Kuşları incelediğimizde vücutlarındaki bütün özelliklerin
uçuş için özel olarak tasarlandığını görürüz. Örneğin,
gökyüzündeki en iyi hareket kabiliyetine sahip kuşlardan
olan kartalların vücut yapıları her yönden kusursuzdur.
Kartalların hem yerden havalanıp uçabilecek kadar hafif
olmaları, hem de avlarını yakaladıklarında rahatlıkla
taşıyabilecek kadar güçlü olmaları gerekir.
Bir kel
kartalın 7000'den fazla tüyü vardır, ancak bu tüylerin
hepsini biraraya koyduğunuzda bütün tüylerinin ağırlığı
yaklaşık 500 gram tutar. Ayrıca kartalların vücutlarının
daha hafif olabilmesi için, kemiklerinin içi de boştur.
Bu kemiklerin birçok yerinde havadan başka birşey yoktur.
Bir kel kartalın tüm iskeletinin ağırlığı 272 gramdan
sadece biraz fazladır. Kısacası kartalların ağırlığı
uçmak için son derece idealdir.
Bir kartal uçarken kendisine gereken gücün çoğunu kanatlarını
çırpışı sırasında, kanadının aşağıya doğru olan hareketinden
alır. Bu yüzden, kartalın kanatlarını aşağıya doğru
iten kasların sayısı, kanatları yukarı doğru iten kasların
sayısından daha fazladır. Bir kartal için uçuş kasları
çok önemlidir. Bu kaslar genelde kuşun vücut ağırlığının
yarısı kadar bir ağırlığa sahiptir. Kartallar kanatlarının
pozisyonunu değiştirerek daha hızlı veya daha yavaş
uçabilirler. Hızlı uçmak istediklerinde, kanatlarının
ön kenarlarını rüzgarın içine doğru çevirir ve böylece
"havayı keserler". Kendilerini yavaşlatmak
istediklerinde ise, bu sefer de kanatlarının geniş kısmını
rüzgara doğru çevirirler.
Kartallardaki tasarım sadece kusursuz bir uçuş yeteneği
için değildir. Ayrıca tüylerinde yere iniş için de özel
bir tasarım vardır. Kartal inişini yaparken, kuyruğunu
havalandırır ve vücuduna göre bir açıyla kuyruğunu aşağı
çekerek hızını azaltır. Kanatlarının uçlarını alçaltarak
onları fren olarak kullanır. Ancak hızını kaybederken,
kanatların üstünde oluşan hava akımı kartalın düşme
tehlikesinin artmasına neden olur. Kartal, kanatlarının
ucunda bulunan üç-dört tüy öbeğini kaldırarak bu tehlikeyi
önler. Bunlar kanat yüzeyinde havanın düz bir çizgi
halinde akmasına yardımcı olur ve kuşun rahatlıkla uçuşunu
bitirmesini sağlar.
Buraya kadar verilen örneklerde çok açık görülen bir
gerçek vardır. Tek bir kartalın bedenindeki tasarımın
birkaç detayı dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmeldir.
Bu da bize kartalların da tıpkı tüm diğer kuşlar ve
tüm diğer canlılar gibi üstün güç sahibi Allah tarafından
yaratıldıklarını açıkça ispatlar.
26 Kasım 2013 Salı
21 Kasım 2013 Perşembe
Göklerdeki Düzen
Elbette göklerin ve yerin
yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür.
Ancak insanların çoğu bilmezler.
(Mümin Suresi, 57)
(Mümin Suresi, 57)
Kainatta kusursuz bir düzen bulunmaktadır.
Bu kusursuz düzen içinde güneş sistemi çok küçük bir yer tutmaktadır.
Ancak kainata göre bir nokta tanesi kadar küçük olan bu sistem,
bize göre çok büyüktür. Güneş sisteminin büyüklüğünü biraz
daha detaylı düşünelim.
Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara
göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte
olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur.
Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'in
çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Ancak bu kadar
dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu
Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu
galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak
üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Spiral şeklindeki
bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin
de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur.
Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere
göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... George Greenstein, bu
akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik
Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın
olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda
ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde
hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında,
galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark,
gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha
fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir
fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım...
Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.
Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki
büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına
uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın,
uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını
engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu
denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.
Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı,
kusursuz düzen ve denge insanın yaşamı için tam olması gereken
yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır;
amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.
Güneş Sistemi
Evrendeki düzenliliği en açık olarak gözlemlediğimiz
alanlardan biri de, Dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemi'dir.
Güneş Sistemi'nde 9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54
ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler, Güneş'e olan yakınlıklarına
göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün,
Uranüs ve Pluton'dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde
yaşama uygun bir yüzey ve atmosfere sahip olan yegane gök
cismi ise Dünya'dır.
Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde,
yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu
soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in
"çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki
dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm
gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç
kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin
dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler
hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından
büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler
daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya
yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok
hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu
için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen
için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir.
Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır.
Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı
dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan
ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Materyalist astronomi anlayışı, Güneş Sistemi'nin
kökeninin doğal fiziksel süreçlerle açıklanabileceğini, yani
bu sistemin kendiliğinden ve tesadüfen oluşabileceğini öne
sürer. Ancak son 300 yıldır bu konuda ortaya atılan tüm farklı
teoriler birer spekülasyondan ileri gidememiştir. Güneş Sistemi'nin
kökeni, materyalist bir bakış açısıyla, açıklanamayan bir
sır konumundadır.
Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi
keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, bu sistemin
çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan
hakimiyetinin ispatı olduğunu belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin
yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan -ve "yaşamış en
büyük bilimadamı" sayılan- Isaac Newton ise şöyle yazmıştır:
Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan
oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir
Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O,
bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır
ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir.
|
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)