrenmanlar sırasında da YÜKSEK performans göstermektedirler. Cogu insan Click çok zor Görünen bu performansların kaynaklarından biri imkb uzun yıllar bilim adamları ziyaretinde sporcular Tarafindan Zararlı Olduğu zannedilen laktik asittir.
Peki, cogu insan Click çok zor Gibi Görünen bu Performansı sporcular nasıl kazanmaktadır?
Yorulmadan nasıl, herhangi, Bir rahatsızlık duymadan maçları, Yarışmaları tamamlayabilmektedirler? Bu Enerjinin Kaynağı nedir?
Laktik Asit Nedir?
Laktik asit onu İnsanın vücudunda OLUŞAN; kas, kan ziyaretinde Vücudun Değişik organlarında Bulunan Doğal organik bileşiktir Bir. Aşırı hareket edildiğinde özellikle ağır spor yapıldığında, hücrelerin Enerjisi YETERSIZ Kalır göster alternatif vücut A.Ş. yollarla Enerji üretmeye baslar. Bu Alternatif Enerji üretilirken kaslarda Yan ürün Olarak laktik asit birikir. Enerji Üretimi arttıkça, laktik asit Üretimi de artmış olur.
Laktik Asit Nasıl Oluşuyor?
Peki laktik asit Oluşumu ve adım adım nasıl gerçekleşir? Yakın zamana Kadar laktik asidin vücutta birikmesinin yorgunluğa sebep Olduğu zannediliyordu. Bu nedenle sporcular ziyaretinde antrenörler laktik asidin yorgunluğa, performansın azalmasına sebep acıya Olan ettik, kaslarda geliştirilen Bir atık Ürün, Başka Bir deyişle zehir oldugunu düşünüyorlardı. Ancak Daha Sonra bu Düşüncenin yanlış Olduğu Bilimsel çalışmalarla Ortaya kondu. Bu Araştırmalar laktik asidin Zararlı bir madde olmadığını, aksine insanlığa Faydalı pek çok hikmet Üzerine yaratıldığını göstermektedir.
Kasların, hareket etmek Click ATP (Adenozin trifosfat) biçiminde Formüle edilen enerjiye Ihtiyaçları Vardır. Bir şeker Olan glikoz, bu Enerjinin oluşmasında kullanılmaktadır. Göster Fakat Yoğun egzersizler ziyaretinde hareketler sırasında Ortamda Bulunan glikoz Enerji Kaynağı Olarak YETERSIZ Kalır. Ancak bu durum Karşısında kaslar hiç zorlanmaz, ÇÜNKÜ kas hücrelerinin icinde depo halde saklanan karbonhidratı glikoza çevirir kullanırlar ettik. Bu biçimde hem Ortamda bulunan, hem de depo haldeki glikozdan, kasların hareketi İçin Gerekli Olan enerjiyi üretirler.
Sporcuların Diğer insanlardan Daha Güçlü olmalarının ziyaretinde Daha uzun Süreli performans gösterebilmelerinin Nedeni nedir?
Kaslar, laktik asidi nasıl Enerji Olarak kullanırlar?
Laktik asit, fazla kilo almayi nasıl Engeller?
Organların çalışması Click neden laktik kenara ve İhtiyaç Vardır?
Kilometrelerce koşan atletler, dakikalarca kulaç atan yüzücüler, günlerce tırmanan dağcılar ... Bu t? Spor dallarıyla Ilgilenen KİŞİLERİN harcadığı Enerji göz ardı edilemez boyuttadır. ÜSTELİK bu sporcular, sadece sadece katıldıkları yarışmalarda Değil, Antrenmanlar sırasında da YÜKSEK performans göstermektedirler. Cogu insan Click çok zor Görünen bu performansların kaynaklarından biri imkb uzun yıllar bilim adamları ziyaretinde sporcular Tarafindan Zararlı Olduğu zannedilen laktik asittir.
Peki, cogu insan Click çok zor Gibi Görünen bu Performansı sporcular nasıl kazanmaktadır?
Yorulmadan nasıl, herhangi, Bir rahatsızlık duymadan maçları, Yarışmaları tamamlayabilmektedirler? Bu Enerjinin Kaynağı nedir?
Laktik Asit Nedir?
Laktik asit onu İnsanın vücudunda OLUŞAN; kas, kan ziyaretinde Vücudun Değişik organlarında Bulunan Doğal organik bileşiktir Bir. Aşırı hareket edildiğinde özellikle ağır spor yapıldığında, hücrelerin Enerjisi YETERSIZ Kalır göster alternatif vücut A.Ş. yollarla Enerji üretmeye baslar. Bu Alternatif Enerji üretilirken kaslarda Yan ürün Olarak laktik asit birikir. Enerji Üretimi arttıkça, laktik asit Üretimi de artmış olur.
Laktik Asit Nasıl Oluşuyor?
Peki laktik asit Oluşumu ve adım adım nasıl gerçekleşir? Yakın zamana Kadar laktik asidin vücutta birikmesinin yorgunluğa sebep Olduğu zannediliyordu. Bu nedenle sporcular ziyaretinde antrenörler laktik asidin yorgunluğa, performansın azalmasına sebep acıya Olan ettik, kaslarda geliştirilen Bir atık Ürün, Başka Bir deyişle zehir oldugunu düşünüyorlardı. Ancak Daha Sonra bu Düşüncenin yanlış Olduğu Bilimsel çalışmalarla Ortaya kondu. Bu Araştırmalar laktik asidin Zararlı bir madde olmadığını, aksine insanlığa Faydalı pek çok hikmet Üzerine yaratıldığını göstermektedir.
Kasların, hareket etmek Click ATP (Adenozin trifosfat) biçiminde Formüle edilen enerjiye Ihtiyaçları Vardır. Bir şeker Olan glikoz, bu Enerjinin oluşmasında kullanılmaktadır. Göster Fakat Yoğun egzersizler ziyaretinde hareketler sırasında Ortamda Bulunan glikoz Enerji Kaynağı Olarak YETERSIZ Kalır. Ancak bu durum Karşısında kaslar hiç zorlanmaz, ÇÜNKÜ kas hücrelerinin icinde depo halde saklanan karbonhidratı glikoza çevirir kullanırlar ettik. Bu biçimde hem Ortamda bulunan, hem de depo haldeki glikozdan, kasların hareketi İçin Gerekli Olan enerjiyi üretirler.
Bu arada laktik asit de işlemin Bir Parçası Olarak açığa çıkar. Depo
glikozun Kullanıldığı bu Kimyasal Reaksiyonlar sırasında oksijene ve
İhtiyaç duyulmadığı Click oksijensiz metabolizma Olarak adlandırılan
glikolitik yol kullanılır Hakkında. Bu reaksiyonların göster sonunda, asit birikir Laktik. Yapılan Araştırmalar, ATP Elde etmek Click biriken bu laktatın da kas hücrelerinde oksijenle yakıldığını göstermiştir. İşte
Karaciğer Dahil Tüm organlar, göster hatta en hayati organlarımızdan
biri Olan kalp safra çalışmak Click yakit Olarak laktatı kullanır.
Kaslar Laktik asidi Nasıl Kullanırlar?
Ağır egzersiz sırasında kas Hücreleri, kas dokusunda Bulunan glikozu yakarak Enerji kenara laktik dönüştürürler ettik. Kas hücrelerindeki Enerji Fabrikaları, laktik asidi Alır yakit Olarak kullanırlar ettik. Genelde hücrenin "enerji fabrikası" Olarak tanımlanan Kısmı Olan mitokondri, laktatın (laktik asidin sodyum potasyum tuzu ve) Enerji Click yakıldığı yerdir. Hücrelerde laktik asidin Hücre icine alınmasını, Hücre icinde yakılmasını sağlayan Özel Taşıyıcı Proteinler Vardır.
Antrenman yapmak kas hücrelerindeki Enerji Üreten kısımların - mitokondrilerin- gelişmesini Sağlar. Egzersizler Sayesinde mitokondri ağırlığının Iki katına çıkar. Kas mitokondrisinin ağırlığının Artışı imkb Üretilen laktik asidin yakılmasını ziyaretinde kasların Daha sert çalışabilmesini Sağlar'ı Uzun ettik. İşte, Sporcuların Diğer insanlardan Daha Güçlü olmalarının ziyaretinde Daha uzun Süreli performans gösterebilmelerinin nedeni, kaslarının ağır antrenmanlarda bu laktik asidi Verimli kullanabilmesi nedeniyledir.
Spor yapılırken ortamdaki şeker tüketildikten Sonra, kaş dokusunda depolanan karbonhidrat yakılır ziyaretinde bu Sırada açığa çıkan laktik asit, Verimli Bir yakit maddesi oluşturur. İnsan bedeni laktik asidi yakarak Enerji Elde ederken, kiloya dönüşerek Zararlı olacak maddelerden de temizlenmiş olur. Bu durum, Doktorların Düzenli spor Yapılması yönündeki tavsiyelerinin Ne Kadar Doğru oldugunu Ortaya koymaktadır.
Laktik Asidin Tıp Alanında Kullanımı
Laktik asidin yeni çalışmalarla Enerji üretiminde Önemli Bir rol sahipler Olduğu Tespit Edilmiştir. Araştırmacılar, laktik asidin Hastalıkların Tedavisinde kullanılabilecek Yararları oldugunu bulmuşlardır:
Kas yorgunluğuna sebep Olan YÜKSEK potasyum seviyesinin etkisinin yok edilmesine Yardımcı olur:
Kaslarımızın kasılmalarını sağlayan elektrik Sinyalleri, kas hücrelerinin icinde, Dışında Bulunan sodyum ettik ettik potasyum klor iyonları dengesi Ile ile kontrolün edilirler. Şiddetli egzersiz sırasında, potasyum hücrelerden Dışarı çıkar ziyaretinde birikerek kas yorgunluğu kramplara sebep olur ettik. Laktik asit imkb potasyum seviyesini dengeler. Uzmanlar laktik asidin bu Etkisi sebebiyle kramplar, kronik yorgunluk sendromları Gibi kas hastalıklarının Tedavisinde kullanılabileceğini belirtmektedirler.
Çağımızın Sık rastlanan hastalıklarından bazılarının Tedavisinde Kullanılabilir:
Şeker hastalığı ziyaretinde AIDS'den kaynaklanan Enerji eksiklikleri laktik asit Kullanımı Ile düzeltilebilir.
Bedenimizdeki Mükemmel Yapıları Sistemleri Yaratan Yüce Allah'tır
Görüldüğü Gibi, kaslarımızda hicbir sporcunun ya da egzersiz yapan İnsanın Farkına varmadığı oldukca kompleks İşlemler dizisi Meydana gelir. ELBETTE, bu Eklendi mükemmel mekanizma Yüce Allah'ın yaratışının örneklerinden biridir Üstün. Yaratıldığı kaslarımızdaki yakit Kaynağı Olan laktik asidin oluşumuna onu İnsanın, onun hücresinde gerçekleşen bütün, İşlemleri bilen Yüce Allah, itibaren ODALAR VE DETAY Günden ilk ilk, üretimine ettik hücrelere taşınmasına da hakimdir. Kuran'da Allah'ın Yaratma ilmi göster şu sekılde haber verilmiştir:
Kaslar Laktik asidi Nasıl Kullanırlar?
Ağır egzersiz sırasında kas Hücreleri, kas dokusunda Bulunan glikozu yakarak Enerji kenara laktik dönüştürürler ettik. Kas hücrelerindeki Enerji Fabrikaları, laktik asidi Alır yakit Olarak kullanırlar ettik. Genelde hücrenin "enerji fabrikası" Olarak tanımlanan Kısmı Olan mitokondri, laktatın (laktik asidin sodyum potasyum tuzu ve) Enerji Click yakıldığı yerdir. Hücrelerde laktik asidin Hücre icine alınmasını, Hücre icinde yakılmasını sağlayan Özel Taşıyıcı Proteinler Vardır.
Antrenman yapmak kas hücrelerindeki Enerji Üreten kısımların - mitokondrilerin- gelişmesini Sağlar. Egzersizler Sayesinde mitokondri ağırlığının Iki katına çıkar. Kas mitokondrisinin ağırlığının Artışı imkb Üretilen laktik asidin yakılmasını ziyaretinde kasların Daha sert çalışabilmesini Sağlar'ı Uzun ettik. İşte, Sporcuların Diğer insanlardan Daha Güçlü olmalarının ziyaretinde Daha uzun Süreli performans gösterebilmelerinin nedeni, kaslarının ağır antrenmanlarda bu laktik asidi Verimli kullanabilmesi nedeniyledir.
Spor yapılırken ortamdaki şeker tüketildikten Sonra, kaş dokusunda depolanan karbonhidrat yakılır ziyaretinde bu Sırada açığa çıkan laktik asit, Verimli Bir yakit maddesi oluşturur. İnsan bedeni laktik asidi yakarak Enerji Elde ederken, kiloya dönüşerek Zararlı olacak maddelerden de temizlenmiş olur. Bu durum, Doktorların Düzenli spor Yapılması yönündeki tavsiyelerinin Ne Kadar Doğru oldugunu Ortaya koymaktadır.
Laktik Asidin Tıp Alanında Kullanımı
Laktik asidin yeni çalışmalarla Enerji üretiminde Önemli Bir rol sahipler Olduğu Tespit Edilmiştir. Araştırmacılar, laktik asidin Hastalıkların Tedavisinde kullanılabilecek Yararları oldugunu bulmuşlardır:
Kas yorgunluğuna sebep Olan YÜKSEK potasyum seviyesinin etkisinin yok edilmesine Yardımcı olur:
Kaslarımızın kasılmalarını sağlayan elektrik Sinyalleri, kas hücrelerinin icinde, Dışında Bulunan sodyum ettik ettik potasyum klor iyonları dengesi Ile ile kontrolün edilirler. Şiddetli egzersiz sırasında, potasyum hücrelerden Dışarı çıkar ziyaretinde birikerek kas yorgunluğu kramplara sebep olur ettik. Laktik asit imkb potasyum seviyesini dengeler. Uzmanlar laktik asidin bu Etkisi sebebiyle kramplar, kronik yorgunluk sendromları Gibi kas hastalıklarının Tedavisinde kullanılabileceğini belirtmektedirler.
Çağımızın Sık rastlanan hastalıklarından bazılarının Tedavisinde Kullanılabilir:
Şeker hastalığı ziyaretinde AIDS'den kaynaklanan Enerji eksiklikleri laktik asit Kullanımı Ile düzeltilebilir.
Bedenimizdeki Mükemmel Yapıları Sistemleri Yaratan Yüce Allah'tır
Görüldüğü Gibi, kaslarımızda hicbir sporcunun ya da egzersiz yapan İnsanın Farkına varmadığı oldukca kompleks İşlemler dizisi Meydana gelir. ELBETTE, bu Eklendi mükemmel mekanizma Yüce Allah'ın yaratışının örneklerinden biridir Üstün. Yaratıldığı kaslarımızdaki yakit Kaynağı Olan laktik asidin oluşumuna onu İnsanın, onun hücresinde gerçekleşen bütün, İşlemleri bilen Yüce Allah, itibaren ODALAR VE DETAY Günden ilk ilk, üretimine ettik hücrelere taşınmasına da hakimdir. Kuran'da Allah'ın Yaratma ilmi göster şu sekılde haber verilmiştir:
"Ki O, yarattığı onu Şeyi en güzel yapan ziyaretinde insanı yaratmaya çamurdan başlayandır Bir. Sonra göster onun soyunu Bir özden (sülale'den), basbayağı Bir sudan yapmistir. Sonra onu 'düzeltip Bir biçime soktu' ziyaretinde ona ruhundan üfledi. Sizin Click de kulak, gözler gönüller ziyaretinde var etti. Ne az şükrediyorsunuz? "(Secde Suresi, 7-9)
Canlılarda Mekanik Sistem Tasarımı
Çoğu zaman tasarimcilar Click, harekete Dayalı Sistemlerin tasarımı, durağan yapılı Sistemlerin tasarımından Daha zordur. Söz gelimi Bir matkabı tasarlarken karşılaşılan problemler Bir sürahiyi tasarlarken karşılaşılan problemlerden Daha çoktur. Çunku ilkinde Fonksiyon ilk Planda alabildiğine, ikincisinde masaüstü modülü Şekil ön plandadır. Ve Fonksiyon Ağırlıklı tasarımlar Daha karmaşıktır. Tasarımdaki onu parça amaca faziletli etmelidir ziyaretinde hepsinin Bir görevi olmalıdır. Bir tek parçanın eksikliğinde VEYA tasarım bozukluğunda sistem işlemez.
Böyle Bir hatayi Taşıyan tasarımlar başarısızlığa mahkumdur. Nitekim İnsanların Yaptığı mekanik sistemlerdeki hatalar sanılandan çok fazladır Daha. Bunların çoğu yerin epey Bir cogu deneme yanılma yöntemine Göre tasarlanmıştır. Hatalar, Ürünün piyasaya çıkmadan ÖNCE Yapılan modellerinde giderilmeye çalışılmıştır. Ancak bu da kullanima Sunulan ürünlerde hata Olmasını engelleyememiştir. Oysa Aynı şeyi doğadaki mekanik sistem tasarımları Click söylemek imkansızdır. Tüm canlılardaki mekanik tasarımlar mükemmeldir. Ve bu Eklendi mükemmel tasarım tek seferde hatasız Bir Olarak Ortaya çıkmıştır. Çunku Allah, Tüm Bunları kusursuz biçimde yaratmıştır Bir. Şimdi Allah'ın bu Üstün yaratışına Örnek olusturan göster Bazı canlıları inceleyelim.
Ağaçkakanın Kafatası
Ağaçkakanlar,
ağaç kabuğuna yaptıkları vuruşlarla kabuğu koparır, Sonra da Ortaya
çıkan böcekleri ziyaretinde kabuğun Altına saklanmış yumurtaları yiyerek
beslenir. Bu kuşlar, yuvalarını sağlam, canlı ağaçlara oyarlar. Bu oyukları açarken de bir marangoz Kadar maharetlidirler. Büyük
noktalı ağaçkakan Türü saniyede dokuz-on vuruş Yapar, daha küçük
boyutlu ağaçkakanlarda imkb bu sayı üzerinde beş-yirmiye Kadar çıkar. En usta ağaçkakan türlerinden biri de Yeşil ağaçkakandır.
Yeşil ağaçkakan ağaçları oyarken, gagası Saatte yüz kilometreden Daha Büyük Bir hızla Çalışır. Göster Fakat kiraz büyüklüğündeki beyni bu sarsıntılardan etkilenmez. İki vuruşu Arasındaki zaman farkı, saniyenin binde birinden azdır. Ağaçkakanın sırrı, boyun kaslarındadır. Vurmaya başlayınca, baş gaga Tam bir Doğru Üzerine Gelirler ettik. En Küçük Bir sapma, beyinde yırtılma Yapabilir.
Bu Denli Hızlı Bir vuruşun betona kafa atmaktan Bir farkı YOKTUR. Kuşun beyninin hicbir Hasara uğramaması imkb ancak faal olan Olağanüstü Bir tasarımla mümkündür. Kuşların Büyük çoğunluğunda kafatası kemikleri birbirine yapışıktır. Gaga imkb çenenin hareketiyle Açılır. Oysa ağaçkakanlarda gaga kafatası, vuruş sırasında OLUŞAN şoku Emen süngerimsi bir madde Ile birbirinden ayrılmıştır ettik. Bu Esnek madde, otomobil amortisörlerindekinden çok iyidir Daha. Bu üstünlüğü, Çok Kısa aralıklarla OLUŞAN şokları da emebilmesinden ileri gelir.
Bu onu MADDE vuruşta OLUŞAN şoku emip Bir Sonraki şoku karşılayacak duruma Gelebilir. ÜSTELİK bunu saniyede onu Aşan vuruşun yapıldıgı şartlarda Başarır. Bu madde, modern Teknolojinin geliştirdiği Tüm benzerlerinden üstündür. Ağaçkakanın
kafatası A.Ş. Üst gagasının olağan dışı Bir yöntemle bağlanmış Olması,
onu vuruşta beyninin bulundugu bölümün gagadan uzaklaşmasını, böylece
şok EMİCİ Ikinci Bir mekanizma oluşmasını Sağlar. (Bilim ve Teknik / ziyaretinde Görsel Bilim Teknik Ansiklopedisi, İstanbul Tarih: Görsel Yayınlar, 1983-84, S.16)
Zürafanın Pompası
Zürafa beş metreye varan boyuyla karada Yaşayan En Büyük hayvanlardandır. Hayvanın yaşayabilmesi Click kalbinden Iki metre yukarıdaki beynine kan göndermesi şarttır. Eklendi bunun içinse faal olan Olağanüstü Güçlü Bir kalbe İhtiyacı Vardır. Nitekim zürafanın kalbi 350 mmHg'lik Bir basınçla kan pompalayacak Kadar güçlüdür.
Normalde Bir insanı öldürebilecek Kadar Güçlü Olan bu sistem, Özel Bir haznenin icinde bulunur. Hazne, basıncın bu ölümcül etkisini kaldırabilmek Click küçük damarlarla kuşatılmıştır. Baştan kalbe giden Kadar Bölümde; yukarı çıkan Aşağı inen damarların olusturdugu Bir U sistemi bulunur ettik. Ters
Yönde akan kan damarları Toplam yokedilmesi sıfırlar, böylece hayvan
ani kanamalara neden olacak iç basınçtan kurtulmuş olur.
Kalpten aşağıda Olan kısımda imkb, fazla kalın olmadigindan bacakların ziyaretinde ayağın da Özel Bir korumaya İhtiyacı Vardır. Zürafanın bacak oğlu derinin ayaklarını Saran ziyaretinde Dereceli kalın Olması onu kan basıncının kötü etkilerinden Korur. AYRICA damarların icinde, şiddetli kan akışını durdurarak yokedilmesi ile kontrolün Altına alan kapakçıklar da bulunur. Asıl Büyük tehlike imkb, hayvan su içmek Click başını yere kadar indirdiğinde Ortaya çıkar. Normalde beyin kanamasına sebep olacak Kadar Olan şiddetli kan yokedilmesi, bu DURUMDA çok Daha artar.
Ama bu tehlike Karşısında kusursuz Bir ÖNLEM alınmıştır. "Sefaloraşidien" vücutta salgılanan Adlı Sıvı devreye Girer ziyaretinde kalp hacmini küçülterek pompalanan kanı azaltır. Öte yandan Yandan, hayvanın boynunda, başını Aşağı eğdiğinde devreye Giren Özel kapakçıklar Vardır. Bu
kapakçıklar kanın akışını Büyük ölçüde azaltır ziyaretinde böylece
zürafa güven icinde su CİP tekrar başını yukarı kaldırabilir. Zürafanın kat kat Olan damarlarının Kalınlığı da, yine bu YÜKSEK Basınç tehlikesine Karşı Binanın Bir tedbirdir.
Palamut Böceği Delme Mekanizması A.Ş.
Palamut böceği, adından da anlaşılacağı Gibi, meşe ağacının palamut Adlı meyvesine Bağımlı yaşar. Böceğin kafasından oldukca uzun bir boru uzanır. Gövdesinden bile daha uzun Olan bu borunun Ucunda da minik göster Fakat çok keskin Bir testere dişi bulunur. Normal böcek ZAMANDA bu boruyu, yürümesine engel Olmaması Click, vücuduyla Cardio doğrultuda tutar. Bir palamudun Üzerine geldiginde imkb, boruyu ona Doğru All changes. Bu Haliyle Tam bir sondaj makinesine benzemektedir. Borusunun testereye benzeyen ucunu palamuda Dayar. Hareketli kafasını Bir Sağa Bir sola döndürerek boruyu oynatır palamudu delmeye baslar ettik. Böceğin kafası bu iş Click ziyaretinde sahiptir İdeal Bir Tasarıma faal olan Olağanüstü Bir hareket serbestliği Gösterir.
Böcek bu sekılde sondaj Yaparken Bir Yandan da borusu Aracılığıyla palamut İçindeki meyveyi yiyerek beslenir. Ancak meyvenin Büyük bölümüne dokunmaz; bunu yeni doğacak yavrusu Click saklamaktadır. Delme İşlemi tamamlandığında, böcek Açılan delikten içeri Bir tane yumurta bırakır. Yumurta, annesinin palamut icinde açtığı kanalın icine yerleştikten Sonra larva halini Alır. Larva palamudu yemeye baslar. Yedikçe buyur, büyüdükçe de Daha çok yer'de. Larva Ne Kadar çok yerse, palamut icinde gelişmek Click kendine o kadar çok yer'de açmış olur.
Bu durum, palamut Bağlı Olduğu daldan düşene Kadar devam eder. Palamudun yere düşerken çıkan çarpma sesi ziyaretinde sarsıntı, larvaya artık Dışarı çıkma zamanının geldiğini haber Verir. Güçlü dişleri Sayesinde, daha göster Önceden annesinin açtığı deliği büyütür. Oğlu Dereceli semirmiş Olan larva, zorla da olsa kendini bu delikten Dışarı çıkarır. Larvanın bundan Sonraki ilk işi kendini yerin 25-30 cm Kadar Altına gömmektir. Burada "pupa" evresini Bir Ile beş yıl Boyunca bekleyecektir ettik geçirecek. Tam bir Yetişkin OLUP toprak Üzerine çıktıgında imkb, bu kez o palamutlara sondaj YAPMAYA baslar. Pupa süresindeki Farklılık, yeni sürgündeki palamutların olgunlaşmasına Bağlı Olarak değişmektedir. (Mark W. Moffet, "Hayat Ceviz Kabuğundaki", National Geographic, s. 783-788)
Palamut
böceğinin bu ilginç hayatı, evrim teorisini çürüten Allah'ın A.Ş.
canlıları ne Denli kusursuz tasarımlarla yarattığını gosteren
delillerden biridir. Dikkat edilirse, her türlü Mekanizması beligbli Bir planı Üzere tasarlanmıştır Böceğin. Sondaj
borusu, bu borunun ucundaki kesici dişler, borunun kullanilmasini
sağlayan oynak kafa Yapısı, Tüm bunlar rastlantılarla ya da "doğal
seleksiyonla" açıklanamaz. Sahip
Olduğu uzun boru, sondaj isini kusursuzca başarmadığı Sürece, hayvan
Click Bir ayak bağından ziyaretinde dolayısıyla dezavantajdan Başka Bir
Şey olmayacaktır. Bu Yüzden "aşama aşama" geliştiği iddia edilemez.
Öte
yandan Yandan larvanın sahipler Olduğu organlar "Kompleks indirgenemez"
içgüdüler de ortada ziyaretinde Bir Süreç oldugunu göstermektedir. Larvanın
palamut kabuğunu parçalayacak Güçlü dişlere sahipler Olması, Dışarı
cıktıgı anda toprağın derinliklerine girmesi gerektiğini "bilmesi"
ziyaretinde burada Beklemek Click de "sabretmesi" zorunludur. Aksi halde canlı neslini sürdüremeyecek yok OLACAKTIR ettik. Tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz ziyaretinde bu küçük canlının çok Üstün Bir akıl gösterisiyle yaratıldığını Ortaya koyar.
Allah bu küçük canlıyı kusursuz organlar ziyaretinde kusursuz içgüdülerle yaratmıştır. Çunku O, "Kusursuzca yaratan" dır. (Bakara Suresi, 54)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)