20 Ağustos 2009 Perşembe
''MAYMUN'' DENMESİNİ İSTEMİYORLAR !!!
Darwinistlerin insanın hayali atası olarak iddia ettikleri, kendi hayallerindeki uydurma varlıklara biz bundan sonra maymun demeyeceğiz. Uygun görürlerse aşağıdaki isimlerle hitab edeceğiz. Eğer memnun kalmazlarsa bu isimleri de değiştirebiliriz. Ama beğeneceklerini umuyoruz:
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Darwin'in İlkel Çorba Hikayesi Boş Çıktı
Darwin’in hayatın oluşumu ile ilgili ortaya attığı 140 yıllık ‘su birikintisi’ teorisi sarsılıyor. Kaliforniya Üniversitesi kimya profesörü David Deamer, Londra’da hayatın başlangıcı ile ilgili uluslararası konferans öncesinde yaptığı açıklamada, teoriyi test eden araştırmada şaşırtıcı ve bir o kadar da üzüntü verici sonuçlar elde ettiklerini açıkladı.
Deamer’ın karşılaştığı ve evrimciler için “üzüntü verici olan” gerçek şuydu: Bilim adamı, Rusya’daki Kamchatka’de ve ABD’deki Mount Lassen’de yer alan volkanik arazilerdeki su birikintilerinde deneyler yapmış, ancak bunları dolduran sıcak, çamurlu ve asitli suların hayali ‘öncü organizma’ için gerekli şartları yaratmadığını görmüştü. Böylece Darwin’in 140 yıl önce yaşamın sözde rastlantısal başlangıcının ortamı hakkında ortaya attığı “ılık su birikintisi” düşüncesinin kimyanın gerçekleri karşısında hayalden ibaret olduğu bir kez daha ortaya çıkıyordu.
Bir Evrim İkonası ve 140 Yıldır Yaşatılmaya Çalışılan Hayal
Evrimciler, yaşamın ve türlerin kökeni hakkındaki propagandalarını belli “semboller”i kullanarak sürdürürler. Hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen, sadece hayal ürünü olan bu semboller, sadece evrimci düşüncenin bilimsel bazı terimlerle süslenerek akıllarda yerleştirilmesi çabasında bir araç olarak kullanılırlar. İlkel çorba kavramı da, hayat ağacı veya maymun adam gibi evrimci düşünce sembollerinden birisidir. Bunlar hiçbir bilimsel gerçekliği olmadığı halde evrim teorisinin ihtiyaçları doğrultusunda “icad edilmiş” kavramlardır.
Gerçekte ilkel çorbanın varlığına dair kanıtlar hiçbir zaman varolmamıştır. Nitekim matematik ve astronomi profesörleri Prof. Fred Hoyle ve Prof. Chandra Wickramansinghe, “Ne bu gezegende ne de bir başkasında, hiçbir ilkel çorba var olmamıştır” diyerek bu gerçeği dile getirmişlerdir. (Sir Fred Hoyle-Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York: Simon and Schuster, 1984, s. 148)
Cardiff Astrobiyoloji Merkezi direktörü de olan Wickramasinghe ilkel çorba tezinin arkasındaki inancı şöyle açıklar:
"Yeryüzünde hayatın, ilkel bir çorbada ortaya çıktığı tezi, [evrimci] bilimadamlarının vazgeçmekte zorlandığı bir inanç meselesidir. Şu anda bunu destekleyecek deneysel kanıtlar bulunmamaktadır. Aslında Pasteur’den itibaren, canlılığı cansız maddeden meydana getirme yönündeki tüm girişimler başarısız olmuştur." (Robert Roy Britt, 27 Ekim 2000: "Panspermia Q and A: Leading Proponent Chandra Wickramasinghe" )
İlkel Çorba İddiası Akla Aykırı, Batıl Bir İnançtır
Yaşamın ilkel bir su birikintisinde başladığı iddiası sadece ideolojik olarak ayakta tutulmaya çalışılan bir safsatadır. Yaşamın olağanüstü kompleksliği, bu iddiayı akıl dışı olarak reddetmeyi gerektirmektedir. Örneğin insan vücudunu meydana getiren trilyonlarca hücreden tek bir tanesi dahi insanoğlunun bugüne kadar erişebildiği teknoloji düzeyinin çok ötesinde kompleks sistemlere sahiptir. Evrimci bilim adamı W. H. Thorpe bunu şu sözlerle kabul eder:
"Canlı hücrelerinin en basitinin sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal ettiği bütün makinelerden çok daha komplekstir". (W. H. Thorpe in W. R. Bird, The Origin of Species Revisited. , Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s. 298-99)
Üstelik bu son derece kompleks sistem, belli temel alt sistemler için gerekli parçalar ancak yerli yerinde ve kusursuz şekilde bulunduğu zaman görev yapabilir. Bir canlı hücreyi meydana getiren kompleks sistemlerin tesadüfen ve kusursuz olarak bir araya gelme ve kendini kopyalayabilen, enerji üreten, bilgi işlemleyen bir hücre meydana getirmesi kesinlikle imkansızdır. Bu gerçek, evrimci bir yayın olan American Scientist dergisinin sayfalarında şöyle itiraf edilmiştir:
İlk canlının ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının, bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda ve bir arada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez. (Homer Jacobson, "Information, Reproduction and the Origin of Life", American Scientist, Ocak 1955, s.121 )
İlkel Çorba Safsatasına Varil Örneği
İlkel çorba iddiasının ne denli akıl dışı olduğunu göstermek için şöyle bir düşünce deneyi yapabiliriz:
Tüm evrimci bilim adamları bir araya gelerek, bir varilin içine, canlılık için gerekli gördükleri tüm atomları doldursunlar. Hatta onlara, bu varilin içine canlılık için gerekli olan aminoasitleri de eklemelerine izin verilsin. Daha da ileri gidilsin ve evrimciler istedikleri malzemeyi bu varile koymakta serbest olsunlar. Hatta, uzaydan dahi istediklerini getirtip bu varile koyabilsinler. Sonra bu varili ister ısıtsınlar, ister üzerine yıldırımları göndersinler, istedikleri kadar elektrik şoku versinler. Kısacası bu deneyde her istediklerini yapabilsinler. Zaman problemleri de olmasın, nöbeti birbirlerine devrederek, varilin başında milyarlarca yıl beklesinler. Acaba bu varilin içinden, bütün evrimci bilim adamları bir araya gelerek, tek bir canlı hücreyi çıkartabilirler mi? Veya bu varilden, tavşanları, kedileri, ceylanları, gülleri, orkideleri, çam ağaçlarını, begonyaları, karpuzu, çileği, palmiye ağaçlarını, kuş kanatlarını, sincapları, tavuskuşlarını, kuğuları, kendi genetik yapısını inceleyen profesörleri, Mozart gibi bestekarları, Leonardo Da Vinci gibi ressamları çıkartabilirler mi?
Kuşkusuz, bu sorulara "evet" yanıtını vermekle ilkel çorba hikayesine inanmak aynı şeydir. Düşünmek, tutucu davranmamak ve gerçeklerden kaçmamak ilkel çorba iddiasının körükörüne desteklenen, akıl ve bilim dışı bir safsata olduğunun görülmesini sağlayacaktır.
Sonuç:
Görüldüğü gibi ilkel çorba hikayesi hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen, sadece ideolojik hesaplar yüzünden ayakta tutulmaya çalışılan bir hurafeden ibarettir. Ve açıktır ki, Darwin yanılmıştır. Ve Radikal’in "Darwin yanıldı mı?" sorusunu sorması, aslında "Freud yanıldı mı?" ya da "Marx yanıldı mı?" sorusunu sormak kadar saçmadır. Çünkü Darwinizm de, Freudizm ve Marksizm gibi ömrünü tamamlamış bir teoridir. Radikal gazetesini bu demode masalın savunculuğunu yapmaktan artık vazgeçmeye ve yaşamın gerçek kökeninin yaratılış olduğunu kabullenmeye davet ediyoruz.
18 Ağustos 2009 Salı
Halka Bilim Adamı Olarak Tanıtılan Charles Darwin'in Gerçek Yüzü
14.08.2009 Tarihli Sansürsüz Programında Darwinistlerin Ara Fosil ile İlgili Çarpıtmalarına Cevaplar
15 Ağustos 2009 Cumartesi
Mine G. Kırıkkanat'a Nasihatler
Eğer Mine G. Kırıkkanat’ın belirtmek istediği gerçek bilimsel bir iddiası varsa, şu durumda iddiasının delillerini ortaya koyması ve programı izleyen insanların karşılıklı delillere bakarak bir sonuç çıkarmasını beklemesi en doğrudur. Fakat Kırıkkanat’ın, kendi fikirleriyle uyuşmuyor diye karşı tarafa öfkelenmesi, karşı düşünceye tahammül edememesi son derece gariptir. Karşısındaki kişilere “şunu sor, bunu sorma” gibi buyruklarda bulunması, insanların taktıkları kravat iğnelerinin santimlerine kadar karışması inanılır gibi değildir. Söz konusu durum, Darwinist dikta mantığından kaynaklanmaktadır. İnsanların bir çoğu Darwinist dikta mantığını daha önce bu kadar yakından görmemiş olduklarından, Kırıkkanat’ın söz konusu programda sergilediği bu tavırları şaşkınlıkla karşılamış, bu öfkeli ve despot tutum geniş çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Sayın Adnan Oktar’ın 60’dan fazla dile çevrilmiş olan 300 kitabı bulunmaktadır. Bu kitaplar bütün dünyada satılmakta, yayınlanmaktadır. Dünya çapında milyonlarca kişi, Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin vesilesiyle iman ettiklerini, imanlarının güçlendiğini bildirmişlerdir. Bu eserler, dünya çapında Darwinist çevreler tarafından da ciddi bir fikri tehdit olarak görülmektedir. Avrupa Konseyi, Yaratılış Atlası’nın bilimsel yönden güçlü etkisinden tedirgin olmuş ve Darwinizm’e önemli bir reddiye olduğu için bu kitabı yasaklamak istemiştir. Sayın Adnan Oktar’ın söz konusu eserleri, gerçek bilimsel deliller, milyonlarca yıllık fosiller içermektedir. Bu kitaplarda, dünyaca ünlü bilim adamlarının dünyaca ünlü çalışmaları yer almaktadır. Dolayısıyla bu kitaplara eleştiri yöneltebilmek için eleştiriyi yapacak kişinin de bilimsel, doğru ve aklı başında iddialarla ortaya çıkması gerekir. Eğer bilimsel bir altyapı ve bilimsel bir delil yoksa, öfke ile yapılan bu konuşmaların hiçbir değerinin olmadığı açıktır.
Mine G. Kırıkkanat’ın, program esnasında, program konuklarının “Celal Şengör gibi, bir buluşla gelmelerini” salık vermiş olması oldukça ilginçtir. Celal Şengör, tüm diğer Darwinistler gibi, evrim teorisini kanıtlamaya dair tek bir tane bile delil veya buluş getirebilmiş değildir. Söz konusu Darwinistlerin ve Mine G. Kırıkkanat’ın da bu tip programlara doğrudan katılamamalarının sebebini de bu oluşturmaktadır. Daha önce defalarca tartışmaya davet edilen Darwinist ve ateist Richard Dawkins’in tartışmalara katılmayı reddetme sebebi de yine elinde delil olmamasıdır. Oysa Sansürsüz programına katılan iki bilim adamı o gün ellerinde gerçek bilimsel delillerle gelmişlerdir. Milyonlarca yıllık fosiller getirmişlerdir. Canlıların milyonlarca yıldır değişmediğini kanıtlamışlardır. Bunun gibi 250 milyon fosilin varlığının bilgisini vermişlerdir. Kırıkkanat’ın söz konusu iddiada bulunabilmesi için bu hayali evrim delilinin veya buluşunun ne olduğunu belirtmesi gerekir. Virüslerin mutasyona uğramaları veya koyunların küçülmesi, defalarca ve çok kapsamlı bilimsel delillerle anlatmış olduğumuz gibi bir evrim kanıtı değildir. Evrim kanıtı, ara fosille olur, yoktan protein var ederek olur. Eğer bunlar yoksa, canlı varlıkların varyasyon özelliklerini “evrim buluşu” olarak ortaya koymak, bir cehalet göstergesinden başka anlama gelmemektedir.
Kırıkkanat’ın, programdaki bazı izahlarından Vatikan’da gerçekleşen olayları yanlış anladığı anlaşılmaktadır. Masonların Papa’ya baskısı sonucunda bir evrim meydanına dönüştürülen Vatikan’da, Dr. Oktar Babuna söz alarak kürsüde bulunan Darwinist Douglas Futuyma’ya tek bir tane ara fosil olup olmadığını sormuştur. Bu soru karşısında Darwinist Francisco Ayala söz konusu soruya cevap verilmeyeceğini söylemiş, DOUGLAS FUTUYMA İSE KÜRSÜDEN KAÇMIŞTIR. Herkesin rahatlıkla söz aldığı ve dilediği gibi evrim propagandası yaptığı söz konusu etkinlikte, yalnızca bu soruya tepki gelmiş, yalnızca bu soru cevapsız bırakılmış ve yalnızca bu soru karşısında kürsüdeki evrimci bilim adamı kürsüyü bırakıp kaçmıştır. Darwinistler öfkelenmiş, Dr. Babuna’nın elinden mikrofonu alınmış, salondan dışarı çıkarılmaya yeltenilmiştir. Tek bir soru, Vatikan’ı tam anlamıyla sarsmıştır. Vatikan’da, Darwinizm’e önemli bir ders verilmiştir. Darwinistlerin “ara fosil nerede” sorusuna karşı cevapsız ve çaresiz kaldıkları ortaya çıkmıştır. Her zaman olduğu gibi Darwinistler, tıpkı bu programda da gördüğümüz şekilde, Darwinizm’i çökerten bir izahı, öfkeyle, sertlikle ve despotizmle karşılamışlardır. Çünkü evrim teorisinin bilimsel delili veya sorulan sorulara verebileceği bilimsel bir cevabı yoktur.
Allah’a inanan fakat aynı zamanda evrimi de kabul eden yeni akım, dünya çapında oynanan masonik oyunun bir parçasıdır. Papa da söz konusu masonik baskıların etkisiyle bu oyunun bir parçası haline getirilmiştir. Yoksa Vatikan da, Darwinistler de çok iyi bilmektedirler ki, evrim ile Allah inancının bağdaşabilmesi mümkün değildir. Allah Kuran’da yoktan yaratılışı haber vermekte, nitekim bilimsel deiller de bu gerçeği göstermektedir. Eğer Allah bunun evrim olduğunu haber verseydi, bulunan bilimsel deliller de bu yönde olurdu kuşkusuz. Ve o zaman bunu dünyada en iyi ve en güçlü şekilde savunacak kişi de Sayın Adnan Oktar olurdu. Fakat bu deliller olmadığına, tüm deliller Allah’ın üstün yaratışını sergilediğine göre, söz konusu iddialarının geçersiz olduğu rahatça anlaşılabilmektedir. Vatikan’da evrim yenilmiştir. Dawkins’in ifadesiyle “evrim lobisi”nin ortaya attığı Allah inancı ile evrimi bağdaştırma çabaları da büyük bir yenilgiye uğramıştır. Orada Sayın Adnan Oktar’ı temsil eden kişiler, evrimin ispatsız olduğunu göstermek için Vatikan’da söz almışlar ve evrimin ispatsız olduğu açıkça gösterilmiştir.
Kırıkkanat’ın iddia ettiğinin aksine tüm kainatta, mükemmel bir denge, olağanüstü bir intizam, komplekslikler içinde çok hayranlık uyandırıcı bir düzen vardır. Evrendeki her yıldız, her gezegen tesadüfle asla açıklanamayacak muhteşem bir dengeye sahiptir. Dünya, üzerinde yaşamın var olması için yaratılmış mucize bir gezegendir, bu gezegenin her bir noktası, muhteşem bir denge, oran ve detay ile donatılmıştır. Ve bunların en küçük zerresinde bulunan tek bir atomun içinde, çok daha göz kamaştırıcı bir düzen ve sistem yer alır. Tek bir atomun içindeki tek bir elektronun hareketinde bile, insanı hayran bırakan bir mükemmellik vardır. Alemlerin içindeki alemlerde, bu alemlerin içindeki yaşamda, yaşamı oluşturan tek bir hücrede, onun tek bir atomunda, hatta tek bir elektronunda dahi böylesine hayranlık uyandırıcı bir düzen, ihtişam ve komplekslik varken, düzensizlikten veya tesadüflerden bahsetmek olanak dışıdır. Kırıkkanat, kendince düzensizlik olarak tarif ettiği başıboş olarak gördüğü sistemleri oluşturan en küçük parçanın, şu an bilimin sınırlarını aşan bir muhteşemlik sergilediğinin muhtemelen farkında değildir. Bugün 21. yüzyılda, Kırıkkanat gibi düzensizlik iddiasıyla ortaya çıkan bilim adamları, dikkate bile alınmamaktadır. Muhtemelen Kırıkkanat, 1980’lerin sahte akımlarının etkisinden hala kurtulamamış gibi görünmektedir.
Kırıkkanat’ın, “hiçbir şey başlangıç değil, hiçbir şey de son değil” derken önemli bir bilimsel bulguyu gözardı ettiği açıktır. Big Bang’in varlığı bugün kanıtlanmış bir gerçektir. Dünyada tüm bilim adamları, Darwinistler bile, ittifakla Big Bang’in varlığını kabul etmektedirler. Big Bang ise, tüm evrenin ve tüm varlıkların sıfır hacimden, yani yokluktan ortaya çıktığını gösteren önemli bir delildir. Maddenin ebedi olduğunu iddia edebilmek için, Big Bang’den önce ne olduğunun açıklanması gerekir. Big Bang’den önce “sıfır hacim”den bahsettiğimize göre, Big Bang’den önce hiçlik vardır. Madde de yoktur, tesadüfler de yoktur. Hiçlikten maddeyi ortaya çıkarabilecek, Darwinist iddiaları destekleyen materyalist anlamda hiçbir güç yoktur. Tüm kainat, Big Bang ile başlamıştır. Ve bu başlangıç anı, tek başına, Yüce Allah’ın güçlü ve üstün yaratışının kesin ve açık kanıtıdır. Dolayısıyla Big Bang’in varlığı, hem tesadüf iddiasını hem de evrenin ezeli ve ebedi olduğu anlayışını tamamen ortadan kaldırmaktadır. (Evren Big Bang’den itibaren belirli bir hızla genişlemektedir. Bu genişleme, evrenin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonunun da olduğunu kanıtlamaktadır.) Kırıkkanat, bilimsel yeniliklere biraz açık olsa, bu gerçekleri bizim anlatmamıza gerek kalmadan öğrenmiş olacaktır.
Kırıkkanat’ın İspanya’da geliştirmiş olduğunu iddia ettiği ateist görüş, aslında İslam’ın özünü oluşturan önemli bir gerçeğin zamanla değiştirilmiş ve çarpıtılmış halidir. Bu görüş, Allah’ın tüm varlıklarda tecelli ettiği gerçeğidir. Bu gerçek şu anlama gelir: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır ve O'nun tecellisidir. Tek mutlak varlık Allah'tır, Allah'ın yarattığı diğer varlıklar ise mutlak değildirler. Allah'ın yarattığı görüntüleri seyreden "ben"ler, yani insanlar, Allah'tan birer ruhturlar. Her şeyi yaratan Allah olduğuna göre, elbette ki Allah’ın yarattığı tüm varlıklar, insanlar, bitkiler, Güneş, Dünya ve tüm evrenler, var olan tüm alemler ancak O’nun birer tecellisi olarak vardırlar. Allah’tan ayrı müstakil bir varlıkları yoktur. En-el Hak’ın Arapça anlamı, “Ben Haktan ibaretim, Haktan gayrı değilim” şeklindedir. Bu Allah’ın ruhunu taşıyan varlıklar olduğumuz anlamına gelmektedir. Allah her şeyi ve tüm varlıkları Yüce Varlığı ve Yüce Nuru ile kaplamıştır. Allah, ayette belirtildiği gibi bizlere “şahdamarımızdan daha yakındır” (Kaf Suresi, 16). Bu gerçek, insanları Allah’a yaklaştıracak, onların Allah’ı yüceltmelerini sağlayacak çok önemli bir gerçektir.
Bir insanın Allah’a, cennete ve cehenneme inanmadan, her şeyin başıboş tesadüflerin eseri olduğunu düşünerek huzurlu yaşayabilmesi mümkün değildir. Güzel ahlakın yaşanabilmesi için insanın karşısındaki varlığa değer verebilmesi şarttır. Fakat Allah’a inanmadan bir insanın, tesadüfen oluştuğuna inandığı, Darwinizm’e göre bir hayvan olarak nitelendirdiği bir başka insana değer vermesini gerektirecek hiçbir şeyi kalmamaktadır. Allah’a imanda ise insan, Allah’ı sever, Allah’ın azabından korkar, Allah’ı sevdiği için Allah’ın yarattıklarını, yani Allah’ın tecellilerini de çok sever. Bu sevgi duyulduğunda ve Allah’tan korkulduğunda, insanın bir başkasına ahlaksızlık yapabilmesi, onu incitebilmesi, onu değersiz görebilmesi mümkün değildir. Kindar olabilmesi, kıskançlık duyması da mümkün değildir. Çünkü her bir varlığı yaratan Allah’tır. Her varlık Allah’ın kontrolündedir. Allah’ı seven, Allah’ın yarattıklarını da doğal olarak sevecektir. Bu, Allah’a olan derin sevgiden ve Allah korkusundan kaynaklanan doğal bir ahlaktır. Bir insan tesadüfen var olduğuna inandığında ise, her insanı müstakil ve başıboş birer varlık olarak gördüğü için hayatı boyunca temkinli olacak, onların yaptıklarına karşı kin besleyecek, onlardan intikam almaya yönelecektir. Gelecek kaygısını sürekli olarak yaşayacak, hep ulaşmaya çalıştığı fakat asla ulaşamadığı hayali bir huzur ve mutluluk arayacaktır. Nitekim program esnasında Kırıkkanat’ın sergilediği tutum da, Darwinizm’in getirdiği kasvetli ve öfkeli ruh halini açıkça gözler önüne sermiştir.
Kırıkkanat, “evren nasıl yaratıldı?” sorusu karşısında “artık orada tartışma açılamaz” şeklinde bir kaçış sergilemiştir. Oysa Kırıkkanat’ın kendince bir tesadüf iddiası olduğuna göre, bu durumda evrenin başlangıcını da aynı tesadüfle açıklayabilmesi gerekir. Elbette açıklayamaması ve bu sorudan kaçması beklenen bir şeydir. Hiçbir şey tesadüflerle açıklanamadığı gibi bu sorunun da ateist ve Darwinistler açısından bir cevabı olamayacağı açıktır. Cevapsız kaldıklarından bu kişiler genellikle, “bu konu bilimsellik dışına çıkar” diyerek konuyu kapatmaya çalışırlar. Oysa bu soruya, bilimsellik dışına çıktığı için değil, Darwinistler tarafından asla açıklanamadığı için cevap verilmemektedir. Çünkü bu sorunun tek cevabı, Yüce, Ulu Yaratıcı olan Allah’ın varlığıdır. Bilimsellik dışı olan evrimin kendisidir. Yalnızca Allah’ın mutlak varlığını inkar etmek amacıyla ortaya atılmış ve tek bir delil ile bile desteklenememiş bu dogma, bilimsel delilleri olan Yaratılış gerçeği ile çürütülmektedir. Allah inancını ortadan kaldırmak amacıyla ortaya atıldığı için, Darwinizm’in, TARTIŞILDIĞI HER YERDE ÇÖKERTİLMESİ, YARATILIŞIN DELİLLERİNİN SERGİLENMESİ VE HER ŞEYİ YARATANIN YÜCE ALLAH OLDUĞUNUN GÖSTERİLMESİ ŞARTTIR.
Sonuç
Evrim teorisi, yenilenen bir teori falan değildir. Doğrulandığı da yoktur, sürekli olarak yanlışlanmaktadır. 150 yıldır sürekli olarak yalan olduğu ortaya çıkarılmış olmasına rağmen bu kadar hararetle, hatta öfkeyle savunulmasının tek sebebi bir dogma olmasıdır. Darwinist diktatörlük tarafından bilimle değil, baskı ile ayakta tutulmaya çalışılmasının da tek sebebi dogma olmasıdır. Şu an yeryüzünde muhteşem bir canlı çeşitliliği vardır. Kırıkkanat’ın istediği gibi evrimi bulmak için geriye doğru gitsek, evrimi değil, yine aynı mükemmelliği buluruz. Yine canlı alemleri vardır, bunlar yine tam, eksiksiz ve mükemmeldirler. Uyumlu bir düzen içinde yaşamaktadırlar. Bunu bize gösteren 250 milyon adet fosil kaydıdır. Darwinizm aldatmacasını korumak adına gösterilen bu ısrar, yaşanan bu öfke Darwinist despotluğunun ne kadar ileri boyutlara gidebildiğini göstermektedir. Darwinistler yıllardır, bu yöntemle kendilerini sürekli küçük düşürmektedirler.
21. yüzyıl, Darwinist yenilginin ayyuka çıktığı, Darwinizm aldatmacasının tüm dünyaya tanıtıldığı önemli bir milattır. İnsanlar, kitleler halinde bu köhne teoriyi terk etmektedirler. Ve insanlar kitleler halinde Allah inancına yönelmektedirler. Özellikle Yaratılış Atlası’nı okuyan, Yaratılış gerçeği konferanslarına katılan ve Yaratılışı ispat eden fosillere elleriyle dokunan Türk halkına artık evrim propagandası yapmak boş bir çabadır. Artık vakit, tüm dünyanın farkına vardığı gerçekleri anlama ve kabul etme vaktidir. Darwinizm ölmüştür. Tüm kainatın ve tüm canlıların yoktan yaratıcısı, tek mutlak Varlık olan Yüce Allah’tır.
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.
Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)
Evrimciler Ara Geçiş Formu Olmadığını İtiraf Ediyor
Ünlü Darwinist paleontolog Niles Eldredge:
"Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini DOĞRULAMAYACAĞI AÇIKÇA GÖRÜLÜR HALE GELMİŞTİR. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. FOSİL KAYITLARI AÇIKÇA SÖZ KONUSU KEHANETİN YANLIŞ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir." (N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46)
Ali Demirsoy:
“Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.” (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79)
S. M. Stanley (John Hopkins Üniversitesi):
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrim ile uyumlu değildir ve hiçbir zaman olmamıştır... Paleontologların çoğunluğu, delillerinin Darwin'in bir türün değişimine götüren çok küçük, yavaş ve giderek biriken değişiklikler üzerine yaptığı vurguyla çelişir durumda olduğunu hissetmiştir... Onların hikayeleri de örtbas edilmiştir. (S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books Inc. Publishers, N.Y., 1981, s.71)
Science dergisi:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi bir yanlış fikre kapılmıştır... Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir. (Science, July 17, 1981, s.289)
Neville George (Paleontolog, Glasgow Üniversitesi):
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir. (T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, January 1960, s.1)
Antropolog Jeffrey H. Schwartz:
"Pek çok paleontolog fosil kayıtlarında, kayıp halkaları bulmak yerine, sadece büyük boşluklarla ve bugüne kadar kaydedilmiş fosil türleri arasında herhangi bir ara form olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldi." (Schwartz, Jeffrey H., Sudden Origins, 1999, s. 89)
Edmund J. Ambrose (Londra Üniversitesi'nde hücre biyolojisi profesörü):
"Jeolojik araştırmaların bugün gelinen safhasında, jeolojik kayıtlarda, Yaratılışçıların, Allah'ın her bir türü ayrı olarak yarattığı düşüncesine ters düşecek hiçbir bulgu yoktur..." (Dr. Edmund J. Ambrose, The Nature and Origin of the Biological World, John Wiley & Sons, 1982, p. 164)
D.B. Kitts(Oklahoma Üniversitesi, Bilim Tarihi Profesörü):
Evrim, türler arası geçiş formalarını gerektirir, ama paleontoloji bunu evrimcilere vermemiştir. (D.B. Kitts, Paleontology and Evolutionary Theory (1974), p. 467)
Mark Czarnecki (Evrimci paleontolog):
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. TÜRLER ANİDEN OLUŞURLAR VE YİNE ANİDEN YOK OLURLAR.
Carlton E. Brett:
Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? FOSİL KAYITLARININ BU SORUYA CEVABI; "HAYIR"DIR.
Dr. Colin Patterson (Paleontolog):
Herhangi bir türün başka hangi tür canlıdan geldiğini gösteren bir fosil fotoğrafı göstermemi istemişsiniz - BÖYLE BİR FOSİL KAYDI MEVCUT DEĞİL.
John Adler ve John Carey:
Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor.
Mark Ridley (Zoolog, Oxford Üniversitesi):
Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.
Hoimar Von Ditfurth:
Geri dönüp baktığımızda, neredeyse ıstırapla aranan o geçiş biçimlerini bir türlü bulamamış olmamıza şaşırmamamız gerektiğini anlıyoruz. ÇÜNKÜ BÜYÜK OLASILIKLA BÖYLE BİR ARA AŞAMA HİÇ VAR OLMADI
Tom Kemp (Oxford Üniversitesi):
Bir nesilden diğerine türlerin birbirine geçişinin mümkün olduğunu gösterecek tek bir kayıt örneği yoktur.
Prof N. Heribert Nilsson (Lund Üniversitesi, İsveç, Ünlü evrimci botanikçi):
Evrimi, 40 yıldan fazla süren bir deney ile kanıtlama teşebbüslerim sonunda başarısızlıkla sonuçlandı… Fosil materyali şu anda o kadar tamdır ki, yeni sınıflar oluşturmak mümkün olmuştur ve geçiş dizilerinin bulunmayışı, materyal eksikliği ile açıklanamaz bulunmaktadır. (Fosil kayıtlarındaki) boşluklar gerçektir; asla tamamlanamayacaklardır.
6 Ağustos 2009 Perşembe
Ateş Böceklerinin Verim Sırrı
4 Ağustos 2009 Salı
Dünyadaki En Büyük Nimetlerden Biri: Gerçek Akıl
Akıl; Allah’ın izni ile, derin düşünebilmek, olaylardaki hikmetleri görebilmek, evrendeki olağanüstü yaratılışı kavrayabilmek ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek gibi çok önemli niteliklerin kaynağıdır. Dolayısıyla insanın dünyada sahip olduğu en büyük nimetlerden biri akledebilme yeteneğidir. Akıl ve zeka hakkında insanların birçoğunun bilmedikleri ya da gözden kaçırdıkları çok önemli bir gerçek vardır: Zannedildiği gibi her insan akıllı değildir. Her insan doğuştan belirli bir zekâya sahiptir, fakat akıl belirli şartlara bağlı olarak oluşan özel bir yetenektir.
Temiz akıl sahibi olmak; derin düşünebilmeyi, incelikleri kavrayabilmeyi, hikmetli konuşabilmeyi, doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilmeyi, olaylar hakkında muhakeme yapabilmeyi, isabetli kararlar alabilmeyi ve her olayda hayır görebilmeyi ifade eder. Vicdanının sesini dinleyerek Allah’a yönelen her insan, kısa sürede temiz bir akla sahip olabilir. Bunun için yapılması gereken, Allah’a samimiyetle iman etmek, O’ndan gereği gibi korkmak ve Rabbimiz’in istediği gibi bir yaşam sürmektir. Bu samimi iman, insana akıl kazandırır. Yüce Rabbimiz, akıl sahibi kullarının özelliklerini Kuran’da şu şekilde bildirir:
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi, 18)
Gerçek Akıl Sahibi Nasıl Olunur?
Akıl kullanmak, bir konu hakkında köklü çözüm önerileri getirebilmek, kalıplaşmış hatalı davranışların dışına çıkabilmek iman edenlere özgü özelliklerdir. Akıl sahipleri bu önemli özelikleri şöyle kazanırlar
Akıl, insanın hayatının sonuna kadar artabilen ve gelişebilen bir yetenektir. Aklın bu özelliği tamamen Allah korkusu ve vicdan ile bağlantılıdır. Yüce Allah, “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin…” (Teğabün Suresi, 16) ayetinde bildirdiği gibi inananlara güçlerinin yettiği oranda Kendisi'nden korkup sakınmalarını emretmiştir. Çünkü samimiyet ve Kendi rızasını kazanmak için gösterilen ciddi çaba oranında müminlere verdiği anlayışı artırabilir ve sahip oldukları “doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini” geliştirebilir. Bu, Allah’ın iman edenlere desteği ve Kuran’ın önemli bir sırrıdır. (Enfal Suresi, 29)
- Kuran’ı ve Peygamberimiz (sav)’in Sünnet-i Şeriflerini Rehber Edinerek…
Rabbimiz’in kullarına, Kendisi’ni tanıttığı, dünya hayatının gerçek amacını, ahireti, güzel ahlakı bildirdiği Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in hadisleri insanın aklını açacak olan kaynaktır. İnsan Allah’ın vesile etmesi ile;
-Hatalarını anlayabilir, tevbe edip, hatasını tekrarlamaktan kaçınabilir.
-Allah’ın büyüklüğünü her türlü noksandan münezzeh olduğunu anlayabilir.
-Hayatını Rabbimiz’in rızasını, rahmetini kazanabilecek biçimde düzenleyebilir.
-Allah’ın emir ve yasaklarını titizlikle koruyabilir ve gerçek hayat olan ahirette cenneti kazanmayı umabilir.
İnsanın fıtratına uygun olan bu yola uymak ise aklı açar. Çünkü akıl imanda derinleşmenin doğal bir sonucudur. Yüce Allah Kuran’ın temiz akıl sahipleri için yol gösterici bir kitap olduğunu bir ayette Şöyle haber vermiştir:
“İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir bela)dır.” (İbrahim Suresi, 52)
Yüce Rabbimiz, Kuran’daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet etmektedir. Düşünmek, özellikle “göklerdeki ve yerdeki” yaratılış delilleri üzerinde düşünmek; insanın, alemleri yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Allah’ı takdir edebilme gücünü, akledebilme yeteneğini ve kavrayışını dolayısıyla Allah korkusunu ve Allah’a olan yakınlığını artıran en önemli vesilelerden birisidir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamanın müminler için önemi Kuran’da şu şekilde haber verilir:
“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 191)
Yüce Allah’ın İman Etmiş Seçkin Kullarına Nasip Ettiği Aklın İnsana Kazandırdığı Üstün Özellikler
- Feraset ve Basiret
Feraset (çabuk sezme ve anlama yeteneği) ve basiret (bir konunun özünü kavrama gücü, gerçeği tüm detaylarıyla görebilme kabiliyeti ve ileri görüşlülük) “akıl” ile kazanılabilir. Feraset ve basiret sahibi bir insan, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir tavrı ya da bir sözü en doğru şekilde analiz edebilme yeteneğine sahiptir. Geçmişte edindiği tecrübelerden de faydalanarak en akılcı sonuçları çıkarır ve bu bilgileri ilerisi için en isabetli şekilde kullanabilir. İçinde bulunduğu ortamı, şartları ve imkanları akılcı bir bakış açısıyla değerlendirir. Bir işe atılacağı zaman mutlaka bu konuda gerekli olabilecek her türlü tedbiri alır, olası aksaklıkları tespit eder ve bu doğrultuda hareket eder. Allah’ın verdiği akıl sayesinde her konuşması isabetli, her tavrı itidalli ve her düşüncesi keskin bir aklın ve kavrayışın tecellisi haline gelir.
Allah bir ayette, basiretin önemine dikkat çekmiş ve bu özellikten yoksun olan kimseleri de “kör” olarak nitelendirmiştir:
“Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp- düşünüyorsunuz.” (Mümin Suresi, 58)- Hikmet; Anlatım Çarpıcılığı ve Hitabet Kabiliyeti
Aklın bir başka yönü de insanın tüm tavırlarına ve konuşmalarına “hikmet” kazandırmasıdır. Ancak insanların büyük çoğunluğu hikmetli tavır ve konuşmaların kaynağının akıl olduğunu bilmez. Aksine hikmetli konuşmanın eğitim ve tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olduğunu düşünürler. Oysa güzel ve etkili konuşma hiçbir kurala bağlanmamış, ezberlenmemiş kişinin içinden geldiği gibi, hiç zorlanmadan, suni bir tavra gerek duymadan yaptığı “samimi konuşma”dır ki, bu da sadece gerçek akıl sahibi kimselerde görülebilir. Hikmetli konuşan kişi, samimi sözleriyle insanların kalplerinde derin bir etki uyandırır. Çünkü anlatmak istediği bir şeyi olabilecek en özlü şekilde, en çarpıcı örneklerle ve olabilecek en samimi şekilde ifade eder. Akıl ile hikmet arasındaki ilişki, Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“Kime dilerse hikmeti ona verir; Şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (Bakara Suresi, 269)- Üstün Teşhis Kabiliyeti
Aklın insana kazandırdığı bir başka önemli özellik de “teşhis kabiliyeti”dir. İnsanlar genellikle hemen her konu hakkında teşhis yapar, fikir beyan ederler. Ancak akıl sahiplerinin farklılığı, Allah’ın izniyle çoğu insanın fark edemediği detayları rahatlıkla görebiliyor olmaları ve teşhislerinin daima hızlı ve isabetli olmasıdır. Akıl sahiplerinin bu özelliği onlara hayatın her alanında büyük bir üstünlük ve kolaylık sağlar. Herşeyden önce, karşılaştıkları her insanın karakterini çok iyi ve ayrıntılı bir biçimde analiz edebildikleri için, dostlarını ve düşmanlarını rahatlıkla ayırt edebilirler. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gelişen bir olayı henüz başlangıcında iken fark edebilir, buna göre tedbir alabilirler. Allah’ın Kuran’da tanıttığı insan karakterlerinden yola çıkarak, karşılaştıkları insanların karakterlerini çok kısa bir sürede kavrayabilirler. Ayrıca çevrelerinde bulunan insanlardaki güzel vasıfları, çoğu kimsenin fark edemediği incelikleri, akıl alametlerini görebilenler de yine ancak akıl sahipleridir.
- Güçlü Bir Kişilik
Akıl
sahibi bir insanın “güçlü kişilik” kavramı, din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda bilinen anlamından çok farklıdır. Bu tür toplumlarda insanlar, şahsiyetli olmanın, ancak kibir, resmiyet ve ciddiyet ile elde edilebileceğine inanırlar. Oysa bu daha ziyade, göz boyamaya ve etrafta şahsiyetli bir insan “imajı” oluşturmaya yönelik uygulanan yapay bir tavırdır. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik ise insanın Allah’tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar. Böyle bir kişi hiçbir koşulda, hiçbir dünyevi çıkar için Allah’ın kendisine bildirdiği doğrulardan taviz vermez, basit ve çirkin tavırlara tenezzül etmez. İnsana kişilik kazandıran asıl özellikler bunlardır ve bu konuda kararlılık gösterebilen kimseler de akıl sahipleridir. Kuran’da doğru yoldan asla sapmayan akıl sahibi kişiler, bu tavırlarından dolayı şöyle müjdelenmişlerdir:“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.” (Fussilet Suresi, 30)
Yazı boyunca anlatılan tüm bu özellikleri kazanmaya vesile olan keskin bir akla sahip olmayı, ulaşılması zor bir hedef olarak görmek doğru değildir. Yapılması gereken, güçlü bir Allah sevgisine sahip olmak, O’ndan gereği gibi korkmak ve Rabbimiz’in istediği gibi bir yaşam sürmektir. Samimi iman, Yüce Rabbimiz’in izniyle insana, hayatının her anını etkisi altına alan bu berrak aklı kazandıracaktır. Bu müjde, bir ayette şöyle bildirilmiştir:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkup- sakınırsanız size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)
Gerçek akıl; müminlerin Allah’ı çok daha iyi ve yakından tanımalarını, her an her yerde O’nun tecellilerini görmelerini ve Allah’ın kudretini hakkıyla takdir edebilmelerini sağlar. Onlara, kültürlü, derin düşünen, Allah’ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir yetenek kazandırır.
Gerçek şahsiyetin ne kibirle, ne ciddiyet ve resmiyetle, ne de dış görünüşle ilgisi vardır. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik ve akıl insanın Allah’tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar.
1 Ağustos 2009 Cumartesi
Çin, Müslüman Uygur Türklerine Yaptığı Soykırımı Durdurmalı, Zorla Alınıp Götürülen Uygur Türklerinin Nerede Olduğunu Açıklamalıdır
Doğu Türkistan'da, Çin'in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda zorluklarla dolu, baskı altında bir hayat sürülmektedir. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, bugüne kadar Doğu Türkistan'da 35 milyon uygur Türkü şehit edilmiştir. Bu akıl almaz bir rakamdır. Bugün de Uygur Türkü müslüman kardeşlerimize karşi soykırım tüm hızıyla devam etmektedir.
Uygur Türkleri evlerinden zorla alınıp götürülmekte, uluslararası kanunlara aykırı şekilde toplu olarak idam edilmektedir. Yaşanan son olaylarda 196'si açık 600 tanesi gizli olmak üzere toplam 796 Uygur Türkü, hiçbir hukuki gerekçeye dayanmadan, savunmalarını yapmalarına dahi izin verilmeden idam edilmiştir. Temmuz ayının başında bir gecede 10 bin müslüman Uygur Türkü kaybolmuştur. Bu kişiler nereye gitmiştir? Eğer bu kişiler de şehit edilmişlerse, ki muhtemelen şehit edilmişlerdir, o zaman akıl almaz bir katliam devam ediyor demektir.
Halen akibetlerinin ne olduğu bilinmeyen binlerce Uygur Türkü vardır. Uygur Türkü 100 bin kızkardeşimiz evlerinden zorla alınıp götürülmüştür. Bu kızkardeşlerimiz ölüm tehdidiyle gayrimeşru ilişkiye zorlanmaktadır. Çin yönetimi, evlerinden zorla alınıp götürülen 100 bin Uygur Türkü kızkardeşimizin nereye götürüldüğünü açıklamalıdır.
Çin'in bu baskı ve zulüm politikasına son vermesi, Doğu Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimizin güvenliğe kavuşması, Çin kendi vatandaşlarının da huzur bulması için Türk İslam Birliği'nin aciliyetli olarak kurulması gerekmektedir. Türk İslam Birliği'nin kurulması hem Doğu Türkistan'ın hem de Çin'in kurtuluşu olacaktır. Bu birlik, hem Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanların haklarını en güzel şekilde koruyacak, hem Çinlilerin ve Uygur Türklerinin bir arada kardeşce, huzur içinde yaşayabilecekleri bir güven ortamı meydana getirecek, hem de Çin'in gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Türk İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.