Göçebe kuşlar yazlık ve kışlık evleri arasında seyahat ederlerken uzun mesafeler kat ediyorlar. Şarkı kuşları daha çok gece uçmalarına rağmen sürekli uyanık kalarak bu olayı daha da etkileyici hale dönüştürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde PLoS Biology adlı gazetede yayınlanan habere göre göç sezonu sırasında bu hayvanlar gözleri çok az kapalı olarak hem de uykusuz yaşayan hayvanlarda görülen sağlığa zararlı etkilere maruz kalmadan yolculuk ediyorlar.
Madison’daki Wisconsin Üniversitesi'nden Ruth Benca ve çalışma arkadaşları bir kafeste alıkonulmuş hayvanların uyuma düzenlerini ve hareketlerini bir yıl boyunca incelediler. Göç sezonu boyunca, kafesteki kuşlar son derece enerjik, hareketli davranışlar sergilediler. Ayrıca, -insanlarda rüya görmeyle ilintili olarak belirlenen- normal REM uykusunun 3’te biri süresince uyudular. Geceleri teste tabi tutulan diğer canlılar uyurken onlar tamamen uyanık kaldılar ve normal testlerine devam ettiler, ki bu da kuşların göçleri boyunca “uyurgezer” olmadıklarını bir kez daha kanıtladı.
Bilim adamları göç sezonları haricindeki zamanlarda uyku eksikliğinin kuşları olumsuz etkilediğini belirtiyorlar. Oysa kuşlar, özellikle göç esnasında algılama fonksiyonlarında hiçbir bozulma olmadan uykularını azaltabilmede üstün bir yetenek sergiliyorlar. Bu hayvanların bunu nasıl başardıklarıysa henüz çözülebilmiş değil. Kuşlardaki göçe bağlı uykusuzluğa aracı olan mekanizmaları anlamanın; uykudaki değişiklikler, sezonsal ruhi durum bozuklukları ve uykunun kendisinin fonksiyonları hakkında bilgi vereceğini düşü nüyorlar.
Kuşlar Neden “Gece” Göç Ederler?
Kuşların çoğu yaşamsal faaliyetlerini gündüz gerçekleştirirler. Fakat uzun seyahatler için geceyi seçerler. Gece göçü kuşlara birçok avantaj sağlar. Bunlardan en önemlisi düşmanlarından bu yolla kaçabilmeleridir.
Gece göç eden kuşların büyük bir bölümü küçük ve uçma kabiliyeti zayıf olanlardır. Bu yüzden gece karanlığında uçmak bu kuşlar için daha güvenlidir. Fakat gece göçleri sadece bu sebeple açıklanamaz. Çünkü güçlü uçucu olan ve okyanusta hiç durmadan 3.200 km'lik bir mesafeyi uçabilen bazı sahil kuşları da gece göç ederler.
Kuşların gece yolculuğunu seçmelerinin sebeplerinden biri de beslenme zamanlarıdır. Genellikle gündüz beslenen kuşlarda sindirim çok hızlıdır. Bu nedenle kuşların gündüz beslenirken kısa aralıklarla besin almaları ve göçten önce bu besinleri vücutlarında yağ şeklinde depolamaları gerekir. Eğer küçük göçmenler, gündüz uzun uçuşlar yaparlarsa ulaşacakları yere gece bitkin bir halde ulaşırlar ve gece beslenemeyeceklerinden ertesi sabahı beklemek zorunda kalırlar. Bu durumda muhtemelen bulundukları ortamın soğukluğundan ve enerji elde edememekten dolayı birçoğu yaşamını sürdüremeyecektir. Bu yüzden bu canlılar geceleyin seyahat ederek çok programlı hareket etmiş olurlar. Gündüzü beslenerek ve göç için yağ depolayarak geçiren kuşlar gece göç ederler, güneşin doğuşuyla beraber mola verirler ve bu döngü bu şekilde devam eder.
Kuşların durmadan uçabilecekleri mesafeyi yağ depolarından başka vücudun su kaybı da belirler. Bu yüzden gece yapılan göçlerde havanın serinliğinden faydalanıp daha az su kaybederek vücut ısılarını düşürebilirler. Su kaybının minimuma inmesi uçulan mesafeyi de artırır.
Kuşlar tüm bu nedenlerle gece göçlerini tercih ederler. Elbette vücut yapıları buna uygun olarak yaratılmış olan türler dışında gündüz uçmaya elverişli yaratılmış kuşlar da vardır. Ördekler, turnalar, martılar, pelikanlar, atmacalar ve kırlangıç gibi kuşlar da gündüz göç ederler. Süzülerek uçma yöntemini kullanan leylekler ve akbabalar ise sadece gündüz uçabilirler. Çünkü uçuş şekilleri, ısı yayılmasına ya da dağ ve tepelere çarpan rüzgarın onları sürüklemesine bağlıdır.
Bu noktada biraz düşünelim. Kuşlar tam da göç esnasında uykularını minimuma indirgeme özelliğini nasıl kazanmaktadırlar? Onlara bu dönemde uykularını azaltabilme yeteneğini kim vermektedir? Bir kuş “şimdi göç zamanı, uyumadan uçmam gerek bu yüzden de vücudumu buna göre ayarlamalıyım” diye bir karar alıp vücudunda da bu kararla ilgili düzenlemeleri yapabilir mi? Peki bu göçü gündüz değil de gece gerçekleştirmenin onlara sağlayacağı avantajları önceden tahmin etmiş olabilirler mi?
Elbette hayır. Şüphesiz bu küçük sevimli hayvanın vücudundaki tüm düzenlemeler onun yaşamak için neye ihtiyacı olduğunu bilen ve tüm ihtiyaçlarını ona hesapsızca sunan üstün bir akıl ve güç sahibi Yüce Allah’tır. Kuşlar, kendi vücut yapıları ve yaşam şekilleri nasıl bir göç şekline izin veriyorsa o düzende göç ederler. Bu canlıları Allah yaratmış ve onları gerekli yeteneklerle donatmıştır. Yaptıkları tüm işler de, Allah'ın varlığının ve kudretinin birer ayeti (delili)dir. Bu nedenle her yaptıkları iş, Allah'ı tesbih etmek, yüceltmek anlamına gelmektedir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.” (Nur Suresi, 41)
31 Ekim 2011 Pazartesi
28 Ekim 2011 Cuma
Aşılayıcı Rüzgarlar
Kuran'ın bir ayetinde rüzgarların "aşılama" özelliğine ve bunun sonucunda yağmurun oluştuğuna şöyle dikkat çekilir:
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık...(Hicr Suresi, 22)
Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa 20. yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi.
Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı. Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...
Ayette rüzgarların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgarların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgar vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgarlarla döllenirler. Rüzgar, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir.
Rüzgarın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgarların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Bu gerçeğe Kuran'da, "Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik." (Lokman Suresi, 10) ayetiyle dikkat çekilmektedir.
Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık...(Hicr Suresi, 22)
Ayette, yağmur oluşumundaki ilk aşamanın rüzgarlar olduğuna dikkat çekilmektedir. Oysa 20. yüzyılın başlarına kadar, rüzgarla yağmurun yağması arasındaki tek ilişki rüzgarın bulutları sürüklemesi olarak biliniyordu. Modern meteorolojik bulgular ise rüzgarların yağmurun oluşumunda "aşılayıcı" rol oynadıklarını gösterdi.
Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner. Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadır. Eğer rüzgarların bu özelliği olmasa, yüksek atmosferdeki su damlacıkları hiçbir zaman oluşamayacak ve yağmur diye bir şey de olmayacaktı. Burada önemli olan nokta ise, rüzgarların yağmur oluşumundaki bu kritik görevinin asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olmasıdır. Hem de insanların doğa olayları hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmedikleri bir devirde...
Ayette rüzgarların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgarların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgar vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgarlarla döllenirler. Rüzgar, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir.
Rüzgarın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgarların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Bu gerçeğe Kuran'da, "Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik." (Lokman Suresi, 10) ayetiyle dikkat çekilmektedir.
26 Ekim 2011 Çarşamba
Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet
Görüş derinliği", bütün yırtıcı kuşların ortak özelliğidir. Ancak,
hiçbir kuş bu konuda baykuş kadar iyi donanımlı değildir. Baykuşların bazı
türleri, görüş alanlarını genişletmek için, başlarını 180 derece döndürüp tam
arkalarını görebilecek bir yapıya sahiptirler. Bu kolaylık, baykuşların sadece
yırtıcı hayvanlardan korunmalarını değil, aynı zamanda avlarının yerini doğru
saptamalarını da sağlar. Baykuş gözlerinin belki de en olağanüstü özelliği
büyüklükleridir. Yüzün büyük bir kısmını kaplayan bu kocaman gözler
birbirlerinden çok ince bir kemikle ayrılmıştır. Bunun sonucu olarak, göz
boşluğuna sıkıca yerleşen gözler, göz kasları için hemen hemen hiç yer
bırakmazlar. Birçok baykuşun gözü yerinden oynamadığından bu kuşlar değişik
yönlere dönmek için oldukça esnek olan boyunlarını kullanırlar.
Baykuşta bulunan bu özellikler, Allah'ın bu canlıyı yaratmasındaki mükemmelliğinin delillerinden bazılarıdır.Doğadaki canlılara baktığımızda, istisnasız tüm canlıların, bu ve bunun gibi bir çok mükemmel tasarımlarla yaratıldığını görürüz.Allah, yaratmasıyla örneksiz olandır.
24 Ekim 2011 Pazartesi
Denizyıldızı ve Yeni Kamera Lensleri
Doğadaki üstün tasarım,
bir kez daha teknolojiye ilham kaynağı oluyor
Denizyıldızındaki mikrolens sistemi, dijital teknoloji geliştirme çalışmalarında kullanılıyor. Eğer bu küçük canlıdaki lens tasarımı benzer bir şekilde taklit edilebilirse, çok daha kaliteli kameralar üretilebilecek.
Ophiocoma wendti türündeki denizyıldızı, bir disk şeklindeki gövdesine tutturulmuş 5 kola sahip. Bu kollar sayesinde denizin tabanında rahat bir şekilde hareket edebiliyor. Bu organlar canlıya hareket sağlamanın yanı sıra mükemmel bir görme organı olarak da hizmet ediyor. Bu kollar mikrolens dizili bir yüzeye sahipler. Çok sayıdaki lens dört bir yanda olup biten herşeyi görmesini sağlıyor. ABD'de bulunan Bell laboratuvarı araştırmacıları yeni iletişim ve görüntüleme cihazları geliştirmek için şimdi bu canlının vücuduna yayılmış lens sistemini inceliyorlar. Denizyıldızındaki bu tasarım bilim adamlarını fazlasıyla etkilemiş durumda.
Araştırma ekibinin lideri Joanna Aizenberg:
"Yeni fikirler ve teknolojiler geliştirmeye uğraşmak yerine bu deniz canlısından öğrenmeye çalışabiliriz" diyor.
Aizenberg, BBC Televizyonu'nda katıldığı "Go Digital" isimli programda:
"Canlının tüm vücudunu kaplayan bu lensler farklı yönlere bakarak canlının bütün çevresini görmesini sağlıyor. Bizim de optik cihazlarda, özellikle de kameralarda yerleştirmek istediğimiz özellik bu işte" dedi.(1)
"Sadece bir yöne bakan tek bir lens yerine farklı yönlere bakabilen binlerce lense sahip olmak mümkün. Böylece etrafınızı belki de 360 derecelik bir açıdan görebileceksiniz".
Denizyıldızındaki mikrolens sisteminin varlığı aslında oldukça kısa bir süredir bilinmekte. Dr. Aizenberg'in başkanlığını yaptığı uluslararası araştırma grubunun çok yönlü incelemeleri sonucu, 2001 yılında gün ışığına çıkartılmıştı. ABD'deki Bell laboratuvarları, Los Angeles'taki Doğa Tarihi Müzesi ve İsrail'deki Weizmann Bilim Enstitüsü'nden bilim adamlarının katılımıyla gerçekleşen araştırma Nature dergisinin 23 Ağustos 2001 sayısında yayımlanmıştı.(2)
Bu araştırmaya göre, denizyıldızının kollarındaki lensler kalsiyum karbonat, yani kalsitten oluşan bir iskelet üzerinde sıralanıyorlar. Bu sıralanma altıgenlere dayalı özel bir geometriye sahip. Lensler mikroskobik kalsit tepeler şeklinde yükseliyor ve herbiri 6 başka lens tarafından çevrili. Bu optimal mikrotasarım, üzerine düşen ışığı son derece etkili bir şekilde odaklıyor. Mikrolenslerin hemen altında uzanan sinir ağının, iletilen ışık sinyallerini yakaladığı düşünülüyor. Böylece bir arada hareket eden çok sayıdaki lens, denizyıldızının çevresindeki herşeyi görmesini mümkün kılıyor.
Denizyıldızındaki lensler, ışığı odaklamada insanoğlunun üretmiş olduğu lensleri hayli geride bırakıyor. İnsan yapımı lenslerde ışığı bozan -çift kırılım ve sferik bozulma gibi- fiziksel etkileri kusursuz bir şekilde devre dışı bırakıyor. Bell laboratuvarı araştırma görevlilerinden Frederico Capasso:
"Bu küçücük kalsit kristaller mükemmel birer optik lens oluşturuyorlar ve bizim bugün üretebileceğimiz en iyi lensten çok daha üstünler" diyor.(3)
Dr. Aizenberg ise bu canlıların ışığı odaklamada üretilmiş en iyi lensten 20 kat daha üstün olduğunu belirtiyor.
Denizyıldızının İletişim Teknolojisine Sundukları
Araştırmacılar, denizyıldızının ışığı iletme yeteneğinden telekomünikasyonda da yararlanılabileceğini belirtiyorlar.
Günümüzde dünyadaki fiber optik kabloların çoğu, ses ve veri alışverişinde kullanılıyor. Dijital "1" ve "0" ları taşıyan ışığı bir hat boyunca yönlendirmede lensler kullanılıyor. Bunu daha etkili bir şekilde yapmada bilim adamları denizyıldızından yararlanmayı umuyorlar. Böylece optik kablolarla iletilecek bilginin miktarı da katlanmış olacak.
Dr. Aizenberg "Böylece optik iletişimde kullanmak için, ışığı, şu anda kullanmakta olduğumuz lenslerden 10 ila 20 kat daha etkili şekilde odaklayan lensler yapabilmenin yollarını öğreneceğiz" diyor.
Şimdi denizyıldızındaki bu lens sisteminin üretim aşamalarını biraz daha detaylı biçimde ele alalım. Lenslerin sıralandığı iskeleti oluşturan kalsit, hücreler tarafından özel olarak üretilir. Bu malzemenin ne şekilde kullanılacağının bilgisi de hücredeki DNA da bulunur. Bu üstün tasarım bir mimari plan gibidir ve mikroskobik tepeciklerin eğriliğinden, altıgenlere dayalı geometriye kadar tüm hassas dengeler genetik olarak kodlanmıştır.
Böyle bir lens sistemi ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır sorusuna verilecek tek cevap tasarımdır. Hiçbir doğa olayı 21. yüzyıl lens teknolojisini yönlendirecek kadar kompleks sistemler meydana getiremez. Denizyıldızındaki bu üstün tasarım Allah'ın kusursuz yaratmasının eseridir.
"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir" (Haşr Suresi, 24)
——————————
1 BBCNEWS.com: "Sea creature offers clearer vision", 12 Aralık 2002
http://news.bbc.co.uk/1/hi/technology/2562093.stm
2 Nature 412: 6849 (2001) JOANNA AIZENBERG, ALEXEI TKACHENKO, STEVE WEINER, LIA ADDADI & GORDON HENDLER, "Calcitic microlenses as part of the photoreceptor system in brittlestars"
3 Bell Laboratuvarları Sitesi: "Bell Labs Scientists Find Marine Creatures May Lead to Better Optical Microlenses" 22 Ağustos 2001
http://www.bell-labs.com/news/2001/august/22/1.html
bir kez daha teknolojiye ilham kaynağı oluyor
Denizyıldızındaki mikrolens sistemi, dijital teknoloji geliştirme çalışmalarında kullanılıyor. Eğer bu küçük canlıdaki lens tasarımı benzer bir şekilde taklit edilebilirse, çok daha kaliteli kameralar üretilebilecek.
Ophiocoma wendti türündeki denizyıldızı, bir disk şeklindeki gövdesine tutturulmuş 5 kola sahip. Bu kollar sayesinde denizin tabanında rahat bir şekilde hareket edebiliyor. Bu organlar canlıya hareket sağlamanın yanı sıra mükemmel bir görme organı olarak da hizmet ediyor. Bu kollar mikrolens dizili bir yüzeye sahipler. Çok sayıdaki lens dört bir yanda olup biten herşeyi görmesini sağlıyor. ABD'de bulunan Bell laboratuvarı araştırmacıları yeni iletişim ve görüntüleme cihazları geliştirmek için şimdi bu canlının vücuduna yayılmış lens sistemini inceliyorlar. Denizyıldızındaki bu tasarım bilim adamlarını fazlasıyla etkilemiş durumda.
Araştırma ekibinin lideri Joanna Aizenberg:
"Yeni fikirler ve teknolojiler geliştirmeye uğraşmak yerine bu deniz canlısından öğrenmeye çalışabiliriz" diyor.
Aizenberg, BBC Televizyonu'nda katıldığı "Go Digital" isimli programda:
"Canlının tüm vücudunu kaplayan bu lensler farklı yönlere bakarak canlının bütün çevresini görmesini sağlıyor. Bizim de optik cihazlarda, özellikle de kameralarda yerleştirmek istediğimiz özellik bu işte" dedi.(1)
"Sadece bir yöne bakan tek bir lens yerine farklı yönlere bakabilen binlerce lense sahip olmak mümkün. Böylece etrafınızı belki de 360 derecelik bir açıdan görebileceksiniz".
Denizyıldızındaki mikrolens sisteminin varlığı aslında oldukça kısa bir süredir bilinmekte. Dr. Aizenberg'in başkanlığını yaptığı uluslararası araştırma grubunun çok yönlü incelemeleri sonucu, 2001 yılında gün ışığına çıkartılmıştı. ABD'deki Bell laboratuvarları, Los Angeles'taki Doğa Tarihi Müzesi ve İsrail'deki Weizmann Bilim Enstitüsü'nden bilim adamlarının katılımıyla gerçekleşen araştırma Nature dergisinin 23 Ağustos 2001 sayısında yayımlanmıştı.(2)
Bu araştırmaya göre, denizyıldızının kollarındaki lensler kalsiyum karbonat, yani kalsitten oluşan bir iskelet üzerinde sıralanıyorlar. Bu sıralanma altıgenlere dayalı özel bir geometriye sahip. Lensler mikroskobik kalsit tepeler şeklinde yükseliyor ve herbiri 6 başka lens tarafından çevrili. Bu optimal mikrotasarım, üzerine düşen ışığı son derece etkili bir şekilde odaklıyor. Mikrolenslerin hemen altında uzanan sinir ağının, iletilen ışık sinyallerini yakaladığı düşünülüyor. Böylece bir arada hareket eden çok sayıdaki lens, denizyıldızının çevresindeki herşeyi görmesini mümkün kılıyor.
Denizyıldızındaki lensler, ışığı odaklamada insanoğlunun üretmiş olduğu lensleri hayli geride bırakıyor. İnsan yapımı lenslerde ışığı bozan -çift kırılım ve sferik bozulma gibi- fiziksel etkileri kusursuz bir şekilde devre dışı bırakıyor. Bell laboratuvarı araştırma görevlilerinden Frederico Capasso:
"Bu küçücük kalsit kristaller mükemmel birer optik lens oluşturuyorlar ve bizim bugün üretebileceğimiz en iyi lensten çok daha üstünler" diyor.(3)
Dr. Aizenberg ise bu canlıların ışığı odaklamada üretilmiş en iyi lensten 20 kat daha üstün olduğunu belirtiyor.
Denizyıldızının İletişim Teknolojisine Sundukları
Araştırmacılar, denizyıldızının ışığı iletme yeteneğinden telekomünikasyonda da yararlanılabileceğini belirtiyorlar.
Günümüzde dünyadaki fiber optik kabloların çoğu, ses ve veri alışverişinde kullanılıyor. Dijital "1" ve "0" ları taşıyan ışığı bir hat boyunca yönlendirmede lensler kullanılıyor. Bunu daha etkili bir şekilde yapmada bilim adamları denizyıldızından yararlanmayı umuyorlar. Böylece optik kablolarla iletilecek bilginin miktarı da katlanmış olacak.
Dr. Aizenberg "Böylece optik iletişimde kullanmak için, ışığı, şu anda kullanmakta olduğumuz lenslerden 10 ila 20 kat daha etkili şekilde odaklayan lensler yapabilmenin yollarını öğreneceğiz" diyor.
Şimdi denizyıldızındaki bu lens sisteminin üretim aşamalarını biraz daha detaylı biçimde ele alalım. Lenslerin sıralandığı iskeleti oluşturan kalsit, hücreler tarafından özel olarak üretilir. Bu malzemenin ne şekilde kullanılacağının bilgisi de hücredeki DNA da bulunur. Bu üstün tasarım bir mimari plan gibidir ve mikroskobik tepeciklerin eğriliğinden, altıgenlere dayalı geometriye kadar tüm hassas dengeler genetik olarak kodlanmıştır.
Böyle bir lens sistemi ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır sorusuna verilecek tek cevap tasarımdır. Hiçbir doğa olayı 21. yüzyıl lens teknolojisini yönlendirecek kadar kompleks sistemler meydana getiremez. Denizyıldızındaki bu üstün tasarım Allah'ın kusursuz yaratmasının eseridir.
"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir" (Haşr Suresi, 24)
——————————
1 BBCNEWS.com: "Sea creature offers clearer vision", 12 Aralık 2002
http://news.bbc.co.uk/1/hi/technology/2562093.stm
2 Nature 412: 6849 (2001) JOANNA AIZENBERG, ALEXEI TKACHENKO, STEVE WEINER, LIA ADDADI & GORDON HENDLER, "Calcitic microlenses as part of the photoreceptor system in brittlestars"
3 Bell Laboratuvarları Sitesi: "Bell Labs Scientists Find Marine Creatures May Lead to Better Optical Microlenses" 22 Ağustos 2001
http://www.bell-labs.com/news/2001/august/22/1.html
Zebraların Yavrularını Koruma Yöntemleri
Anne zebra yavrusunu korumak için ölümü bile göze alır. Bir saldırı olduğunda kendisini yavrusu ile saldırganlar arasında siper eder. Yavrudan çok daha hızlı koşabildiği halde, özellikle yavrusundan daha yavaş koşar. Böylece yırtıcı hayvanların onlara yetişmesi halinde yavru kurtulacak ve kendisi ölecektir... Bu çok tehlikeli olayın sonunda anne zebranın hayatını kaybettiği de olur. Kendi hayatını ortaya koyarak yavrusunu koruyan zebraların bu davranışlarını evrim teorisinin hayali iddialarıyla açıklamak mümkün değildir.
Doğadaki bütün canlılar bir çaba içerisindedirler. Yaşamak için avlanırlar, kendilerini korumaları gerektiğinde saldırganlaşabilirler. Evrimciler canlıların sadece bu gibi özelliklerini alır, fedakarlık, yavruları koruma gibi davranışları ise göz ardı ederler. Fedakarlığın yanı sıra işbirliği, dayanışma, birbirinin çıkarını kollama gibi özellikler de canlılar aleminde sıkça karşılaşılan davranışlardandır.
Doğanın yalnızca bir savaş yeri olduğunu iddia eden evrim teorisi canlılar aleminde görülen fedakarlık örneklerine hiçbir açıklama getiremez. Doğadaki yaşam evrim teorisinin temel iddiasını açıkça ve kesinlikle geçersiz kılmaktadır. Evrim teorisi, düşmanlarından kaçıp kurtulan bir zebranın, neden geri dönüp düşmanları tarafından kuşatılmış olan diğer zebraları, üstelik de hayatını tehlikeye atarak, kurtardığını kesinlikle açıklayamaz.
Canlılardaki fedakar ve işbirlikçi davranışlar evrim teorisinin geçersizliğini bir kez daha ve tüm açıklığıyla ortaya koyarken, önemli bir gerçeğin de delillerini oluşturmaktadır: Tüm evreni üstün bir Yaratıcı olan Allah yaratmıştır ve her canlı Yaratıcımız olan Allah'ın ilhamı ile hareket eder.
17 Ekim 2011 Pazartesi
Yaşayan Fosiller - 1
MANTİS KARİDESİ
Yaş: 95 milyon yıllık
Dönem: Kretase
Bulunduğu Yer: Hakel, Lübnan
Karbonifer döneminden (354–290 milyon yıl) beri hiç değişmeden varlıklarını devam ettiren mantis karidesleri, Darwinizm'i geçersiz kılan canlılardan biridir. Bir canlının yaklaşık 300 milyon yıl boyunca hiç değişmemesi evrimci yorumlarla açıklanabilecek bir durum değildir. Resimdeki mantis karidesi fosili ise 95 milyon yaşındadır ve hem 300 milyon yıl önce yaşamış hem de günümüzde yaşayan mantis karideslerinin tamamen aynısıdır.
KEMAN VATOZU
Yaş: 100 milyon yıllık
Dönem: Kretase
Bulunduğu Yer: Hakel, Lübnan
Paleontoloji canlıların evrim geçirmediklerini, hepsini Allah'ın yarattığını ispatlayan milyonlarca delil ortaya koymuştur. Bu delillerden biri de resimde görülen 95 milyon yıllık keman vatozu fosilidir. Tropik ve subtropik sularda yaşayan keman vatozlarının 95 milyon yıldır değişmediklerini, yani evrim geçirmediklerini gösteren bu fosil karşısında Darwinistlerin yapabilecekleri bilimsel bir açıklama yoktur. Günümüzdeki keman vatozlarından hiçbir farkı olmayan 95 milyon yıl yaşındaki keman vatozları, Yaratılış gerçeğini bir kez daha vurgulamaktadır.
ÇİÇEK BÖCEĞİ
Yaş: 25 milyon yıllık
Dönem: Oligosen
Bulunduğu Yer: Dominik Cumhuriyeti
Bu böcek türü, çoğunlukla çiçekler üzerinde ya da yaprakların alt kısımlarında yaşar. Yumurtalarını çiçek bitki dokusunun içine bırakır. Milyonlarca yıl önce yaşayan çiçek böcekleriyle, günümüzdeki örneklerinin birbirinden hiçbir farkı yoktur. yaşayan mantis karideslerinin tamamen aynısıdır.
Yaş: 95 milyon yıllık
Dönem: Kretase
Bulunduğu Yer: Hakel, Lübnan
Karbonifer döneminden (354–290 milyon yıl) beri hiç değişmeden varlıklarını devam ettiren mantis karidesleri, Darwinizm'i geçersiz kılan canlılardan biridir. Bir canlının yaklaşık 300 milyon yıl boyunca hiç değişmemesi evrimci yorumlarla açıklanabilecek bir durum değildir. Resimdeki mantis karidesi fosili ise 95 milyon yaşındadır ve hem 300 milyon yıl önce yaşamış hem de günümüzde yaşayan mantis karideslerinin tamamen aynısıdır.
KEMAN VATOZU
Yaş: 100 milyon yıllık
Dönem: Kretase
Bulunduğu Yer: Hakel, Lübnan
Paleontoloji canlıların evrim geçirmediklerini, hepsini Allah'ın yarattığını ispatlayan milyonlarca delil ortaya koymuştur. Bu delillerden biri de resimde görülen 95 milyon yıllık keman vatozu fosilidir. Tropik ve subtropik sularda yaşayan keman vatozlarının 95 milyon yıldır değişmediklerini, yani evrim geçirmediklerini gösteren bu fosil karşısında Darwinistlerin yapabilecekleri bilimsel bir açıklama yoktur. Günümüzdeki keman vatozlarından hiçbir farkı olmayan 95 milyon yıl yaşındaki keman vatozları, Yaratılış gerçeğini bir kez daha vurgulamaktadır.
ÇİÇEK BÖCEĞİ
Yaş: 25 milyon yıllık
Dönem: Oligosen
Bulunduğu Yer: Dominik Cumhuriyeti
Bu böcek türü, çoğunlukla çiçekler üzerinde ya da yaprakların alt kısımlarında yaşar. Yumurtalarını çiçek bitki dokusunun içine bırakır. Milyonlarca yıl önce yaşayan çiçek böcekleriyle, günümüzdeki örneklerinin birbirinden hiçbir farkı yoktur. yaşayan mantis karideslerinin tamamen aynısıdır.
16 Ekim 2011 Pazar
Sabun, kiri nasıl giderir?
Sabunun tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Pompei'deki lav örtüsü altında kalan toprakta sabun kalıpları bulunmuştur. Modern sabun imali, 19. yüzyılda Fransız kimyageri, Eugène Chevreul'ün sabunun bir yağ asidi tuzu olduğunu göstermesinden sonra gelişmiştir.
Aslında sabun bir antiseptik, yani mikrop öldürücü değildir. Normal bir deri üzerinde, ölü deri hücreleri, kurumuş ter, çeşitli bakteriler, yağlı ifrazatlar ve toz vardır. Sabunun özelliği, mekanik olarak derimizin üzerinden bunların alınmasını sağlamasıdır.
Suyu ve yağı(ne yağı olursa olsun) aynı kaba koyarsanız birbirlerine hiç karışmazlar aksine su ve yağ molekülleri arasında birbirlerini iten bir güç vardır. Elimizi sadece su ile yıkadığımızda derimizin, üzerindeki yağ tabakası, suyun derimize temasına mani olur, onu dağıtır ve tam anlamı ile temizlik sağlanamaz. İşte burada sabun devreye girer ve aracılık rolünü üstlenir.
Her sabun kireç gibi bir alkali madde ile bir çeşit yağın karışımıdır. Günümüzde alkali olarak kireç yerine genellikle kostik soda kullanılıyor. Yağ olarak ta sığır ve koyun yağlarından elde edilen don yağları, hurma, pamuk çekirdeği ve zeytinden elde edilen yağlar kullanılır.
Alkali ve yağdan meydana gelen sabun da anne ve babasının özelliklerini taşır. Yani bir taraftan yağı severken diğer taraftan suyu sever. Sabun moleküllerinin bir ucu yağı, diğer ucu da bir alkali olan suyu çeker. Ellerimizi ovuşturduğumuzda yağ ve kirler, dolayısıyla içindeki bakteriler parçalanır. Sabun molekülleri bu yağlı kirleri sararlar suyla birleştirirler ve artık çözünemez hale getirirler. Musluktan akan su ile de uzaklaşır giderler. Ellerin kurulanması ile de bakterilerin çok sevdiği nemli ortam ortadan kalkmış olur.
Günümüzün modern marketlerinde ise sabunun, bazı katkı maddeleri, boyalar, parfümler, deodoranlar, bakteri giderici maddeler, kremler, losyonlar ve raklamlarda söylenilen diğer maddeler eklenmiş hali ile karşılaşıyoruz. Şampuan, diş macunu, tıraş kremi ve kozmetikler, sabunun sodyumun değişik bileşikleri ile yapılmış diğer adlarıdır. Eğer kostik soda yerine potasyum kullanılırsa, daha yumuşak olan sıvı sabun(arap sabunu) elde edilir.
Allah'ın insanlara temizliği sevdirmesi ve bunun için sabun gibi bir çok temizlik ürününü, dolayısıyla bu temizlik ürünlerini meydana getiren maddeleri yaratması ile insanların bu maddeleri çok rahat ve bol miktarda bulabilmesi gerçekten büyük bir nimet ve şükür vesilesidir.Gelişen teknoloji ve araştırma teknikleriyle daha güzel ve etkili temizlik ürünlerinin artması da insanlara temzliği daha kolay kılmakta ve sevdirmektedir.
Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde ise müminlere temiz olmayı şöyle öğütlemiştir:
“Müslümanlık temizdir, kirsizdir. Siz de temiz olun, temizlenin, zira cennete temizler girer.” (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 96/2)
Rabbimiz Kuran’da hem maddi, hem de manevi olarak temizlenenleri sevdiğini ise şöyle bildirmiştir:
“Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara Suresi, 222)
Aslında sabun bir antiseptik, yani mikrop öldürücü değildir. Normal bir deri üzerinde, ölü deri hücreleri, kurumuş ter, çeşitli bakteriler, yağlı ifrazatlar ve toz vardır. Sabunun özelliği, mekanik olarak derimizin üzerinden bunların alınmasını sağlamasıdır.
Suyu ve yağı(ne yağı olursa olsun) aynı kaba koyarsanız birbirlerine hiç karışmazlar aksine su ve yağ molekülleri arasında birbirlerini iten bir güç vardır. Elimizi sadece su ile yıkadığımızda derimizin, üzerindeki yağ tabakası, suyun derimize temasına mani olur, onu dağıtır ve tam anlamı ile temizlik sağlanamaz. İşte burada sabun devreye girer ve aracılık rolünü üstlenir.
Her sabun kireç gibi bir alkali madde ile bir çeşit yağın karışımıdır. Günümüzde alkali olarak kireç yerine genellikle kostik soda kullanılıyor. Yağ olarak ta sığır ve koyun yağlarından elde edilen don yağları, hurma, pamuk çekirdeği ve zeytinden elde edilen yağlar kullanılır.
Alkali ve yağdan meydana gelen sabun da anne ve babasının özelliklerini taşır. Yani bir taraftan yağı severken diğer taraftan suyu sever. Sabun moleküllerinin bir ucu yağı, diğer ucu da bir alkali olan suyu çeker. Ellerimizi ovuşturduğumuzda yağ ve kirler, dolayısıyla içindeki bakteriler parçalanır. Sabun molekülleri bu yağlı kirleri sararlar suyla birleştirirler ve artık çözünemez hale getirirler. Musluktan akan su ile de uzaklaşır giderler. Ellerin kurulanması ile de bakterilerin çok sevdiği nemli ortam ortadan kalkmış olur.
Günümüzün modern marketlerinde ise sabunun, bazı katkı maddeleri, boyalar, parfümler, deodoranlar, bakteri giderici maddeler, kremler, losyonlar ve raklamlarda söylenilen diğer maddeler eklenmiş hali ile karşılaşıyoruz. Şampuan, diş macunu, tıraş kremi ve kozmetikler, sabunun sodyumun değişik bileşikleri ile yapılmış diğer adlarıdır. Eğer kostik soda yerine potasyum kullanılırsa, daha yumuşak olan sıvı sabun(arap sabunu) elde edilir.
Allah'ın insanlara temizliği sevdirmesi ve bunun için sabun gibi bir çok temizlik ürününü, dolayısıyla bu temizlik ürünlerini meydana getiren maddeleri yaratması ile insanların bu maddeleri çok rahat ve bol miktarda bulabilmesi gerçekten büyük bir nimet ve şükür vesilesidir.Gelişen teknoloji ve araştırma teknikleriyle daha güzel ve etkili temizlik ürünlerinin artması da insanlara temzliği daha kolay kılmakta ve sevdirmektedir.
Peygamberimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde ise müminlere temiz olmayı şöyle öğütlemiştir:
“Müslümanlık temizdir, kirsizdir. Siz de temiz olun, temizlenin, zira cennete temizler girer.” (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 96/2)
Rabbimiz Kuran’da hem maddi, hem de manevi olarak temizlenenleri sevdiğini ise şöyle bildirmiştir:
“Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever.” (Bakara Suresi, 222)
11 Ekim 2011 Salı
Dünyamıza Kalkan Olan Uzay Fırtınaları
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden
yüz çeviriyorlar." (enbiya suresi, 32)
Bilimsel gözlemler atmosferimizin dış kısmında uzay fırtınalarının yarattığı enerjiyi bir ısı kalkanı gibi emen bir koruyucu alanın mevcut olduğunu ortaya koymuştur. gezegenimizi çevreleyen bu kalkan tabaka elektrik yüklü gaz ya da plazma bulutu oluşturup yeryüzünde yaşamı imkansız kılabilecek uzay fırtınası enerjisinin, atmosferin daha alt katmanlarına ulaşmasını engellemekte ve bu sayede dünya'daki yaşamın sürmesi için hayati öneme sahip olan bir görevi yerine getirmektedir.
Elektrik yüklü plazma bulutu o kadar sıcaktır ki; bu bulutu oluşturan tanecikler ısı yayarak bazen orta ve üst yörüngelerdeki uyduların çalışmalarını engellemektedir.
Günümüze kadar, uzay fırtınalarının oluşturduğu enerji taneciklerinin, güneş'in meydana getirdiği rüzgarlar tarafından tutulduğu düşünülüyordu. ancak bu görüşün aksine, nasa'nın ımage adı verilen uzay mekiğinin çalışmaları sırasında ortaya konan bu keşif, atmosferin üst katmanlarından biri olan iyonosferin uzay fırtınalarına aktif olarak etki ettiğini kesin olarak ortaya çıkarmıştır.
Uzay Kalkanının Faaliyeti
Dünyanın uzay fırtınası kalkanı, iyonosferin dış kısmına ait olan, elektrik yüklü tanecikler içeren 300–1000 kilometre genişliğindeki ince bir tabakadır. stephen fuselier, journal of geophysical research'te bu konuyla ilgili yayınlanan makalesinde şu sözlere yer vermektedir:
"Uzay mekiğinin ateşli geri dönüşü sırasında, aşırı sıcakta ısı kalkanının dış tabakalarını dökerek feda etmesi gibi, dünyamızın kalkanı da kendi yüklü taneciklerini uzaya bırakarak uzay fırtınalarının enerjisini emmektedir." (lockheed-martin advanced tech. center, palo alto, calif.)
Dünyamız son derece hassas dengelere bağlı bu mucizevi durum sayesinde uzay fırtınalarından korunmaktadır. bu özel korumalı sistem elbette ki kendi kendine oluşmamıştır. evrendeki mükemmel düzen Rabbimiz'in kusursuz yaratışıyla meydana gelmiştir.
Fırtına kalkanı sayesinde zararlarından korunduğumuz bir diğer tehlike de güneş rüzgarlarıdır. saniyede yaklaşık 400 kilometre hızla esen güneş rüzgarları dünya'nın manyetik alanından hızla geçip ilerleyen elektrik yüklü parçalardan oluşur. bu yolculuk esnasında milyonlarca amperlik korkunç bir elektrik akımı ortaya çıkar. bu elektrik akımı da dünya’nın gözle görülemeyen manyetik alan çizgilerine doğru akar ve özellikle kutup bölgelerinde trilyonlarca watt'lık enerji, atmosfere pompalanır. dünyamızın fırtına kalkanı olmasaydı, bu çok büyük elektrik akımından gelen ısı, dünyadaki yaşamı imkansız hale getirecekti.
Dünya’nın manyetik alanı sayesinde, güneş rüzgarlarının atmosferimize doğrudan çarpması ve zamanla meydana gelecek aşınmalar engellenmiş olmaktadır.
Herşeyden haberdar olan Rabbimiz'in yarattığı eşsiz sistem sayesinde güneş rüzgarları manyetosfere çarpar ve gezegenimizin etrafını kuşatırlar. bu patlamalar, güneş'teki patlamalar ile birlikte daha büyük bir hıza ve yoğunluğa ulaşır, ardından uzay fırtınalarının da bu patlamaya eklenmesiyle çarpmanın şiddeti çok daha büyük bir boyuta ulaşır. tüm bu yoğun fırtına bombardımanına maruz kalan dünyamız, Allah'ın üstün yaratışının delillerinden olan bu kalkan sayesinde korunmaktadır.
Korunmuş Bir Tavan Olan Gökyüzü
Gökyüzünü seyreden insanlardan çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmeyebilir ancak atmosferimiz sanki dünyamızı korumak için mücadele eden şuurlu bir varlık gibi hareket eder. tüm bilimsel gözlemler, dünya'daki yaşamın atmosferin bu özelliği sayesinde korunduğunu kanıtlamaktadır. bu da, Allah'ın kusursuz yaratışı ile atmosferi hizmetimize verdiğini bize göstermektedir.
Bu noktada dikkati çeken çok önemli bir nokta da, Allah'ın atmosferde yarattığı bu mükemmel sistemi kuran-ı kerim'de bildirmiş olmasıdır. 21. yüzyıl biliminin yeni tespit ettiği atmosferin koruyucu bir kalkan oluşturması hakkındaki bir kuran ayeti şöyledir:
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar." (enbiya suresi, 32)
Atmosferin Geri Döndürme Özelliği
Atmosferin kuran'da bildirilen bir diğer önemli özelliği de, dönüşümlü bir sisteme sahip olmasıdır.
Atmosferin en dıştaki iki tabakası iyonosfer ve manyetosferdir. iyonosfer, yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak yayınların uzak mesafelerden de algılanmasını sağlar. manyetosfer ise güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.
Bütün bunlar, atmosferde son derece özel bir geri döndürme sistemi olduğunu gösterir. dünya'da canlılığın devamı için en uygun ortamın hazırlanmış olması allah'ın kusursuz ve uyumlu yaratışının delillerindendir.
Allah kuran'da tüm yarattıklarının sahibi olduğunu ve herşeyin kendisi'ne gönülden boyun eğdiğini bildirmiştir. bakara suresi'ndeki ayetlerde yüce allah şöyle buyurmaktadır:
"... göklerde ve yerde ne varsa o'nundur, tümü o'na gönülden boyun eğmişlerdir. gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. o, bir işin olmasına karar verirse ol der, o da hemen oluverir." (bakara suresi, 116–117)
Bilimsel gözlemler atmosferimizin dış kısmında uzay fırtınalarının yarattığı enerjiyi bir ısı kalkanı gibi emen bir koruyucu alanın mevcut olduğunu ortaya koymuştur. gezegenimizi çevreleyen bu kalkan tabaka elektrik yüklü gaz ya da plazma bulutu oluşturup yeryüzünde yaşamı imkansız kılabilecek uzay fırtınası enerjisinin, atmosferin daha alt katmanlarına ulaşmasını engellemekte ve bu sayede dünya'daki yaşamın sürmesi için hayati öneme sahip olan bir görevi yerine getirmektedir.
Elektrik yüklü plazma bulutu o kadar sıcaktır ki; bu bulutu oluşturan tanecikler ısı yayarak bazen orta ve üst yörüngelerdeki uyduların çalışmalarını engellemektedir.
Günümüze kadar, uzay fırtınalarının oluşturduğu enerji taneciklerinin, güneş'in meydana getirdiği rüzgarlar tarafından tutulduğu düşünülüyordu. ancak bu görüşün aksine, nasa'nın ımage adı verilen uzay mekiğinin çalışmaları sırasında ortaya konan bu keşif, atmosferin üst katmanlarından biri olan iyonosferin uzay fırtınalarına aktif olarak etki ettiğini kesin olarak ortaya çıkarmıştır.
Uzay Kalkanının Faaliyeti
Dünyanın uzay fırtınası kalkanı, iyonosferin dış kısmına ait olan, elektrik yüklü tanecikler içeren 300–1000 kilometre genişliğindeki ince bir tabakadır. stephen fuselier, journal of geophysical research'te bu konuyla ilgili yayınlanan makalesinde şu sözlere yer vermektedir:
"Uzay mekiğinin ateşli geri dönüşü sırasında, aşırı sıcakta ısı kalkanının dış tabakalarını dökerek feda etmesi gibi, dünyamızın kalkanı da kendi yüklü taneciklerini uzaya bırakarak uzay fırtınalarının enerjisini emmektedir." (lockheed-martin advanced tech. center, palo alto, calif.)
Dünyamız son derece hassas dengelere bağlı bu mucizevi durum sayesinde uzay fırtınalarından korunmaktadır. bu özel korumalı sistem elbette ki kendi kendine oluşmamıştır. evrendeki mükemmel düzen Rabbimiz'in kusursuz yaratışıyla meydana gelmiştir.
Fırtına kalkanı sayesinde zararlarından korunduğumuz bir diğer tehlike de güneş rüzgarlarıdır. saniyede yaklaşık 400 kilometre hızla esen güneş rüzgarları dünya'nın manyetik alanından hızla geçip ilerleyen elektrik yüklü parçalardan oluşur. bu yolculuk esnasında milyonlarca amperlik korkunç bir elektrik akımı ortaya çıkar. bu elektrik akımı da dünya’nın gözle görülemeyen manyetik alan çizgilerine doğru akar ve özellikle kutup bölgelerinde trilyonlarca watt'lık enerji, atmosfere pompalanır. dünyamızın fırtına kalkanı olmasaydı, bu çok büyük elektrik akımından gelen ısı, dünyadaki yaşamı imkansız hale getirecekti.
Dünya’nın manyetik alanı sayesinde, güneş rüzgarlarının atmosferimize doğrudan çarpması ve zamanla meydana gelecek aşınmalar engellenmiş olmaktadır.
Herşeyden haberdar olan Rabbimiz'in yarattığı eşsiz sistem sayesinde güneş rüzgarları manyetosfere çarpar ve gezegenimizin etrafını kuşatırlar. bu patlamalar, güneş'teki patlamalar ile birlikte daha büyük bir hıza ve yoğunluğa ulaşır, ardından uzay fırtınalarının da bu patlamaya eklenmesiyle çarpmanın şiddeti çok daha büyük bir boyuta ulaşır. tüm bu yoğun fırtına bombardımanına maruz kalan dünyamız, Allah'ın üstün yaratışının delillerinden olan bu kalkan sayesinde korunmaktadır.
Korunmuş Bir Tavan Olan Gökyüzü
Gökyüzünü seyreden insanlardan çoğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmeyebilir ancak atmosferimiz sanki dünyamızı korumak için mücadele eden şuurlu bir varlık gibi hareket eder. tüm bilimsel gözlemler, dünya'daki yaşamın atmosferin bu özelliği sayesinde korunduğunu kanıtlamaktadır. bu da, Allah'ın kusursuz yaratışı ile atmosferi hizmetimize verdiğini bize göstermektedir.
Bu noktada dikkati çeken çok önemli bir nokta da, Allah'ın atmosferde yarattığı bu mükemmel sistemi kuran-ı kerim'de bildirmiş olmasıdır. 21. yüzyıl biliminin yeni tespit ettiği atmosferin koruyucu bir kalkan oluşturması hakkındaki bir kuran ayeti şöyledir:
"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar." (enbiya suresi, 32)
Atmosferin Geri Döndürme Özelliği
Atmosferin kuran'da bildirilen bir diğer önemli özelliği de, dönüşümlü bir sisteme sahip olmasıdır.
Atmosferin en dıştaki iki tabakası iyonosfer ve manyetosferdir. iyonosfer, yeryüzünden yayınlanan radyo dalgalarını yeryüzüne geri yansıtarak yayınların uzak mesafelerden de algılanmasını sağlar. manyetosfer ise güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.
Bütün bunlar, atmosferde son derece özel bir geri döndürme sistemi olduğunu gösterir. dünya'da canlılığın devamı için en uygun ortamın hazırlanmış olması allah'ın kusursuz ve uyumlu yaratışının delillerindendir.
Allah kuran'da tüm yarattıklarının sahibi olduğunu ve herşeyin kendisi'ne gönülden boyun eğdiğini bildirmiştir. bakara suresi'ndeki ayetlerde yüce allah şöyle buyurmaktadır:
"... göklerde ve yerde ne varsa o'nundur, tümü o'na gönülden boyun eğmişlerdir. gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. o, bir işin olmasına karar verirse ol der, o da hemen oluverir." (bakara suresi, 116–117)
Bilinmeyen Yönleriyle Hayvanlar
Aslanlar ormanlarda değil, açık otlak arazilerde yaşar.
Bir kartal yavrusu bir geyiği öldürüp onunla beraber uçabilir.
Kuşların tüyleri elektriği geçirmediği için yıldırım çarpma riski taşımazlar.
Fillerin kulaklarının büyüklüğünün daha iyi işitmeleri ile bir ilgisi yoktur. Kulaklar soğutucu görevi yaparlar.
Penguenler bir yürümeye başlarken bir de durmak için enerji harcarlar. Bu yüzden kilometrelerce yorulmadan yürüyebilirler.
Bir köpeğin burnu o kadar hassastır ki bir kova su dolusu ile içinde bir çay kaşığı tuz karıştırılmış bir kova dolusu suyun kokusunu ayırt edebilir.
Sivrisineklerin yaydıkları hastalıktan ölen insanların sayısı şimdiye kadar yapılmış tüm savaşlarda ölen insanların sayısından daha fazladır.
Yunuslar uyurken daireler çizer, dairenin dışına bakan gözleri avcıları gözlemek için açık durmaktadır. Belli bir süre sonra yan dönüp aksi yöne daireler çizmeye devam eder ve diğer gözlerini açarlar.
Köpekbalıkları ömürleri boyunca yüzmek zorundadırlar çünkü dururlarsa batarlar.
Bir akrep tarafından sokulma ihtimaliniz 2 milyonda 1’dir.
Hızından dolayı birçok çizgi filme konu olmuş Roadrunner saatte 34 km hızla koşabilirken devekuşu saatte 70 km hıza ulaşabilir.
Genel kanının aksine, zebralar siyah ve beyaz çizgilere sahip değildirler. Aslında beyaz derilerinin üzerinde siyah çizgiler yer alır.
Filler öldükten sonra da dört ayakları üzerinde kalabilirler.
Ala karga banyo yapacak su bulamadığında bir karınca yuvasının üzerine oturur. Karıncaların davetsiz misafirin üzerine salgıladıkları asit, ala karganın tüylerini temizler ve tüyleri arasında gezen parazitleri öldürür.
Bir mavi balinanın dilinin ağırlığı, bir filin ağırlığı kadardır.
--- Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır....(Nahl Suresi-66)
Bir kartal yavrusu bir geyiği öldürüp onunla beraber uçabilir.
Kuşların tüyleri elektriği geçirmediği için yıldırım çarpma riski taşımazlar.
Fillerin kulaklarının büyüklüğünün daha iyi işitmeleri ile bir ilgisi yoktur. Kulaklar soğutucu görevi yaparlar.
Penguenler bir yürümeye başlarken bir de durmak için enerji harcarlar. Bu yüzden kilometrelerce yorulmadan yürüyebilirler.
Bir köpeğin burnu o kadar hassastır ki bir kova su dolusu ile içinde bir çay kaşığı tuz karıştırılmış bir kova dolusu suyun kokusunu ayırt edebilir.
Sivrisineklerin yaydıkları hastalıktan ölen insanların sayısı şimdiye kadar yapılmış tüm savaşlarda ölen insanların sayısından daha fazladır.
Yunuslar uyurken daireler çizer, dairenin dışına bakan gözleri avcıları gözlemek için açık durmaktadır. Belli bir süre sonra yan dönüp aksi yöne daireler çizmeye devam eder ve diğer gözlerini açarlar.
Köpekbalıkları ömürleri boyunca yüzmek zorundadırlar çünkü dururlarsa batarlar.
Bir akrep tarafından sokulma ihtimaliniz 2 milyonda 1’dir.
Hızından dolayı birçok çizgi filme konu olmuş Roadrunner saatte 34 km hızla koşabilirken devekuşu saatte 70 km hıza ulaşabilir.
Genel kanının aksine, zebralar siyah ve beyaz çizgilere sahip değildirler. Aslında beyaz derilerinin üzerinde siyah çizgiler yer alır.
Filler öldükten sonra da dört ayakları üzerinde kalabilirler.
Ala karga banyo yapacak su bulamadığında bir karınca yuvasının üzerine oturur. Karıncaların davetsiz misafirin üzerine salgıladıkları asit, ala karganın tüylerini temizler ve tüyleri arasında gezen parazitleri öldürür.
Bir mavi balinanın dilinin ağırlığı, bir filin ağırlığı kadardır.
--- Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır....(Nahl Suresi-66)
5 Ekim 2011 Çarşamba
En Büyük Oksijen Üreten Canlı Sizce Hangisi?
BİR ÇOĞUMUZ SOLUMAKTA OLDUĞUMUZ OKSİJENİN ANA KAYNAĞININ ÇEVREMİZDE GÖRDÜĞÜMÜZ AĞAÇLARIN VE DİĞER YEŞİL YAPRAKLI BİTKİLERİN OLDUĞUNU BİLİRİZ.AMA BU DURUM BİLİNENDEN ASLINDA ÇOK FARKLIDIR.ÇIKARDIKLARI NET OKSİJEN MİKTARI DİĞER TÜM AĞAÇLARIN VE KARA BİTKİLERİNİN BİRLİKTE ÇIKARDIKLARINDAN DAHA FAZLA OLAN BİR CANLI VARDIR: SPİRULİNA
SPİRULİNA, SIKLIKLA "MAVİ-YEŞL ALG" OLARAK DA ANILAN BİR SİYANOBAKTERİ TÜRÜDÜR.GENEL OLARAK SU YOSUNU OLARAK TA ADLANDIRILIR.
MAVİ-YEŞİL YOSUN YA DA CYANOBACTERİA (YUNANCA KYANOS - "KOYU YEŞİLİMSİ MAVİ") 3,6 MİLYAR YILLIK FOSİLLERLE DÜNYANIN BİLİNEN EN ESKİ CANLI VARLIĞIDIR.BU DA CANLILARIN YILLAR İÇERSİNDE EVRİM GEÇİREREK DEĞİŞMEDİĞİNİN AÇIK DELİLLERİNDEN BİRİDİR.
BİR TÜR YOSUN OLAN SPİRULİNA 4000 M2 ALANDA SOYA FASULYESİNİN ÜRETTİĞİNDEN YİRMİ KAT DAHA FAZLA PROTEİN ÜRETİR. SPİRULİNA, YÜZDE 70 PROTEİN (DANA ETİNDE YÜZDE 22'DİR), YÜZDE 5 YAĞ, YÜZDE SIFIR KOLESTEROL VE MUAZZAM DÜZEYDE VİTAMİN VE MİNERAL İÇERİR. AYRICA BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ DE DESTEKLER, ÖZELLİKLE PROTEİN İNTERFERONLARIN ÜRETİLMESİ VE VÜCUDUN VİRÜS VE TÜMÖR HÜCRELERİNE KARŞI İLK SAVUNMASINDA ETKİLİDİR.
SPİRULİNANIN BESLENME VE SAĞLIKLA İLGİLİ FAYDALARI YÜZYILLAR ÖNCE AZTEKLER, SAHRA İÇLERİNDEKİ AFRİKALILAR VE FLAMİNGOLAR TARAFINDAN KEŞFEDİLMİŞTİ.BU YÜZDEN SPİRULİNA PÜRESİNİN POPÜLARİTESİ HER GEÇEN GÜN ARTMAKTADIR.
BÖYLE BİR CANLININ DÜNYADAKİ OKSİJEN KAYNAĞININ TEMELİNİ OLUŞTURMASI İLE İÇERDİĞİ BESİN DEĞERLERİNİN İNSAN SAĞLIĞI VE GELİŞİMİ AÇISINDAN BÜYÜK ÖNEME SAHİP OLMASI BÜYÜK BİR MUCİZEDİR.BU VE DAHA BİR ÇOK ÖZELLİĞİYLE SPİRULİNA’YI İNSANLARIN VE DİĞER CANLILARIN FAYDALANACAĞI ŞEKİLDE YARATAN ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH’TIR.
SPİRULİNA, SIKLIKLA "MAVİ-YEŞL ALG" OLARAK DA ANILAN BİR SİYANOBAKTERİ TÜRÜDÜR.GENEL OLARAK SU YOSUNU OLARAK TA ADLANDIRILIR.
MAVİ-YEŞİL YOSUN YA DA CYANOBACTERİA (YUNANCA KYANOS - "KOYU YEŞİLİMSİ MAVİ") 3,6 MİLYAR YILLIK FOSİLLERLE DÜNYANIN BİLİNEN EN ESKİ CANLI VARLIĞIDIR.BU DA CANLILARIN YILLAR İÇERSİNDE EVRİM GEÇİREREK DEĞİŞMEDİĞİNİN AÇIK DELİLLERİNDEN BİRİDİR.
BİR TÜR YOSUN OLAN SPİRULİNA 4000 M2 ALANDA SOYA FASULYESİNİN ÜRETTİĞİNDEN YİRMİ KAT DAHA FAZLA PROTEİN ÜRETİR. SPİRULİNA, YÜZDE 70 PROTEİN (DANA ETİNDE YÜZDE 22'DİR), YÜZDE 5 YAĞ, YÜZDE SIFIR KOLESTEROL VE MUAZZAM DÜZEYDE VİTAMİN VE MİNERAL İÇERİR. AYRICA BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ DE DESTEKLER, ÖZELLİKLE PROTEİN İNTERFERONLARIN ÜRETİLMESİ VE VÜCUDUN VİRÜS VE TÜMÖR HÜCRELERİNE KARŞI İLK SAVUNMASINDA ETKİLİDİR.
SPİRULİNANIN BESLENME VE SAĞLIKLA İLGİLİ FAYDALARI YÜZYILLAR ÖNCE AZTEKLER, SAHRA İÇLERİNDEKİ AFRİKALILAR VE FLAMİNGOLAR TARAFINDAN KEŞFEDİLMİŞTİ.BU YÜZDEN SPİRULİNA PÜRESİNİN POPÜLARİTESİ HER GEÇEN GÜN ARTMAKTADIR.
BÖYLE BİR CANLININ DÜNYADAKİ OKSİJEN KAYNAĞININ TEMELİNİ OLUŞTURMASI İLE İÇERDİĞİ BESİN DEĞERLERİNİN İNSAN SAĞLIĞI VE GELİŞİMİ AÇISINDAN BÜYÜK ÖNEME SAHİP OLMASI BÜYÜK BİR MUCİZEDİR.BU VE DAHA BİR ÇOK ÖZELLİĞİYLE SPİRULİNA’YI İNSANLARIN VE DİĞER CANLILARIN FAYDALANACAĞI ŞEKİLDE YARATAN ŞÜPHESİZ Kİ ALLAH’TIR.
3 Ekim 2011 Pazartesi
Bir Kamuflaj Ustası : Deniz Ejderi
Yapraklı deniz ejderleri adeta birer
"kamuflaj ustasıdırlar", akıntılarla dalgalanan yosunlara çok
benzerler. Bu familyadaki balıkların gövdesinin etrafında halka biçiminde
kemikli, bir dış iskelet zırhı vardır. Hortum biçimini almış uzun ve dişsiz bir
ağızları bulunur. Zırhlı gövdelerinden yapraksı uzantılar çıkar.
Yosuna benzeyen görüntüleri sayesinde avları
tarafından genellikle fark edilmeyen deniz ejderleri, hortumlarını birdenbire
uzatarak suda bir emme kuvveti yaratırlar ve karidesleri içlerine çekerek
yutarlar. Yapraklı deniz ejderlerinin bir başka önemli özelliği de erkeklerinin
yumurtalarını çevresinde korumaya almasıdır. Ejderin kamuflajı sayesinde
yumurtalar görünmezler.
…ve Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm o'nundur ve siz o'na döndürüleceksiniz. (Kasas suresi, 88)
Balık Kalbi Kendini Yeniliyor
Zebra balıkları üzerinde yapılan bir araştırma bu balıkların otomatik bir kalp yenileme sistemine sahip olduğunu ortaya çıkardı. Araştırmanın sonuçları kalp hastalıklarını tedavide kullanılabilecek. Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nden Mark Keating liderliğindeki bilim adamları balığın kalbini tam %20 oranında kesiler. Kalbinin 5’te biri kesilmiş balıklar 1 hafta sonunda normal balıklar seviyesinde bir hareketlilliğe kavuştular. 1 ay sonunda ise yepyeni bir kalp duvarı örülmüş oldu. İki ay sonunda ise kalp üzerinde hiçbir yara izi kalmayacak şekilde yenilenme tamamlanmış oldu.
Bu yenilenme sırasında kalp hücreleri arasında çok yönlü bir işbirliği yürütülüyor. İlk aşamada yaranın üzeri örtülecek şekilde kalp hücreleri üretiliyor. Bundan sonra hücrelerde kalbin eksik bölümünü dolduracak hızlı bir üreme başlıyor. Bu yenilemede en şaşırtıcı davranış ise komşu kalp hücrelerinden geliyor. Bu özelleşmiş kalp hücreleri kendi özelliklerini bir yana bırakıp farklılaşıp gerekli yerlere göç ediyorlar. Birer kök hücresi olan bu komşu hücreler gerekli bölgedeki dokunun özelliğine bürünüp başlangıçtaki karakterlerini bir yana bırakmış oluyorlar.
Hücreler arasındaki bu işbirliği moleküler seviyede anlaşılabilecek olursa insanlarda kalp sıkışmaları sonucu meydana gelen doku zedelenmelerini tedavi etmek mümkün olabilecek. Ancak hücrelerin birbirleriyle haberleşmede kullandıkları “dili” anlamak günümüzün ileri bilim seviyesiyle bile yakın görülmüyor. Bu yüzden balık kalbindeki hücre işbirliği bilim adamları için önemli bir model oluşturuyor. Araştırma lideri Keating “ Bu balık, araştırmalarımızı ‘Karanlık Çağlar”dan çıkarabilir” yorumunu yapıyor(1).
Bu balık canlı hücrelerdeki bilinci bir kez daha göstermiş oluyor. Şuursuz atomlardan meydana gelen ve herhangi bir düşünme yeteneğine sahip olmayan hücreler arasında böyle bir işbirliğinin sürdürülmesi, tüm bu hücrelerin ilhamla hareket ettiğini gösteriyor.
Allah yeryüzündeki sayısız canlıdaki hücrelerin her birini kontrol etmektedir. Mülkün tümü O’na aittir.
“Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur”. (Bakara Suresi, 107)
Bu yenilenme sırasında kalp hücreleri arasında çok yönlü bir işbirliği yürütülüyor. İlk aşamada yaranın üzeri örtülecek şekilde kalp hücreleri üretiliyor. Bundan sonra hücrelerde kalbin eksik bölümünü dolduracak hızlı bir üreme başlıyor. Bu yenilemede en şaşırtıcı davranış ise komşu kalp hücrelerinden geliyor. Bu özelleşmiş kalp hücreleri kendi özelliklerini bir yana bırakıp farklılaşıp gerekli yerlere göç ediyorlar. Birer kök hücresi olan bu komşu hücreler gerekli bölgedeki dokunun özelliğine bürünüp başlangıçtaki karakterlerini bir yana bırakmış oluyorlar.
Hücreler arasındaki bu işbirliği moleküler seviyede anlaşılabilecek olursa insanlarda kalp sıkışmaları sonucu meydana gelen doku zedelenmelerini tedavi etmek mümkün olabilecek. Ancak hücrelerin birbirleriyle haberleşmede kullandıkları “dili” anlamak günümüzün ileri bilim seviyesiyle bile yakın görülmüyor. Bu yüzden balık kalbindeki hücre işbirliği bilim adamları için önemli bir model oluşturuyor. Araştırma lideri Keating “ Bu balık, araştırmalarımızı ‘Karanlık Çağlar”dan çıkarabilir” yorumunu yapıyor(1).
Bu balık canlı hücrelerdeki bilinci bir kez daha göstermiş oluyor. Şuursuz atomlardan meydana gelen ve herhangi bir düşünme yeteneğine sahip olmayan hücreler arasında böyle bir işbirliğinin sürdürülmesi, tüm bu hücrelerin ilhamla hareket ettiğini gösteriyor.
Allah yeryüzündeki sayısız canlıdaki hücrelerin her birini kontrol etmektedir. Mülkün tümü O’na aittir.
“Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur”. (Bakara Suresi, 107)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)