A9 TV Canlı Yayın

24 Aralık 2012 Pazartesi

Evrimi Geçersiz Kılan Sahte Kafatası Fosilleri

• Ara geçiş formu olduğu iddia edilen kafatası fosillerinin geçersizliği nasıl ispat edilmiştir?
• Bilim adamları ellerinde insanın evrimine delil oluşturacak hiçbir ara geçiş formunun bulunmadığını nasıl itiraf etmişlerdir?
• Evrimcilerin, sahte olduğunu bildikleri halde insanın atası olarak ileri sürdükleri Java Adamı’nın bir insan ırkı olduğu nasıl kanıtlanmıştır? 
 
Darwinizm, bilimsel temellere ve gerçek bilimsel delillere dayanmadığı için, uydurma kanıtlar sunarak taraftar toplamaya çalışır. Bunun için ise Darwinistlerin elinde spekülasyon yapacakları malzemelerin olması yeterlidir. Darwinistler, üzerinde spekülasyon yapabilecekleri soyu tükenmiş canlı fosillerini alır, şekilden şekile sokar ve bunları ideolojilerine uygun bir malzeme olarak kullanırlar. Yıllar boyunca soyu tükenmiş olduğu için denizden karaya hayali geçişin en ünlü örneği olarak tanıtılmaya çalışılan, fakat canlı örneği günümüz denizlerinde bulunan Coelacanth, bu sahtekarlığı yansıtan en önemli delildir. Darwinistler aynı taktiği diğer canlılar ve insan için de kullanmaya çalışırlar. Elde ettikleri tüm fosilleri görünümüne göre kategorilendirir ve kendi akıllarına göre istediklerine “ara form” yakıştırması yaparlar. Oysa ara form dedikleri fosillerin tümü, tıpkı Coelacanth gibi, mükemmel ve kusursuz canlılara aittir

Sözde Ara Geçiş Formları Bilimsel Literatürden Çıkarılmıştır

Ara geçiş formu olarak gösterilen fosillerin aslın
da soyu tükenmiş kompleks canlılara ait olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Konu, insanın hayali evrimine geldiğinde ise, spekülasyon malzemeleri genellikle soyu tükenmiş maymunlar veya geçmişte yaşamış bazı insan kavimleridir. Şimdiye kadar öne
 sürülmüş tüm ara form iddiaları, bu spekülasyon yöntemine dayanmaktadır. Örneğin Darwinistlerin insanın hayali evrimine örnek olarak sunmaya çalıştıkları tüm kafataslarının, soyu tükenmiş maymun veya insan ırklarına ait olduğu kesin ve bilimsel olarak ispatlanmış ve söz konusu kafatasları bilimsel literatürden çıkarılmıştır:
InsaninAtasi2




1953 YILINDA İPTAL EDİLDİ

Piltdown Adamı
  • 1891 yılında bulunan ve Java Adamı olarak isimlendirilen fosil ile 1923 yılında bulunan ve Pekin Adamı olarak isimlendirilen fosilin 1939 yılında sahte birer ara geçiş formu olduğu anlaşılmıştır.
  • 1922 yılında bir ara form olduğu iddiasıyla en büyük delil olarak sunulan ve Nebraska Adamı olarak isimlendirilen diş fosilinin 1927 yılında bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır.
  • 1959 yılında bulunan ve Zinjanthropus olarak isimlendirilen fosilin sıradan bir maymun olduğu anlaşılmış ve fosil 1970 yılında literatürden çıkarılmıştır.
  • 1930’lu yıllarda bulunan ve 50 yıl boyunca ara form olarak sergilenen Ramapithecus, 1981 yılında sıradan bir babun cinsi olduğunun anlaşılmasıyla iptal edilmiştir.
  • 1974 yılında Afrika”da bulunan Lucy’nin 1999-2000 yıllarındaki çalışmalar sonucunda geçersizliği anlaşılmış ve bu fosil de bilimsel literatürden çıkarılmıştır.
  • 1924 yılında bulunan ve Taung Çocuğu olarak isimlendirilen kafatası fosilinin genç bir gorile ait olduğunun anlaşılmasıyla, bu fosil de 1954 yılında iptal edilmiştir.
  • 1984 yılında bulunan ve Homo Erectus türüne ait olarak gösterilmeye çalışılan Turkana Çocuğu fosilinin, aslında 12 yaşında bir çocuğa ait olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 m boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır. Fosil hakkındaki tüm spekülasyonların sahte olduğu anlaşılmıştır.

Evrimci Bilim Adamları İtiraf Ediyor: “Ara Geçiş Formu Yoktur”

Reading Üniversitesi jeoloji bölümünden evrimci L. B. Halstead, Nature dergisinde yaptığı bir açıklamada, bugüne kadar sözde insanın evrimine delil gibi gösterilmeye çalışılan fosillerin hiçbir şekilde insanın evrimine delil olmadığını ve bu yönde Darwinistlerin elinde hiçbir bulgu bulunmadığını şu sözlerle itiraf etmiştir:
“Bu durum topluma ilk defa olarak şu gerçeği gösterir: insanın doğrudan atası olan gerçek bir fosil yoktur. ... ki bu yaratılışa inananların yıllardır savunduğu gerçektir.” (L. B. Halstead “Museum of Errors”, Nature, 20 Kasım 1980, s. 280 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 180)
Biyolog Lyall Watson, Darwinistlerin elinde insanın sözde evrimini kanıtlayabilecek tek bir fosil delili bile olmadığını şu sözlerle ifade etmektedir: 
“Günümüz maymunları örneğin, hiç yoktan var olmuş gibidirler. Dünleri, fosil kayıtları yoktur. Ve dik yürüyen, tüysüz, alet yapabilen ve iri beyinli varlıklar olarak günümüz insanlarının da gerçek kökeni, eğer kendimize karşı dürüst olursak, aynı şekilde gizemli bir meseledir.” (Lyall Watson, “The Water People”, Science Digest, vol. 90, no. 5, Mayıs 1982, s. 44 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 181)
Her ne kadar Lyall Watson gerçekleri açıkça ifade etmekten çekinerek insanın kökenini kendince “gizemli bir mesele” olarak nitelese de, insanın kökeni gayet açıktır: Tüm canlılar gibi insanı da Allah yaratmıştır ve tüm somut bilimsel bulgular da bu gerçeği teyit etmektedir.

Evrimcilerin Başka Bir Çıkmazı: Zamanlama Problemi

Evrimciler sözde evrim için biçtikleri tarihleri sürekli olarak “geriye çekmekte”, fosillerin evrimi reddettiğini gördükçe devamlı iddialarını değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Örneğin yer katmanlarında bulunan 200 milyon yıllık insan ayak izlerinin yanı sıra, Kretase (144 – 65 milyon yıl) dönemine ait katmanlarda bulunmuş olan insan kemikleri, insanın 100 milyonlarca yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir. Bu tarihler, günümüz insanı için evrimciler tarafından belirlenmiş olan yalnızca 50.000 yıllık zaman dikkate alındığında kuşkusuz oldukça büyük bir farka işaret etmektedir. 2007 yılının Ağustos ayında açıklanan yeni fosiller ise, Darwinistler tarafından Homo Erectus ve Homo Habilis olarak tanımlanan canlıların yan yana aynı dönemde yaşamış olduklarını göstermiştir. Zamanlama problemi, insanın hayali evrimi konusunda Darwinistleri açmazda bırakan önemli etmenlerden bir diğeridir.
Bütün bu gerçeklere rağmen Darwinistler, söz konusu sahte fosilleri bilimsel birer delil olarak göstermeye devam eder ve insanın evrimi masalını kendilerince gerçeğe dönüştürmeye çalışırlar. Bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen bu fosilleri halen bilimsel kaynaklarda ve okul kitaplarında kullanmaya devam eder ve insanları aldatırlar. Yazar Hank Hanegraaff bu aldatıcı yöntemi şu şekilde izah etmiştir:
“Java adamının Eugene Dubois adındaki Hollandalı tarafından 1891 yılında Java adalarından birinde bulunduğu genel olarak bilinir. Pek bilinmeyen şey ise Java adamının bir kafatası parçası, bir uyluk kemiği, üç diş ve oldukça geniş bir hayal gücünden oluştuğudur. Bundan daha rahatsız edici gerçek ise, uyluk kemiğinin kafatası parçasından 50 feet (15 km) ileride ve bir yıl sonra bulunmuş olmasıdır.”
Genel olarak Selenka Expedition olarak bilinen ve fosil araştırmalarının yapıldığı süreç, Java Adamı ile ilgili varsayımların doğruluğunu göstermeye azimli olan 19 evrimciyi içeriyordu. Ancak söz konusu evrimcilerin hazırladıkları 342 sayfalık bilimsel bir raporda Java Adamı’nın şüphe götürmeyecek şekilde insanın evriminde hiçbir rol oynamadığı açıkça belirtilmiştir. (Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 32-33)
İşte Darwinist yayınlar bu şekilde Darwinist aldatmacanın bir parçası haline gelirler. Önde gelen profesörlerin ve bilim adamlarının yazdıkları Darwinist kitaplar da, gerçek bilimsel deliller yerine, tamamen aldatmacaya dayanan bu sahte senaryoları tekrar etmektedirler. Literatürden çıkarılmış, geçersizliği bilimsel olarak ispatlanmış kafataslarının evrime delilmiş gibi halen gündemde tutuluyor olmasının sebebi de bu aldatmacayı sürdürebilmektir. Evrimci zoolog Robert Martin bu konuyla ilgili olarak New Scientist dergisine şunları söylemiştir:
“Son yıllarda çeşitli yazarlar insanın kökeni ile ilgili popüler kitaplar yazdılar. Bunların tümü, gerçekler ve objektiflik yerine fantaziler ve subjektiflik üzerine kuruluydu.” (Robert Martin, “Man Is Not An Onion”, New Scientist, 4 Ağustos 1977, s. 283 ve 285 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 181)
Darwinistlerin sözde insanın evrimine delil olarak gösterebilecekleri tek bir kafatası, tek bir kemik parçası bile bulunmamaktadır. Bu gerçeği ikrar edemeyen Darwinistlerin çürük yöntemi ise, sahte ara form fosilleri sunarak aldatmacaya devam etmektir.
Ancak Darwinistler itiraf etsin veya etmesin, bulunan tüm fosiller her zaman aynı sonucu ortaya çıkarır: BÜTÜN CANLILAR MÜKEMMELDİRLER, ANİDEN ORTAYA ÇIKMIŞLAR, YOKTAN VAR OLMUŞLARDIR. HİÇDEĞİŞMEMİŞLERDİR, EVRİMCİLERİN İDDİA ETTİKLERİ HAYALİ ARA AŞAMALARATEKBİRÖRNEKBİLE YOKTUR. ONLARI YOKTAN YARATAN YERİN, GÖĞÜN VE TÜM ALEMLERİN RABBİ OLAN YÜCE ALLAH’TIR. Bu gerçek, bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)
İnsanın evrimi hikayesi hiçbir bilimsel bulguya dayanmamaktadır. Basında yer alan yarı maymun-yarı insan şeklindeki çizim resimler evrimcilerin hayal güçlerini yansıtmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.

 

InsaninAtasi3(1)



 
 
Java Adamına Birbirinden Farklı İki çizim!
Sağda: Maurice Wilson çizimi. (From Ape to Adam The Search For The Ancestry Of Man, Herbert Wendt) Solda: Steven M. Stanley'in çizimi. (Human Origins)

Java Adamı Fosilleri Nesli Tükenmiş Bir İnsan Irkındandır

Java Adamı (Pithecantropus erectus) olarak bilinen ve Eugene Dubois tarafından bulunan fosillerin tamamı; biri büyük diğeri küçük iki azı dişi, yarım kafatası ve bir uyluk kemiğinden ibarettir. Dubois, elindeki fosillerin Java Adamı’na ait olduğunu ileri sürdüğü zaman herkes birbirinden farklı açıklamalar yapmıştır. İngiliz zoologlar bu fosillerin insana, Almanlar insan benzeri maymuna, Fransızlar ise, ileri yapılı maymun ile insan arasında bir geçiş formuna ait olduğunu iddia etmişlerdir. Dubois, uyluk kemiği ve kafatası başlığının aynı bedene ait olduğunu öne sürmüştü. Ancak Cambridge Üniversitesi'nden ünlü anatomist Sir Arthur Keith, kafatasının maymuna ait olamayacağını net olarak belirtip maymunlara has güçlü çiğnemeyi sağlayan yapısal özelliklerin bu kafatası başlığında bulunmadığını ortaya koymuştu. Keith, kafatasının kesinlikle bir insana ait olduğunu söylüyordu.
Dubois’nın maymun adamı safsatasını yıkan bir diğer bulgu ise bir antropolog olan Dr. Walkhoff’tan geldi. Walkhoff, Solo Irmağı’nın kurumuş bir bölgesinde ve Dubois’nın Java Adamı’nı bulduğu yere iki mil kadar yakınlıkta, bir insan azı dişinin üst kısmını buldu. Fosilleşmiş olan azı dişi insana aitti ve Java Adamı’nın yaşadığı iddia edilen dönemden de eski bir döneme aitti. Uzmanların her biri evrimi ispatlayacak fosil bulmak için bu projeyi gerçekleştiren evrimci bir ekipti. Buna rağmen ekibin başı Prof. Selenka, günümüz insanıyla Java Adamı’nın aynı dönemde yaşadığı, dolayısıyla Java Adamı ile insanın evrimi arasında bir bağlantının olmadığı sonucuna varıyordu. Raporun son bölümünde ise, projede sekreterlik görevini yürüten Dr. Max Blanckenhorn, okurlarından, ‘bulgularıyla Dubois’nın tezini doğrulayacakları yerde çürüttükleri için özür diliyordu!’
Tüm bunlardan da anlaşıldığı gibi maymun adam olarak lanse edilen Java Adamı’nın günümüzde yaşamakta olan insanlardan hiçbir farkı yoktur. Java Adamı’yla ilgili olarak öne sürülebilecek tek şey kafatası hacminin küçüklüğü olabilir ki günümüzde de küçük kafatasına sahip insan ırkları vardır. Üstelik bu ırklar arasında bulunan Aborijin yerlileri, Java Adasına çok yakın olan Avustralya’da yaşarlar. Bu düşünüldüğünde Java Adamı’nın da bir insan ırkı olduğu kesinlik kazanır.

Gizli Bir Tehlike: "BENLİK" Duygusu

  • Benlik duygusu niçin tehlikelidir?
  • Bu gizli tehlikenin belirtileri nelerdir?
  • Kişi hangi durum ve olaylar karşısında kendisine benlik verir?
  • Bu tehlikeden kurtulmanın yöntemi nedir? 
Her sabah uyandığımız andan itibaren kendimize ait bilgileri yeniden hatırlarız. Nerede oturduğumuz, kaç yaşında olduğumuz, işimiz, çevremiz, ailemiz ve o güne ait yapacağımız işler hemen zihnimizde belirir. Aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz ve bedenimiz hep aynıdır. Doğduğumuz andan itibaren kesintisiz olarak devam eden olaylar, kendimize ait bilgiler ve aynada değişmeyen görüntümüz sebebiyle “ben” diyebileceğimiz bir varlığa dönüşürüz. 

Oysa eğer Allah dilemiş olsaydı her sabah farklı bir bedende, farklı bir hayat içinde ve dünyanın değişik bir yerinde uyanabilirdik. Her gece uyuduğumuzda bizi öldüren ve uyandığımızda tekrar dirilten Rabbimiz için bu elbette çok kolaydır. Nitekim rüyalarımızda kendimizi, çoğu zaman hiç alışık olmadığımız bir ortamda ve olaylar içinde buluruz. Üstelik rüyalarda ben diyebileceğimiz bir bedenimiz olmadan bulunduğumuz ortamı algılarız. Benzer bir durum Allah’ın izniyle cennette yaşanacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir.” [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564] hadis-i şerifi ile cennette suret değiştirmenin mümkün olduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şeriften ahirette, dünyada anladığımız anlamda sahiplenebileceğimiz ve ben diyebileceğimiz bir bedenimizin olmadığını anlayabiliyoruz (Doğrusunu Yüce Allah bilir).
O halde “ben” dediğimiz beden ve her uyandığımızda hafızamızda yeniden canlanarak süreklilik gösteren hayatımız, dünyaya özgüdür ve Rabbimiz’in imtihanının bir gereğidir. İşte bize bahşedilen özellikleri sahiplenmek ve onlara kendi irademizle sahip olduğumuzu düşünmek birçok insanı büyük yanılgıya götüren bir sebeptir.

Benlikduygusu2Benlik Duygusunu Kuvvetlendiren Özellikler

 Bedeni Sahiplenme:

İnsanların en çok “benlik” yükledikleri varlık kendi bedenleridir. Nitekim güzel olan kişi bu güzelliği ile övünür. Bedenindeki bazı kısımları beğenmeyen bir kişi ise beğenmediği bu özelliklerinden dolayı aşağılık kompleksine kapılır. Oysa Yüce Allah her kişiyi bu özellikleri ile imtihan eder. Eğer söz konusu kişiler "... ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı...” (Tegabün Suresi, 3) ayetinde haber verildiği gibi onları bu şekilde yaratanın Yüce Allah olduğunu unuturlarsa kendilerine benlik vermiş olurlar.    
Rabbimiz dilerse güzel olan kişinin güzelliğini bir hastalık veya kaza ile bir anda elinden alabilir. Kendisini beğenmeyen kişiye de bir hastalık verebilir veya uzuvlarından birini kaybettirerek beğenmediği kısımlarının aslında ihtiyaçlarını karşılamak için ne kadar önemli birer nimet olduklarını hatırlatabilir. 
Beden bu dünyada geçici bir süre için kullandığımız bir araçtır. Ölümle birlikte toprağın altında çürüyüp yok olacaktır. Bu nedenle kişilere düşen Yüce Allah’ın kendilerini yoktan yarattığını düşünüp O’na şükretmek olmalıdır. Dünya hayatı boyunca kullandığımız bedeninin kibirine veya kompleksine kapılmak yerine, ona çok iyi bakmak ve onu İslam’a hizmet etmek için en faydalı şekilde kullanmak Yüce Allah’ın rızasını kazandıracak tek yöntemdir.

Karakter Özelliklerini Sahiplenme

İnsanların bir kısmı da çocukluktan itibaren Yüce Allah’ın bahşettiği birtakım güzel karakter özelliklerini sahiplenir. Bu özellikleri dolayısıyla övünür ve kendini ön plana çıkararak benlik verir. Oysa bu insanların kendilerine benlik vermelerine neden olan güzel özellikler, aslında Yüce Rabbimiz’in isimlerinin insanlar üzerinde tecelli etmesidir. Örneğin bir kişinin merhametli olması Yüce Allah’ın Erhamurrahimin isminin, şefkatli olması Rauf isminin, bağışlayıcı olması Gaffur isminin, adil olması Adl isminin o kişide tecelli etmesinden kaynaklanır.
"Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır." (Nuh Suresi,14) ayetinde haber verildiği gibi Yüce Allah her insanı farklı karakter özellikleri ile yaratmıştır. Kişinin mülayim, sinirli, heyecanlı, neşeli veya sakin yapılı olması kendinden kaynaklanan özellikler değildir. Bu nedenle bu karakter özelliklerini sahiplenmesi, kötü olanları değiştirmekten kaçınması, iyi olanlar ile övünmesi kendine benlik vermesi anlamına gelir. 
Her insan, Allah’ın beğenmediği karakter özelliklerinden kurtulmak ve Kuran ahlakına uygun yaşamakla yükümlüdür. Bunun için yapması gereken; niyet etmek, Allah’a sığınmak ve şiddetle dua ederek O’ndan, razı olmayacağı bu karakter özelliklerinden kurtulmak için yardım istemektir.

BenlikduygusuHataları ve Başarıları Sahiplenme

Kişinin başarılarını ya da hatalarını kendi eseri zannetmesi de benlik duygusu, dolayısı ile gizli şirke neden olan durumlar arasındadır. Örneğin bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannedebilir. Oysa Kuran’da dikkat çekildiği gibi “nutku verip konuşturan” Rabbimiz’dir. O dilemedikçe insanın konuşması, üstelik hikmetli bir şekilde konuşması mümkün değildir. Aynı şekilde mesleğinde başarı elde eden veya bilimsel keşiflerde bulunan bir kişi de bunların tümünü Yüce Allah’ın yardımıyla gerçekleştirir. İnsanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Nitekim bir Kuran ayetinde Rabbimiz insanın hiçbir şey yapmaya kudreti olmadığını şöyle bildirir:
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)
Yine aynı şekilde insanın yaptığı hataları sahiplenmesi de yanlıştır. Hatayı yaptıran Yüce Allah’tır. Rabbimiz kullarına hata yaptırarak onların kendi acizliklerini görmelerini ve her türlü kusur ve hatadan bir tek Zatı’nın münezzeh olduğunu hatırlatarak Kendisi’ne tevbe etmelerini istemektedir. Zaten başarı da hata da Yüce Allah kaderde o şekilde takdir ettiği için yaşanır. Bu nedenle insana düşen sadece yaptığı hatalar için tevbe etmek, başarılı olduğu durumlarda da şükredip Yüce Allah’ın rızasını kazanma yolundaki mücadelesine devam etmektir.

Maddi ve Manevi Özellikleri Sahiplenmek

Bir kişinin mezun olduğu okul, eğitim düzeyi, bildiği yabancı diller, zenginliği, makamı, soyu, çocuklarının zeki ve güzel olması o kişinin kendisinde var olan bir üstünlükten dolayı ona verilmemiştir. Kişilerin kendilerindeki bir bilgi dolayısıyla sahip olduklarını zannettikleri bu özellikler gerçekte Allah dilediği için vardır. Yüce Allah bu özellikler ile onları imtihan etmektedir. Nitekim Rabbimiz bu gerçeğe bir Kuran ayetinde şöyle dikkat çeker:
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun Katında olandır.” (Teğabün Suresi, 15)
İnsanın sahip olduğu maddi ve manevi özellikler karşısında şımarmak yerine Allah’a şükretmesi ve kendisine bu imkanları verenin Allah olduğunu hep hatırında tutması gerekir. 

Benlik Duygusundan Kurtulmak İçin;

Allah’la Samimi ve Kesintisiz Bağlantı Kurmak

İnsanın kendisine yüklediği benlik duygusundan kurtulmasının mutlak çözümü Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve yarattığı kaderin kusursuzluğunu tam olarak kavramasına bağlıdır. Yüce Allah’ın sonsuz büyüklüğünü kavrayan bir insan, artık O’nunla kesintisiz bir bağlantı kurar. Sahip olduğu, gördüğü ve yaşadığı her şeyi yaratanın Allah olduğunu bilerek O’na yaklaşır, kendisinin aciz bir kul olduğunu, tek sığınılacak, yardım istenecek gücün Zatı olduğunu Kuran’da tarif edildiği biçimde için için ve yalvara yalvara dile getirir. Sabah kalktığı andan itibaren hemen dikkatini toplayarak Allah’ı zikreder. O’na kaderindeki görüntüde en hayırlı olanı yaratması, başka insanları vesile kılarak kendisine yardım etmesi için dua eder.

Tevazu Sahibi Olmak

Dikkati ve şuuru açık olan daima Allah’a yönelip dönen bir mümin, hiçbir zaman kendisine benlik veremez. Çünkü Allah’ın karşısındaki aczini, herşeyin asıl sahibinin O olduğunu bilir ve Rabbimiz’e karşı bunun tevazusunu yaşar. Nitekim Kuran’da peygamberlerin tamamı Allah’a karşı acz içinde olan tavırları dolayısı ile övülmüşlerdir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Kuran’da örnek verilen peygamberler arasındadır. Bilindiği gibi Hz. Zülkarneyn (a.s.)’a Yüce Allah güç, imkan ve nimet vermiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Ye’cuc ve Me’cuc tehlikesine karşı kendisinden bir kavim yardım istediğinde hemen onlara yardım etmiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da güç ortama rağmen bozgunculuğu önlediği halde bu büyük başarısından kendisine pay çıkarmamış tam tersine hemen Rabbimiz’i yüceltmiştir. Onun bu üstün ahlakı ve tevazusu ayette şöyle haber verilir:
“Dedi ki: “Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va’di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va’di haktır.”” (Kehf Suresi, 98)

Benlikduygusu3Acizliği Tefekkür Etmek

Derin düşünmek, insanın kendine benlik vermesini engelleyen unsunlardan bir diğeridir. Bunun için öncelikle kişinin kendisinin bir tecelli olduğunu düşünmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki Allah’ın dışındaki varlıklar yalnızca O’nun tecellileridir. O’nun dilemesiyle var olmuşlardır, O’nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Bu nedenle göz rengimizi, boyumuzu, yaşadığımız yeri, arkadaşlarımızı kısacası ben ve hayatım dediğimiz herşeyi bir kader doğrultusunda yaratan ve belirleyen Yüce Allah’tır. Rabbimiz’den  başka herşey ve herkes gibi kendimiz de sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç birer varlığız. Bizim  kendimize ait bir gücümüz, kabiliyetimiz olamaz. Çünkü kainattaki herkes ve herşey gibi yokluktan Rabbimiz’in dilediği özelliklerde ve ”Ol” emri ile yaratıldık. Doğumumuzu biz belirlemediğimiz gibi hayatımıza ve kendimize dair hiçbir şeyi de belirleyemeyiz. Sahip olduğumuz hiçbir özellik kendimizden kaynaklanmaz. Biz Allah’ın Bari (yaratan kusursuzca var eden) isminin birer tecellisiyiz. Mutlak güç olan sonsuz büyük olan Yüce Allah’tır. Bizler ve tüm kainat Rabbimiz’in gölgesiyiz. Aslı olmadan gölgenin kendisine bir benlik vermesi ve var olması ne kadar imkansızsa, bizim de kendimize benlik vermemiz o kadar imkansızdır. Bize düşen bizi yoktan yaratan, bir düzen içinde biçim veren, yaşatan, rızıklandıran Rabbimiz’e kulluk etmek ve şükretmektir. Müminlerin cennetteki şükürleri bu bakımdan dünyada da bize örnek olmalıdır. Rabbimiz ayette şöyle buyurmuştur:
“Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne Yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır."” (Yunus Suresi, 10)
Şirki yalnızca, elle yontulmuş birtakım heykelciklere secde etmek şeklinde algılamak çok dar ve basit bir bakış açısıdır. Bu tür kişiler şirk kavramının İslam’ın hakim olmasından sonra Kabe’deki putların kırılmalarıyla ortadan ebediyen kalktığını zannederler. Oysa Kuran’da şirki ayrıntılarıyla tarif eden ve müminleri şirkten şiddetle sakındıran çok sayıda ayet vardır. İnsanın kendisine benlik vermesi de çok açık bir şirktir. Bu konumda olan insanların vicdanlarının ve şuurlarının kapandığı bir ayette şöyle bildirilir: “Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” (Casiye Suresi, 23)

15 Aralık 2012 Cumartesi

Kör Mimarlar:TERMİTLER...


"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır."
(Sad Suresi, 66)

Kör işçilerin Empire State büyüklüğünde bir bina inşa etmeleri mümkün müdür? Elbette ki değildir. Ancak böyle bir şeyi hiçbir canlının yapamayacağını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü kör termitler hayatları boyunca kendi boyutlarına göre Empire State yüksekliğinde yuvalar inşa ederler.
Termitlerin yaptıkları devasa yuvaları insanların yaptıkları binalar ile kıyaslamadan önce termitleri genel olarak tanıtmakta fayda vardır. Termitlerin bilinen en önemli özelliklerinden biri, insanların bile kolaylıkla yıkamayacakları sağlamlıkta yuvalar yapmalarıdır. Her tür, kendi ihtiyacı olan özelliklere göre farklı tiplerde yuvalar inşa eder. Kimi yakıcı sıcaklardan korunmasını sağlayacak yuvalar yaparken başka bir tür ise yağmurlardan korunacağı yuvalar inşa eder. Bu yuvalar ağaç içlerinde bulundukları gibi çoğunlukla da toprağın üstünde ve altında da yer alırlar. 

Bir termit yuvası açıldığında süngerimsi bir görüntüyle karşılaşılır. Yuva yaklaşık 2,5 cm. genişliğinde ya da daha dar sayısız hücrelerden oluşur. Bu hücreleri birbirlerine ancak termitlerin geçebileceği büyüklükte dar delikler bağlar. Termitlerin bu harika binaları yaparken kullandıkları hammaddeyse sadece toprak, kendi salgıları ve atıklarından ibarettir. Böylesine basit bir malzemeyle, bazıları ancak dinamitle yıkılabilecek kadar sağlam olan, üstelik içinde labirentler, havalandırma sistemleri ve kanallar gibi detaylı sistemler bulunan yuvalar yaparlar. 

Görünüş olarak kuleye benzeyen ihtişamlı yuvaları yapan termitlerin asıl mucizevi özellikleri ise daha önce de bahsettiğimiz gibi kör olmalarıdır. Bu son derece şaşırtıcı bir durumdur. Termitler ne yaptıkları tünelleri, ne kullandıkları malzemeyi, ne bu malzemeyle yaptıkları topakları, ne de yükselttikleri odacıkları görebilirler. 

Termitlerle insanların yaptıkları yapılar karşılaştırıldığında yaptıkları işin olağanüstülüğü daha net şekilde ortaya çıkmaktadır. Termitlerin yapmış olduğu gökdelenleri daha iyi değerlendirebilmek için başta belirttiğimiz Amerika'da bulunan Empire State binası iyi bir kıyas imkanı oluşturmaktadır. Bu binanın uzunluğu 443 metredir. (Harikalar Dünyası, National Geographic, İstanbul,1999, s.190)
Termitlerse 1-2 cm ebatlarında olan böceklerdir. Bu küçük cüsselerine rağmen 7 metre yüksekliğinde devasa yuvalar yaparlar. Eğer termitler insanlarla aynı boyda olsalardı, yaptıkları yuvalar da Empire State binasının şu anki uzunluğundan 4 kat daha yüksek olurdu. İnsanların yapamadığı bu muazzam işlemi kör termitler milyonlarca senedir, var oldukları andan itibaren yapmaktadırlar.
Termitleri bütün özellikleri ile birlikte yaratan Allah'tır. Kör termitlere yaptırdığı ihtişamlı yapılarla alemlerin Rabbi olan Allah bize sonsuz kudretini ve ilmini tanıtmaktadır.

Allah herşeyin yaratıcısıdır. O herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)

Termitlerin Disiplinli Yapıları

Termit yuvalarının yapısını incelediğimizde, büyüklüğünün yanısıra son derece kompleks bir sistemle karşılaşırız. Termit kolonilerinde savunma görevini üstlenmiş özel askeri birimler bulunur. Asker termitler mükemmel bir askeri donanımla yaratılmıştır. Bazıları savaşçı, bazıları nöbetçi, bazıları da "intihar komandosu"dur. Kraliçenin yumurtlayabilmesi, işçilerin duvar örüp tüneller açması veya yuvada yetiştirilen mantarların hasat edilmesi, ancak askerlerin görevlerini tam olarak yerine getirmeleri durumunda gerçekleşebilir. 

Termit kolonisinin tüm üyeleri, örgütlü topluluklar halinde yaşamaktadır. Bu topluluğun bireyleri arasındaki iletişim, koklama ya da tat alma yoluyla gerçekleştirilir. Bu sırada kimyasal sinyaller alınıp verilir. Bu kör, sağır ve dilsiz yaratıklar arasındaki inşaat, yiyecek arama, yuva arkadaşını tanıma, iz sürme, alarm hali ve savunma manevraları gibi karmaşık işler, kimyasal sinyaller aracılığıyla sağlanır. 

Termit kolonisinin başlıca düşmanları karıncalar ve karınca yiyenlerdir. Koloni, bu düşmanların saldırısına uğradığında bir intihar ordusu harekete geçer. Ustura keskinliğinde dişlere sahip olan Afrika termitleri usta birer silahşördür. Uzun keskin dişleriyle saldırganların gövdelerini parçalar.

Termitlerin Fedakarlığı

Termitlerin zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna kendilerini feda ederek, düşmanlarına zarar vermektir. Birçok değişik termit türü, bu intihar saldırısını çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Bunların arasından, Malezya'nın yağmur ormanlarında yaşayan bir tür özellikle ilgi çekicidir. Bu termitler, anatomileri ve davranışları açısından birer "yürüyen bomba" gibidir. Vücutlarındaki özel bir kese düşmanlarını etkisiz kılacak bir kimyasalla doludur. Mücadele sırasında termit, bir karınca ya da saldırgan bir hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtar ve saldırganı sarı renkli koyu bir sıvıyla boğar. Bu tam bir intihar saldırısıdır, çünkü saldırı sırasında termitin iç organları parçalanır ve canlı ölür. 

Termitlerdeki bu toplumsal dayanışma ve fedakarlık örnekleri, Darwinizm'in temel kabulü olan "her canlı kendi çıkarı için yaşar" varsayımını yıkmaktadır. Dahası bu örnekler, bu canlıların çok bilinçli bir biçimde organize edildiklerini göstermektedir. Düşünelim: Bir termit niye nöbetçi olmak istesin? Üstelik bir seçim hakkı olsa, neden en zahmetli ve en özveri gerektiren işi tercih etsin? Böyle bir imkanı olsa, şüphesiz kendisine en rahat ortamı ve en iyi hizmeti sağlayacak görevi tercih ederdi. Kaldı ki bir zamanlar kendini feda edip böyle bir savunma yapmaya karar veren bir termit olduğunu varsaysak bile, bu termitin bu uygulamasını genlerine yükleyip yeni nesillere aktarması, elbette imkansızdır. Üstelik, tüm işçi termitler kısır canlılardır ve dolayısıyla zaten yeni bir nesil meydana getiremezler.

Termitleri yaratan Allah'tır. Neler yaparcaklarını, nasıl bir organizasyon içinde hareket edeceklerini belirleyen ve öğreten de Allah'tır. Nöbetçi termit de, Allah'ın kendisine ilham ettiği görevini büyük bir itaatle yerine getirmektedir. Nitekim Kuran'da şöyle buyrulur:

... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur... (Hud Suresi, 56)

4 Aralık 2012 Salı

Yüce Allah’ın Diş Minesine Sağlamlık Katan Detay Sanatı

Kafatası, kaburga kemikleri, kol ve bacak kemikleri…  Kısacası tüm iskeletimiz vücudumuzun en sağlam yapıları arasındadır. Fakat Yüce Allah’ın beyin, kalp, akciğer gibi hayati fonksiyonlara sahip organları koruma görevi verdiği ve  hareket etme işlevi yüklediği iskeletimiz vücudumuzun en dayanıklı yapısı değildir. Vücudumuzun en dayanıklı yapısı sanıldığının aksine iri ve sert kemiklerimiz değil, ağzımızın içindeki küçük dişlerimizdir. Dişlerimizi dayanıklı yapan ise aynı zamanda onlara renk ve parlaklık veren diş minesidir.
  • Diş minesini sağlam yapan özellik nedir?
  • Diş minesi üzerindeki çatlaklar zarar vermek yerine dişi nasıl korur?
Dişlerimiz dayanıklılığı ve sağlamlığı ile bilinir. Uzun yıllar boyunca ezme, çiğneme, ısırma gibi pek çok yüksek basınca karşı direnç gerektiren konuda sürekli dişlerimizi kullanırız. Ancak buna rağmen dişlerimiz çok uzun süre dayanıklı kalır. Dişlerimizin dayanıklılığını diş minesi sağlar. Vücudun en sert ve en yoğun mineralleşmiş maddesi olan diş minesi, dentin sement ve pulpa ile beraber dişi oluşturan dört ana dokudan biridir. Dişi en dıştan koruyucu bir katman olarak çevreleyen mine, içinde sinir hücreleri olmadığı için, duyarlı değildir. Kuşkusuz minenin bu özelliği Yüce Allah’ın kullarına bahşettiği büyük bir nimettir. Çünkü diş minesi eğer sinirlerle kaplı olsaydı, insanın ısırma, ezme ve çiğneme gibi işlemler sırasında çok acı çekmesi gerekirdi. Bu durumda yemek yemek, büyük bir eziyete dönüşürdü. Diş minesi örneğinde olduğu gibi, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetleri bir genelleme yaparak bile sayabilmek mümkün değildir. Bu gerçek ayetlerde şöyle bildirilir:
“Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl Suresi, 17-18)
Yüce Allah Diş Minesini Çok Sağlam Olarak Yaratmıştır
Vücudun en sert ve en yoğun mineralleşmiş maddesi olan mine, dişin görünür kısmıdır ve mutlaka alttan dentin (yetişkin bir insan dişinin %75’ini oluşturan dentin, kemikle aynı yoğunluğa sahip olmasına rağmen ısıya ve dokunmaya duyarlıdır. Gerektiğinde içerdiği tamir hücreleri ile yeniden dentin dokusu oluşturabilirler) ile desteklenir. Mine içindeki mineral oranına göre rengi, fildişinden mavi-beyaza kadar değişebilir. %97 oranında inorganik maddelerden oluşur. Bunlar mikro kristaller biçiminde kalsiyum tuzlarıdır. Geriye kalan bölümünde organik maddeler yer alır. Üzeri keratinli bir katmanla örtülüdür.
Diş minesini yakından inceleyen bilim adamları son derece detaylı ve özel bir yapıya sahip olduğunu keşfetmişlerdir. Bu özel yapı mineye ve dolayısıyla dişe sağlamlığını verir. Diş minesi göründüğünün aksine pürüzsüz bir yapıya sahip değildir. Tam aksine üzerinde küçük ancak derin olmayan çatlaklar vardır. Minenin diplerinden dış yüzeye doğru büyümeye başlayan bu çatlaklar, diş minesine uygulanan basıncı kendi aralarında paylaştırarak dişin kırılmasını engeller ve böylece mineyi daha sağlam ve dayanıklı hale getirirler.
Yüce Allah’ın diş minesinin yaratılışındaki üstün aklı ve detay sanatı bir başka şekilde de ortaya çıkar. Normal koşullarda diş minesindeki bu çatlakların dişimize uyguladığımız her basınçta daha da büyümesi ve dişi çürütmesi gerekirdi. Fakat dişteki bu çatlaklar, Yüce Allah’ın yarattığı özel bir tedavi süreci ile ortadan kalkar. Çünkü bu çatlaklar basınçla büyürken, eş zamanlı olarak onları dolduran organik malzeme çatlakların derinleşerek dişi çürütmesini önler. Karşılaştığı besinlerin yıpratıcı etkisiyle ve diş minesinin bu yapısal özelliği nedeniyle kısa sürede aşınması gereken dişlerimiz, Allah’ın üstün yaratışı sayesinde bu ağır ve uzun süreli görevi en uygun ve güzel şekilde yerine getirir.
Diş Minesinin Sağlam Yapısı Yüce Allah’ın Kusursuz İlmiyle Oluşur
Bilim adamları, diş oluşumu ile ilgili yaptıkları çalışmalarda Yüce Allah’ın muhteşem yaratış sanatını ve bu yaratıştaki ince detaylarından bir tanesini daha gözler önüne seren bir gen ortaya çıkarmışlardır. Bu gen, diş minelerinin ve dişin içerisinde daha yumuşak yapıdaki dentinin oluşumunda önemli rol oynayan dentin sialophospho protein (DSPP) genidir. Diş oluşumunda kritik rol oynayan bu gen, tek bir protein açığa çıkarır. Ancak bu protein, dentin sialoprotein (DSP) ve dentin phospho protein (DPP) adı verilen zıt işlevlere sahip iki proteine bölünür. Söz konusu proteinlerden DPP kırılganlığa yol açan oyuk ve kireçli bir mine tabakası oluştururken, DSP minenin sertliğini ve oluşum hızını artırmaktadır. Başka bir deyişle bu iki proteinin tam belirtilen ölçülerde ve birbirini tamamlayan ince bir teknikle bir arada çalışması sonucu dişler, ne kolayca kırılacak şekilde çok sert ne de çok yumuşaktır.
DSP ve DPP arasındaki mükemmel denge, kritik dentin-mine bağlantısının hassasiyetini gözler önüne sermektedir. Çünkü dişlerin korunmasında etkin bir madde olarak görünen ve minenin dentinle olan bağlantısında çok ince bir tabaka halinde bulunan DSP, tüm mineden daha serttir. Eğer bu proteinin miktarı artırılırsa dişler daha kırılgan hale gelmektedir. Çünkü dişleri daha sert yapan ve çürümeye karşı koruyan florürün fazla miktarının dişleri zayıflatması gibi, DSP’nin de aşırı miktarının dişleri zayıflattığı ve kırılgan hale getirdiği saptanmıştır.
Diğer taraftan DPP proteininin dişleri zayıflatan bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Bu proteinin olması gerekenden fazla miktarda bulunması ise dişlerimizin çürüyüp dökülmesi anlamına gelir. Ancak Yüce Rabbimiz’in sonsuz ilmi sonucunda, DSP ve DPP arasında çok hassas bir denge kurulmuştur. Bu öyle hassas bir ayardır ki mineyi zayıflatıyormuş gibi görünen DPP proteini, sertliği artıran DSP proteini ile birleşerek uygun diş oluşumunu sağlamaktadır.
Her şeyi belli bir ölçü ile ve düzen içinde yaratan Yüce Allah DSP ve DPP arasındaki bu hassas denge ile yumuşak dentinin, daha dışarıdaki sert seramiğe benzer yapıdaki mine kaplaması ile güvenli bir biçimde birleşmesini sağlar. Yüce Allah bir Kuran ayetinde her şeyi bir ölçü ile yarattığını bizlere şöyle haber verir:
“...O’nun Katında herşey bir miktar (ölçü) iledir.” (Rad Suresi, 8)
Yüce Allah’ın Yarattığı Her Şeyde Düşünen Bir Topluluk İçin Ayetler Vardır
Dişlerimiz ve dişlerimizdeki çok küçük bir parça olan diş minesi belki de daha önce üzerinde düşünmediğimiz birçok mükemmel detayla yaratılmıştır. Bu kusursuz yaratılışı, aynı zamanda vücudumuzun her yerinde, kainatın her noktasında görmek mümkündür. Yüce Allah insanları en rahat edeceği, sıkıntı duymayacağı, tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabileceği üstün sistemler ve organlarla yaratmıştır. Önemli olan bu ayetler üzerinde düşünerek, her şeyin hakimi olan Allah’a yönelmektir. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir: 
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara Suresi, 164)
Diş minesi seramiklerden daha üstün bir yapıya sahiptir.  Bol miktarda karbonat, magnezyum, sodyum, potasyum iyonları içeren diş minesindeki tuzların kristal yapısı, dişi basınca karşı daha dayanıklı yapmaktadır. Bugün bilim adamları doğadan esinlenerek hazırlanan malzemelerin üretilmesi için araştırmalar yapmaktadır. Yapılan bu araştırmalarda kemik ve diş türü biyoseramiklerin vücut sıcaklığında protein gibi organik maddelerin birleştirilmesiyle oluştuğu ve bunların seramiklerden çok daha üstün nitelikler gösterdiği ortaya çıkmıştır.
Alt Dişler ve Üst Dişler Arasındaki Uyum Nasıl Sağlanır?
İnsan vücudunun en sert maddesi olan minenin %97’si kalsiyum tuzlarından oluşur. Diş minesi, altıgen apatit kristalleri şeklinde düzenlenmiştir. Minenin yapısına giren kalsiyum tuzları, organik diş maketine yavaş yavaş çökelerek birikir ve kristalleşir. Bu birikme, anne karnındayken başlar.
Dişler meydana gelirken milyonlarca hücre, önce kalsiyum depolayıp ardından yan yana gelerek büyük bir blok oluşturur. Bu bloğun şeklini de yine bloğu inşa eden hücreler belirlerler. Bu noktada büyük bir yaratılış mucizesi gerçekleşir. Örneğin alt damakta bulunan hücreler, kendilerinden uzakta bulunan üst damaktaki hücrelerin nasıl bir şekil inşa ettiklerini çok iyi bilirler. Her iki hücre grubu da ürettiği dev bloğu, kendisine karşı gelecek blokla birbirlerine en uygun şekilde üretirler. Böylece çene kemiği kapandığı zaman üst damakta bulunan bir azı dişi ile alt damakta bulunan bir azı dişi birbirlerine en uygun şekilde otururlar. Herhangi bir uyumsuzluk olması insan için rahatsızlık verici durumlar oluşturur. Ancak böyle bir uyumsuzluk -hastalık durumları dışında- olmaz ve 32 kalsiyum bloğundan oluşan kompleks yapı, birbirlerine en uygun şekilde inşa edilir. Açıktır ki vücuttaki bütün hücrelere olduğu gibi dişleri oluşturan hücrelere de sahip oldukları özellikleri veren üstün güç sahibi Yüce Allah’tır.