Elbette göklerin ve yerin
yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür.
Ancak insanların çoğu bilmezler.
(Mümin Suresi, 57)
(Mümin Suresi, 57)
Kainatta kusursuz bir düzen bulunmaktadır.
Bu kusursuz düzen içinde güneş sistemi çok küçük bir yer tutmaktadır.
Ancak kainata göre bir nokta tanesi kadar küçük olan bu sistem,
bize göre çok büyüktür. Güneş sisteminin büyüklüğünü biraz
daha detaylı düşünelim.
Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara
göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte
olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur.
Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'in
çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Ancak bu kadar
dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu
Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu
galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak
üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Spiral şeklindeki
bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin
de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur.
Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere
göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... George Greenstein, bu
akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik
Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın
olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda
ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde
hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında,
galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark,
gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha
fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir
fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım...
Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.
Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki
büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına
uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın,
uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını
engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu
denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.
Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı,
kusursuz düzen ve denge insanın yaşamı için tam olması gereken
yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır;
amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.
Güneş Sistemi
Evrendeki düzenliliği en açık olarak gözlemlediğimiz
alanlardan biri de, Dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemi'dir.
Güneş Sistemi'nde 9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54
ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler, Güneş'e olan yakınlıklarına
göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün,
Uranüs ve Pluton'dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde
yaşama uygun bir yüzey ve atmosfere sahip olan yegane gök
cismi ise Dünya'dır.
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde,
yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu
soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in
"çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki
dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm
gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç
kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin
dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler
hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından
büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler
daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya
yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok
hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu
için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen
için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir.
Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır.
Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı
dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan
ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Materyalist astronomi anlayışı, Güneş Sistemi'nin
kökeninin doğal fiziksel süreçlerle açıklanabileceğini, yani
bu sistemin kendiliğinden ve tesadüfen oluşabileceğini öne
sürer. Ancak son 300 yıldır bu konuda ortaya atılan tüm farklı
teoriler birer spekülasyondan ileri gidememiştir. Güneş Sistemi'nin
kökeni, materyalist bir bakış açısıyla, açıklanamayan bir
sır konumundadır.
Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi
keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, bu sistemin
çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan
hakimiyetinin ispatı olduğunu belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin
yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan -ve "yaşamış en
büyük bilimadamı" sayılan- Isaac Newton ise şöyle yazmıştır:
Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan
oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir
Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O,
bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır
ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir.
|
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.