A9 TV Canlı Yayın

28 Kasım 2012 Çarşamba

Peygamberimiz (Sav) Döneminde Hanımlar Bakımlı Ve Tertemizlerdi



PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE HANIMLARIN ELLERİNİ SÜSLEMELERİ
Elinde Resûlııllaha mektup bulunan bir kadın, perdenin arkasından işaret etti (elini uzattı) Resûlullah elini tuttu (mektubu almadan çekti) ve:

"Bu erkek eli mi, yoksa kadın eli mi bilmiyorum?" buyurdu. Kadın:

"Kadın elidir" dedi. Resûlullah (sav):

 "Eğer sen kadın olsaydın tırnaklanın (rengini) kına ile değiştirirdin" buyurdu. (Ebu Davud, 1992)

PEYGAMBERİMİZ (SAV), HANIMLARIN ELLERİNİN BAKIMLI OLMASINDAN HOŞLANIRDI
Aişe (r.a)'den rivayet edildiğine göre: Hind Binti Utbe:

"Yâ Resüllah, benimle bîyat et" dedi. Resûlullah (sav);

 "Ellerinin (rengini) değiştirinceye kadar seninle bîyat etmeyeceğim..." buyurdu. (Ebu Davud, 4165)

PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLARIN ALLIK KULLANMASI
Pek çok hadis kitabında zikredilen rivayette Ümmü Habibe’nin babası Ebu Süfyan ölünce üç gün yas tuttuktan sonra, yanaklarına “haluk” sürdüğü ifade edilmiştir. (Belazuri, 1987:184-185) Haluk sahip olduğu pembemsi sarı renkle sürüldüğü yerde allık görevi görmektedir.

PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLARIN GÜZEL KOKULAR KULLANIRLARDI
Bir rivayette Hz. Aişe’nin ihramda iken koku süründüğü nakledilmektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 486)

PEYGAMBERİMİZ (SAV) DÖNEMİNDE SAHABE HANIMLAR TAKI KULLANIRDI
Urve b. Abdıllah b. Kuşeyr, Hz. Ali’nin kızı Fatıma’nın yanına girdiğinde onu her kolunda ikişer kalın fildişi bilezik, parmaklarında yüzük ve boynunda boncuklarla süslü bir kordon olduğunu görür ve bunları sorunca Fatıma; “Kadın erkeğe benzemez” diyerek kadının bu tür takılarla süslenebileceğini ifade eden bir cevap verir. (İbn Sa’d, et-Tabakat, VIII, 466)

Cehennemin Varlığı Güzel Ahlakın Önündeki Engelleri Kaldırır



Cehennemin varlığı güzel ahlakın yaşanmasını nasıl teşvik eder?
Cehennemden haberdar olan bir insan hangi özellikleri kazanır?
Allah korkusu aklın, sevginin, güzelliğin en önemli vesilelerinden biridir. Bu korkunun temeli Allah’ı gücendirmekten O’nun rızasını kaybetmekten çekinmeye dayanır. Allah’ın azabının en şiddetli tecellisi olan cehennem; insanların korkusunu daha da artıran, Allah’a olan sevgilerinin önündeki engelleri tamamen ortadan kaldıran, Allah’ın özel olarak yarattığı bir mekandır.
Allah korkusu ve cehenneme gitme korkusu olmadığı zaman, insan şeytanın vesveselerine açık hale gelir. Buna en güzel örnek Hz. Adem (a.s.)’dır.
Hz. Adem (a.s.)’ı Allah cennete yerleştirmişti ve cennette yoğun bir Allah sevgisi hakimdi. Cennette; dünyada var olan üzüntü ve hastalık gibi kusur ve eksikliklerden hiçbiri yoktu. Hz. Adem (a.s.) cennette hiçbir zorluk ve imtihan yaşamamıştı. Dolayısıyla cennette, sabredeceği hiçbir eksiklik var olmadığından sevgisini tam olarak gösterememiş ve burada bir peygamber zellesi oluşmuştur. (Zelle, peygamberlerin yanılmaları, unutmaları veya yanlışlık eseri yaptıkları davranışlarına verilen isimdir. Bu zellelerin her biri çok büyük hayırlarla ve hikmetlerle, elçilerin kaderlerinde yaratılmaktadır. Kaderde her bir zellenin oluşacağı an ve yer bellidir.) Hz. Adem (as) cennette sonsuz yaşama nimetine sahipken şeytanın çağrısına uyarak Allah’a verdiği sözü zelle sonucunda unutmuştur. Ancak Allah tarafından dünyaya gönderildiği ve doğal ihtiyaçlarını gördüğünde, cehennemin varlığı kendisine bildirildiğinde tevbe etmiş ve hemen Rabbimiz’e sığınmıştır. “Derken Adem, Rabbinden kelimeler aldı. Bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 57) ayetiyle bildirildiği üzere bu tevbesi Rabbimiz tarafından kabul edilmiştir. Şeytan ona aynı tekliflerle tekrar geldiğinde ise Allah korkusu ve cehennem korkusu sebebiyle artık şeytanın sözlerinden Allah’ın izniyle etkilenmemiştir. 
Cehennemin Varlığı Nefsin Temizlenmesine ve Güzel Ahlak Gösterilmesine Vesile Olur
Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran’da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset, cimrilik gibi negatif ahlak özellikleri de bu “fücurlar” arasında yer alır ve Kuran’da bildirildiği üzere bütün insanların nefislerinde vardır:
“... Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)

Kıskançlık ve Haset Duygularına Cehennemin Varlığı Engel Olur
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah’ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden bunlar şeytanın en karakteristik özellikleridir. İblis’in, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah’ın Hz. Adem (a.s.)’a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden bazı insanlar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık bazı insanlarda günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Kişinin ütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Bu kişi adeta şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir.
Allah’tan korkan  ve cehenneme girmekten çekinen bir insan ise nefsine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefsini arındırıp temizler. Kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran ahlakına uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah’a ait olduğunu, herşeyin Allah’ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah’ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O’na ait olduğunu bilir. Rabbimiz’in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.
Hayat, gerçekte Allah’ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Allah’ı tanımak, O’nun hükümlerine uymak ve Allah’ın rızasını aramakla sorumludur. Cehennem insanı din ahlakından uzaklaştıran engelleri ortadan kaldıran, derin düşünmeye yönelten, hataya düşmekten koruyan, “Nasıl var oldum, beni yaratan kim, nereye doğru gidiyorum” gibi temel sorulara kesin ve net cevaplar vermesine vesile olan Allah’ın özel olarak yarattığı bir ortamdır.
 
Cehennemin Varlığı Cimriliği Ortadan Kaldırır
Kuran ahlakından uzak toplumlarda yaygın olan yanlış bir infak anlayışı vardır. Bu anlayışa göre vicdan rahatlatmak için kişi malından az bir miktar verir. Böylece de büyük bir dini vecibeyi yerine getirmenin huzuru içinde malının geri kalan büyük bölümünü elinde tutar. Halbuki, Kuran’da bu tavrın yanlışlığı açıkça bildirilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulur:
“Şimdi, o yüz çevireni gördün mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu.” (Necm Suresi, 33-34)
Allah’ın Kuran’da bildirdiği infak ibadeti ise tamamen farklıdır. Kuran’a göre infak etmedeki ölçü, “... ihtiyaçtan arta kalan”dır. (Bakara Suresi, 219) Bu, Allah’ın herkese farz kıldığı bir hükümdür. Ayet şöyledir:
“... Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.” (Bakara Suresi, 219)
Bu hükme riayet etmeyen kişi Allah’ın beğenmediği bir davranışı yapmakla ahireti açısından büyük bir sorumluluk altına girmektedir. Zira ihtiyaçtan fazlasını elinde tutan bir kimse Allah’ın kesin bir hükmünü ısrarla yerine getirmemektedir. Cimrilik yapmakta ve gerçekte tümü Allah’a ait olan ve Allah’ın kendisini denemek için verdiği ve infak etmesini bildirdiği mala haksız olarak sahip çıkıp kendisine saklamaktadır. Allah gerçekte inkarcılara özgü olan bu davranışı gösteren insanlar hakkında Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah’ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır.” (Nisa Suresi, 37)
Kendisinden birşey istenir korkusuyla Allah’ın verdiği malı ve nimetleri gizleyen kimselerin ahirette alacakları karşılık ise Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:
“Ey iman edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek).” (Tevbe Suresi, 34-35)
“Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını mı sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. “Hutame”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.” (Hümeze Suresi, 2-6)
Cehennemin varlığına inanan bir kişinin ayetlerde tarif edilen ölçüde bir cimrilik yapması ya da mal yığıp biriktirmesi söz konusu bile olamaz. Kişinin küçük çıkarlara tamah etmeden dünyada ve ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinip korkarak, Allah’ın bu hükmünü titizlikle yerine getirmesi gerekmektedir.

Cehennemin Varlığı Kin ve Nefret Duygularının Önündeki En Büyük Engeldir
Dünyada sürekli kavga, zulüm ve savaştan söz edenler, ahirette aynı karşılığı alabileceklerini düşünmelidirler. Bu kişiler cehennemde de aynı şekilde kendilerini sonsuza dek azap içerisinde tartışırken bulabileceklerini, güvensiz bir ortamda yaşayabileceklerini unutmamalıdırlar. Oysa cehennemin varlığına iman eden insanlar, dünyada sevgi dolu, merhametli, yardımsever olurlar. Bu ahlaktaki insanlar dost canlısı, fedakar, tüm nimetlerden zevk alan kişilerdir. Bu nedenle de Allah’ın vaad ettiği sonsuz kurtuluş yurdu olan cennetin güzelliklerini dünya hayatında yaşamaya başlarlar.

Şeytan, Nefis ve Cehennemin Varlığı İnsana İmani Derinlik Kazandırır
Allah insanı bir amaç üzere yaratmıştır. İnsanın yaratılış amacını ve kısa süren dünya hayatı boyunca nasıl bir ömür geçirmesi gerektiğini öğrenebileceği kaynak ise, Allah’ın kullarına bir rehber olarak indirdiği Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetidir. Allah Kuran’da insanın yaratılış amacını, “...insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle haber verir. Rabbimiz şuurlu varlıkların yani insanların var olmasını, bu şuurlu varlıkların Zatı’na ibadet etmesini, Kendisini ve yarattıklarını takdir eden, güzel olan her şeyi bilen, onlardan hoşnut olan, onlardan sevinç duyan varlıklar olmasını ister. İnsan doğrudan cennette yaratıldığında, Allah’ın istediği heyecan, derinlik ve teslimiyete sahip olamaz. Nitekim Hz. Adem (a.s.), Ulu’l Azm bir peygamber olduğu halde Allah’ın isteklerini tam olarak yerine getirememiştir. Fakat şeytan, nefs ve cehennem var olduğunda, insan müthiş bir imani derinlik kazanır. Her şeyin bir anlamı olur. Çünkü insan cennetin güzelliklerini, güzel ahlakı ancak kıyas yaparak anlayabilir.
Her insan, olaylar karşısında gösterdiği tavırlar, sahip olduğu ahlak ve içinde taşıdığı niyetiyle denenir. İnsanın “iman ettim” demesi kesinlikle yeterli değildir. İmanını tavırlarıyla da göstermelidir. Kıyamet gününde, insanın dünya hayatına dair gizli ya da açık yaptığı tüm davranışları ortaya çıkacak ve çok hassas bir hesap yapılacaktır. Bu hesapta “... bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar” (Nisa Suresi, 49) bile haksızlık yapılmayacaktır.
Allah’tan korkan dolayısıyla da cehenneme girmekten çekinenler iyilik ve güzel ahlak göstererek sonsuz güzelliklerle bezenmiş cennet yurdunda ağırlanırken, kötülüğü zulmü ve sevgisizliği kendilerine yol edinenler ise cehennem azabıyla cezalandırılacaklardır. Allah, bu kısa hayatı, insanları denemeden geçirerek, iyi ve doğru olanları diğerlerinden ayırt etmek için yarattığını Kuran’da şöyle bildirir:
“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı...” (Mülk Suresi, 2) 

Cehennem Allah’ın Beğendiği Güzel Ahlak Özelliklerinin Kazanılmasına Vesile Olur
Cehennem, Allah’ın “Kahhar” (Kahredici), “Cebbar” (istediğini zorla yaptıran), “Muntakim” (intikam alıcı) gibi isimlerinin sonsuza dek tecelli edeceği yerdir. Cehennem Allah’ı inkar edenlere, her yönden acı vermek için özel bir yaratılışla yaratılmıştır. Kuran ayetlerinde cehennem, yaşayan bir canlı gibi tasvir edilir. Bu canlı, inkarcılara karşı öfke, nefret, hınç ve istekle doludur. Yaratıldığı günden beri, (Allah’ı tenzih ederiz) Yaratıcımızı inkar edenlerden intikam almayı beklemektedir. Cehennem, ayetlerde bildirildiğine göre, “insana delicesine susamıştır”(Müddessir Suresi, 29) Dini yalanlayanları gördüğünde öfkesinin şiddetinden parçalanacak gibi olur. Bu ateşin yaratılışının bir amacı vardır; kahredici bir azap vermek. O da görevini yapacak, hak edenlere acıların en büyüğünü verecektir. İşte cehennemin bu caydırıcı özellikleri vicdan sahibi insanların kalbinde imanın derin coşkusunun oluşmasına, Allah’ın rızasını kazanmak için sevgi, şefkat ve merhamet hislerinin gelişmesine ve Allah’ın beğendiği tüm güzel ahlak özelliklerinin kazanılmasına vesile olur.

Muhteşem bir medeniyet: Antik Mısır -II-


Sırlarla Dolu İnşa Teknolojisimisir piramit

Antik Mısır'da inşa edilen ve günümüzde hala büyük bir hayranlıkla izlenen en önemli eserler gizemli piramitlerdir. Bu piramitlerin en ihtişamlısı olan "Büyük Piramit" şimdiye kadar dünya üzerinde inşa edilmiş en büyük taş yapı olarak kabul edilir. Bu piramitin nasıl inşa edildiği konusunda Herodot zamanından itibaren birçok tarihçi ve arkeolog, çeşitli teoriler ortaya atmıştır. Kimileri bu piramitin yapımı sırasında kölelerin çalıştırıldığını ve rampa tekniğinden basamaklı piramite kadar birçok yöntemin kullanıldığını savunmuştur. Bu yöntemlerin karşımıza çıkan manzarası şöyledir:
  • Bu piramidi kölelerin inşa etmiş olma ihtimali durumunda, çalışan köle sayısının 240.000 gibi olağanüstü bir rakam olması gerekirdi.
  • Eğer inşa tekniği olarak rampa yöntemi kullanılmış olsaydı, piramitin yapımı bittikten sonra bu rampanın yıkılması için yaklaşık 8 yıl gerekirdi. Mısır bilimcisi Garde-Hansen'e göre bu, makul bir teori değildi. Çünkü bu rampanın yıkılmasından sonra geride kalan dev moloz artıklarını bir yerlerde görmemiz gerekirdi. Ama böyle bir delile hiçbir yerde rastlanmamıştır.Moustafa Gadalla, sf.115)

Garde-Hansen, diğer teorisyenlerin önemsemediği bazı yönleri ele almış ve şunları söylemiştir:

"Piramidi ziyaret ettiğinizde şaşırtıcı görüntüleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: 5000 yıl önceki taş ocağı işçisi, günde, piramitlerin inşasında kullanılan 330 taş blok üretiyor. Suyun bastırdığı mevsimde, günde 4000 blok Nil nehrinin üzerinde taşınıyor ve Giza platosuna gelindiğinde bu taşlar platodan yukarıya taşınarak, piramidin inşa edileceği bölgeye ulaştırılıyor. Eğer bu şartlar altında taşıma işlemi gerçekleşiyor olsaydı, dakikada 6.67 blok taşınması gerekirdi. Bu sonuç, sunulan teorinin geçersizliği için yeterli bir rakamdır".(Moustafa Gadalla, sf.116) 

Bunların yanı sıra, piramidin bir yüzeyinin alanının yaklaşık olarak 2.5 hektar olduğu düşünülürse, her bir yüzeyin yaklaşık olarak 115.000 kaplama taşıyla kaplanmış olması gerekir. Bu taşlar da öylesine itinayla yerleştirilmiştir ki, taşlar arasında bırakılan mesafe bir kağıdın geçmesine olanak vermeyecek derecede dardır.(a.g.e)

Tüm bunlar piramitlerin yapımlarıyla ilgili sırların günümüz bilim ve teknolojisiyle dahi çözülemediğini gösteren bilgilerden bazılarıdır.

Gize’deki Piramitlerle İlgili Çarpıcı Bilgiler
giza piramit

Gize'deki (Kahire yakınlarında bir Mısır kenti) piramitlerle ilgili yapılan bazı matematiksel araştırmalar, eski Mısırlıların çok gelişmiş bir matematik ve geometri bilgileri olduğunu göstermektedir. Bu hesaplamalara göre, piramitleri planlayanların matematik ve geometri bilgisi dışında, dünyanın ölçüleri, çevresi, ekseni ve bu eksenin eğimi gibi bilgilere de sahip olmaları gereklidir. MÖ yaklaşık 2500'lü yıllarda inşasına başlanan piramitlerle ilgili bu bilgiler, ünlü matematik bilginleri Pisagor, Arşimet ve Öklid’in zamanından 2000 yıl öncesinde bu piramitlerin inşa edildiği göz önünde bulundurulursa, çok daha çarpıcı bir hal almaktadır:
  • Piramitin açıları Nil deltasını iki eşit yarıya böler.
  • Gize'nin üç piramiti aralarında, bir Pisagor üçgeni oluşturacak biçimde düzenlenmiştir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine oranları 3:4:5'tir.
  • Piramitin yüksekliğiyle çevresi arasındaki oran bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki orana eşittir.
  • Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterir. Piramiti çevreleyen taş levhaların uzunluğu, bir günün gölge uzunluğuna eşittir.
  • Piramitin dikdörtgen biçimindeki tabanının normal kenar uzunluğu 365,342 Mısır endazesine (dönemin ölçü birimi) denk gelir. Bu sayı günümüzde de kullanılan güneş yılının günlerinin sayısına oldukça yakındır. (Günümüzde güneş yılının gün sayısı 365,224 olarak hesaplanmaktadır.)
  • Büyük Piramitle dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey Kutbuyla piramitin arasındaki uzaklığa eşittir.
  • Piramitin tabanının yüzeyi, anıtının yarısının iki katına bölündüğünde, "pi" sayısı elde edilir.
  • Piramitin dört yüzünün toplam yüz ölçümü piramitin yüksekliğinin karesine eşittir.(Sfenks'in Gözleri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1989, sf. 152)
Piramitler Tekrar İnşa Edilmek İstense...

1978'de Amerika'daki, Indiana Limestone Institute of America Inc. (dünyada kireç taşı ocakları konusunda en büyük ve en uzman kuruluş), bugün Büyük Piramit gibi bir piramit inşa edilmek istense, insan gücü ve materyallerin ne olması gerektiği hakkında bir araştırma yapmıştır. Sonuç oldukça düşündürücüdür; şirket yetkilileri, piramitlerin inşasındaki zorluğu şöyle açıklamaktadırlar:

Eğer mümkün olan gücü maksimuma çıkartsak, bu da bugünkü üretimi üç katına çıkartmak anlamına gelir ki, bu kadar kireç taşını ocaktan çıkarmak ve transfer etmek ancak 27 yıl sürer. Üstelik tüm bu çalışmalar, Amerika'nın üstün teknolojisiyle yani hidrolik çekiçler, elektronik kristal başlı testereler kullanılarak yapılabilir. Bu büyük çaba, sadece kireç taşını madenden çıkarmak ve onu taşımak için kullanılacaktır. Ve buna, Büyük Piramit'in inşası için gerekli olan laboratuvar testleri ve bunun gibi ön çalışmalar dahil değildir.(Nova Productions, Who Built the Pyramids, www.pbs.org )
  • Peki Antik Mısır'da bu dev piramitler nasıl inşa edilmiştir?
  • Kayalık taraçalar hangi güçle, hangi makinelerle, hangi teknikle düzleştirilmiştir?
  • Kaya mezarları hangi imkanlarla kazılmıştır?
  • İnşaat sırasında aydınlatma nasıl sağlanmıştır? (Piramitlerin ve mezarların duvarlarında ve tavanlarında, herhangi bir kararma ve is izine rastlanmamıştır.)
  • Taş bloklar taş ocaklarından nasıl çıkarılmış, farklı şekillerdeki taşların kenarları nasıl düzleştirilmiştir?
  • Tonlarca ağırlıktaki bu taşlar nasıl taşınmış ve birbirlerine santimetrenin binde biri gibi bir yakınlıkta nasıl birleştirilmiştir?

Bu soruları daha da artırabiliriz. Evrimcilerin bu soruları, insanlık tarihi konusundaki yanılgılarından yola çıkarak akılcı ve mantıklı bir şekilde cevaplayamayacakları açıktır. Antik Mısır, sanatıyla, tıbbıyla, mimarisi ve kültürüyle dev bir medeniyet kurmuştur. Mısırlıların geride bıraktıkları eserler, kullandıkları tedavi yöntemleri, sahip oldukları bilgi birikiminin ve tecrübenin en önemli delillerindendir.

Arkeolojik bulgular evrimcilerin "ilkel insan" iddiasını çürütmektedir ve günümüze kadar elde edilmiş tüm arkeolojik bulgular göstermiştir ki; insan, var olduğu günden bu yana insandır ve yüksek bir kültüre sahiptir. Dolayısıyla evrimcilerin iddia ettiği "tarihin evrimi" hikayesi de hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

22 Kasım 2012 Perşembe

Uzaydan Bedenimize Karbonun Hayati Önemi

Arabalarımızın egzozları, evlerimizin bacaları, yangınlar, kullandığımız lamba, buzdolapları ve soğutucular… İnsanlar her yıl atmosfere çeşitli kullanımlar sonucunda toplam 8 milyar ton karbondioksit gazı gönderiyorlar. Peki atmosfere karışan karbon nereye gidiyor? Nasıl oluyor da havasızlıktan zehirlenip ölmüyoruz? 
 
Yüce Allah dünyada su döngüsü kadar yaşamsal öneme sahip diğer hassas bir dengeyi karbon döngüsü üzerinde kurmuştur. Karbon atomları, canlılar, okyanuslar, atmosfer ve yer kabuğu arasında sürekli olarak taşınırlar. Karbon döngüsü olarak bilinen bu mekanizma ile karbon molekülleri dünya var olduğundan beri birçok kez kullanılmıştır. Bu, vücudumuzdaki bir karbon atomunun, yüzyıllar önce bir bitkinin yanmasından ortaya çıkmış olması ve biz öldükten sonra bu karbon atomunun fotosentez işlemi sırasında bir bitkinin parçası olabileceği anlamına gelir. 
 
Karbonun en önemli özelliği ise, depolanma, değiş-tokuş, büyüme, çürüme-solunum ve yanma olmak üzere bir dizi işlem sonucu, Yüce Allah’ın dünyayı yarattığı günden beri bir düzen içinde hassas dengesini korumasıdır. Yüce Allah yaratışındaki üstünlüğü bir Kuran ayetinde şöyle haber verir: 
 
“…Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır.” (Talak Suresi, 3) 
Ancak insanların ormanları ve enerji ihtiyacını karşılamak için fosil yakıtları yakması ile vaktinden önce ve fazladan açığa çıkan karbon, bu kusursuz işleyen hassas sistemi bozabilecek bir tehdit gibi görünse de, ortaya çıkabilecek zararlar yaratılmış en mucizevi tedbirlerle önlenmiştir. 

Karbondioksit Fazlası Nasıl Oluşur? 

Atmosferdeki karbonun büyük bir kısmını depolayan ormanlar ve fosil yakıtları, insan müdahalesiyle yakılarak atmosfere verilir. Ormanların kesilmesi karbonun en önemli depo alanını ortadan kaldırır. Bilimsel araştırmalar Sanayi Devriminin gerçekleştiği yaklaşık 150 yıldan beri atmosferdeki karbondioksit oranının arttığını ve kullanım bu hızla sürerse gelecek 100 yıl içinde karbondioksit oranının 2-3 misli artacağını gösteriyor. 

Atmosferde Karbondioksit Fazlası Olursa Ne Olur? 

Aslında karbondioksit atmosferi oluşturan su buharı ve diğer birçok gazla birlikte, dünyaya sera etkisi yaparak soğumasını önlemekte ve yeryüzünü ortalama 14 derece sıcaklıkta tutmaktadır. Fakat son 150 yıldan beri artan karbondioksit oranı dünyanın %30 oranında ısınmasına neden olmuştur. Ancak bu noktada ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Çünkü yapılan hesaplar insanoğlunun yılda 8 milyar ton olarak verdiği karbondioksitin yarısının yok olduğunu gösterir. Karbondioksit, yüzyılın en büyük tehlikesi olarak kabul edilen küresel ısınmanın başrol oyuncularından biri olarak kabul edildiği halde iklim değişiklikleri beklenildiği oranda korkunç boyutlara ulaşmamaktadır. Dünya zehirli gazlarla dolu solunamaz bir havaya sahip olmamaktadır. 
 
Peki karbondioksit fazlası nasıl yok olmaktadır? 

Doğadaki Karbondioksit Emici Sistemler 

Rabbimiz’in sonsuz rahmetinin bir göstergesi olarak ormanlar, çayır alanları ve okyanuslar karbon kuyusu görevi üstlenerek canlılar soludukça ve çürüdükçe açığa çıkan karbonu ve insanoğlunun açığa çıkardığı milyarlarca ton karbondioksitin yarısını emerek iklim değişikliklerini ve atmosferdeki karbondioksit birikimini engelliyorlar. 
 
Bitkiler: Bilimsel araştırmalar, dünyadaki kıtaların büyük kısmını barındıran dolayısı ile daha fazla insanın yaşadığı kuzey yarımkürede karbondioksit gazının daha çok biriktiği konusuna odaklanmıştı. Fakat yapılan ölçümler, kuzey ve güney yarımküre arasındaki farkın çok düşük değerde olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü kuzey yarımküredeki ormanlık ve yeşil alanlar karbonu alarak fotosentez işleminde kullanıyor, bitkiler beslenip büyürken fotosentez işlemi sırasında açığa çıkan oksijen ile bu bitkisel emici sistemler atmosferi temizliyorlar. Burada Yüce Allah’ın her şeyi bir ölçü ile yarattığı gerçeği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu bitkisel kuyulara bağlı olarak havadaki oksijen oranının artması ve yaşamamızın imkansız hale gelmesi beklenirdi. Ancak karbondioksit okyanusta çözüldüğünde atmosfere oksijen eklenmediği için havadaki oksijen oranı sabittir. Dolayısıyla sadece bitkilerden gelen oksijen ile atmosferdeki gazlar dengelenir. 
 
Okyanuslar: Yılda ortalama iki milyar tonun üzerindeki karbon, diğer bir ifadeyle -okyanus bilimci Taro göre- “döngüde yok olan karbonun yarısı” okyanuslara gider.(Taro Takahashi Limnol. Oceanogr.: Methods 2, 2004, 91–101, 2004, by the American Society of Limnology and Oceanography, Inc). Bitkilerin daha hafif olan “karbon 12” içeren gazları kullanmaları ve bu durumda “karbon 13” gazının atmosferde birikmesine rağmen okyanusların karbon gazı konusunda seçici olmaması atmosferin temizlenmesinde önemli bir rol oynar. Karbondioksit özellikle soğuk okyanus sularında kolayca çözünürken deniz bitkileri hızla çözünmüş karbonla beslenerek, büyümekte ve bunları yiyen deniz canlılarının ölüp denizin dibinde birikmesi ile karbon deniz altında depolanmaktadır. 
 
Peki bu denge bozulur ve dünya çoğu uzmanın belirttiği gibi hızla ısınmaya başlarsa ne olur? 

Karbon Dengesinin Bozulmasının Getireceği Sonuçlar 

Yüce Allah bir Kuran ayetinde gökleri ve yeri Kendi kudreti altında tuttuğunu şöyle haber vermiştir: 
 
“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41) 
Küresel ısınmaya bağlı olarak, iklimde kavurucu sıcaklar, şiddetli fırtınalar, düzensiz yağışlar gibi değişiklikler olabilirdi. 
 
Çöller genişleyebilir, mercan resifleri yok olabilir, dünyanın bir bölümü ısınırken, bir bölümü hiçbir canlının yaşayamayacağı oranda dondurucu soğuklara maruz kalabilirdi. Her iki durumda da canlıların yaşaması güçleşirdi. 
 
Küresel ısınmaya bağlı olarak, okyanus sularının ısınması daha az karbondioksitin çözülmesine neden olurdu. Bu, okyanus bitkilerinin büyüyememesi ve balinalardan küçük deniz canlılarına kadar bitkilerle beslenen pek çok canlının yaşamının tehdit altına girmesi demektir. 
 
Dünya ısınırsa bitkiler emdikleri karbondan daha fazlasını atmosfere geri gönderir. Bu durumda atmosferdeki karbondioksit oranı artar, oksijen oranı azalır, yaşam sona ererdi.
 
Sonuç olarak, karbon döngüsü dünyada özel bir yaratılışın var olduğunun en önemli delillerinden bir tanesidir. Çünkü karbonun canlıların yaşamasına yönelik hassas döngüsü yalnızca dünyada mevcuttur. Karbon döngüsündeki bu hassas işleyişte, sadece çok küçük bir değişimin olması durumunda dünyanın dengesi bozulabilir. 
 
Dünyanın, karbon döngüsü gibi yaşama elverişli pek çok hassas denge üzerine kurulu olması gerçekten de çok büyük bir nimettir. Önemli olan, evrendeki kusursuz düzeni ve Yüce Allah'ın eşsiz sanatını görmek, Rabbimiz’e her an her saniye muhtaç olduğumuzu kavramak ve O'nun büyüklüğünü takdir etmektir. Bir ayette Allah’ın tüm kainattaki hakimiyeti şöyle bildirilmiştir: 
“Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir.” (Secde Suresi, 5)

Karbon Kaynakları 

Karbon hava, toprak ve su arasında dolaşır. 
 
Gaz halindeki karbon, karbondioksit olarak atmosferde ve sularda erimiş haldedir. 
 
Su içeriğinde bulunan karbon, mercan resifleri ve suda yaşayan canlıların iç veya midye gibi kabuklu canlıların dış iskeletlerinde depo edilir. 
 
Karadaki karbon, kireçtaşları, dolamitler gibi kayalar ve kalkerli kabuklar, turba toprakları (kuzey ve güney kutbu ve yakın çevresinde yaklaşık olarak 60 m’lik kısmı donmuş topraklar) petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlarda bulunur. 
 
Canlı organizmaların kimyasal yapısının vazgeçilmez bir bileşeni olduğundan canlılar da bir karbon deposu durumundadır.

Doğadaki Bazı Karbon Oranları (%) 

  • Deniz suyu 0,0025 
  • Hava 0,015 
  • Tarım toprağı 1-2 
  • Kireçtaşı 12 
  • İnsan vücudu 18 
  • Petrol 86 
  • Kömür 92 
  • Elmas 100

21 Kasım 2012 Çarşamba

Muhteşem bir medeniyet: Antik Mısır -I-


Tıbbın Kökeni Antik Mısır'da
Eski Mısır'da tıbbın ulaştığı gelişmişlik düzeyi oldukça şaşırtıcıdır. Kazılarda ele geçen bulgular, arkeologların yanı sıra birçok tarihçiyi de hayrete düşürmüştür. Çünkü hiçbir tarihçi MÖ. 3000'lerde yaşamış eski bir medeniyetten böylesine gelişmiş bir teknoloji beklemiyordu.
Bugün X-ışınları kullanılarak, mumyalar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda Antik Mısır'da beyin ameliyatlarının yapılmış olduğu anlaşılmıştır.1Üstelik bu ameliyatlar oldukça profesyonel yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Cerrahi operasyon geçirmiş mumyaların kafatasları incelendiğinde, ameliyat yerlerinin düzgünce kesilmiş olduğu görülmektedir. Hatta bu insanların ameliyattan sonra hayatta kaldıklarını ispatlayan, kaynamış kafatası kemiklerine rastlanmıştır.2
Diğer bir örnek ise bazı ilaçlarla ilgilidir. 19. yüzyılda oldukça hızlı bir ilerleme kaydeden deneysel bilim sonucunda tıp alanında da büyük gelişmeler oldu. Antibiyotiğin keşfi de bu yüzyıldaki gelişmelerden biridir. Aslında bunlara "keşfedildi" demek hata olur, çünkü bu tekniklerin büyük bir bölümü Antik Mısır'da zaten kullanılıyordu.3
misir
Mısır Firavunu Tutankhamun'un cesedi, içiçe geçen iki tabut içinde muhafaza ediliyordu.
Mısırlıların tıp ve anatomide ne kadar ileride olduklarını gösteren en önemli eserlerden biri de, kuşkusuz geride bıraktıkları mumyalardır. Mısırlılar mumyalama konusunda yüzlerce farklı teknik kullanmışlardır.
Cansız bedenin binlerce yıl bozulmadan saklanabilmesine olanak sağlayan mumyalama işlemi, aslında oldukça karmaşık bir işlemdir. Bu konuda Mısırlıların kullandığı teknik özetle şu şekildedir: İlk önce ölünün iç organları dışarı çıkarılır, burundan beyin alınır, vücut sterilize edilir ve beden natron denilen bir madde ile sarılıp 40 gün bekletilirdi. (Natron; sodyum karbonat, sodyum bikarbonat ve sodyum kloridle, sodyum sülfatın karışımından oluşan bir maddedir.) Daha sonra bu madde vücuttan çıkarılır, kol ve bacaklar gibi vücudun eklemli yerleri çamur ya da kumla sarılır, sonra beden reçineye batırılmış ketenle, kokulu bir çeşit sarı sakızla ve tarçınla sarılırdı. Bir çeşit merhemin vücuda sürülmesinden sonra da ince bir keten tülle örtülürdü.4
Mısırlılar mumyalama tekniklerini sadece insanlarda değil, farklı hayvanlarda da denemişlerdir. Antik Mısır'da tıbbın oldukça gelişmiş olduğu, ele geçen arkeolojik buluntulardan ve özellikle mumyalama tekniklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vücudun şeklini bozmadan, ölünün tüm iç organlarını çıkartarak mumyalamaları, bu işi yapan insanların, her organın yerini bilecek bir anatomi bilgisine sahip olduklarını göstermektedir.
Mumyalamanın dışında Mısırlılar tarafından 5000 yıl önce kullanılmış olan birçok tıbbi teknik ve alet de yapılan araştırmalarda gün ışığına çıkarılmıştır. Bu konuyla ilgili pek çok detay sıralayabiliriz:
- Mısır'da tıpla ilgilenen rahipler, tapınaklarda çeşitli hastalıkları tedavi ediyorlardı. Mısırlı doktorlar, günümüzdeki gibi farklı alanlarda uzmanlaşmışlardı. Her doktorun kendine ait bir branşı vardı. Göz doktorlarından, dişçilere kadar her konuda ihtisaslaşmış hekimler hizmet veriyordu.
-Mısır'da doktorlar, devlet denetimindeydiler. Eğer hastası iyileşmezse, yahut ölürse devlet bu hatanın sebeplerini soruşturur ve doktorun kullandığı yöntemin kurallara uygun olup olmadığını öğrenirdi. Tedavi sırasında bir ihmalkarlık yapılmışsa, bu durum tespit edilir ve doktora kanunlar çerçevesinde ceza verilirdi.
misir2
Smith papirüsü - Bu papirüste, Antik Mısırlıların, ketenden yapılmış yara ve sargı bantları kullandıkları anlatılmaktadır.
-Tapınakların her biri, ilaçların hazırlandığı ve depolandığı tam teçhizatlı bir laboratuvara sahipti.
-Bilinen ilk eczacılık uygulamaları, bandaj ve kompres kullanımı örneklerine Mısır'da rastlanmıştır. Smith Papirüsü'nde, keten bezinden yapılan yapışkan bantların yaraları kapamada ne şekilde kullanıldığından bahsedilmektedir. Keten bez, bunun dışında bandaj için de uygun bir malzemeydi.
-Arkeolojik bulgulardan, Mısır'daki tıbbi uygulamaların tamamına ait detaylı bir tablo ele geçmiştir. Bununla beraber, her biri kendi alanında ihtisaslaşmış 100'den fazla doktorun ismi ve ünvanı da bulunmuştur.
-Ayrıca Kom Ombo'daki bir başka tapınak duvarındaki rölyefin içine oyuk açılmış ve buraya cerrahi aletlerin kutusu yerleştirilmiştir. Bu kutunun içinde büyük metal bir makas, cerrahi bıçaklar, testereler, sondalar, spatulalar, küçük kancalar ve pensler mevcuttu.
-Teknikler çok sayıda ve çok çeşitliydi. Kırıklar, çatlaklar tam olarak oturtuluyor, kırık tahtaları kullanılıyor ve yaralar dikişle kapatılıyordu. Mumyaların çoğunda çok başarılı bir biçimde tedavi edilmiş kırıklara rastlamak mümkündür.
-Mumyalarda herhangi bir cerrahi dikiş izine rastlanmamasına rağmen yara dikilmesi ile ilgili Smith Papirüsü'nde (bu papirüsün tamamı tıpla ilgilidir) on üç referans mevcuttur. Bu, Mısırlıların estetik yara dikimini de başarmış olduklarına işaret etmektedir. Yara dikiminde keten iplik kullanılıyordu. İğneler ise muhtemelen bakırdandı.
-Mısırlı doktorlar, steril yaralar ile enfeksiyonlu yaraları ayırt edebiliyorlardı. Enfeksiyonlu yaraların temizlenmesinde keçi yağı, köknar yağı ve ezilmiş bezelyeden oluşan bir karışım kullanıyorlardı.
-Penisilin ve antibiyotiğin bulunuşu oldukça yenidir. Fakat Eski Mısırlılar bu tür tedavilerin ilk organik versiyonlarını kullanıyorlardı. Ayrıca, Mısırlılar antibiyotiğin farklı çeşitlerini biliyorlardı. Belli türdeki hastalıklara uygun reçeteleri yazıyorlardı.5

Görüldüğü gibi Mısır medeniyeti tıp konusunda oldukça önemli adımlar atmış, tedavi yöntemleri geliştirmiş, uzman doktorlar yetiştirmiştir. Yapılan kazılarda, tıp alanında sağlanan bu önemli başarıların yanı sıra, Mısırlıların şehir planlamacılığı ve mimari gibi konularla da çok ilgili oldukları ortaya çıkmıştır.
Matematikte İleri Seviye
misir3
Rhind papirüsü
Mısır'da rakamlar çok eski zamanlardan itibaren kullanılıyordu. MÖ 2000 yılına ait birtakım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçmiştir. Bu dokümanlar, Kahun, Berlin ve Rhind papirüsleri diye bilinmektedir. Bu belgelerde, ölçülerin ne gibi esaslara göre yapılacağı örneklerle belirtilmiştir. Mısırlılar, Pisagor Teoremi'ni, ölçüleri 3-4-5 olan bir üçgenin dik üçgen olduğunu biliyor ve bundan inşa ölçümlerinde faydalanıyorlardı.6
Ayrıca Mısırlılar, yıldızlarla gezegenler arasındaki ayrımı da biliyorlardı. Astronomi ile ilgili çalışmalarına görülmesi çok zor olan yıldızları da eklemişlerdi.
Diğer taraftan Mısırlıların hayatı, Nil'in yükselme ve alçalmasına bağlı olduğundan, bu durumu daima ölçmeleri ve kontrol etmeleri gerekliydi. Hükümdar, Nil'in yükselme ve alçalmasını kaydettirmek için, bir "Nilometre" yaptırmış ve bu işle uğraşmak üzere memurlar tayin etmişti.7

1. Moustafa Gadalla, Historical Deception: The Untold Story of Ancient Egypt, Basted Publishing, Erie, Pa.USA, 1996, sf.295
2. Interview with Dr.Zaki Hawass, Director of the Pyramids,  
http://www.pbs.org/wgbh/nova/pyramid/excavation/hawass.html
3. Moustafa Gadalla, Historical Deception: The Untold Story of Ancient Egypt, Basted Publishing, Erie, Pa.USA, 1996, sf.296
4. 
www.trms.ga.net/~jtucker/lessons/ss/ancegypt.html 
5.  Afet İnan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyet, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 1956,  sf.318
6. . Afet İnan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyet, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 1956,  sf.87
7. Prof.Dr.Afet İnan, Eski Mısır Tarihi ve Medeniyeti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1956, sf.201

Adeile penguenleri


Adélie penguenleri Antartika’da oldukça ufak sahil adalarında yaşarlar. Kış mevsimini Antartika buzullarını çevreleyen denizlerde geçirirler.

adeile pengueni1

Adélie penguenleri karides benzeri suda yaşayan küçük yaratıklarla, balık ve kalamarla beslenirler. Avlarını bulmak için 175 metre derinliklere kadar dalabilirler ancak genellikle daha sığ sularda (yarısı kadar derinlikte olan) beslenirler.

adeile pengueni3

Diğer penguenler gibi becerikli ve verimli yüzücülerdir. Bir öğle yemeği için yaklaşık 300 kilometre yolu çok rahat katedebilirler.

adeile pengueni2Bahar çiftleşme döneminde, binlerce penguenden oluşan geniş bir grup olarak Antartikanın kayalıklı sahil kıyısına yerleşirler. Karadayken yuvalarını inşa eder ve bu yuvaları küçük kaya parçalarıyla belirginleştirirler. Penguenlerin paytak yürüyüşüne sahip olsalar bile, yayan olarak uzun mesafeleri yürüyebilirler. Baharın ilk haftalarında, buzullar parçalanmadan once, yuvalarından açık sulara ulaşabilmek için 50 kilometre yürümeleri gerekir.

”Erkek ve dişi Adélie penguenlerini birbirinden ayırt etmek imkansızdır. Dişi yumurtladıktan sonra (bir çift yumurtası vardır) sırayla yumurtaları sıcak tutmak ve korumak için kuluçkaya yatarlar. Eğer gıda bakımından sıkıntı varsa bir çift yavrudan sadece bir tanesi hayatta kalır. 3 hafta sonra ebeveynler  yavruları yalnız başlarına bırakabilirler, ancak yavrular yine de güvende olmak için gruplar halinde dolaşırlar ve dinlenirler. Genç Adélie penguenleri dokuz hafta içinde kendi başlarına yüzmeye başlarlar.


adeile pengueni5Dişi ve erkek penguenlerin dayanışma ve iş bölümü içinde yumurtalarını ve yavrularını en zor koşulları göze alarak korumalarını, yavrularını bir an bile yalnız bırakmamalarını onlara Allah ilham etmektedir. Her canlıyı yoktan var eden, denetleyen, her an gözleyen ve her canlıya davranışını emreden, yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah'tır. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle haber vermektedir:
 
"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)
 
http://www.beyazgazete.com/video/2009/12/09/adelie-penguenleri.html

Meteorlara Dikkat !

images%20(1)(10)
Sayısız faydaları bulunan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşlarının sürtünmeyle yanmalarını sağlayarak Dünyamızı büyük tehlikelerden de korumaktadır. Elbette ki bu sistem Allah'ın üstün yaratışı sayesinde var olmuştur. 
 
8 yıl kadar önce Dünya'mız çok büyük bir tehlike atlatmıştı. Öyle ki bu tehlike Dünya'mıza hiç değmeden geçmek yerine ona çarpsaydı, büyük ihtimalle şu anda bu satırları okuma imkanı bulamayacaktınız. Bilim adamlarının bildirdiğine göre, çapı yaklaşık 100 metre olan bir göktaşı 8 Mart 2002 günü Dünya'nın çok yakınından geçti.
 
New Scientist adlı bilim dergisinin internet sitesinde aktarılan habere göre, göktaşının Dünya'ya; Dünya'nın Ay'a olan uzaklığının sadece 1,2 katı kadar yaklaştığı tespit edildi. Bu mesafe yaklaşık 450.000 km' ye karşılık geliyor. Belki de o kadar da yakın geçmemiş diye düşünüyor olabilirsiniz ancak galaksiler arası mesafelerin milyonlarca ışık yılıyla ifade edildiğini düşünüp, meteorun Dünya'ya uzaklığıyla kıyas yaparsak uçsuz bucaksız evrende bu mesafenin oldukça az olduğunu daha iyi anlarız.
 
Diğer yandan '2002 EM7' adı verilen bu göktaşı 8 Mart günü geçmiş olmasına karşın, ancak 12 Mart günü fark edilebilmiştir. Göktaşı ilk olarak, Amerika ' nın ünlü MIT (Massachussettes Teknoloji Enstitüsü) bünyesindeki Lincoln Laboratuarı tarafından 4 günlük bir gecikmeyle fark edilmişti. Bilim adamları bu gecikmeyi, göktaşının, fark edilmesi mümkün olmayacak derecede Güneş'e yakın (87 milyon kilometre) olarak geçmiş olmasına bağlıyorlar. 
 
İşte bu nokta, bilim adamlarını şu kaygı dolu itirafı yapmaya yöneltiyor: 
 
Kör Bölge Tehlikesi 
 
Daha önceden yörüngesini tespit edip isimlendirmediğimiz bir göktaşının bu kör bölgeden Dünya'ya çarpacak şekilde yönelmesi durumunda yapacağımız uyarının pek de bir anlamı kalmayacak. Uzay boşluğunda yüzmekte olan milyonlarca kuyruklu yıldız, meteor gibi kütleler, Dünya için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Aslında Dünya bir mayın tarlası içinde yörüngesine devam ediyor da diyebiliriz. Bunlardan sadece birinin Dünya'yla çarpışması, tüm insanlığın sonu anlamına gelebilir. 
 
images%20(2)(4)
Şimdi bir göktaşı çarpması sırasında Dünya'da meydana gelebilecek olaylar üzerinde biraz düşünelim. 
 
Günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış olan dev dinozorların nesillerinin, 65 milyon yıl önce meydana gelen bir meteor yağmuru sonucunda tükendiği düşünülmektedir. Dinozor gibi büyük ve güçlü canlıları yeryüzünden silen meteor olaylarına başka örnekler de vardır. 
 
Bilim adamları, 1908'de Sibirya'nın Tunguska bölgesine düşen bir göktaşına dikkat çekmektedirler. Mart ayında düşen, '2002 EM7' göktaşının Tunguska'ya düşenden daha da büyük olduğunu belirten bilim adamları, Tunguska'da göktaşının düştüğü yerde büyük bir patlama olduğunu ve 2000 km2 içindeki tüm ağaçların devrildiğini hatırlatıyorlar. 
 
Dört Saatlik Meteor Yağmuru 
 
13 Kasım 1833 tarihinde Doğu Amerika'da yaşanan ve sabaha karşı saat 03.00'te başlayan yaklaşık 4 saatlik meteor yağmuru sırasında gökyüzünde binlerce ateş topu hızla yere çarpıyor, düştüğü göletleri buharlaştırıyor, ağaçları yakıyor ve geceyi gündüze çeviriyordu. Bu olağanüstü anları yaşamış olan Elder Samuel Rogers, bu süre zarfında insanların Allah'a nasıl dua ettiklerini yazısında şöyle aktarıyor: 
 
“Bazıları gerçekten kıyamet gününün geldiğini düşünüyordu, pişmanlık içinde diz çökerek geçmişte yaşadıkları günahlarını itiraf ediyor ve Allah ' tan merhamet diliyorlardı.” 
 
Güneş'in etrafında yörüngelerinde gezmekte olan kuyruklu yıldızlar da Dünya için önemli tehlike oluşturmaktadırlar. Bunlardan Temple-Turtle adlı kuyruklu yıldızın, uzayda beraberinde büyük buz ve gaz kitleleriyle yüzmekteyken, Dünya'nın bu bulut içine girmesiyle yaşanan meteor yağmuru 1966 yılına damgasını vuran, unutulmaz gök olaylarından biridir. Dünya, milyonlarca kilometre uzunluğunda ve 35.000 kilometre genişliğinde olduğu bildirilen bu buluta girmiş ve bir anda Dünya'ya ateş topları inmeye başlamıştır. Bu yoğun bulut içindeki Dünya'ya, yalnızca bir saatte 100.000 meteorit düştüğü bilim adamlarınca hesaplanmıştır. 
 
images%20(3)(2)
Bu inanılmaz rakamlar bize evreni yaratan Allah'ın gücünün sınırsızlığını göstermektedir. Bu gibi rakamlar üzerinde düşünüldüğünde dünyevi çıkarların küçüklüğü açıkça gözler önüne serilmektedir. Gerçekte insan, evrende bir kum tanesi kadar dahi yer kaplamaz. Bu yüzden her insan Allah karşısındaki aczinin farkına varmalı ve hemen geçmiş günahlarından dolayı Allah'a tevbe edip O'na yönelmelidir. 
 
Bu, göktaşının Dünya'ya teğet geçmeyip sizin bulunduğunuz ülkeye, kente ve hatta apartmana düşmemesi için hiçbir sebep yoktur. Şüphesiz ölüm bizlere çok yakın bir gerçektir, hayatımıza son veren sebep, bir göktaşı, bir hastalık ya da herhangi başka bir şey olabilir. Hiç kimse birkaç dakika sonra yaşıyor olacağını garanti edemez. Ölümden kaçılamayacağı, her insanın bir gün mutlaka Rabbimize döndürüleceği Kuran'da şöyle bildirilmektedir: 
“Her nerede olursanız ölüm sizi bulur, yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile...” (Nisa Suresi, 78) 
Dünya Koruma Altında 
 
Elbette göktaşlarının Dünya'nın bu kadar yakınından geçmesi de, evrendeki tüm olaylar gibi Allah ' ın iradesi ve kontrolüyle gerçekleşmektedir. Hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, göklerde ve yerde olan her olayı bir amaç doğrultusunda yarattığını şöyle bildirmektedir: 
“Biz bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık.” (Enbiya Suresi, 16)
Uzaydan gelebilecek çeşitli tehditlerle dolu böyle bir ortamda Dünya'nın göktaşlarından veya herhangi başka bir zarardan korunmuş olması da Allah ' ın ayetlerindendir. Bilindiği gibi gök cisimleri başka gezegenlere çarptığı takdirde, örneğin Ay'ın yüzeyine çarptığında dev kraterler açmaktadır. Oysa yalnızca Dünya'ya özgü olan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşlarının sürtünmeyle alevlenmesini ve bu şekilde yere çarpıncaya kadar büyük kütle kayıplarına uğramasını sağlamaktadır. Bu sayede bizler farkında olmadığımız halde Dünya atmosferine sık sık göktaşları girer ancak yere ulaşamadan yanar. Allah sonsuz şefkat sahibi olan herşeyden haberdar olandır. Kuran'da Allah'ın insanları koruduğu, Enbiya Suresi'nin 32. ayetinde şöyle haber verilmektedir: 
“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.”
 
Bu makale, Mercek Dergisi 11. sayı (Mayıs 2002) 22. sayfada yayınlanmıştır.