30 Ocak 2011 Pazar
Işık ve Karanlık
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır... (Enam Suresi, 1)
Bizim görebildiğimiz ışık, ışık yayan enerjinin çok küçük bir bölümüdür. İnsanın göremediği, fakat ışık yayan başka enerji çeşitleri de mevcuttur: Kızıl ötesi, ultraviyole, X ışınları ve radyo dalgaları gibi. Ve insan ışığın bu dalga boyları karşısında kör konumundadır.
Kuran'da "karanlık" kelimesinin her defasında "karanlıklar" olarak ifade edilmesi de bu bakımdan dikkat çekicidir. Arapçada "zulumat" olarak ifade edilen"karanlıklar" kelimesi, Kuran'da 23 ayette çoğul biçimde kullanılmıştır. Tekil olarak ise hiç kullanılmamıştır. Kuran'da karanlık kelimesinin bu kullanımı bizim görebildiğimiz ışık aralığının dışında da, farklı ışık çeşitleri olabileceğine dikkat çekmektedir.Buradaki çoğul ifadenin sebebini bilim adamları yakın tarihlerde keşfetmişlerdir. Dalga boyları, elektromanyetik ışınım olarak bilinen enerjinin farklı şekilleridir. Elektromanyetik ışınımın tüm farklı şekilleri, uzayda enerji dalgaları şeklinde hareket ederler. Bu, bir gölün üzerine atılan taşların oluşturduğu dalgalara benzetilebilir. Ve nasıl, bir göldeki dalgaların farklı boyları olabiliyorsa, elektromanyetik ışınımın da farklı dalga boyları olur.
Evrendeki yıldızların ve diğer ışık kaynaklarının hepsi aynı türde ışın yaymazlar. Bu farklı ışınlar, dalga boyuna göre sınıflandırılır. Farklı dalga boylarının oluşturduğu yelpaze ise çok geniştir. En küçük dalga boyuna sahip olan gama ışınları ile, en büyük dalga boyuna sahip olan radyo dalgaları arasında 1025'lik (milyar kere milyar kere milyarlık) bir fark vardır. Güneş'in yaydığı ışınların tamamına yakını, bu 1025'lik yelpazenin tek bir birimine sıkıştırılmıştır. Bu sayının büyüklüğünü daha iyi kavramak için bir karşılaştırma yapmak yerinde olur. Eğer 1025 sayısını saymak istersek, gece gündüz hiç durmadan saymamız ve bu işi Dünya'nın yaşından 100 milyon kez daha uzun bir zaman boyunca sürdürmemiz gerekirdi. Evrendeki farklı dalga boyları, işte bu kadar geniş bir yelpaze içine dağılmıştır. Güneş'ten yayılan farklı dalga boyları ise, %70'i 0.3 mikronla 1.50 mikron arasındaki daracık bir sınırın içindedir. Bu aralıkta üç tür ışık vardır: Görülebilir ışık, yakın kızılötesi ışınlar ve yakın morötesi ışınlar. "Görülebilir ışık"olarak adlandırılan bu ışınlar, elektromanyetik yelpazenin 1025'te 1'inden bile daha az bir aralıkta olmalarına rağmen, güneş ışınlarının toplam %41'ini oluşturur. Bu ise gözlerimizin görebildiği elektromanyetik dalgaların, ışık tayfının küçük bir bölümünü meydana getirmesi demektir.
Semenderlerin Kolları ve Bacakları Koptuğunda Tekrar Yeni Kol ve Bacak Oluştuğunu Biliyor Muydunuz?
Kertenkelenin kuyruğu koptuğunda, yenisinin çıktığı hemen hemen herkes tarafından bilinir. Kertenkelenin kuyruğu gibi semenderlerin de, kolları, bacakları koptuğunda yenisi büyür.
Doğada bazı canlılarda görülen bu yenilenme özelliğine “rejenerasyon” denir. Rejenerasyon, canlılarda sınırlı bölgelerde varolan bir özelliktir. Örneğin, insanlarda deri tabakasının ve kan hücrelerinin periyodik olarak kendini yenilemesi, zarar gören karaciğerin yeniden büyümesi gibi.
Fakat sadece belirli bölgelerle sınırlıdır bu oluşum. Mesela kertenkelenin sadece kuyruğu için geçerlidir. Vücudunun başka
Bir semenderin kolu, hangi noktadan koparsa kopsun, yaklaşık 40 günde tam ve eksiksiz olarak eski halini yeniden alır. Üstelik kesilen kemik, tam da kesilen yerden devam eder; organ kesilmeden önceki uzunluğuna ve yapısına ulaşır. Sinirler, kaslar, deri, kemik, kan damarlarının dağılımı, kısaca bütün dokular, tam ve eksiksiz olarak önceki halini alır.
Blastema ‘geriye programlama’
Yakın zamanda yapılan deneyler, bu birkaç mm’lik alanda hücrelerin kesimden kısa süre sonra kendilerini geriye doğru programladığını ortaya çıkardı. Yani bu bölgedeki hücreler, kök hücre benzeri özellikler kazanırlar.
Kemik, bağdoku, kas ve yeni kolu oluşturacak bütün dokular yeniden yapılanır. Rejenerasyon için ‘mutlaka ve mutlaka’ gerekli olan bu geriye programlanmış hücreler topluluğuna “blastema” denir.
Sinirler şart
Rejenerasyonun gerçekleşmesi için mutlaka sinirlerin varlığı gereklidir. Eğer semenderin kolu kesilmeden önce uzvundaki bütün sinirler alınırsa, rejenerasyon asla gerçekleşmez.
Ancak çok şaşırtıcı birşey mümkün olmaktadır. Koldaki ana sinir, cerrahi müdahaleyle çıkartılıp, kolun yanındaki bir yaraya bağlanırsa, bu noktada yeni bir kol daha büyümeye başlar.
Hücreler doğru yönü biliyorlar
Bilimadamlarının bir türlü açıklayamadıkları bu
Hormonlar:
Hormonlar her zaman canlılarda vücut gelişimi için hayati öneme sahiptir. Beynin hormon salgılayan bölgesi olan hipofiz bezi alınmış semenderlerde, rejenerasyonun gerçekleşmediği görülmüştür.
Bu da göstermektedir ki, tek bir noktadaki eksiklik sistemin bütününün iptal olmasına sebep olur. Yani semenderin kopan kolunun yeniden yapılanması için mutlaka onun vücudunda hazır bir program halinde bulunan özelliklerin eksiksiz olarak var olması şarttır. Tek bir tanesinin eksikliği durumunda bu şaşırtıcı ve mükemmel olay gerçekleşmez.
Tesadüfler bu muhteşem sistemlerin açıklaması olamaz
Tesadüflerle canlıların evrimleştiği iddiasıyla ortaya çıkan Darwinistler açısından bu oluşumun bir açıklaması yoktur. Onlar, milyonlarca yıl içerisinde, yavaş yavaş çeşitli aşamalarla canlıların özelliklerini geliştirdikleri iddiasındadırlar. Halbuki bizler doğada hangi canlıyı incelersek inceleyelim, varolan özelliklerin tek bir tanesinin eksikliği durumunda tüm sistemin iptal olduğunu görürüz. Dolayısıyla böyle bir yapının tesadüfen evrimleşmesi imkansızdır.
Örneğin, semenderin sinirlerinin olmaması veya beynindeki hipofiz bezinin eksikliği durumunda rejenerasyon kesinlikle mümkün değildir. Yüce Allah’ın yarattığı bu canlıda, Allah’ın yarattığı tüm sistem ve özelliklerin tümünün aynı anda eksiksiz olarak bulunması şarttır. Tek bir tanesi olmadığında o sistem işlemez. Bunu o canlının hücrelerine, DNA’sına kodlayan, o hayvana sonsuz yaratma gücüyle dilediği özellikleri veren Alemlerin Yaratıcısı olan Yüce Rabbimizdir.
Rabbimiz yarattığı her canlının bedeninde mükkemmel ve kusursuz işleyen bir program var etmiştir. Eğer canlılarda ‘rejenerasyon’ sistemi olmasaydı yaşam mümkün olmazdı.
Örneğin, insan derisinde meydana gelen en ufak bir tahribat, hemen ölüme yol açan bir duruma sebebiyet verirdi. Herhangi bir yerimiz kesildiğinde, üst dokuda hemen kabuk oluşumuyla bir tamirat süreci başlar ve cildi mikroplara, enfeksiyon oluşumuna karşı koruyan özel bir savunma sistemi devreye girer. Eğer vücutta böyle mükemmel bir savunma sistemi olmasaydı zincirleme birbirini takip eden ölümcül fiziksel olaylar meydana gelirdi.
Tüm varlıkları tüm mükemmel sistemleriyle yaratan Yüce Allah’tır
Allah canlıları, muhteşem sanatı ile yaratan, mükemmel bir dengede tutan, üstün Kudreti ile onları yoktan var edendir. Rabbimiz, ölümü de hayatı da var eden, “Hayy” –hayat veren- sıfatının sahibidir. Bir canlının organizma olarak eksiksiz ve mükemmel olarak tamı tamına tüm gereksinimleriyle bir arada bulunması yeterli değildir. Onun ‘canlılığa’ sahip olması için mutlaka “Hayy” sıfatının Sahibi Rabbimiz’in verdiği ruha ihtiyacı vardır. Örneğin bir beden bir bütün olarak, tüm organlarıyla mükemmel ve eksiksiz olarak dursa da, o bedene Alemlerin Rabbi olan Allah’ımız Ruh’undan üflemedikçe, o beden hayat bulmayacaktır. Yoksa etin, kemiğin, dalağın, organların bir araya gelmesi canlılığın oluşması için yeterli değildir. O canlıya, tüm hücrelerinin içindeki moleküllerine kadar hayat veren, Alemlerin Yaratıcısı olan, dirilten ve öldüren Yüce Rabbimiz’dir.
Rabbimiz bizlere dünyada, sonsuz güzellikte eserler yaratmaya kadir olduğunu bu gibi örneklerle gösterir. Düşünmemizi sağlar. Cenab-ı Allah sadece sınanmamız için yaratılan, geçici olan bu dünya hayatının da eksikliklerini kullarına daima gösterir. Asıl hayat ahirettir ve Allah ahirette sonsuz hayatı kullarına nasip edecektir. Dünyadaki her yaratılış örneği, ahireti ve Allah’ın yaratma sanatını düşündürmek için Allah’ın yarattığı vesilelerdir.
Rabbimiz canlılardaki bu harikalıkları bizlere birer iman hakikati olarak gösterir. Ayette, Rabbimiz, Bakara Suresinin 269’uncu ayetinde “Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” diye buyurmaktadır.
Hikmet için akıl gerekir. Görebilen bir iç göz, duyarlı bir kalp gerekir. Ayette Rabbimizin buyurduğu gibi, ancak temiz akıl sahibi olanlar, hiçbir etki altında kalmadan gördüklerini tamamen bağımsız ve açık bir şuurla değerlendirenler Allah’ın yarattıklarından öğüt alıp, bunların hikmetini kavrayıp, gerçeği fark ederler.
Kaynak: NTVBLM / Aralık 2010
Hayvanların Göç Öncesi, Kendilerini Yolculuğa Hazırladıklarını Biliyor Muydunuz?
Hayvan aklının çok ötesinde bir beceri sergilenir.
Söz konusu hayvanlar, göç edecekleri yere ulaşmak için hiç bir zaman dolaylı yolları seçmez her zaman doğrusal bir çizgide ilerleyerek en kısa gidiş yolunu takip ederler. Mükkemmel bir yön bulma kabiliyetleri vardır.
Ancak bu kabiliyeti onlara veren, onlara yapmaları gerekenleri ilham eden elbette ki merhametlilerin en Merhametlisi olan Yüce Rabbimizdir. İnsanların, teknik donanımlarla, özel araştırmalarla, özel ölçümlerle hesaplayabildikleri şeyleri onlar tam bir kusursuzluk içinde tayin edebilirler. Bunlar elbetti ki her canlıyı muhteşem özelliklerle Yaratan Rabbimiz’in eseridir.
Hayvanlar göç için, hava koşulları açısından en iyi zamanlamayı yaparlar. Bu zamanlama, gidiş şartları açısından da ulaştıkları bölgenin şartları açısından da en uygunu olur. Yolculuk öncesi mutlaka hazırlık yaparlar.
Örneğin kuşlar, kilometrelerce mesafe katedecekleri göç hareketi öncesi ihtiyaçlarının çok üzerinde bir beslenme programına girerler. Vücutlarında iyice yağ depolamak için hiç durmadan beslenirler.
Uçuş süreleri boyunca, enerjilerinin dağılımını da çok iyi ayarlarlar. Yolculuk esnasında enerji tasarrufu sağlayan uzun süreli uçuş hareketleri yaparlar.
Tüm bunların yanı sıra göç zamanlarında irade kullandıkları, normal zamanlarda kendilerine son derece cazip gelecek bazı avantajları görmezden gelip geçtikleri gözlemlenmiştir.
Örneğin, Tierra del Fuego’dan Alaska’ya doğru yol alan bir kutup sumrusu, Monterey Körfezi’ndeki kuş gözlem gemilerinden atılan ringa balıklarını görmezden gelir. Yerli martılar balıkları kapışırken, sumrular uçup giderler. Çünkü ulaşmaları gereken bir hedefleri vardır. İçgüdü, canlılara Allah’ın ilhamıdır.
Biyolog Hugh Dingle, kutup sumrularının gösterdiği bu eşsiz davranışa şu sözlerle açıklama getirmeye çalışmaktadır:
“Göç eden hayvanlar, farklı koşullar altında kolaylıkla tepki verecekleri duyusal veri kaynaklarına yanıt vermezler. Bu hayvanlar ‘Yıldırım hızıyla oraya ulaşmalıyım’ fikrine kilitlenmiştir. Başka bir ifadeyle ve daha da az bilimsel şekliyle söylersek, bu kutup sumrusu aklının çelinmesine izin vermez, çünkü bu insanların hayranlık duyacağı içgüdüsel bir duyguyla hareket eder: daha büyük bir amaca hizmet etme arzusu.”
Özellikle Darwinistler, bu tip olağanüstü hayvan davranışlarını “içgüdü” olarak isimlendirip geçerler. Darwinistler, içgüdü ifadesiyle, buradaki üstün akla bir isim verdiklerini düşünür ve bu davranışların “doğal” olarak geliştiği izlenimini vermeye çalışırlar. Oysa içgüdü denen üstün güç, Allah’ın kontrolünde olan, Yüce Allah’ın isteği ve emirleriyle canlıya ilham olan muhteşem bir akıl tecellisidir.
Nitekim Darwin’in kendisi de, içgüdüler konusunda açıklamasız kaldığını çok kereler kabul etmiştir. Konuyla ilgili bir itirafı şöyledir:
İçgüdülerin birçoğu öylesine şaşırtıcıdır ki, onların gelişimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir. (Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s.273)
Hayvanlar bizim bilemediğimiz bir akla sahip. İnsan aklıyla hayvan zekasının arasında bir boyut farkı olduğunu anlıyoruz.
Tesadüflerle canlıların evrimleştiği iddiasıyla ortaya çıkan Darwinistler açısından elbette tüm diğer hayvan davranışları gibi bu davranışın bir açıklaması yoktur. Çünkü tesadüflerin eseri olan bir canlının, evrimcilerin iddialarına göre sadece önüne çıkanı tüketmesi, yaşamak için hayatta kalması, diğer canlılara karşı bir var olma mücadelesi içinde olması ve bu uğurda karşısındaki avantajı hiçbir şekilde ihmal etmemesi gerekir. Oysa buradaki canlılarda bir irade, fedakarlık, tercih ve hedef görülmektedir. Bir hayvanın büyük bir disiplin içinde göç programını belli bir süre içerisinde tamamlamaya çalışması, neslinin devamı açısından bunun şart olduğunun şuurunu taşıması ve bunun için fedakarlıklarda bulunması mümkün değildir. Elbette ki Alemlerin Rabbi olan Allah onlara yapmaları gerekeni ilham etmektedir. Onlar, kendilerini Yaratan’a teslim olmuş, Allah’ın muhteşem tecellileridir. Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle bildirir:
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)
Kutup sumrularının, Kuzey Kutup bölgesindeki çakıllı bir sahilde, diğer kutup sumrularıyla buluşup, başarıyla yumurtlayıp, yavruların büyütüleceği uygun yer, zaman ve koşulları bulmayı düşünmesi, üstün bir aklın varlığını sergiler. Bu aklı, söz konusu kuşlara atfedemeyeceğimiz açıktır. Onlarda tecelli eden bu üstün akıl ve şuur, yalnızca, tüm varlıkların Rabbi ve Sahibi olan Yüce Allah’a aittir. Bütün bunlar, evrende herşeye bir düzen içinde biçim veren Rabbimiz’in mükkemmel yaratma sanatını sergiler.
Dev galaksilerin muazzam düzeninden, yerin içindeki ufacık bir organizmaya kadar her şeyde kusursuz bir mükemmellik ve denge Yaratan Rabbimiz her canlıda sonsuz sanatının inceliklerini bizlere göstermektedir. Her canlıya ait her türlü bilgi, alemlerin Yaratıcısı olan Allah’ın Katında daima mevcuttur. Yeryüzündeki küçük, büyük her canlı, Allah’ın taktir ettiği özelliklerle yaşamakta, Allah’ın taktir ettiği şekilde rızıklanmaktadır.
Mülk Suresi’nin 19’uncu ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir.
28 Ocak 2011 Cuma
15 Milyon Yaşındaki Optik Tasarım
ABD'nin ünlü bilim dergilerinden New Scientist'te yayınlanan bir makalede, bir bilim adamının bir müzeyi ziyareti sırasında, 515 milyon yıldır bir kehribar içinde korunarak günümüze kadar gelmiş bir sinek fosilini inceleme fırsatı bulduğundan bahsedilmektedir. Bu bilim adamı, sineğin gözlerindeki bal peteğine benzer yapıları ve bu yapılar sayesinde, özellikle eğik gelen açılardaki ışığı çok daha iyi algıladıklarını fark etmiştir. Nitekim daha sonraları yapılan araştırmalarda bu hipotez doğrulanmıştır.
Bilim adamları bugün bu bulgular sayesinde, uydularda enerji sağlamak için kullanılan güneş panellerinden çok daha fazla verim elde etme imkanı sağlamışlardır. Çünkü güneş panellerinde en çok verim, paneller ısı ve ışık dalgalarını hiç yansıtmadığında alınabilmektedir. Sineğin korneasını inceleyen bilim adamları yeni bir anti-reflektör maddenin varlığını da keşfetmişlerdir. Işığın yansımasını engelleyen bu madde, güneş panelleri için çok uygun yapıya sahiptir ve üstelik bu panelleri sürekli olarak güneşe doğru çevirmeye yarayan pahalı ekipmanların da gerekliliğini ortadan kaldırmıştır.
Uzay teknolojisi bu tasarımı daha yeni keşfedip kopyalarken, sinek bu özelliğe milyonlarca yıldır sahiptir. Çok keskin, renkli görmeyi sağlayan bu benzersiz yapı, sineğin ne derece üstün bir yaratılış örneği olduğunu gösterir. Fakat bu örnekler sadece, aklını kullanabilen ve yaratılan her varlığın Allah'ın kontrolünde olduğunu anlayabilen yani iman eden insanlar için anlaşılırdır.
Yaprakların Renkleri Nasıl Değişir?
Ilıman iklimlerde sonbahar geldiğinde yaprakların rengi değişmeye başlar. Yapraklarda ortaya çıkan ve yeşilin yerini alan sarı, turuncu, kırmızı ve en sonunda kahverengi renkler, sarı ve turuncu pigment olan 'karoten'in eseridir. Bunun yanında "antosiyanin" adlı pigment de bu işle görevlidir. Bu üç pigment, bildiğimiz yaz çiçekleri de dahil olmak üzere yapraklara renklerini kazandıran maddelerdir.
Yeşil yapraklardaki klorofilin yeşilliği o kadar güçlüdür ki, yapraklarda bulunan karotenlerin sarı ve turuncu renklerini tamamen gölgeler. Sonbaharda yaprakları dökülen bitkiler yapraklarını dökmeden önce yapraklarındaki yararlı malzemeleri geri alırlar. Bu geri alma işleminin sonuçlarından biri olarak klorofil bozulmaya başlar. Bu aşamada klorofil baskın olduğu için renkleri ortaya çıkmayan sarı ve turuncu pigmentlerin etkisi ortaya çıkar.
Yaprakların ömrü dolunca, antosiyanin pigmenti çoğalmaya başlar; normal yeşili hafifçe kırmızı-mora doğru boyar. Antosiyanin pigmentleri renk olarak kırmızıdan mora değişim gösterirler ve kırmızı, mavi ve mor renkli bitki bölümlerinden tamamen onlar sorumludur. Isı düşük olduğunda bitki aşırı parlaklığa maruz kalınca bitkilerin büyük bir bölümünde antosiyanin seviyesi artmaya eğilimlidir. Sonbaharda bazı bitkilerde kırmızının artmasının sebebi budur. Bu pigmentler genellikle sarıdan turuncu ve kırmızıya doğru renk değiştirirler. Sonbahar hava koşullarına ek olarak renk gelişimi büyük ölçüde bitkinin türüne bağlıdır. İşte sonbahar manzaraları dediğimiz çarpıcı güzellikteki görüntüler bu pigmentlerin eseridir.
Bu renk değişiminden kısa bir süre sonra da bütün yapraklar dökülür ve ağaç dalları çıplak kalır. İlkbaharda yeniden dirilene kadar ağaç artık ölmüş sayılır. Çünkü bütün yaşamsal fonksiyonlarını minimuma indirmiştir. İnsana ölümü hatırlatan ve ayette belirtildiği gibi öldükten sonra dirilişin bir delili olan yaprak dökümü, birçok mucizevi olayın gerçekleştiği bir dönüşümdür. Allah Kuran'da bu durumu şöyle bildirir:
"O ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da yeri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız. " (Rum Suresi, 19)
27 Ocak 2011 Perşembe
Fosiller Evrimi Yalanlıyor
YAŞ: 100 milyon yıllık
DÖNEM: Kretase
BULUNDUĞU YER: Taza Bölgesi, Fas
Clypeasteroida, deniz yıldızları, krinoidler, deniz salatalıkları gibi Ekinodermata (derisi dikenliler) filumuna ait bir canlı türüdür. Yaklaşık yarım milyar yıldır varlıklarını devam ettiren bu canlılar, evrim teorisine büyük bir darbe indirmektedir. Yüz milyonlarca yıldır değişmeyen yapılarıyla Clypeasteroida, canlıların diğer türlerden aşama aşama geliştiklerini iddia eden evrim teorisinin geçersiz olduğunu söylemektedir.
Yürüyen Çalı
YAŞ: 45 milyon yıllık
DÖNEM: Eosen
BULUNDUĞU YER: Baltık, Kaliningrad, Rusya
Yürüyen çalı böcekleri kamuflaj ustasıdırlar. Görünümleri ağaç dalı veya yaprağını andırır. Üzerinde bulundukları daldan ayırt edilmeleri neredeyse imkansızdır. Bundan 45 milyon yıl önce yaşayan yürüyen çalı böcekleri de, bugünküler de kendilerini aynı sistemle düşmanlarından korumakta, aynı mükemmellikte kamufle olmaktadırlar. Söz konusu canlıların 45 milyon yıldır değişmeyen yapıları, evrim olmadığının açık delillerinden biridir.
Dans Sineği
YAŞ: 45 milyon yıllık
DÖNEM: Eosen
BULUNDUĞU YER: Baltık, Kaliningrad, Rusya
Canlıların var oldukları müddetçe hep aynı özelliklere sahip olduklarını, değişmediklerini ve evrim geçirmediklerini gösteren örneklerden biri de 45 milyon yaşındaki dans sineği fosilidir. Günümüzdeki dans sineklerinden hiçbir farkı yoktur.
Günün Güzel Konusu: İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?
Ancak insanların büyük bir çoğunluğu bu isteklerine, hiç emek vermeden, hiç akıl kullanmadan ve hiç sıkıntıya girmeden kavuşmak isterler. Dünyanın en güzel nimetleri daima hiç koşulsuz önlerine gelsin; insanlar kendilerine karşı olabilecek en güzel ahlakı göstersin; sıkıntı, zorluk, yokluk onlara hiç dokunmasın; her işleri olabilecek en kolay şekilde hallolsun; hayatlarının akışı hep en istedikleri şekilde gerçekleşsin; hastalıklar, eksiklikler, acizlikler, sabretmeyi, emek vermeyi, irade göstermeyi gerektirecek olaylar onlardan hep uzak olsun isterler...
Oysa Allah insanın ruhunda iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere karşı eğilim yaratırken, insanın bu sonuca ulaşmak için ‘emek vermesini’ de istemiştir. Allah, ancak hayatını akıllarını kullanarak, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak için çaba harcayarak geçiren kulları için cennet vadetmiştir. Kuran'da, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak isteyen insanların göstermekle yükümlü oldukları bu ‘bir ömür süresince, kesintisiz olarak gösterilecek olan ciddi çaba’nın önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır,umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
İşte bu, dünya ve ahiret hayatında güzellikler oluşmasını isteyen bir insanın asla unutmaması gereken kesin bir gerçektir. Müminin sorumluluğu, hayatının sonuna kadar Allah rızası için emek vermek, çabalamak, hayırlarda yarışmak ve bu uğurda yorulmaktır:
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.
Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 5 - 8)
Bir şeyleri istemek, ama bu yönde hiçbir çaba harcamadan oturup beklemek, müminin kendisine yakıştıracağı bir ahlak şekli değildir. Örneğin eğer İslam ahlakının dünyaya yayılmasını istiyorsa, bunun için çaba harcamalıdır. İnsanlar arasında iyiliğin yaygınlaşmasını istiyorsa, iyiliği en iyi yaşayan olup herkese örnek olmalıdır. Oturduğu yerin temiz ve düzenli olmasını istiyorsa, harekete geçip temizlik yapmalıdır. Dostluğu, saygıyı, sevgiyi yaşamak istiyorsa, ahlakını, sevilecek, saygı duyulacak, dost olunacak bir hale getirmelidir. Başkalarından güzel ahlak görmek istiyorsa, tavırlarıyla, sözleriyle güzel ahlakın tüm detaylarını insanlara öğretebilecek ve onları da teşvik edecek bir ahlak sergilemelidir.
Ancak bazen de bir insan elinden gelen her türlü çabanın en fazlasını gösterir. Ama dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, her istediğini elde edemeyebilir. Fakat Allah kullarına, şartlar nasıl görünürse görünsün, her halikarda yine de ‘umut içerisinde dua etmelerini’ bildirmiştir:
... O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Dolayısıyla inanan bir insan, istediği bir şey gerçekleşmese de, Allah'a olan güveninden ve Allah'ın sonsuz gücünü bilmesinden dolayı hayatının sonuna kadar bu yönde dua etmeye ve çaba harcamaya devam eder. Eğer isteği gerçekleşmiyorsa, Allah'ın bunda hayır ve hikmetler yarattığını; kendisi için en güzel ve yararlı olanı en iyi Rabbimiz'in bildiğini bilir. Ve gönül rahatlığıyla Allah'a teslim olur. Gösterdiği samimi ve ihlaslı çabanın Allah Katında ve sonsuz hayatında mutlaka en güzeliyle karşılık göreceğini ummanın tevekkülünü yaşar.
Allah Kuran'da, ‘hayatı boyunca istemekten bıkkınlık duymayan’ ancak ‘isteklerinin dışında bir durumla karşılaştığında da, hemen inancını ve umudunu yitiren, dağılan insanların varlığından’ da bahsetmiştir. İşte bu, gösterdiği çabayı, Allah'ın rızasını umarak değil, sadece nimete kavuşmak için gösteren kimselerin durumudur.
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.
Oysa ona dokunan bir zarardan sonra Tarafımız'dan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbim'e döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azaptan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)
İşte, hayatında iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere ulaşmak isteyen insanların bu önemli gerçekleri asla unutmamaları gerekir:
- İyiliği, güzelliği ve nimeti, ihlasla ve Allah rızası için istemek...
- Bir şeyi isteyip, sonra hiçbir çaba harcamadan, akıl kullanmadan, sıkıntılara göğüs germeden beklemenin mümin tavrı olmadığını unutmamak...
- İstekleri gerçekleşmese de, Allah'a güvenmekten asla vazgeçmemek...
- Asla ümit kesmemek; hayatın sonuna kadar Allah'a güvenip, umut ve korku arasında dua etmek...
Kandaki Koruma Görevlileri: Kompleman Molekülleri
Kompleman molekülleri 20 farklı proteinden oluşan moleküllerdir. Karaciğerde üretilir ve dolaşım sistemine oradan katılırlar. Normal şartlarda kanın içinde gelişigüzel ve etkisizce dolaşan hücrelerdir. Ancak uyarıldıklarında, aniden, gördükleri bütün hücreleri yok etme kararı alırlar.
Aldıkları bu uyarı tek bir kompleman hücresi kanalı ile vücuttaki sistemin tümüne yayılır. Uyarı ile vücutta dost düşman ayırımı yapmazlar. Bu nedenle vücudun kendi hücrelerine de bağlanıp onları yok etmeye de yönelebilirler. Ama vücut hücrelerini öldürmelerine izin yoktur. Çünkü vücut hücreleri, kendilerini koruma yeteneğine sahip hücrelerdir. Kompleman moleküllerini gördükleri anda adeta “tanırlar”.
Kompleman molekülleri bedene ait hücrelere değer değmez, vücudun kendi hücreleri onları etkisiz hale getirir. Böylelikle vücut kendi askerleri tarafından vurulmamış olur. Vücuda girmiş olan yabancı organizmalar ise, hiç beklemedikleri bu koruma görevlilerinin mutlaka saldırısına uğrayacaklardır. Kompleman moleküllerinden bir tanesi yabancı organizmaya bağlandığında, şekil değişikliğine uğrar. Bunu, kompleman molekülünün sahip olduğu ilk proteinin bakteriye bağlanması izler. Daha sonra, kompleman sisteme ait diğer proteinler de bakteriye teker teker bağlanırlar ve kompleman avcıları, istilacı bakterinin yüzeyini sarmış olur. Kompleman sisteminin son elemanı ise hücre zarına saldırmakla sorumludur. Bu adeta akıllı molekül, savunmasız kalmış bakterinin tek koruması olan hücre zarında bir delik açar. Saldırı sonrasında bakteri içine su alarak patlar. Bazen de kompleman molekülleri başka bir yöntem kullanırlar. Düşmanlarını ince bir zarla kaplar ve bu şekilde onları diğer yiyici hücreler için işaretlerler.
Bu örnekte de görüldüğü gibi, insan bedeninin her parçasında muazzam bir akıl hakimdir. Bu akla, bedeni koruyan, savunan, yaşatan her organizma sahiptir. Bedene ait hücrelerin, kompleman saldırganlarını tanımaları şarttır. Yoksa tek bir saldırı, insan yaşamını sona erdirebilir. Bu güçlü korumalarınsa her an görev başında olmaları gerekmektedir.
“Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Sizin Allah’tan başka Veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Bakara Suresi, 107)
24 Ocak 2011 Pazartesi
Penguenlerin Yalıtımları ve Uyku Tulumları
Teknolojik olarak en ideal ürünü elde etmenin yolu doğadaki canlıları detaylı olarak incelemektir. Çünkü Allah her şeyi en mükemmel şekilde yaratmıştır ve bunlar teknoloji için olabilecek en iyi modellerdir.
Uçan Sincaplar
Sincaplar, daha çok Avrupa kıtasındaki ormanlarda yaşarlar. Boyları 25 cm., yani sizin ellerinizle iki karıştır. Vücutlarının arkasında, hemen hemen kendi boyları kadar uzun yukarı doğru duran, geniş ve gür tüylerden oluşan kuyrukları bulunur. Sincap bu uzun kuyruğu sayesinde dengesi bozulmadan ağaçtan ağaca atlar.
Minik sivri tırnakları sayesinde ağaçlara tırmanabilen sincap bir dalın üstünde koşabilir, baş aşağı sallanabilir ve o şekilde ilerleyebilir. Özellikle gri sincaplar bir ağacın en uçtaki dalından 4 metre uzaktaki bir başka ağacın dalına bile rahatlıkla atlayabilirler. Havada uçarken de kollarını ve bacaklarını açarak adeta bir planör gibi hareket ederler. Bu esnada yassılaşan kuyrukları ise hem dengelerini sağlar hem de yönlerini ayarlayan bir dümen görevi görür. Hatta kendilerini 9 metre yükseklikten boşluğa bırakıp dört ayak üzerine yere yumuşak iniş yapabilirler.
Peki, ama sincap bu zor hareketleri nasıl başarmaktadır?
Tüm bunlar sincabın arka ayaklarını, mesafeleri çok iyi ayarlayabilen keskin gözlerini, güçlü pençelerini ve denge kurmasına yarayan kuyruğunu kullanması sayesinde olur. Peki, hiç düşündünüz mü, sincaba bu özellikleri veren kimdir? Sincap bu şekilde yaşaması gerektiğini nereden biliyor? Sincapların ailece ellerine cetvel alıp ormandaki her ağacın boyunu veya ağaç dallarını ölçmeleri mümkün olmadığına göre, sincaplar ağaçtan ağaca atlarken mesafeleri nasıl ayarlıyorlar? Ayrıca, sincaplar nasıl hiç bir yerlerini sakatlamadan ya da yaralanmadan bu kadar hızlı hareketlerle atlayıp zıplayabiliyorlar?
Elbette bunları yapanlar sincapların kendileri değildir. Hiç kuşkusuz bu sevimli hayvanları sahip oldukları bütün özelliklerle birlikte yaratan ve onlara bunları kullanmayı öğreten yaratıcımız olan Allah'tır. (www.hayvanlaralemi.net)
Kırılsa da Yenilenen Dişler
Sincapların bir insanın asla sahip olamayacağı keskinlikte ve sağlamlıkta dişleri vardır. Ağızlarının ön tarafında, sert maddelerin kemirilip kırılmasını sağlayan kesici dişler, arka uzun boşlukta ise azı dişleri bulunur. Biz bir cevizi kırmak istediğimizde, oldukça sağlam bir taş veya bu iş için özel olarak demirden yapılmış bir alet kullanırız. Bu minik hayvanlar ise ağızlarındaki keskin dişlerle bu işi kolaylıkla yapabilirler. (Harun Yahya, Hayvanlar Alemi)
Sincapların dişlerinin bir ömür boyu nasıl sağlam kaldığını veya dişleri hasar gören sincapların daha sonra nasıl beslendiklerini –fındık, ceviz yediklerini- hiç merak ettiniz mi? İşte, herşeyi mükemmel bir uyum içinde yaratan Allah, onların dişlerine çok önemli bir özellik vermiştir. Bakın şimdi çok şaşıracaksınız; çünkü sincapların dişleri kırılıp-aşınsa bile, yerine hemen yenisi çıkar. Aşınan dişler sürekli uzayarak alttan yenilenir. Dahası, Allah bu özelliği yalnızca sincaba değil, yiyeceklerini kemirmek zorunda olan bütün canlılara vermiştir.
Evrendeki Matematiksel Düzenin Hayatımızdaki Önemi Nedir?
Galaksilerde Görülen Eşit Açılı Sarmal Düzen
Evrende dikkat çeken geometrik şekillerden en önemlisi galaksilerde görülen “sarmal” düzendir. “Gökada” olarak da adlandırılan galaksilerin sarmal şekilleri, evrende gökbilimcilerin en fazla üzerinde çalıştıkları ve inceledikleri yapıların başında gelir. Evrendeki galaksilerin üçte ikisi sarmal şeklinde olduğundan, bu şekil evrende en sık rastlanılan galaksi biçimidir. Sarmal bir galaksi sürekli olarak kendi etrafında döner ve bu esnada kütle çekim ve merkezkaç kuvvetleri denge halindedir. Bu denge sayesinde galaksi kendi ekseni etrafında dönerken içinde bulunan milyarlarca yıldız uzaya savrulmaz, düzenli olarak bir arada durur. Galaksi, bir arabanın tekerleği gibi her tarafı eş zamanlı olarak dönmez. Merkezi kenarlarından daha hızlı dönmektedir. Bunun sonucunda da merkezden dışa doğru genişleyen sarmal bir şekil meydana getirir. Bu şekli inceleyen bilim adamları ise, galaksilerin içinde bu şekle bağlı olarak ortaya çıkan çok hassas matematiksel dengelerin meydana geldiğini tespit etmişlerdir.
Galaksilerdeki Altın Orana Benzer Yapılar
Yapılan incelemelerde galaksilerdeki sarmal kolların değişmez bir açısal hızla dönen yoğunluk dalgaları olduğu görülmüştür. Bu da galaksilerdeki sarmalların doğada görülen eşit açılı sarmallarla aynı geometrik temele sahip olduğunu göstermektedir. Örneğin yapılan astronomik araştırmalarda Güneş Sisteminin içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisinin eşit açılı sarmal şeklin geometrik özelliklerine sahip olduğu görülmüştür. ( J.P. Vallee, ‘The Milk Way’s Spiral Arms Traced By Magnetic Fields, Dust, Gas and Stars’, Journal of Astronomical Society, Volume; 454, s. 119-124) İşveçli astronom Carl-Gustov Danver da uzaydaki galaksilerin bu özel şekillerini incelemiş ve bunların logaritmik sarmal (eşit açılı) olduklarını belirtmiştir. (William Hoffer, ‘A Magic Ratio Recurs Throughout Art and Nature’, Orion, s. 36)
Sarmal Şekil Dengeyi Nasıl Sağlıyor?
Sarmal şeklindeki galaksilerin içinde bulunan fiziksel kuvvetler arasındaki denge şaşırtıcı niteliktedir. Bir galaksi, kütle çekim etkisiyle kütle merkezine doğru yoğunlaşarak gelişir. Merkez kütlesinin artışı buradaki kütle çekimini de artırdığından, galaksinin merkezi, merkezkaç kuvvet ve kütle çekimini dengeleyecek şekilde daha hızlı dönmeye başlayacaktır. Ayrıca merkezin daha hızlı dönmesi, kütlenin merkezde yoğunlaşmasını da engeller. Bu nedenle galaksideki tüm sistemin dengede kalabilmesi için, galaksinin, merkezindeki parçacıkları yavaşlatıp, kenardakileri hızlandırabilen özel bir mekanizmaya gereksinimi vardır. İşte bu mekanizma “eşit açılı sarmal şekil” tarafından oluşturulmaktadır. Çünkü eşit açılı sarmal kollar, böyle bir fonksiyon için oldukça uygun bir şekil oluşturmaktadır. (J.P. Vallee, ‘The Milk Way’s Spiral Arms Traced By Magnetic Fields, Dust, Gas and Stars’, Journal of Astronomical Society, Volume; 454, s. 119-124)
Allah Yoktan Var Edendir
Görüldüğü gibi pek çok galaksinin eşit açılı sarmal şeklinde oluşu aslında bu galaksilerin fiziksel açıdan dengede kalabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Bitkilerde ve deniz dibinde yaşayan canlıların kabuklarında altın orana bağlı olarak ortaya çıkan eşit açılı sarmalın uzayın derinliklerinde yer alan pek çok galakside de görülüyor olması hayret verici bir durumdur. Ayrıca galaksilerde görülen sarmal da tıpkı bitkilerde ve bazı hayvanların kabuklarında görülen sarmallar gibi, içinde bulunduğu yapının dengeli ve uyumlu olmasını sağladığından çok önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir.
Kuşkusuz evrenin var olduğu günden itibaren sahip olduğu bu düzenin ve dengenin hiçbir şekilde bozulmayışı Allah’ın sonsuz kudretinin delillerinden biridir. Her şeyi eksiksiz ve kusursuz olarak yaratma gücüne sahip olan Rabbimiz, altın oranı öylesine eşsiz ve fonksiyonel bir şekilde yaratmıştır ki, bu oran, içinde bulunduğu her sisteme ve biçime, insanda hayret uyandıracak derecede mükemmel bir estetik, biçimsel bir güzellik ve denge kazandırmaktadır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay'a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir. " (Araf Suresi, 54)
21 Ocak 2011 Cuma
İnsan Vücudu Makine Olsaydı.......
İnsan bedeni, yeryüzündeki en kompleks sistemleri barındıran yaşayan bir "makine" gibidir. Bu makinenin içinde en üstün teknolojilerden çok daha üstün teknolojiye sahip cihazlar, Allah'ın dilemesiyle hareket eden, konusunda uzmanlaşmış elemanlar, tam teçhizatlı askerler ve daha pek çok sistem mevcuttur. Vücut içindeki sistemlerde var olan bu düzeni, her noktada sergilenen üstün sistemleri yaratan, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hakimi olan Yüce Allah'tır.
“Ey insan, 'üstün kerem sahibi' olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, 'sana bir düzen içinde biçim verdi' ve seni bir itidal üzere kıldı.” (İnfitar Suresi, 6-7)
Beyin/Bilgisayar
Sinir hücrelerinin her biri bilgi aktarımı için özel birimlere sahiptir. Beyin, iyi bir bilgisayardaki mikroişlemcinin bilgi aktarımını sağlayan 4.5 milyon transistörün işini tek başına yapabilir. Bu sayı beyinde elektrik alışverişini yapan 10 milyar sinir hücresiyle karşılaştırıldığında çok zayıf kalmaktadır. Üstelik beyin tat ve koku sinyallerini algılayabilirken, henüz bunu yapabilen bir endüstriyel ürün mevcut değildir.
Kas ve Kemik/Klima
Kasların hareketi, soğuk havalarda vücudun ısınmasını sağlar. Kaslar bu yolla vücut sıcaklığının % 90'ını sağlayabilirler. Terleme ise fazla ısınma durumlarında ideal bir serinleme mekanizması olarak işler. Birbirini dengeleyen bu iki sistem her şekilde vücut sıcaklığını sabit tutmak için çalışır. Bu sistem, herhangi bir klimadan çok daha hızlı çalışır ve daha kesin sonuç alır.
Hormonlar/Posta
Vücutta her şey iletişim halindedir. Birçok mesaj büyük moleküllerden meydana gelen hormonlardan oluşur. Hormonların taşıdığı mesaj paketinin üstünde alıcının adresi yoktur. Hormonlar dolaşım sistemi ve nöronlar dağınık olarak gezerler. Ancak paket yine de yerine varır. Çünkü dosyayı alacak organlar, bu mesajları yakalayacak özel alıcılarla donatılmışlardır.
Böbrekler/Arıtma Tesisleri
Nefron adı verilen bir milyon kadar mini filtre sayesinde, insan böbreği günde 140 lt kan süzer. Dakikada ise yaklaşık 1 desilitre (bir litrenin onda biri) kadar kan, 80 yıl boyunca hiç durmadan bu süzme işleminden geçer. Sanayi atıkları için kullanılan arıtma tesisleri böbreklere oranla daha fazla kapasiteye sahiptirler. Ancak ömürleri böbreklerle kıyaslanamayacak kadar kısadır. Üstelik filtre ettikleri maddelerin yapısı kandan çok daha basittir. Böbrek, her türlü arıtma tesisinden daha kompleks ve verimlidir.
Organizmamız sayıları 200 milyarı bulan lenfosit (akyuvar) tarafından korunur. Askerler gibi onların da istihbarat sistemi, öldürücü savaş silahları ve özel savaş taktikleri bulunur. Ancak dünyadaki hiçbir ordu, savunma sistemi kadar dakik, kusursuz ve başarılı değildir.
Kalp/Pompalama Sistemleri
Henüz anne karnındayken atmaya başlayan kalp, dakikada 70-200 atışlık bir tempoyla yaşam boyunca hiç ara vermeden çalışır. Her çarpma arasında en fazla yarım saniye dinlenir. Bir gün içinde yaklaşık 10.000 kez atar. 60 kg. ağırlığındaki bir insanın kalbi dinlenme anında ortalama 6.5 lt. kan pompalar. Bir ömür boyunca kalp, hacmi 300 m3 olan 500 tane havuzu doldurabilecek kadar kan pompalar. Yapay pompalama sistemleri bir bakıma muhtaç kalmadan bu kadar uzun süre yüksek verimlilikte çalışamazlar.
Kol/Kepçe
Kol, bir kaldıraç gibi çalışır. Dayanak noktası olarak dirseği kullanır ve üzerindeki kasları büzüp-kasarak hareketi sağlar. Kepçeler de kolla aynı prensiple çalışır. Ancak kepçe ağırlık ne olursa olsun hep aynı eforu sarf etmek zorundadır. Oysa kol kasları kasılma miktarını, değişen ağırlığa göre ayarlayabilir.
Göz/Fotoğraf Makinesi
Gözün retina tabakası bilinen tüm maddeler içinde ışığa en duyarlı olanıdır. Işığı algılayan farklı tipteki hücreler, görüş alanındaki en iyi görüntüyü yakalayacak biçimde düzenlenmiştir. Göz ayrıca otomatik odaklama yapar ve dış ortamın ışık değerine göre hassasiyetini ayarlar. Bu gibi özelikleriyle göz, dünyadaki tüm kameralardan ya da fotoğraf makinelerinden çok daha üstündür.
Kulak/Hifi (Ses sistemi)
İnsanın iç kulağındaki kirpiksi hücreler, mikrofonun yaptığı gibi, havadaki titreşimleri elektrik sinyallerine çevirir. Kulak sadece 20-20000 Hz. arası frekanslardaki sesleri algılar. Bu aralık, insan için seçilmiş çok ideal bir aralıktır. Eğer insanın duyma aralığı daha geniş olsaydı, kişi bu kez yerdeki karıncanın ayak seslerini veya atmosferdeki yüksek frekanslı ses dalgalarını da algılayacaktı. Daimi bir gürültünün yaşanacağı böyle bir durum ise, gün içerisinde insan için oldukça rahatsız edici bir durum oluşturacaktı.
Hücre/Motor
Hücre, yakıt konusunda son derece tutumlu bir motordur. Yakıt olarak ATP olarak adlandırılan küçük molekülleri kullanır. Bu molekülleri kullanırken gösterdiği verimlilik ise, bilinen tüm motorlardan daha yüksektir. Ayrıca hücre, hiçbir teknolojik aygıtın yapamayacağı kadar çok ve karmaşık işlemi bir arada yürütür.
Atmosferi ve Toprağı Yenileyen Bitkiler
Soluduğumuz hava, %77 azot, %21 oksijen ve %1 oranında karbondioksit ve argon gibi gazların karışımından oluşan son derece hassas dengelere sahiptir. Ancak bu son derece hassas dengeler üzerine kurulu dünya atmosferi, hidrokarbonlar adı verilen kimyasallar tarafından kirletilir. Bunlar ağaç ve fosil yakıtlar gibi maddelerin yanmasıyla gün boyunca arabalardan çıkan egzoz gazları, evlerin bacalarından çıkan dumanlar, rüzgarla uçuşan tozlar, fabrikalardan yayılan kimyasal gazlardır. Ancak havada oluşan bu kirleticiler, Yüce Allah’ın yarattığı özel yöntemlerle temizlenir. Bu özel temizleyicilerden biri bitkilerdir.
Bitkiler, kendi besinlerini temin etmek için tıpkı bir kimya fabrikası gibi çalışırken veya yine kendi yaşamlarını sürdürmek için topraktaki suyu su pompası gibi çekerken, soluduğumuz havayı da Allah’ın yarattığı sistemlerle temizlerler. Aşağıda detayları anlatılan bu temizlik işlemi üstün akıl sahibi olan alemlerin Rabbi Allah’ın, kusursuz yaratışının delillerini bir kez daha gösterir. Rabbimiz canlılar üzerindeki hakimiyetini ve benzersiz yaratışını şöyle bildirir:
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Her şeyin Yaratıcısı’dır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.” (Enam Suresi, 102)
Bitkiler Atmosferi Bir Kimya Fabrikası Gibi Çalışarak Temizler:
Canlı yaşamının en temel gereksinmelerinden biri, beslenmedir. Bitkiler de yaşamın temeli olan bütün biyokimyasal süreçler için gerekli olan enerjiyi sağlamak zorundadır. Bu enerjinin kaynağı hücrelerde depolanmış olan besinlerin yanması, yani oksijenle birleşerek parçalanmasıdır. Bu parçalanma sırasında besin molekülleri arasındaki kimyasal enerji serbest kalarak açığa çıkar. İşte bitkiler topraktan aldıkları suyu, havadan aldıkları karbondioksit ile birleştirerek, şeker ve nişasta benzeri karbonhidratlara ve oksijene dönüştürürler. Fotosentez denen bu süreçte oluşan yüksek enerjili besinler dokularda depolanırken, oksijen dışarı atılır.
İşte “nefes almamızın” şartı olan oksijen, fotosentez olayı ile ışığın olduğu gündüz vaktinde bitkiler tarafından dışarı verilmeye başlar ve soluduğumuz hava temizlenir. Bitkilerin fotosentez işlemi sırasında, bir yıl içinde atmosfere verilen yaklaşık 147 milyar tonluk karbondioksit miktarının 129 milyar tonunu temizlediği saptanmıştır. Geriye kalan 18 milyar tonu ise okyanuslardaki organizmalar temizler.
Gün boyunca atmosfere yayılan tüm kirleticilere rağmen soluduğumuz havanın çok temiz olması, Yüce Allah’ın kurduğu bu mükemmel sistem vesilesiyle hiçbir aksama olmadan devam eder. Özellikle sabah vakitlerinde tüm insanlar tarafından çok net olarak hissedilen havanın temizliği “nefes alma” ve “sabah vakti” arasındaki bağlantı ile bir Kuran mucizesi olarak ayette bildirmiştir:
“Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha” (Tekvir Suresi, 18)
Bitkiler Su Döngüsünü Kontrol Altında Tutarak Havayı Temizlerler:
Bitkilerin atmosferi temizleme yöntemlerinden biri de dolaylı yoldan gerçekleşir. Fakat atmosferi temizleyen kar ve yağmur tanelerini oluşturan suyun döngüsüne olan katkısı bakımından bu oldukça önemlidir.
Bitkiler yağışla toprağa düşen ve toprak tarafından emilen yağmur veya kar sularını kendi ihtiyaçları için kullanmak üzere kökleri vasıtasıyla bünyelerine çekerler. Daha sonra ağaçların yapraklarından muazzam miktardaki su, terleme yoluyla buharlaşır ve atmosfere tekrar geri döner. Diğer bir ifadeyle bitkiler, topraktaki suyu vücutlarından geçirerek atmosfere ulaştıran benzersiz su pompaları gibi çalışırlar. Böylece su, toprağın derinliklerinde yok olmadan yeryüzünde sürekli bir devir yapar. Bu şekilde atmosferin mevcut su miktarı değişmez.
Atmosfere çeşitli kirleticiler tarafından yayılan kükürt dioksit ve azot dioksit gazları çeşitli kimyasal dönüşümlerden geçtikten sonra bulutlardaki su damlacıkları tarafından emilir. Daha sonra bu damlacıklar yeryüzüne yağmur, kar gibi yollarla düşerek tekrar toprağa karışırlar. Ancak bu işlem sırasında hava da temizlenmiş olur. Yağmur yağdıktan sonra havanın tertemiz ve taptaze kokmasının nedeni de işte budur; yağmur tanelerinin havadaki tüm tozları tutması ve toprağa indirmesi…
Yüce Allah birçok Kuran ayetinde yağmurun diriltici özelliğine işaret eder. Kuşkusuz yağmur sularının yeryüzünün ihtiyacı olan suyun sağlanmasında hayati önemi ve diriltici bir özelliği vardır. Ancak yağmur suları havanın temizlenmesi üzerinde üstlendikleri rol ile nefes almamızı sağlayarak bir başka açıdan diriltici bir etki oluştururlar. Ayetlerde bu diriltici etkiye de işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir)
“Oysa onlar, bundan önce (yağmurun) üzerine inmesinden evvel umutlarını kesmişlerdi. Şimdi Allah’ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir? Şüphesiz O, ölüleri de gerçekten diriltecektir. O, her şeye güç yetirendir.” (Rum Suresi, 49-50)
Burada anlatılan bilgiler doğrultusunda, görünüşte havanın temizlenmesinde kar veya yağmur sularının etkili olduğu düşünülebilir. Fakat bitkilerin bu suyun tekrar atmosfere kazandırılması sırasında üstlendikleri görev çok önemlidir. Çünkü bitkiler toprağın suyunu tıpkı bir su pompası gibi çeken bir mekanizmaya sahip olmasalardı yağışla toprağa düşen sular toprakta kalacak ve şu anda yeryüzünde bulunan kusursuz su döngüsünde önemli bozulmalar meydana geleceki. Ancak Yüce Allah yeryüzünde birbiri ile bağlantılı olarak çalışan çok mükemmel sistemler var etmiştir. Bu sistemler vasıtasıyla yarattığı tüm canlıları korumakta ve onlara çok üstün güç sahibinin yalnızca Zatı olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Kuran’da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir.” (Kaf Suresi, 6-8)
Bitkilerin Toprağı Temizleme İşlemi Nasıl Gerçekleşir?
Bitkilerin gereksinimi olan minerallerin görevleri ve toprakta bulunuş şekilleri farklıdır. Mineraller genellikle toprakta tek olarak bulunmadığı için, Yüce Allah bitkileri kendileri için gerekli olan elementleri topraktan seçip alabilecek sistemlerle birlikte yaratmıştır. Bitki kendisi için gerekli olan mineralleri iyon olarak emer. Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından bitkiler sadece kendi ihtiyaç duyduklarını alırlar. Bu mineralleri alabilecek olan organ köklerdir. Kökler özel olarak yaratılmış sistemleri ile bitkinin ihtiyacı olan iyonları kendi bünyelerindeki yüksek yoğunluğa rağmen kök hücrelerinden geçirerek pompalarlar. Bu şekilde kendileri için gerekli olan mineralleri alırken toprağı da temizlerler. Ancak bu işlem sırasında sadece ihtiyaçları için gerekli olan miktarını alırlar. Oysa bazen toprakta bitkilerin gereksiniminden çok daha fazla miktarda kirletici birikebilir. Bu kirleticilerin topraktan uzaklaştırılması ve temizlenmesi işlemi ise Yüce Allah’ın bazı bitkilerde özel olarak yarattığı sistemler ile gerçekleşir.
Bitkilerin Toprağı Temizlemek İçin Sahip Olduğu Özel Sistemler:
• Topraktan aldıkları kirleticileri taşıma özelliği ile temizleyenler: Bu bitkiler, ağır metallerin kök hücrelerde birikimini engelleyecek şekilde yaratılmışlardır. Ancak zehirli maddeleri kökleri yardımıyla dallarına ve yapraklarına taşırlar. Bu maddeler, bitki tarafından kullanıldıktan sonra yaprak ve dalların dökülmesi veya kırılıp kesilmesiyle tamamen topraktan uzaklaştırılırlar.
• Topraktan aldıkları kirleticileri biriktirme özelliği ile temizleyenler:Bunların diğer gruptakilerden ayrılan özelliği, metallerin köklerine girmesine izin vermeleridir. Çünkü bu bitkilerin kök hücrelerinde yüksek metal seviyesinin zehirli etkisini giderecek sistemler vardır. Bu sistemler oldukça yüksek metal birikimine izin verirler.
• Topraktan aldıkları kirleticileri sahip oldukları kimyasal sistemlerle temizleyenler: Çinko, mangan, nikel ve bakır gibi mikro elementler, bitkilerin büyümesi ve gelişmesi için gerekli olmasına rağmen, bu iyonların hücre içindeki yüksek değerleri zararlı olabilir. Ancak bu zararlı etkiyi gidermek için, bazı bitkiler iyon akışının düzenlenmesi (taşıyıcı aktiviteyi düşük iyon konsantrasyonu sağlaması ve yüksek konsantrasyonu önlemesi için uyarma) ve hücre içi iyonların dış çözeltiye gönderilmesi gibi mekanizmalara sahiptirler.
Toprakta Biriken Zararlı Maddeleri Temizleyen Bazı Bitki Türleri:
Çiçeklerle süslenmiş zarif görünümlerine rağmen bazı bitki türleri Yüce Allah’ın yarattığı özel sistemler vesilesiyle ağır metallerle (kurşun, civa, bakır gibi) kirlenmiş olan toprakları temizlemek gibi oldukça önemli bir görev üstlenmiştir. Bu bitkilerden bazıları şunlardır:
Yüce Allah’ın üstün yaratma sanatının bir eseri olan Pteris vittata isimli eğreltiotu da son derece zehirli bir element olan arseniği depolamaya uygun yaratılmıştır.
Eğreltiotunda topraktakinden 200 kat daha fazla arsenik bulunduğu keşfedilince, bitkinin arsenikle beslendiği anlaşılmıştır. Bu keşfin bilhassa sanayi ve maden bölgelerindeki tarım arazilerinin temizlenmesinde yeni ufuklar açacağı düşünülmektedir.
Buradaki örneklerde görüldüğü gibi Rabbimiz, bitki türlerini birbirinden farklı üstün özelliklerle yaratmıştır. Bu gerçeğe bir Kuran ayetinde şöyle dikkat çekilir:
“Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Rad Suresi, 4)
* Brady, N.C., 1990, The Nature and Properties of Soils, 10th Edition.http://www.agclassroom.org/teen/ars_pdf/9earth/2000/06phytoremedation.pdf
* http://www.planetark.org/avantgo/dailynewsstory.cfm? newsid=9675
* http://www.bpmp.cnrs.fr/Groupes/m%E9taux% 202.jpg
* http://greenpack.rec.org/.../ images/03-02-03.jpg
BİTKİLERİN TOPRAĞI TEMİZLEME ÖZELLİĞİ EKONOMİK ANLAMDA FAYDA SAĞLAR
Bazı bitki türleri, topraktan bünyelerine aldıkları kadmiyum ve nikel gibi ağır metalleri; gövde, filiz ve yapraklarında biriktirir. Yüce Allah’ın bitkilere kazandırdığı bu özellik metalurji alanında kullanılmaktadır. Birikmenin olduğu bitki kısımları toplanıp hacimce küçültülmekte ve yeniden değerlendirilmek üzere depolanmaktadır. Bu şekilde hem bitkinin toprağı temizlemesi sağlanmakta hem de bitkilerin balyalanıp yakılmasından sonra oluşan küller maden filizi olarak satılmaktadır. Nitekim Pensilvanya’da, çinko bakımından zengin bir arazide yetiştirilen Thlaspi caerulescens bitkisinin külünden, % 30-40 oranında çinko üretilmiştir.
Bitkiler Toprakta Biriken Zararlı Mineralleri Bir Elektrik Süpürgesi Gibi Temizlerler
Bitkiler ihtiyaçları olan besinlerini mineraller halinde topraktan alırlar. Bir bitkinin sağlıklı olarak yaşayabilmesi için nitrojen, potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi ana elementlere ihtiyacı vardır. Bitkiler azot dışındaki bu maddelerin çoğunu topraktan direkt olarak temin edebilirler. Bu elementler dışında bitkilerin sağlıklı gelişim için başka minerallere de gereksinimi vardır. Demir, klor, bakır, manganez, çinko, molibden ve bor minerallerinden oluşan bu minerallere olan gereksinimleri daha azdır. Bitkinin ihtiyacı olan bu maddeler toprakta Yüce Allah’ın yarattığı hassas dengelerle belli bir ölçü ile sabitlenmiştir. Fakat toprak da tıpkı atmosfer gibi endüstriyel atıklar, kentsel atıklar, tarımsal ilaçlar, erozyon, tarım alanlarının hatalı sürülmesi, hatalı gübreleme, yanlış yapılaşma gibi nedenlerle kirlenir. İşte, bitkiler Yüce Allah’ın yarattığı muhteşem sistemlerle kendi yaşamsal fonksiyonları için gerekli olan bu mineralleri topraktan alırken aynı zamanda toprağı da temizlerler.
Bitkilerin Sahip Oldukları Temizleme Özelliği Yüce Allah’ın “Kuddüs” (Hatadan, gafletten ve her türlü eksiklikten çok uzak, pek temiz) İsminin Tecellisidir
Yüce Allah yeryüzünde, gökyüzünde, uzayın derinliklerinde, toprağın altında bulunan herşeyin, tek Yaratıcısı’dır. İnsanın gözünü çevirip etrafına baktığında görebildiği ve çıplak gözle göremediği her yerde bulunan düzen, kanunlar, istikrarlı gidişat tamamen Yüce Allah’a aittir. “Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz...” (Fatır Suresi, 41) ayetiyle bildirildiği gibi var olan tüm sistemin düzenleyicisi ve koruyucusu O’dur. Rabbimiz’in belirlediği bu düzen içinde bazı canlılar temizlikle görevlendirilmiştir. Her ayrıntının düşünülerek hazırlandığı, hatasız çalışan çok hassas dengelere sahip, ince ince planlanmış sistemlerle donatılmış olan bitkiler de yaşamsal fonksiyonlarını sürdürürken, Yüce Allah’ın özel olarak yarattığı sistemler sayesinde gezegenimizi temizleme görevini de üstlenirler. Günümüzde hala tam olarak nasıl işlediği keşfedilememiş olan bu olağanüstü işlemler çok üstün bir akla ve bilgiye sahip olan Rabbimiz’in yaratması ile kusursuzca gerçekleşir:
“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır...” (Araf Suresi, 54)
Kutup Sumru Kuşlarının Rotası Neden "S" Şeklindedir?
Göç yolculuğunda binlerce kilometre uçan Kutup sumru kuşu, “S” şeklinde bir uçuş rotası çizerek niçin yolunu daha da uzatır?
Yaşam alanı genelde deniz ortamı olan “Kutup sumru kuşu”, Ağustos ya da Eylül ayında Kuzey Kutbu’ndaki Grönland adasından yola çıkarak, Güney Kutbu’na, Antarktika sahillerindeki Weddell Sea’ye kadar uzun bir yolculuk yapar. Dünyanın bu en güney ucunda dört ya da beş ay geçirdikten sonra Mayıs ya da Haziran ayında tekrar en kuzey uçtaki evine geri döner. Oysa kuşun bu yolculuğu yapması için belirlenmiş yazılı kurallar, bunlara uymadığında verilecek cezalar veya yaptırımlar yoktur. Ancak her yıl binlerce Kutup sumru kuşu göç etmek üzere aynı anda harekete geçer. Bu, onların toplu harekete uygun şekilde yaratıldıklarının ve her birine aynı şekilde hareket etmelerinin ilham edildiğinin bir delilidir. Kutup sumru kuşlarının göç yolculuğu Yüce Allah’ın üstün aklının tecellisi olan pek çok hikmete sahiptir. Bu hikmetlerden bazıları şunlardır:
Göçe Başlama Zamanının Doğruluğu
Kuşların göç etmesini başlatan birçok neden vardır. Bu nedenlerden biri veya birkaçı oluştuğunda kuşlar için göç maratonu başlar. Bu etkenlerden biri, günlerin uzayıp kısalmasıdır. Gün uzunluklarındaki değişiklik, kuşların hormon sistemini etkiler. Yapılan deneyler artan gün uzunluğunun hayvanları çeşitli şekillerde uyardığını göstermiştir. Işık öncelikle beyindeki açlık ve tokluğu kontrol eden sinir merkezi hipotalamusu uyarır. Aynı anda beyindeki komşu merkezler de uyarılır. Özellikle prolaktin, böbrek üstü bezlerden kortikosteron ve seks hormonları salgılanmaya başlar. Bu hormonal değişiklikler kuşlarda aşırı iştah artışına neden olur. Böylece büyük oranlarda beslenip, göç için gerekli olan yağ depolarını oluştururlar. Göç döneminde yılın diğer zamanlarına göre %40 daha fazla beslenirler. Kazandıkları yağlar, derinin altında, uçuş kaslarında ve karın boşluğunda depolanır. Bu şekilde Kutup sumru kuşu beslenmek ve soğuklardan korunmak için hazırlık yapmak amacıyla yaz sonu ve sonbahar başlangıcında göç hazırlığına başlar. Eğer kuş ilkbaharda göç hazırlığına başlasaydı göç etmek, göç ettiği yerde besinler bollaşana kadar beklemek, kuluçkaya yatmak ve yavrularını besin bolluğunda beslemek için yeterli zamanı bulamazdı. Kuşların yıllık göçlerinin zamanlaması, yuvadaki genç bireylerin en bol besinle karşılaşacakları dönemle eş zamanlıdır. Aynı şekilde eğer kuş, üreme alanından sonbaharda uzaklaşmak için iklimin artık yaşayamayacağı hale gelmesini beklerse, gerekli fizyolojik değişiklikleri (kilo alma yoluyla enerji sağlama) yapmak için zamanı kalmamış olacaktır. Bu ise neslini devam ettirememesi demektir. Oysa böyle bir aksaklık olmaz ve Kutup sumru kuşları göç zamanını doğru olarak tespit ederler.
Uzun Uçuş Öncesi Kısa Bir Mola
Göç eden kıyı kuşlarının pek çoğu gibi Kutup sumru kuşları da üreme alanları ile kışı geçirdikleri bölgeler arasındaki mesafeyi tek bir uçuşta tamamlayamazlar. Büyük türlere göre daha az yağ depolayan bu küçük kıyı kuşları yeniden enerji kazanmak için mutlaka duraklama ihtiyacı duyarlar. Bu yolculukta duraklamak için kullanacakları uygun adaların nadir olması nedeniyle direkt olarak Antarktika’ya gitmek yerine Kuzey Atlantik’te (Azore’ların yaklaşık 1.000 km kuzeyinde) uzun bir mola vermeyi tercih ederler. Burada olabildiğince çok zooplankton ve balıkla beslenerek yediklerini yağa dönüştürürler. Çünkü yağ en ideal yakıttır ve bu 1 gr yağ yakıldığında aynı miktardaki protein ve karbonhidrattan iki kat daha fazla enerji ve su açığa çıkar. İşte bu uzun ve zorlu göç sırasında, biriktirilen bu yağlar tüketilir. Pek çok kişinin varlığından bile haberdar olmadığı bu küçük kuşlar, uzun yolculuk için yedek yağa gereksinim duyacaklarını, gereksinim duyacakları yağı elde etmek için nerelerde durabileceklerini bilmekte, uygun yönlere doğru yolculuk etmekte ve bir insanın asla yaşayamayacağı şartlarda kusursuz bir yolculuğa hazırlanmaktadırlar. Kuşlar elbette sahip oldukları bu özellikleri akıl ve deneyimleri ile öğrenmemişler, zaten bu bilgilere sahip olarak doğmuşlardır. Çünkü bu canlılar, Yüce Allah’ın her canlı üzerindeki himayesinin delillerinden yalnızca biridir:
“Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)
Uçuş Esnasındaki Kararlılık
Pek çok göç eden canlı türü gibi Kutup sumru kuşlarının en dikkat çekici özelliklerinden biri de, gidecekleri ve dönecekleri yere varma konusundaki kararlılıklarıdır. Nitekim yapılan bir araştırmada güney kutbundan, kuzeye, tekrar evlerine dönmek üzere yola çıktıklarında kuşlar gözlem gemilerinden atılan balıkları görmezden gelmiş ve büyük bir kararlılıkla yollarına devam etmişlerdir. Kutup sumrusu daha sonra yiyebileceğini ve dinlenebileceğini adeta bilir. Bu nedenle martıların atılan balıkları yeme konusundaki telaşına karşılık, sumrular adeta “hemen eve ulaşmalıyım” fikrine kilitlenmişlerdir. Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki çakıllı bir sahilde, diğer Kutup sumrularıyla buluşmaları, başarıyla yumurtlayıp, yavruların büyütüleceği uygun yer, zaman ve koşulları bulmaları bu geri dönüş yolculuğunda duraklamalarına izin vermez. Bu örnekte dikkat çekildiği gibi, Kutup sumrusunun hayranlık uyandıracak bir şekilde sadece verilen görevi yerine getirme ve amaca hizmet etme konusundaki itaati Yüce Allah’ın tüm canlılar gibi bu kuşları da denetimi altında tuttuğunun en güzel kanıtlarındandır. Kuşların farklı koşullar altında kolaylıkla ilgi gösterecekleri besin kaynağına tepkisiz kalmalarının nedeni budur. Kuran’da bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
“...O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur...” (Hud Suresi, 56)
“S” Şeklindeki Rotanın Amacı
Büyük kıyı kuşları 5.000 km’lik bir yolculuğa yetecek kadar yedek yağ taşıyabilirler ve bu yüzden de daha düz bir rota izleyebilirler. Ancak Kutup sumru kuşu gibi küçük bir kuş, yağı büyük kuşlar kadar, depolayamaz. Bu nedenle farklı bir uçuş rotası çizerek enerji tüketimi açısından tasarruf sağlamayı amaçlar. Bu kuşlar kuzeye, evlerine doğru geri uçarken geliş yollarını takip etmek yerine, “S”şeklinde bir rota izlerler. Ancak bu şekildeki bir rota ile yollarını binlerce km uzatarak yolculuklarını iki kat daha uzatırlar. Fakat kuşların bu şekilde uçmalarının oldukça hikmetli bir açıklaması vardır. Kuşların dönüş yolunda bu değişikliği yapmasının nedeni Atlantik Okyanusu üzerindeki hakim rüzgarlardan faydalanarak enerji tüketimini daha aza indirmek ve enerjilerini düz bir yolculuktan harcayacaklarından daha verimli kullanmaktır. Bu kuşların bir hesap makinaları, uçtukları mesafeyi ölçen aletleri yoktur. Hakim rüzgar yönünü takip ederek rüzgarın itme gücünden faydalanarak daha az enerji harcayacakları bilgisine de sahip değildirler. Fakat yine de uzun ve zahmetli göç yolculuklarını kusursuz bir şekilde çok üstün akıl örnekleri ve teknikler kullanarak başarırlar. Elbette bu başarıyı yaratan üstün akıl sahibi Yüce Allah’tır. Kutup sumru kuşları, Kuran’da bildirildiği gibi, Rabbimiz’in yaratışındaki ihtişamı ve ilhamıyla hareket ederek hayranlık uyandırıcı göçlerini başarıyla tamamlarlar:
“Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur; hepsi O’na ‘gönülden boyun eğmiş’ bulunuyorlar.” (Rum Suresi, 26)
Yön Bulmadaki Kusursuzluk
Kutup sumru kuşları asıl yerleşim alanları olan Kuzey Kutbundan güneye doğru göç etmeye başladıklarında yapılan araştırmalar kuşların yarısının Güney Amerika üzerinden, diğer yarısının Afrika sahili boyunca güneye uçup, sonra hepsinin birlikte aynı yol üzerinden kuzeye döndüğünü göstermektedir. Kuşlar Güney Kutbu’na uçarken beslenmek amacıyla yolları üzerinde konaklayacakları adaların da nerede bulunduğunu bilirler. İnsanlar ise oldukça zayıf bir yön duyusuna sahiptir. Ne kadar iyi tarif edilirse edilsin, her zaman şaşırma, kaybolma riski vardır. Bu riski azaltmak için yol gösterici tabelalar yapılır, sokak ve caddeler isimlendirilir, çeşitli araçlardan faydalanılır. Oysa, göç eden tüm canlılar gibi Kutup sumru kuşlarının da böyle bir imkanları yoktur, zaten bu kuşların bu tür yardımlara ihtiyacı da yoktur. Kuşlar gidecekleri ve dönecekleri yeri daha önce görmüş gibi rahatlıkla, şaşırmadan bulabilirler. Kuşkusuz, Kutup sumru kuşlarının gidip dönecekleri yolları ve yönlerini kolayca bulmaları herşeyi eksiksiz özelliklerle yaratan göklerin ve yerin Rabbi Yüce Allah’n dilemesiyle gerçekleşir.
Herşeyin Sahibi ve Melekutu (hükümranlık ve mülkü) Olan Allah Çok Yücedir
Kutup sumru kuşlarının göç davranışları üzerinde biraz düşünüldüğünde, bu canlıların üstün bir akıl ve kudret sahibi Yüce Allah tarafından yönlendirildikleri kolayca görülür. Göç ederken binlerce kilometre mesafeyi, hiçbir yol göstericisi, hiçbir vasıta olmadan katederler. Bunun önemi, hava koşulları ve iklim değişiklikleri dikkate alındığında ve katedilen mesafeler bu küçük canlının vücut ölçüleri ile kıyaslandığında daha da çarpıcı boyutlara ulaşır. Bu kuşlar, kendi vücut yapıları ve yaşam şekilleri nasıl bir göç şekline izin veriyorsa o düzende göç ederler.
Küçücük bir canlının böyle tehlikeli ve uzun yolculuklara kalkışması, bu yolculuğunda kendisine güç sağlayacak şekilde, bulunduğu bölgede henüz yiyecek kaynakları azalıp tükenmeden onları yakıt olarak depolaması, yön bulma teknikleri, enerjisini boşa harcamamak için rüzgar yönüne göre bir göç yolu belirlemesi, her göç döneminde programlanmış bir şekilde yolculuğa çıkması ve göç sırasındaki kararlılığı tüm bu planın Yüce Allah’ın yaratmasının delillerinden biri olduğunu göstermektedir. Yüce Allah canlıları yaratmıştır ve her türe nasıl yaşaması gerektiğini “ilham” etmiştir. “Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah’tan başkası tutmuyor...” (Nahl Suresi, 79) ayetiyle de işaret edildiği gibi, bu canlılardaki üstün yetenekler, sergiledikleri bilinçli ve akılcı davranışlar bizlere Rabbimiz’in tüm kainat gibi kuşlar üzerindeki hakimiyetini de göstermektedir. Canlılardaki göç hareketi de, Yüce Allah’ın onlara bir ilhamıdır:
“Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne Yücedir. Siz O’na döndürüleceksiniz. (Yasin Suresi, 83)
Kaynaklar:
1. http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/84519 08.stm
2. http://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl 17@ d&tur=Kutup%20sumrusu
Yakıt noktası
Antartika
Kuşlar yola çıktıktan sonra (sarı çizgi), beslenmek için Kuzey Atlantik’te kısa bir mola veriyorlar ve sonra uzun ve zorlu yolculuklarına başlıyorlar. Antarktika son noktalarını (kırmızı daire) oluşturuyor. Eve dönerken de (turuncu çizgi), rüzgarları takip ediyorlar.
Kutup sumru kuşları güney yarımkürede saatin aksi yönünde, kuzey yarımkürede ise saat yönünde hareket ederler ve eve dönüş yolunda Atlantik okyanusunun ortasında dev bir ‘S’ şekli çizerek ilerlerler. Böyle yaparak binlerce km daha fazla uçmalarına rağmen düz bir çizgi üzerinde uçacaklarından daha az enerji harcarlar.
19 Ocak 2011 Çarşamba
Karadelikler
Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir. (Vakıa Suresi, 75-76)
"Karadelik" kavramı ilk kez 1767 yılında İngiliz bilim adamı John Michell tarafından ortaya atılmış ve "karadelik” ifadesi ise ilk kez Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler tarafından 1969 yılında kullanılmıştır. Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi varsayarken, sonraki yıllarda uzayda ışıklarını göremediğimiz yıldızların da var oldukları anlaşılmıştır. Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları da yok olmaktadır.
Karadelik, bir kütlenin, ışığın sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır. Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder. Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır. Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir. Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler. Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir:
Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, (Mürselat Suresi, 8)
Ayrıca büyük kütleye sahip yıldızlar uzayda bükülmeye sebep olurlar. Fakat karadelikler sadece uzayda bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda uzayı delip geçerler. Bu sönmüş yıldızların, karadelikler olarak adlandırılmalarının nedeni de budur.
Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise "delen yıldız"dan söz edilmektedir:
Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır. (Tarık Suresi, 1-3)
Ayetin Arapçası'nda "delik" anlamına gelen "sakb" kelime kökünden, "delik açan, delen ve delip geçen" anlamlarına gelen "essakibu" ifadesi kullanılmaktadır. Kardelikleri tarif eden bilimsel yayınlarda ise "delik açmak, delmek" anlamlarına gelen "puncture" kelimesi kullanılmaktadır. Karadeliklerin özelliğini ifade etmek için Kuran'da kullanılan bu kelime son derece hikmetlidir. Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir.
Arıların Depreme Dayanıklı Petekleri
Arı peteklerinin inşasında son derece önemli detaylar vardır. Bu detaylardan biri de peteklerin dayanıklılığıdır. Arılar birbirlerine yön tarif ederken kovanda, bu boyutlarda bir yapı için deprem kabul edilebilecek titreşimler oluşur. Peteğin duvarları bu ufak depremleri emer. Nature dergisi, bu üstün yapının mimarlara, depreme dayanıklı binalar inşa etmede fayda sağlayacağını belirtmiştir. Haberde Almanya'nın Wurzburg Üniversitesi'nde görevli olan Jurgen Tautz bu konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
Kovanlardaki titreşimler arılar tarafından oluşturulan minyatür depremler gibidir, dolayısıyla yapının buna nasıl bir tepki verdiğini görmek oldukça ilginç. Titreşimlerin emilmesini anlamak, mimarlara, binaların depremlere karşı hangi taraflarının daha dayanıksız olacağını söylemede yardımcı olacak. Bundan sonra bu kısımları kuvvetlendirebilirler ya da binaların kritik olmayan kısımlarına zararlı titreşimleri emecek zayıf noktalar yerleştirebilirler. (Good vibrations)
Arıların peteklerini böylesine kusursuz yapmalarını sağlayan şey, evrimcilerin iddia ettikleri gibi tesadüfler değildir. Arılara bu özellikleri, bu şaşırtıcı yetenekleri veren sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah'tır.
Canlılar Dünyasından: Kelebekler
Kelebeklerin bileşik gözleri, nesneleri tek tek parçalardan oluşan bir mozaik şeklinde görebilmelerini sağlayan pek çok gözden oluşmaktadır. Bu gözlerin her biri, resmin bütününün tek bir parçasını görür. (Bunu bir bilgisayar ya da televizyon ekranındaki resmi oluşturan noktalara benzetebiliriz.) Bu küçük gözlerin sayısı bazı kelebek türlerinde 17.000 adete kadar çıkabilmektedir. Ne kadar çok parça göz varsa canlının gördüğü detaylar da o kadar netleşir. Görüldüğü gibi kelebekler, sadece desenli ve çok renkli kanatlarıyla değil, binlerce küçük gözden oluşan özel yapıya sahip gözleriyle de Allah'ın gücünü ve sanatını yansıtmaktadır.
Milkweedler (ipekotu) son derece zehirli bitkilerdir. Pek çok hayvan için öldürücü olmasına rağmen Monark kelebeklerinin tırtılları çok şaşırtıcı bir şekilde, hiçbir önlem almadan zehirli milkweed bitkisiyle beslenirler. Çünkü tırtılların milkweedin zehrine karşı bağışıklıkları vardır. Diğer birçok hayvan, milkweedden kaçınarak uzak durduğu halde Monark kelebekleri yaprakların tümünü yiyebilirler. Ayrıca bu zehri önemli bir amaç için kullanırlar. Tırtıllar kelebeklere dönüştüklerinde de bu zehir molekülleri değişmeden ve çok güçlü bir şekilde vücutlarında kalır. Bu da Monarklara çok iyi bir savunma sağlar.
17 Ocak 2011 Pazartesi
Kemiklerin Kasla Sarılması
Sonra o su damlasını bir alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir. (Müminun Suresi, 14)
Anne karnındaki gelişimi inceleyen bilim dalı embriyolojidir. Ve embriyoloji alanında, yakın zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak geliştikleri sanılmıştır. Ancak gelişen teknoloji sayesinde yapılan daha ileri mikroskobik incelemeler, Kuran'da bildirilenlerin eksiksiz bir şekilde doğru olduğunu ortaya koymuştur.
Bu mikroskobik incelemeler göstermektedir ki, anne karnında, tam ayetlerde tarif edildiği gibi bir gelişme gerçekleşir. Önce embriyodaki kıkırdak doku kemikleşir. Daha sonra ise kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokudan seçilerek biraraya gelir ve bu kemikleri sarar.
Bu durum, Developing Human (Gelişen İnsan) adlı bilimsel bir yayında şöyle tarif edilmektedir:
6. haftada kıkırdaklaşmanın devamı olarak ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar. 7. hafta sonunda uzun kemiklerde de kemikleşme başlamıştır. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen dokudan seçilerek kas kitlesini meydana getirirler. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafında ön ve arka kas gruplarına ayrışır. (Keith L. Moore, Developing Human, 6. baskı, 1998)
Kısacası insanın Kuran'da tarif edilen oluşum aşamaları, modern embriyolojinin bulgularıyla tam bir uyum içindedir.
Kürek Çeken Böcekler
Yüce Allah aynı canlı türünde çok çeşitli detaylar yaratarak, örneksiz sanatını sergilemektedir. Örneğin ‘yarım kanatlılar’ olarak adlandırılan böceklerin denizlerde ve tatlı suda yaşayan türleri vardır. Bu böceklerin bazılarını kaplayan ince tüyler gövdelerinin çevresinde ince bir hava katmanı tutmaya yarar. Böceklerin özellikle uzun ve tüylü olan bacaklarında oluşan katman, bu canlıların su yüzeyinde hızla dolaşmalarını sağlar.
Yine yarım kanatlılardan olan kahverengi su akrepleri (Ranatra cinsi) kuyruklarının yakınındaki bir soluk borusunu periskop gibi kullanırlar ve bunu suyun yüzeyine çıkararak solunum yaparlar. (Periskop; denizaltılarda, tanklarda, siperlerde kullanılan, gözlemcinin gözünü çevirmeksizin çevreyi araştırmasını sağlayan optik araçtır.) İnce uzun gövdeleri suda sürüklenen dal parçasını andırır. Kürekçi böceklerse (Corixidae familyası) bacak çiftlerinden birini kürek olarak kullanır. Bu bacak çifti öbürlerinden daha uzun ve tüylüdür. Suyun yüzeyinden ayrılırken soluyacağı havayı kanatlarının altında taşır. Bazı kürekçi böcek türleri yarım kanatlıların en iri üyeleri arasında yer alır.
Allah canlılardak yarattığı bu gibi benzersiz özelliklerle bize yaratma sanatını tanıtmaktadır.
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. (Bakara Suresi, 21)