A9 TV Canlı Yayın

24 Ekim 2015 Cumartesi

Koruyucu Renk Kaynağı Melanin

Canlı gözleri gerçekte ışığa karşı son derece hassastır ve olumsuz yönde çok kolay etkilenebilir. Ama biz gözlerimizde Allah tarafından özel olarak yaratılmış olan destek sistemler sayesinde güven içinde güneşe bakabiliriz, etrafımızı rahatlıkla görebiliriz. Bu destek sistemlerden bir tanesi de gözlerde bulunan pigment molekülleridir.
Bilindiği gibi canlı gözlerinin renkleri çeşitlilik gösterir. Bu rengi sağlayanlar da yine pigmentlerdir. Melanin, gözün içinde bulunan ve göze rengini veren pigment maddelerinden bir tanesidir. Saçınıza ve cildinize rengini veren madde de melanindir. Ancak melaninin görevi sadece renk verici bir madde olması değildir. Araştırmacılar gözde bulunan melanin maddesinin hem gözün zararlı ışınlardan korunmasında kullanıldığını, hem de görüş gücünün artırılmasını sağladığını ortaya çıkarmışlardır. 
Doğada ışığın oluşturacağı zararlı etkilere karşı en doğal çözüm olan melanin maddesi, özellikle yüksek enerjili ışıkları, düşük enerjili ışıktan daha kuvvetli bir şekilde emer. Yani maviden çok mor ötesini, yeşilden çok maviyi emer. Bu yolla melanin gözün lensini zararlı mor ötesi ışınlara karşı korumuş olur. Retinanın dokusuna zarar verme özelliği olan renkleri belli oranlarda filtreleyerek retinanın en ideal seviyede korunmasını sağlar. Böylece sarı nokta hastalığı riskini azaltır. Göz melanini daha az olan kişilerde bu hastalık daha sık görülmektedir.
Gözdeki melaninin %25’i 50’li yaşlarda kaybolur. Melaninin göz korumasında çok önemli bir görevi vardır. Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi melanin maddesinin görevlerinin her biri, bize bu maddedeki özel yaratılışı göstermektedir. Bu mükemmel maddenin nasıl ortaya çıktığı sorusuna verilecek cevap kuşkusuz ki böyle kusursuz bir yapıya sahip olan çok fonksiyonlu bu maddenin tesadüfen ortaya çıkmasının imkansız olduğudur. Melanin maddesi, evrendeki her şey gibi Allah tarafından insanlara fayda verecek şekilde özel olarak yaratılmış bir maddedir.
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

400 Derecelik Hidrotermal Bacaları Uzaktan Algılayan Yengeç Gözü

Okyanusların derinliklerindeki zifiri karanlık bölgelerde, dev yarıklar boyunca uzanan ve fırlattığı suyun sıcaklığı 400 dereceye varan hidrotermal bacalar bulunur. Bu bacaların civarında Bythograea thermydron türü bir yengeç yaşar ve bu kadar yüksek bir sıcaklıktan etkilenmez. Bu yengecin yaşadığı yer zifiri karanlıktır. Ancak bu karanlıkta yengecin gözü önemli bir yardımcıdır. Yengeci 400 dereceye varan sıcaklıktan uzak tutan gözündeki özel yaratılıştır.
Bu yengeçler, sineklerdeki gibi bileşik göz yapısına sahiptirler. Bu gözler odaklama yapabilen özelliktedir ve okyanusun bu derinliklerindeki zayıf ışığı algılayabilmektedir. Larva döneminden çıkan yengeçlerin gözleri diplere doğru kaybolan ışığı algılayabilmek için değişmeye başlar. Uzun sürede gerçekleşen bu değişim, yengecin DNA’sında kodlanmış özel program dahilinde kusursuz olarak gerçekleşir.
Tamamen zifiri karanlıkta ve yaklaşık 4000 metre derinlikteki okyanus tabanına ulaşan erişkin bir yengeç, iri ve yalın (lense sahip olmayan) bir retinaya sahip oluyor. Işığa son derece duyarlı özellikteki bu gözler, zifiri karanlıkta yengece bir tür gece görüş dürbünü sağlar. Yengeç gözleri ile hidrotermal bacalar civarında mevcut olan zayıf ışıkları kolaylıkla algılayabilir. Böylece yüksek ısısı nedeniyle diğer canlıları öldüren hidrotermal bacaları da uzaktan algılayarak kendisini korur.
Tüm canlıları muhteşem özelliklerle yaratan Allah, yengeçleri de ihtiyaç duyacakları özellikte gözlerle donatmıştır. Bir ayette Rabbimiz’in yaratma ilmi şöyle bildirilmiştir:
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka İlah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.” (Enam Suresi, 102)

8 Ekim 2015 Perşembe

Cansız Atomları Proteinlere Dönüştüren Kusursuz Tasarım



Bilindiği gibi, bütün canlılar hücrelerden oluşur. İnsan vücudunu oluşturan yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Canlıların hücrelerini yüksek teknoloji ile donatılmış birer fabrika olarak kabul edersek, proteinleri de bu fabrikanın makineleri, duvarları, tavanı, merdivenleri, kapıları ve hatta vidaları olarak nitelendirebiliriz. Kısacası proteinler, hücrelerin hem inşaat malzemesini hem de karmaşık makinelerini oluştururlar. Birbirinden farklı birçok görevi üstlenen proteinler canlılığın yapıtaşları olarak kabul edilirler. İşte vücudumuzdaki proteinlere birkaç örnek:
 Saç, tırnak ve tüylerde bulunan sert yapıyı oluşturan 'keratin' isimli madde bir proteindir. Bazı proteinler, kasları kemiğe bağlayan tendonlarda bulunan dayanıklı naylon benzeri bir madde oluştururlar. Derinin pürüzsüz elastikiyetini ve kemiklerin dayanıklılığını sağlayan ise 'kolajen' isimli bir başka proteindir. Retinaya ışık çarptığında görme etkisini başlatan ise 'rodopsin' isimli proteindir. Bu arada başka proteinler de gözün lensini oluşturan saydam maddeyi yaparlar.
 Hücrelerin içine moleküllerin giriş çıkışında yine özel taşıyıcı proteinler görev yapar. Tüm canlılığın bilgisini taşıyan DNA molekülü proteinler olmadan kopyalanamaz ve bilgi üretemez, hücre bölünmesini sağlayamaz. Proteinler canlılardaki en küçük yaşam birimi olan hücrelerin hem yapılarında hem de sayısız işlevlerinde çok çeşitli görevler alırlar. Bazı proteinler de hücredeki kimyasal reaksiyonların hızını milyarlarca kez artırmak için katalizör görevi görürler. 
Takımlar halinde çalışarak, hücrenin tüm kimyasal parçalarını inşa ederler. İnşa etme özelliklerinin yanı sıra, parçalama özellikleri de bulunmaktadır. Bu özelliklerini kullanarak hücrelerde bulunan büyük molekülleri, hücrenin kullanabileceği basit bileşiklere ayırırlar. Hücreye enerji sağlanması için gereken reaksiyonların oluşmasını sağlarlar. Kaslardaki kasılma hareketi için gereken unsurları oluşturanlar da yine kas hücrelerindeki özel proteinlerdir. (www.harunyahya.org)
Siz bu satırları okurken dahi vücudunuzdaki her protein çeşidi yaşamınızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeniz için aralıksız olarak faaliyet göstermeye devam etmektedir. Baktığınız satırları okuyabilmeniz, yemek yemeniz, vücudunuzun gelişimi, hastalıklara karşı dirençli olmanız, bunların hepsi hücrelerinizde durmadan çalışan proteinler sayesinde giderilmektedir. Bitkilerden tüm hayvan türlerine ve en basit bakteriye kadar, tüm canlıların yaşamsal faaliyetlerinin tamamı proteinler üzerine kuruludur.
Cansız atomların birleşmesinden oluşan proteinler, birbirleriyle kusursuz bir uyum içindedirler ve çok büyük bir akıl ve şuur gösterirler.
Belirli sayıda atomun birleşmesinden meydana gelmiş bu mucize moleküller, birbirleriyle kusursuz bir uyum içinde hareket ederler ve çok büyük bir akıl ve şuur göstererek, inanılmaz sorumlulukları yerine getirirler. Akıl ve vicdan sahibi her insanın kendisine sorması gereken önemli bir soru vardır: Cansız atomların birleşmesinden meydana gelen şuursuz, bilgi ve beceriden yoksun olması beklenen protein molekülleri nasıl olup da inanılmaz bir akıl, organizasyon yeteneği ve sorumluluk yüklenerek tüm bu faaliyetleri gerçekleştirebilmektedir?
 Samimi düşünen her insan, cevabın, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'ın kusursuz yaratışı olduğunu görecek, en küçüğünden en büyüğüne kadar evrendeki tüm varlıkların Allah'ın kontrolü ve emri altında olduğunu kavrayacaktır. Allah tüm varlıkların hakimi olduğunu bir ayette şöyle haber vermektedir:
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. (dosdoğru yolda olanı korumaktadır)" (Hud Suresi, 56)

Dört Kuvvet

images%20(1)(5)
Aslında Big Bang'deki patlama hızı, evrenin ilk anında oluşan sayısal dengelerden yalnızca bir tanesidir. Big Bang'in ardından, şu an içinde yaşadığımız evrenin yapısını belirleyen "ölçüler" ortaya çıkmıştır ve bunlar tam olmaları gerektiği değerde belirlenmişlerdir.
 
Bu ölçüler, bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"tir. Evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar, bu dört kuvvetin birbiri ile iletişimi ve dengesi sayesinde olur. Bunlar; yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler sadece atomun yapısını belirlerler. Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. Bu dört temel kuvvet Big Bang'in sonrasında ortaya çıkmışlar ve evrene dağılan madde, bu dört temel kuvvete göre belirlenmiştir.
 
Ancak ilginç olan, bu kuvvetlerin birbirleri ile karşılaştırıldıklarında ortaya çıkan tablodur. Çünkü bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptirler. Eğer tüm bu kuvvetlerin birbirlerine olan oranlarını ortak bir birim kullanarak ifade etmek istersek şöyle yazmamız gerekir:
 
Güçlü nükleer kuvvet  :  15
Zayıf nükleer kuvvet  :  7.03 x 10-3
Yerçekimi kuvveti  :  5.90 x 10-39
Elektromanyetik kuvvet  :  3.05 x 10-12
 
Dikkat edilirse, üstteki sayılar arasında çok büyük uçurumlar vardır. Örneğin güçlü nükleer kuvvetin değeri, yerçekimi kuvvetinin değerinden yaklaşık "milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar" kadar daha büyüktür. Peki acaba bu kadar farklı bir güç dağılımının amacı nedir?
 
Paul Davies ise, evrendeki temel fizik yasalarının insan yaşamına en uygun biçimde belirlenmiş olduğu gerçeği karşısında şu yorumu yapar:
 
Eğer doğa biraz daha farklı sayısal değerler seçmiş olsaydı, evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık... Ve insan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.(2)
 
Big Bang'in büyük bir delili olan kozmik fon radyasyonunu ilk Robert Wilson ile birlikte gözlemleyen ve bu nedenle 1965'te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias ise, evrendeki bu olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:
 
Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir; hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren. (3)
 
Şu ana kadar kendilerinden alıntı yaptığımız bilimadamları önemli bir gerçeğin farkına varmışlardır. Evrendeki hayret verici dengeleri ve düzeni inceleyen her insanın karşısına çıkan bu gerçek son derece açıktır: Tüm evrende üstün bir tasarım, kusursuz bir düzen sergilenmektedir. Bu düzenin Sahibi elbette her şeyi kusursuzca var eden Allah'tır. Allah evrenin yaratılışındaki düzene, "belli bir ölçüyle" hesaplanmış dengelere bir ayetinde şöyle dikkat çekmiştir:
"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2)