Müslümanlar neden affedici olmalıdırlar?
Merhamet hissini yoğun biçimde yaşayan müminlerin bu özellikleri diğer üstün ahlaki vasıflarını nasıl olumlu yönde etkiler?
Merhamet hissini yoğun biçimde yaşayan müminlerin bu özellikleri diğer üstün ahlaki vasıflarını nasıl olumlu yönde etkiler?
Merhametin
önemli göstergelerinden biri kişinin affedici ve bağışlayıcı
olabilmesidir. Allah Kuran’da iman eden kullarını “affedici ve
bağışlayıcı” olmaya şöyle çağırmaktadır:
“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199)
Bu,
insanın nefsine zor gelebilen, ama Allah Katında güzel karşılığı olan
bir tavırdır. İnsan yapılan bir hata karşısında öfkeye kapılabilir ya da
onu affetmek istemeyebilir ama Allah müminlere affetmenin daha güzel
olduğunu bildirmiş ve onları bu ahlaka teşvik etmiştir:
“Kötülüğün
karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve
ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a
aittir...” (Şura Suresi, 40)
Bir başka ayette Allah “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir” (Şura Suresi, 43) şeklinde bildirerek bunun üstün bir ahlak olduğuna dikkat çekmiştir.
Ayrıca Allah, “Sizden,
faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda
hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve
hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle
müminleri bu konuda kendi durumlarını düşünmeye de teşvik etmiştir.
Çünkü gerçekten de her insan Allah’ın kendisini bağışlamasını,
esirgemesini ve rahmet etmesini ister. Yine aynı şekilde bir hata
yaptığı zaman, çevresindeki insanların kendisini mazur görmesini ve
affetmesini diler. İşte Allah müminlere bu durumu hatırlatarak
kendilerine yapılmasından hoşlandıkları bir tavrı, başkalarına da
göstermelerini bildirmiştir. Elbette bu, müminler arasında merhameti
teşvik eden önemli bir emirdir.
Müminler Diğer Müminlere Karşı, Hataları Her Ne Olursa Olsun, Affedici Bir Tutum İzlerler
Müminlerin
affediciliği, din ahlakından uzak yaşayan kimselerin affetmesinden çok
farklıdır. Din ahlakını yaşamayan insanlar, çoğu zaman dilleriyle
karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler bile, yapılan hataya
karşı kalben duydukları kin ve kızgınlıktan kurtulmaları oldukça uzun
sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak bir sitemkarlık
içerisindedir. Nitekim ellerine ilk fırsat geçtiğinde de zaten
kalplerinde biriktirdikleri bu kin ve öfkelerini dile getirirler.
Müminler Tamamen Samimi Bir Niyetle Affederler
Müminler
insanın hata yapabilecek acizlikte yaratıldığını bildikleri için, daha
en başından karşı tarafa merhametle yaklaşırlar. Zira Kuran’da yer alan
tevbe ile ilgili ayetler, insanın hata yapmaya açık bir varlık olduğunu,
ancak önemli olanın bu hatayı fark eder etmez, bir daha tekrar etmeme
gayretiyle hemen vazgeçmek olduğunu bildirmektedir. Bu ayetlerden biri
şöyledir:
“Allah’ın
(kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük
yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah,
böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet
sahibi olandır.” (Nisa Suresi, 17)
Kişinin
samimiyetini ifade eden bu şartlar oluştuğu sürece müminler de
birbirlerine karşı son derece bağışlayıcı ve merhametli bir tavır
gösterirler. Tevbe ettiği, pişmanlık duyduğu ve düzeltmeye çalıştığı
hatalarından dolayı bir mümine karşı içlerinde kin beslemezler. Samimi
olarak vazgeçmişse kimseyi geçmişte yaptıklarından dolayı
yargılayamayacaklarını ve asıl önemli olanın kişinin son anda gösterdiği
ahlak olduğunu bilirler.
Müminler Karşı Tarafın Tamamen Haksız Olduğu Bir Durumda da Affedici Olabilirler
Müminler
kendilerinin tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız
olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedici olabilirler. Çünkü
Allah bunun güzel bir ahlak özelliği olduğunu bildirerek müminlere şöyle
tavsiye etmiştir:
“Onlar,
bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar
(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik
yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)
İman
edenler Allah’ın bu hükmüne uyarak kendi haklarından kolaylıkla
vazgeçer ve alttan alarak karşı tarafa güzel ahlakları ile örnek
olurlar.
Bu
konuda yine Kuran ahlakının getirdiği büyük bir farklılık daha söz
konusudur; müminler affetme konusunda hataları büyük ya da küçük diyerek
ayırmaz ve hataya göre farklı bir affedicilik anlayışı geliştirmezler.
Hatayı yapan kişi istemeden büyük bir can ya da mal kaybına neden olmuş
ve bu da karşı tarafın menfaatlerine büyük ölçüde zarar vermiş olabilir.
Ancak meydana gelen her olayın Yüce Rabbimiz Allah’ın izni ile ve bir
kader dahilinde geliştiğini bilen mümin, bu tür bir olayı tevekkülle
karşılar ve şahsi bir kızgınlık içerisine girmez.
Yine
bu kişi cehalet sonucu Kuran’ın bir hükmünü gereği gibi yerine
getirememiş ve Allah’ın koyduğu sınırları aşmış olabilir. Ancak bu
tavırlarından dolayı kişiyi yargılayacak olan yalnızca Allah’tır.
Dolayısıyla bu konuda bir yargılama yapmak ve kişiyi affetmemek gibi bir
tavır müminlerin sorumluluğunda değildir. Kişinin samimi olarak tevbe
edip bu tavrından pişman olması durumunda alacağı karşılık Allah
Katındadır.
Nitekim Allah “Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar...” (Nisa Suresi, 48) ayetiyle “Allah’a ortak koşma” dışında
müminlerin samimiyetle vazgeçtikleri hatalarını affedebileceğini
bildirmiştir. Müminler bunu bilemeyecekleri için onlar ancak Allah’ın
bildirdiği şekilde affeder ve eğer bu konuda Kuran’da bildirilen bir
açıklama varsa, hata yapan kişiye bu doğrultuda davranırlar. Kuşkusuz ki
bu aynı zamanda Rabbimiz’in hoşnutluğunu ve rızasını kazanmaya da en
uygun olan tavırdır:
“...
Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve
bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. “ (Teğabün Suresi, 14)
Müminlerin
merhamet göstermedeki kararlılıklarının bir sebebi Allah'ın ahlakını
yaşamaya çalışmalarıdır. Allah, pek çok ayette açıklandığı gibi
"merhametlilerin en mermahetlisi"dir. Dolayısıyla müminler de merhameti,
güçlerinin yettiği en son sınıra kadar yaşamaya çalışırlar. Ayrıca
müminler, "Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve
Allah gerçekten Rauf (şefkat eden ve) Rahim olmasaydı (ne yapardınız)?"
(Nur Suresi, 20) ayetiyle de bildirildiği gibi, Allah'ın kendilerine
olan şefkatine ve merhametine muhtaçtırlar. Allah'ın kendilerine
merhamet etmesini istedikleri için de diğer müminlere karşı ellerinden
geldiğince merhametli olmaya çalışırlar.
Mümin için affetmede ölçü karşı tarafın samimiyeti ve iyi niyetidir. Bunu da mümin, vicdanı ve aklıyla teşhis eder. Kötülüğü bir alışkanlık haline getirmiş olup karşı tarafın merhametinden ve güzel ahlakından istifade etmeye çalışan birine elbette izin verilmez. Bir mümin böyle bir durumda karşı tarafa gösterilecek asıl merhametin sadece affetmek olmadığını bilir ve onu samimiyete, dürüstlüğe ve Allah'tan korkmaya davet ederek merhametini farklı bir şekilde ifade eder.
Mümin için affetmede ölçü karşı tarafın samimiyeti ve iyi niyetidir. Bunu da mümin, vicdanı ve aklıyla teşhis eder. Kötülüğü bir alışkanlık haline getirmiş olup karşı tarafın merhametinden ve güzel ahlakından istifade etmeye çalışan birine elbette izin verilmez. Bir mümin böyle bir durumda karşı tarafa gösterilecek asıl merhametin sadece affetmek olmadığını bilir ve onu samimiyete, dürüstlüğe ve Allah'tan korkmaya davet ederek merhametini farklı bir şekilde ifade eder.
Sayın
Adnan Oktar: “İman etmeyenler, mantık gözüyle baktıkları için şefkati
ve merhameti mantıksız görürler, Müslümanlar ise vicdanla baktıkları
için şefkat ve merhametten zevk alırlar.”
ADNAN OKTAR: Şefkat, merhamet, Cenab-ı Allah’ın bizlere verdiği çok önemli bir duygu.
Küfür mantık gözüyle bakar, şefkati mantıksız görür, merhameti mantıksız görür. Mesela adam dostudur, çıkarıyla çatışır, onu direkt terk eder. “Niye böyle yaptın?” dersin, “mantıklı olanı yaptım” der. Vicdanlı olanı yaptın mı? Yok. “Ama mantıklı olanı yaptım.”
Mantık, insanı küfür ve dalalet içerisinde tutmayı emreder. Mesela mantığa göre affetmek, mantıksızdır. Adam “niye affedeyim ki?” der. “Direkt intikam alırım” der. Mantığa göre, yardım etmek de mantıksızdır. Çünkü “benim ihtiyacım var” diyor, “niye vereyim ki başkasına parayı, fazla bile olsa” diyor, “mantıken fazla olan daha iyidir” diyor, “o yüzden mantıksız gördüğüm için, parayı vermem” diyor.
Bir başkasını koruyup kollama, insanın vaktini ve parasını alan bir şeydir, imkanlarını alan bir şeydir. “Vaktimi niye harcayayım, mantıksız” diyor, “paramı niye harcayayım, yine mantıksız” diyor.
İslam, mantık değil de, vicdan üzerine kuruludur. Vicdan ve akıl üzerine kuruludur. Küfür de, zeka ve mantık üzerine kuruludur. Mesela bir insan, ahireti, ahiret inancını mantıksız görür. “Ölen bir insan, bir daha dirilmez, mantıksız” der. Ama akıl ve vicdan, insanın sonsuzluk içgüdüsünde olduğunu görüyor, Kuran’ın hak olduğunu görüyor.
Akıl ve vicdanda insan, Allah’ın hükümlerinin, Kuran’ın mucizelerinin genel özelliklerinden, doğruluğundan, vicdanen etkileniyor ve Kuran’ın hak olduğuna ve ölümden sonraki hayatın varlığına kanaati geliyor. (16 Şubat 2011 tarihli Samsun Aks Tv)
ADNAN OKTAR: Şefkat, merhamet, Cenab-ı Allah’ın bizlere verdiği çok önemli bir duygu.
Küfür mantık gözüyle bakar, şefkati mantıksız görür, merhameti mantıksız görür. Mesela adam dostudur, çıkarıyla çatışır, onu direkt terk eder. “Niye böyle yaptın?” dersin, “mantıklı olanı yaptım” der. Vicdanlı olanı yaptın mı? Yok. “Ama mantıklı olanı yaptım.”
Mantık, insanı küfür ve dalalet içerisinde tutmayı emreder. Mesela mantığa göre affetmek, mantıksızdır. Adam “niye affedeyim ki?” der. “Direkt intikam alırım” der. Mantığa göre, yardım etmek de mantıksızdır. Çünkü “benim ihtiyacım var” diyor, “niye vereyim ki başkasına parayı, fazla bile olsa” diyor, “mantıken fazla olan daha iyidir” diyor, “o yüzden mantıksız gördüğüm için, parayı vermem” diyor.
Bir başkasını koruyup kollama, insanın vaktini ve parasını alan bir şeydir, imkanlarını alan bir şeydir. “Vaktimi niye harcayayım, mantıksız” diyor, “paramı niye harcayayım, yine mantıksız” diyor.
İslam, mantık değil de, vicdan üzerine kuruludur. Vicdan ve akıl üzerine kuruludur. Küfür de, zeka ve mantık üzerine kuruludur. Mesela bir insan, ahireti, ahiret inancını mantıksız görür. “Ölen bir insan, bir daha dirilmez, mantıksız” der. Ama akıl ve vicdan, insanın sonsuzluk içgüdüsünde olduğunu görüyor, Kuran’ın hak olduğunu görüyor.
Akıl ve vicdanda insan, Allah’ın hükümlerinin, Kuran’ın mucizelerinin genel özelliklerinden, doğruluğundan, vicdanen etkileniyor ve Kuran’ın hak olduğuna ve ölümden sonraki hayatın varlığına kanaati geliyor. (16 Şubat 2011 tarihli Samsun Aks Tv)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.