Müziği dinlerken onun verdiği ritmden zevk alan, bir yemeği tadarken ondan hoşlanan veya onu lezzetsiz bulan, karşısındaki insanı seven, ona şefkat duyan, kendi benliğini araştıran, kendi beynini laboratuvarda inceleyen, keşifler yapan, problemler çözen, başarılarıyla sevinen, karar veren, beste yapan, kitap yazan varlık acaba şuursuz tesadüflerin sonucu meydana gelmiş olabilir mi?
Acaba hangi rastgele kimyasal olay bir insana güzel davranmayı, ince düşünceli olmayı, fedakarlık yapmayı öğretebilir?
Acaba hangi rastgele olay sonucunda insan bir şeyleri öğrenme, aklında tutabilme, karşısındakini eğitme, devletleri yönetebilme yeteneğine sahip olmuştur?
Evrim teorisyenleri tüm bu sorulara bir açıklama getirememiş ve (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın varlığını inkar etmek için ortaya attıkları evrim yalanı, Allah’ın olağanüstü eserlerinden olan “bilinç” karşısında yerle bir olmuştur.
Evrim taraftarları, Darwin zamanında açıklamasız olan bilinç konusuna Darwin’den sonra çeşitli şekillerde açıklama getirmeye çalıştılar. Hayali ilkel insanların birbirleri ile iletişim kurmaya, avlanmaya ve alet yapmaya başlayarak beynin evrimini sağladıklarını iddia ettiler. Beynin hayali gelişimi ile birlikte dilin evrimleştiğini, konuşma becerisinin beraberinde bilincin meydana geldiğini ve bu şekilde insanı diğer hayvanlardan ayıran en önemli farkın ortaya çıktığını savundular. Bu iddiaların hiçbiri bilimsel bir dayanak bulamadı. Fosil kayıtları bunların herhangi birine delil oluşturabilecek tek bir bulgu bile vermedi. Dil ve bilinç üzerine yapılan bilimsel çalışmalar ve deneyler, böylesine bir gelişimin tesadüfen gerçekleşmesine dair tüm olasılıkları ortadan kaldırdı. Darwinistlerin ellerinde sadece iddiaları vardı. Bu iddialar, tüm evrimci kitaplarda az-çok benzer şekilde, müthiş bir senaryo dahilinde anlatılıyor ama hiçbir evrimci kaynak buna bilimsel bir delil sunamıyordu. Bu içler acısı durumun tek bir açıklaması vardır: Çünkü böyle bir evrim yaşanmamıştır.
Darwinistler “ortaya çıkma olgusu” adında bir faktörün bilincin evriminde etkili olduğunu savundular. Darwinistlere göre, bir rastlantı, hiç beklenmeyen bir başka şeyin ortaya çıkışına yol açabilirdi. Bunun klasik bilimsel örneğinin ise “su” olduğunu iddia ettiler. Buna göre, oksijen ve hidrojen kendi başlarına suya benzer bir özellik taşımamakta, ancak belli bir oranda birleştiklerinde ortaya çıkan su molekülleri önceden tahmin edilemeyen çeşitli özellikler ortaya koymaktadır. Evrimciler bu durumu insanın bilinci konusuna uyarladılar ve insan bilincinin kökeninde, beyin kimyasında meydana gelen rastlantısal bir değişimin yattığını iddia ettiler. Hiçbir şekilde test edilemeyen, hiçbir bilimsel kanıta sahip olmayan böyle bir iddiayı, çözümsüz kaldıkları bilinç konusuna uyarlamak, çaresizliklerinin çok açık bir göstergesiydi.
Bu elbette son derece mantıksız ve teknik anlamda imkansız bir aldatmacadır. Çünkü herkes gayet iyi bilir ki, insan bilinci su örneğindeki gibi fizik kurallarına bağlı bir hadise değildir. Bir insanın, bir çileği görünümü, kokusu ve tadı ile gözünün önüne getirebilmesi, aile yakınlarının görüntülerini ve seslerini sanki yanındaymış gibi algılayabilmesi, beynindeki atomların daha önce bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak için hareketlenmelerinin bir sonucu değildir elbette. Tüm bunları gerçek gibi algılaması, insanın dileğidir, isteğidir ve o sırada düşündüğü şeydir. Fiziksel niteliği olan atomların farklı şekillerde birleşerek metafizik bir kavram olan “bilinci” ortaya çıkarmaları imkansızdır. Bu yalnızca Darwinistlerin yaşadığı bir hayal, gerçekleşmesini çok istedikleri bir dilektir ama bilinç, evrimin saçma ve delilsiz iddiaları ile kesin olarak açıklanamaz durumdadır.
Modern bilim, insan aklının, materyalistlerin iddia ettikleri gibi beyin hücreleri arasındaki alışverişten kaynaklanmadığını teyit etmiştir. Bir başka deyişle, insan bedeninde, bedenin kendi fonksiyonlarına ait olmayan ve fiziksel bir niteliği bulunmayan bir varlık vardır. Materyalist felsefenin bir ürünü olan ve maddenin mutlak varlığı dışında hiçbir açıklamayı kabul etmeyen evrim teorisi, maddesel varlığı olmayan insan ruhu karşısında tümüyle açıklamasızdır.
Bu noktada bir gerçeği tekrar hatırlatmakta fayda vardır: Evrim teorisinin, canlıların gelişimi ile ilgili olarak kanıtlanmış tek bir iddiası, delillendirilmiş tek bir örneği yoktur. Evrim teorisi, canlı tarihi üzerine yalnızca spekülasyonlara başvurmuş, sahte deliller kullanmış ve canlıların evrimleşmediğini ispat eden bilimsel ve paleontolojik gerçekleri örtbas etmeye çalışmıştır. Bu yolla, geçersizliği anlaşılmış fosil örneklerini propaganda malzemesi yapmış, onları ara geçiş örnekleri olarak göstererek insanları aldatmaya çalışmış ve hatta bu uğurda sahtekarlığa başvurmuştur. Evrimcilerin, canlıların hayali evrimi ile ilgili uçsuz bucaksız senaryoları ve masalları vardır. Ama bunların tek bir tanesi bile bilimsel olarak ispat edilememiştir. Dahası, bilim ve teknoloji, böyle bir evrimin imkansızlığını açıkça ilan etmiştir.
Evrimin içinde bulunduğu bu çıkmazlar arasında bilinç konusunu özel yapan, fiziksel hiçbir delil ile varlığı açıklanamayan bu konu üzerine evrimcilerin bir senaryo dahi geliştirememeleridir. Modern teknoloji ürünü, gelişmiş tarama cihazları, materyalistlerin, beyinde akıl meydana getiren bir bölge veya süreç beklentilerini boşa çıkarmıştır. İnsan aklına maddeci bir açıklama getirilememektedir.
Materyalist bakış açısına sahip olan kişilerin bu arayışlarının nedeni bilinci gerçek anlamda kavrayamamalarıdır. Bu gibi insanlar ruh sahibi olduklarını, bir şuurla hareket ettiklerini anlayamamaktadırlar. Darwinizm’i savunmalarının tek sebebi budur. Eğer bilinç gibi olağanüstü bir varlığın farkında olsalar, bir ruh taşıdıklarını anlasalar, Darwinist olmaları imkansızdır. Bu tümüyle metafizik bir gerçektir.
Darwinistler, indirgenemez komplekslikteki bir insan gözünün tesadüfen evrimleştiğini ve ışığı algılama yani “görme” özelliğine tesadüfen sahip olduğunu iddia etmektedirler. Renkleri gören, çevresindekileri algılayabilen, bunlar hakkında yorum yapabilen insanı söz konusu tesadüflerin, hücresel etkileşimlerin bir sonucu olarak görmektedirler. Gözdeki hücrelerin dışarıdaki ışığı yakaladığını ve bizlere renkli bir dünyanın sunulması için bu mekanizmanın ve beynin varlığının yeterli olduğunu iddia etmektedirler. Ama bu hücrenin bir görüntüyü fark edip bunu algılayabilmek için açılıp kapanması, bir şuurla karar vermesi, kısacası ruhun emrine uyarak hareket etmesi gibi bir olağanüstülüğü kavrayamazlar.
Hiçbir Darwinist, kendisinde var olan şuuru hissetmez. Bunu hissederek Darwinizm’i savunması imkansızdır. Kendisindeki şuuru hissederek, sadece bir hücre yığınından ibaret olduğunu, bakteriden türeyip bu hale kadar geldiğini, sahip olduğu ve algıladığı her varlığın şuursuz tesadüflerin eseri olduğunu iddia etmesi imkansızdır. Normal şuur ve vicdanla bunu iddia etmesi mümkün olamaz. Darwinistler, içlerinde gören, düşünen, akleden, yorum yapan, seven, sevinen, üzülen bir varlık olduğunun farkına varamamaktadırlar. Farkına vardıkları anda, maddeyi ilahlaştırma düşüncesinden hemen vazgeçeceklerdir.
Bir insanın yeşil rengi görmesi, karşıdan gelen arkadaşını tanıması, onu görmekten dolayı sevinç duyması artık bilimin içine giren bir konu değildir. Fiziğin ötesinde bir gerçektir. Bu, fiziksel veya maddesel hiçbir sebep ve kavram ile açıklanamaz. Kendisinde olan bilinci fark eden bir insan için ise, her şeyin mutlak maddeden ibaret olduğunu iddia edip savunmak imkansızdır. İşte bu nedenle, Darwinistlerin sahip oldukları şey apayrı bir düşünce yapısı, apayrı bir algılama şeklidir. Kuşkusuz doğrusunu Allah bilir.
Allah Kuran’da, böyle insanların, mucize görseler bile inanmayacaklarını şu şekilde haber vermiştir:
“Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar.” (Enam Suresi, 111)
Normal düşünen bir insan için, kendi içindeki şuuru algılayıp fark eden “ben”i görebilmek, beyninin dışında bir bilince sahip olduğunu anlayabilmek son derece kolaydır. Ama Darwinistler, farklı bir düşünce yapısına sahip olduklarından hem maddenin dışında bir şuurun varlığını, hem de kendilerine ait olan bilinci görememektedirler. Herhangi bir Darwinist üzerinde bunu görmek, bunu gözlemlemek oldukça kolaydır.
Evrimcilerin tesadüflerin, rastgele ve bilinçsizce meydana gelen etkilerin, nasıl bilinç var ettiklerini açıklamaları gerekmektedir. Şuursuz olayların, nasıl şuurdan daha üstün davrandıklarını, nasıl bilinçli bir varlığın yapabileceğinden daha fazla bilinç ortaya koyabildiklerini izah etmeleri gerekmektedir. Eğer iddia ettikleri evrim doğruysa, önce bilimsel deliller getirmeleri, sonra tüm bu mantıksızlıkları açıklığa kavuşturmaları gerekmektedir. Evrimciler, buna bilimsel bir açıklama getirebilmiş değildirler. Bilinçsiz olayların bilinç meydana getirdiği ikilemine bir çözümleri yoktur. Bu konuyla ilgili yazılmış evrimci kitaplarda, binlerce evrimci makalede ve konferansta bunun açıklamasını yapamamışlardır.
Salt maddenin varlığına dair geliştirilmiş olan teori, maddenin dışındaki bu mucize karşısında müthiş bir şok yaşamaktadır. Allah’ın varlığını inkar etmek için ortaya atılmış bu yalan, Allah’ın olağanüstü eseri “bilinç” karşısında yerle bir olmuştur. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah Katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.” (İbrahim Suresi, 46)
Farklı işleyen özel bir düşünce sistemi, Darwinistleri maddeye bağımlı yapmakta, bunun dışındaki açıklamaları reddetmelerine sebep olmaktadır. Ancak normal bir bilince, sağlıklı bir düşünce sistemine sahip bir insan, dünyanın bir algılar bütünü olduğunu ve bunu algılayan “ben”in dışarıdaki ışıktan, beyinden, kulaktan, gözden, elektrik sinyallerinden farklı bir şey olduğunu rahatça görebilir. Dışarıdaki ışık, gördüğümüz kırmızı rengin sebebi olabilir ama onun kırmızı olduğunu fark eden, bunu tanıyan, kırmızının ne olduğunu bilen “ben”in bir açıklaması olmalıdır. Normal düşünebilen bir insan, tüm bu algıların ruha ait olduğu sonucunu hemen çıkaracaktır. Çünkü böyle bir insan, kendi sahip olduğu bilincin, “ben” dediği şuurun farkındadır. Böyle bir insan, tüm maddeci açıklamaların mantıksızlığını ve geçersizliğini kolaylıkla görebilir. Darwinizm’in ne büyük bir yanılgı olduğunu hemen fark edebilir.
ADNAN OKTAR: “Eğer bedenimizi yaratan şey beynimizse…” demişler, beyin yaratmıyor tabii ki. Allah beyin diye bir organı vesile ediyor. Beyin, bir avuç etten, yağdan oluşmuş et parçası. Beyinde bir şey yok. Beyin sadece aklın ihtiyarı kalkmasın diye sebep olarak ortaya konuyor. Yoksa kan damarlarıyla dolu, yağlı lop et. Bir şey yok beyinde. Sinir lifleriyle dolu bir şey. Bilinç, bilincin evrimi, yani ruhun evrimi diyorsun bu konuya girdin mi zaten biteceksin.
Ruh evrim geçirecek gibi bir şey değil ki. Ele alınamıyor, gözlemlenemiyor, laboratuvara konamıyor. Çünkü bilince sen tabisin, bilinç sana tabi olmuyor hiçbir zaman için. Bilinç seni yönlendiriyor, sen bilinci yönlendiremiyorsun. Laboratuvarda bir şey incelendiğinde bilincinin içinde inceleyebiliyorsun. Bilinç seni kontrol ediyor, sen bilinci kontrol edemiyorsun. Bilinç; görme, duyma, işitme, dokunma, koklama, hepsinin mükemmelliğinden oluşan şuur, yani ruhtur.
Ruhun yorumu, madde. Allah öyle inan dediği için biz maddeye inanıyoruz, var kabul ediyoruz. Maddenin dışarıdaki varlığını gören yok, bilen yok, nasıl olduğunu da bilmiyoruz. Bilim adamları diyorlar ki; “dışarıda olduğunu tahmin ettiğimiz, inandığımız madde simsiyah ve saydam.” Eğer ışık olmasa zaten göremeyiz. “Işık olduğunda da saydam” diyorlar. Dolayısıyla dünyaya baktığımızda bir cam bloğa bakmış gibi oluyoruz. Hiçbir şey yok. Bir cam küreye nasıl bakarsın? Dünyaya baktığında da bir cam küreye bakar gibi, hiçbir şey yok. Simsiyah karanlığın içinde, bir cam küre düşünün, öyle.
Bilincimize gelince, Allah onu bize böyle gösteriyor. Evrimciler ruha da evrim geçirtmeye çalışıyorlar. Bilinci de evrimleştirmeye uğraşıyorlar. Kendilerince ruhu evrimleştirecekler.
Ruh sana hakim, ruh sana öğretiyor her şeyi. Ruha ders vermeye kalkıyorlar. Ruhun içinde bir hiçliksin sen. Hiçlik olarak oturuyorsun ruha ders vermeye kalkıyorsun. Ruhundaki kodlanmış bilgiyi söylüyorsun sen. Evrimleşmeden falan bahsediyorsun ya; ruhun kodlanmış olarak onu sana söylüyor. Allah tarafından söyletiliyor. Sen ruhun esirisin, hiçbir yere kıpırdayamazsın. (Sayın Adnan Oktar’ın 24 Haziran 2012 tarihli A9 Tv röportajından)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.