A9 TV Canlı Yayın

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Atomun Yapısında Saklı Güç

Hava, su, dağlar, hayvanlar, bitkiler, vücudunuz, oturduğunuz koltuk, kısacası en küçüğünden en büyüğüne kadar gördüğünüz, dokunduğunuz, hissettiğiniz her şey atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar öyle küçük parçacıklardır ki, en güçlü mikroskoplarla dahi bir tanesini görmek mümkün değildir. Bir atomun çapı milimetrenin milyonda biri kadardır.

Bu küçüklüğü bir insanın gözünde canlandırması pek mümkün değildir. O yüzden bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. Görebilmek için elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirdiğinizi farz edelim. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte ancak o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz. 

Peki bu kadar küçük bir yapının içinde ne vardır? Bu derece küçük olmasına rağmen atomun içinde evrende gördüğümüz sistemle kıyaslanabilecek kadar kusursuz, eşsiz ve kompleks bir sistem bulunmaktadır. Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde dönüp-dolaşan elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron ismi verilen başka parçacıklar vardır.

Çekirdek, atomun tam merkezinde bulunmaktadır ve atomun niteliğine göre belirli sayılarda proton ve nötrondan oluşmuştur. Çekirdeğin yarıçapı, atomun yarıçapının onbinde biri kadardır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi, elinizdeki anahtarı dünya boyutlarına getirdiğinizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği arayalım. Ama bu arayış boşunadır, çünkü böyle bir ölçekte bile çok daha küçük olan çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle yoktur. Çekirdeği görebilmemiz için atomumuzu temsil eden kiraz yeniden büyüyüp iki yüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olmalıdır. Bu akıl almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden daha iri bir duruma gelmeyecektir. 

Ancak burada son derece şaşırtıcı bir durum vardır: Hacmi atomun 10 milyarda biri olmasına rağmen, çekirdeğin kütlesi atomun kütlesinin %99.95'ini oluşturmaktadır. Peki bir şey nasıl olur da bir yandan kütlenin yaklaşık tamamını oluştururken, diğer yandan da hemen hemen hiç yer kaplamaz?
Bunun sebebi, atomun kütlesini oluşturan yoğunluğun, atomun çekirdeğinde birikmiş olmasıdır. Bunu sağlayan ise "güçlü nükleer kuvvet" ismi verilen kuvvettir. Bu kuvvet sayesinde atomun çekirdeği dağılmadan bir arada durabilir.

Buraya kadar anlattıklarımız tek bir atomun içindeki kusursuz sistemin sadece birkaç küçük detayıydı. Aslında atom üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek kadar kapsamlı bir yapıya sahiptir. Ancak burada gördüğümüz bu birkaç küçük detay bile onun muhteşem yapısıyla birlikte Allah tarafından yaratıldığını görebilmek için yeterlidir.

6 Temmuz 2014 Pazar

Bukalemun Dili, Jet Uçağından Daha Hızlı

Zooloji ders kitapları bukalemunun balistik dilinin, hızlandırıcı bir kasla güçlendirildiğini yazar. Bu kas, sardığı – ve sert bir kıkırdaktan meydana gelen- dil kemiği üzerinde sıkıştıkça uzar. Ancak Proceedings of the Royal Society of London (Series B) dergisine kabul edilen bir çalışmada, bukalemunun beslenme davranışlarını inceleyen iki morfolog (şekil bilimci), bukalemun dilinin hızlı hareketi ile ilgili daha başka etkenlerin olduğunu buldu.
 
Hollandalı iki araştırmacı; Leiden Üniversitesi’nden Jurriaan de Groot ve Wageningen Üniversitesi’nden Johan van Leeuwen, bukalemun dilinin avı yakalama sırasında nasıl çalıştığını anlayabilmek için saniyede tam 500 kare yakalayan, hızlandırılmış x-ışını filmi çektiler. Filmler, bukalemun dilinin ucunun 50 g’de (g= yer çekimi sabiti) hızlandığını ortaya çıkardı. Bu hızlanma, bir jet uçağının erişebileceği hızlanmadan beş kat daha fazla.
 
Dil dokularını ayrıştıran araştırmacılar, hızlandırıcı kasın tüm bu işi yapmada gerekli kuvveti tek başına üretebilmenin yanına yaklaşamayacağını hesapladılar. Araştırmacılar bukalemun dillerini incelemeye aldılar ve hızlandırıcı kasla dil kemiği arasında, varlıkları bugüne kadar bilinmeyen en az 10 kaygan kılıf olduğunu keşfettiler. Dil kemiğine, bukalemunun ağzına en yakın uç noktada bağlanmış olan kılıfların, spiral olarak sarılmış protein iplikçikler içerdiği anlaşıldı. 
 
Bu iplikçikler hızlandırıcı kas kasıldığında, sıkışıp şekil değiştiriyor ve gerilmiş bir lastik bant gibi enerji depoluyor. Bunlar, gerilmiş ve uzamış kılıflar dil kemiğinin yuvarlak ucuna eriştiğinde, bulundukları yerden eş zamanlı olarak kayıyor, kuvvetle sıkışıyorlar ve dili itiyorlar. İplikçikler dil kemiğinden kayar kaymaz, kılıflar bir teleskobun tüpleri gibi birbirlerinden ayrılıyorlar ve böylece dil maksimum uzunluğuna erişiyor. Van Leeuwen, dilin “teleskobik bir mancınık gibi” çalıştığını söylüyor.
 
Bu mancınığın son derece çarpıcı bir özelliği daha var. Dilin ucu, ava çarpma anında bir vakum şeklini alıyor. (Dilerseniz, bukalemun dilindeki bu özelliği ortaya çıkaran araştırmanın sonuçlarını buradan okuyabilirsiniz) Bu fırlatmada dil, ağız içindeki dinlenme konumuna göre 6; bukalemunun bedenine göre 2 kat daha fazla uzayabiliyor.
 
Bukalemun dilinde içiçe geçmiş bu kılıfların evrimle hiçbir şekilde açıklanamayacağı ortadadır. Yaratılışı savunan bilim adamı Dr. Brad Harrub, konuyla ilgili makalesinde herbiri evrimcilere büyük açmazlar oluşturan şu soruları sormaktadır:
 
1) Bu kılıfların herbiri nasıl olup da doğru pozisyona evrimleşmiştir?
 
2) Dil bu uzunluğa nasıl büyümüştür?
 
3) Hızlandırıcı kas nasıl ortaya çıkmıştır?
 
4) Kılıflar hareketlerini, dili maksimum uzunluğa ulaştıracak şekilde nasıl koordine edebilmişlerdir?
 
5) Kılıflar ‘bir teleskobun tüpleri gibi birbirlerinden ayrılma’ yeteneğine nasıl sahip olmuşlardır?
 
6) Bukalemun, dili fırlattıktan sonra tüm bu parçaları yeniden toparlamayı nasıl öğrenip başarabilmiştir?
 
7) Eğer bu dil, evrimsel avantaj olarak kazanılmış ise diğer hayvanlarda neden bu avantaj evrimleşmemiş, başka hayvanlar benzer avlanma
metodlarına sahip olmamıştır?
 
8) Bukalemun (veya sözde evrimsel atası) tüm bu kompleks sistemler yavaş yavaş sözde evrimleşirken nasıl hayatta kalabilmiştir? 
 
Bir evrimcinin bu sorulara verilebilecek hiçbir cevabı yoktur. Bukalemun dilinin yatay kesitini şematik olarak gösteren soldaki resim, bu mükemmel sistemin özel bir tasarıma dayalı olduğunu ortaya koymaktadır. Farklı özellikte kas grupları; dilin fırlatılması, hızlandırılması, hedefe çarptığında vantuz şeklini alması ve hızla tekrar geri çekilmesi görevlerini kusursuz bir şekilde yerine getirmektedirler. Bu kas grupları birbirlerinin hareketlerini hiçbir şekilde engellememekte, avın bir saniyeden az sürede vurulup ağız içine çekilmesinde koordineli şekilde çalışmaktadırlar. Bunun ötesinde, görme sistemiyle beynin birlikte çalışması sayesinde avın konumu hesaplanmakta, daha sonra beyindeki nöronların sinyallemesiyle balistik dilin “ateşlenmesi” emri verilmektedir.
 
Elbette böyle kompleks bir tasarımı bukalemunun kendisi akledip tasarlamış değildir. Bu tasarım bizlere, üstün güç ve akıl sahibi Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir. Hiç şüphesiz bukalemunu yaratan, herşeyi bilen, Aziz ve Hakim olan Yüce Allah’tır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)

4 Temmuz 2014 Cuma

Evrimin Adı Teoridir Gerçekte Evrim, Yüzyılın En Büyük Kitle Aldatmacasıdır

14 Ağustos 2009 tarihinde Habertürk kanalında yayınlanan Sansürsüz programında katılımcı Darwinistler, evrimin bir teori olduğunu ve şu an kabul edilmiş diğer teoriler gibi kabul edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Teori kavramını açıklarken, bilimin “dilinden hipotezler kullanarak ve çeşitli yasalarla ispatlanan şey” olduğunu belirtmişler ve bu açıklamayı esas alarak, evrimin, rölativite teorisi veya atom teorisi gibi ispatlanmış bir teori olduğu olduğunu iddia etmişlerdir.

Oysa bu, BÜYÜK BİR ALDATMACADIR

Rölativite teorisi, pek çok bulgu ve deney ile ispatlanmıştır. Atom teorisi, aynı şekilde ispatlıdır ve sürekli olarak yeni desteklenmekte ve güncellenmektedir. FAKAT EVRİM TEORİSİ, şu an içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda, TARİHİN EN BÜYÜK BİLİM SAHTEKARLIĞI ünvanına sahiptir. 

Çünkü evrim teorisi İSPATSIZDIR. Durumu, Darwin’in teoriyi ortaya attığı zamandan bile kötüdür. Darwin’den sonra gelişen bilim, Darwin’i de, bu teorinin sonraki savunucularını da ciddi şekilde küçük düşürmüştür. Ergi Deniz Özsoy’un teoriye destek olarak göstermeye çalıştığı GENETİK BİLİMİ, aslında PALEONTOLOJİDEN SONRA, DARWİN’İN EVRİM TEORİSİNİ TAMAMEN ÇÖKÜŞE UĞRATAN EN ÖNEMLİ İKİNCİ BİLİM DALIDIR. Muhteşem moleküler yapıların varlığı, hatta tek başına hücrenin kompleks varlığı, henüz daha hayatın kökenini açıklayamaz duruma getirmiştir Darwinistleri.
DARWİNİSTLERİN PANİĞİ İŞTE BUNDANDIR

Her yeni bulunan fosilde evrim teorisi bir kere daha çökmektedir. Çünkü ARA FOSİL YOKTUR. Canlılar evrimleşmediklerinden, Darwinistlerin aradıkları ara fosilin bulunması da imkansızdır. Genetik bilimindeki her ilerleme evrim teorisini yepyeni zorlukların içine sokar. Bilimsel gelişmeler, şu an bilinen ispatlı teorileri bir kademe yukarı yükseltirken, evrim teorisi her bilimsel yenilikte bir kat daha çöküşe uğramaktadır. 

Bunun tek sebebi evrim teorisinin bir aldatmaca olmasıdır. 

İspatlanmış bilim teorilerinin tamamının ortak noktası, ortaya çıkan bilimsel delillerin apaçık olması, itiraza mahal olmadan herkesçe açıkça görülmesi ve buna dayanarak söz konusu teorilerin herkesçe kabul edilmesidir. Fakat Darwinizm böyle değildir. Darwinizm’e inananların gerekçesi ideolojiktir, bilim değildir. 

Darwinizm’in hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen halen ısrarla gündemde tutulmasının, devlet kanunlarıyla dayatma şeklinde okutulmasının ve Darwinist diktatörlük tarafından korunmasının tek sebebi, DARWİNİZM’İN KÖHNE BİR İNANÇ, SAPKIN BİR DİN OLMASIDIR.

Kolunuzdaki Saati, Bir Süre Sonra Neden Hissetmezsiniz?

İnsan, üzerinde sürekli cildiyle temas halinde olan giysilerle muhataptır. Ama onları her an hissetmez. Gece yatarken üzerine çektiği yorganın, koluna taktığı saatin ya da oturduğu koltuğun kendisiyle temas halinde olduğunu da sürekli olarak algılamamaktadır. Bunun önemli bir sebebi vardır. İnsan derisindeki alıcılar belirli bir süre sonra beyne, cilde temas eden madde ile ilgili sinyalleri göndermeyi durdururlar. İnsan cildi, kendisiyle temas halinde olan maddeye karşı alışkanlık kazanır ve onunla ilgili his sinyallerini zamanla iletmemeye başlar. 
 
Bu, harika bir sistem ve mükemmel bir detaydır. İnsan, çoğu zaman böyle bir detayın farkında bile değildir ama, herhangi bir rahatsızlık duymadan yaşaması bu mükemmel sistemin kusursuz şekilde çalışması ile mümkün olur.
 
Vücuttaki bu “alışma” mekanizması olmasaydı giyinmek gibi sıradan bir olay insan için büyük bir sıkıntı haline gelirdi. İnsanın üzerindeki giysileri sürekli olarak hissetmesi bir eziyete dönüşür, ayrıca dokunduğu diğer şeylerden gelen sinyalleri almakta da güçlük çekerdi. Dikkati sürekli, giydiği çorabın bileğini ne kadar sarıp sıktığını, saatin sürekli bileğinde hareket ettiğini düşünmek gibi konularda olabilirdi. Bu nedenle kişi rahat uyuyamaz, dinlenemezdi. Hayatı bu sıkıntı verici detaylardan dolayı oldukça zorlaşırdı.
 
Hissetmenin bir nimet olması gibi, hissin zamanla kaybolması da insana sunulmuş büyük bir nimettir. Tek bir detay, bir insan yaşamını kolaylaştırmakta, onun rahat yaşamasına vesile olmaktadır. Evrimcilerin hayali mekanizmalarının, insan bedeninin neye ihtiyaç duyduğunu belirleyecek bir bilinci yoktur. Bu nimeti insana sunan, varlığı tüm varlıkların bütün ihtiyaçlarına yeten, Kafi olan Yüce Allah’tır.
 
 
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O’na yalvarmaktasınız.” (Nahl Suresi, 53)