A9 TV Canlı Yayın

29 Ekim 2012 Pazartesi

Demokrasinin gerçek kaynağı Allah'ın elçileri olan Peygamberlerdir


İnsan hayatının çok önemli bir parçası olan ve hayat kalitesini yükselten özgürlük, ancak demokrasi anlayışının egemen olması ile mümkündür. Çünkü demokrasi, tüm insanların sosyal adalet, eşitlik, hak ve özgürlüklere sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Demokrasi peygamberler vesilesiyle Yüce Allah’ın  kullarına Hak Kitaplarda  vahyettiği bir nimettir. Tüm Hak Kitaplarda özgürlük, sevgi, merhamet, adalet, herkesin özgürce yaşayacağı, özgürce fikirlerini anlatacağı barış içinde yaşanan bir ortam emredilmiştir. Bu nedenle demokrasinin ilk geliştiği yer olarak kabul edilen eski Yunan toprakları veya günümüzde demokrasinin merkezi kabul edilen Avrupa ülkeleri demokrasiyi Hak dinlerden öğrenmişlerdir. Ancak demokrasinin en gelişmiş şekli İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olması ile yaşanacaktır.
İslam ahlakını tanımayan veya İslam hakkında yeni bilgi edinen kimi insanlar İslam’ı yanlış kaynaklardan öğrendikleri için yanlış önyargı ve kanaate sahip olabilirler. Bu insanlar, hiçbir doğruluğu olmadığı halde, İslam’ın yaşam alanlarını kısıtlayacağını, özgürlüklerini engelleyeceğini, düşüncelerini kontrol altına alacağını, sanatı ve bilimi sınırlandıracağı yanılgısına kapılırlar. Oysa İslam insanlara düşünce, ibadet ve ifade özgürlüğü sağlayan, onların her türlü hakkını koruma altına alan ve insanlara gerçek özgürlüğü sunan bir dindir. Nitekim Kuran’da bildirilen, “Eğer seni yalanlarlarsa, onlara de ki: “Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Yunus Suresi, 41) ayeti Yüce Allah’ın kullarına demokrasiyi emrettiği ayetlerden biridir. Bu ayette kimseye baskı ve zorlama yapılmaması herkesin fikir ve inanç özgürlüğüne sahip olmasının önemi çok açık olarak bildirilmiştir.
Demokrasinin Her Şartı Ancak İslam Ahlakının Yaşanmasıyla Uygulanabilir
1-SOSYAL ADALET: Yüce Allah Sosyal Adaleti ve Paylaşımı Emreder
Gerçek demokrasilerde sosyal adalet demokrasinin temel ilkelerinden biridir. İnsanlar sosyal adaleti  Hz. İbrahim (a.s.) ve  Hz. Nuh (a.s.)’dan  öğrenmişlerdir. Dini kaynaklara göre Hz. Nuh (a.s.) tufandan sonra gemi karaya oturduğunda çok az kalan nohut, mercimek, üzüm, incir, bulgur gibi yiyeceklerin hepsini karıştırıp pişirmiş ve aşure yapmıştır. Sonra gemide bulunan herkesle birlikte hazırladığı yemeği yemiştir. Bu sosyal adalettir. Çünkü herkese eşitlik, yardımseverlik ve ikramı öğretmekte ve insanlara yiyecek dağıtmanın önemini hatırlatmaktadır:
“Andolsun, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile geldikleri zaman; “Selam” dediler. O da: “Selam” dedi (ve) hemen gecikmeden kızartılmış bir buzağı getirdi.”   (Hud Suresi, 69) ayetinde haber verildiği gibi Hz. İbrahim (a.s.) da misafirleri geldiğinde hemen bir buzağıyı kesip pişirmiş ve misafirlerine ikram etmiştir. Hz. İbrahim (a.s.)’ın hiç tanımadığı kişilere ikramda bulunmasıyla Yüce Allah yemek ikram etmenin güzel bir davranış olduğunu, ayrıca mümkün oldukça fakirlere de yiyecek ikram etmenin önemini hikmetli bir örnekle bildirmiş ve sosyal adalete dikkat çekmiştir.
2-EŞİTLİK: Yüce Allah Irkların Birbirine Üstünlüğü Olmadığını Kuran’da Bildirmiştir
Yüce Allah bir Kuran ayetinde haber verdiği gibi “üstünlüğün takvaya göre olacağını”bildirmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)
Yüce Allah’ın emrettiği bu gerçeği Peygamberimiz (s.a.v.) ise hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar.” (Sünen-i Ebu Davud, 4/331)
“Sizin şu soyunuz-sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi (denk) buğday taneleri gibisiniz... Halbuki, hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 4/158, İbnu Kesir, 4/128)
Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:
“Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acemi olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah Katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır.” (www.enfal.de/veda.htm)
3-ADALET: Yüce Allah Adaleti Emreder
Allah Kuran’da müminlere “... Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın...” (Nisa Suresi, 135) şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in, hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah’ın ayetinde bildirdiği gibi zengin, fakir ayırmaksızın herkese eşit davranması demokrasi anlayışına güzel bir örnek oluşturur.
Allah bir ayetinde Resulüne şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever.” (Maide Suresi, 42)
Peygamberimiz (s.a.v.) bu ayetin hükmüne uyarak zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah’ın emrini yerine getirmiş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima ayette bildirildiği üzere “Rabbim adaletle davranmayı emretti...” (Araf Suresi, 29) diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur.

demokrasi3
 
Demokrasi Allah’ın Emrettiği Ahlak Anlayışının Yaşanmasıyla Olur
Görüldüğü gibi İslam’ın özünde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü vardır. Bazı insanlar demokrasinin insanlık tarihine Eski Yunan‘la birlikte girdiğini zannederler. Oysa insanlara demokrasiyi öğreten Allah’tır. Hz. Adem (a.s.)‘dan bu yana tüm peygamberler özgürlüğün, hür düşüncenin, fikirlere saygının gerçek temsilcisidirler. Demokrasi denildiğinde insanların aklına gelen özgürlük, adalet, kimseye baskı yapılmaması, her insanın birinci sınıf vatandaş olması, insanlara saygı duyulması, güven duyulması, insanların fikrinden dolayı yargılanmaması gibi tüm kavramların özü din ahlakında mevcuttur. İnsanlar bunları tarih boyunca Allah’ın indirdiği Hak dinler vesilesiyle öğrenmişler ve en güzel örneklerine de Hak dinlerin yaşandığı dönemlerde şahit olmuşlardır.
İnsanlara düşüncelerinden dolayı zulmedildiği, farklı ideolojilere sahip olanların ezildiği, farklı din mensuplarının aşağılandığı, sanatın, bilimin, mimarinin öldüğü, insanların yaşama sevinçlerini yitirip adeta birer robota dönüştürüldükleri, kitap yakmaların, cinayetlerin, katliamların, soykırımların yaşandığı dönemlere baktığımızda ise ya dinsiz, ateist ideolojilerin ya da din ahlakını özünden kopararak radikal bir zihniyetle yanlış şekilde yorumlayanların etkisini görürüz.
Yüce Allah’ın Hak dini, Allah’ın emrettiği şekliyle yaşandığında insanların özlemi içinde oldukları gerçek adalet, demokrasi, saygı ve sevgi yaşanır. Allah’ın izniyle pek yakında demokrasi, kardeşlik, sevgi, dostluk, barış tarihte eşi görülmemiş bir şekilde tüm dünyaya hakim olacak, insanlar imanın neşesini, sevincini, bereketini doya doya yaşayacaklardır. Ayetlerin işaretlerinden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadislerinden ve büyük İslam alimlerinin sözlerinden açıkça görüldüğü üzere içinde yaşadığımız dönem ahir zamandır. Ahir zamanın çileli, sıkıntılı, zor günleri Hz. İsa (a.s.)‘ın ve Hz. Mehdi (a.s.)‘ın vesilesiyle bu yüzyılda son bulacak, dünya yepyeni aydınlık bir döneme girecektir. Allah’ın varlığını ve birliğini en güzel ve hikmetli şekilde anlatmak ve insanlara Kuran’daki ve Asr-ı Saadet dönemindeki İslam’ı tanıtmak ise yakın gelecekte kavuşacağımız aydınlık günler için çok önemli bir zemin hazırlamaktadır. Temennimiz Allah’ın bu yazıyı da söz konusu güzelliklere vesile kılması ve “insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini” gördüğümüz günlerin bir an önce gelmesidir. Allah’ın bu müjdesi Kuran’da şöyle haber verilmektedir:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi, 1-3)
 
demokrasi
Diğer tüm peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği süresince demokrasi anlayışına örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan birarada yaşıyordu. Bu toplulukların birarada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimiz (sav)’in demokrasi anlayışı, adaletle hükmetmesi, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı  olmuştur. Asr-ı Saadet döneminde Arabistan Yarımadası’nda Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’ın “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur...” (Bakara Suresi, 256) ayetine uyarak, herkese hak din ahlakını anlatmış, ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.
İslam Dininde Özgürlüğe Önem Verilmiş, Zorlama ve Baskı Yasaklanmıştır
Her Müslüman Kuran ahlakının gereği olarak insanlara doğru yolu göstermekle, onları iyiliğe davet etmekle ve kötülükten men etmekle yükümlüdür. Ama bu hiçbir zaman bir insanı kendisi gibi düşünmeye, kendisi gibi yaşamaya, kendisi gibi davranmaya, kendisi gibi giyinmeye mecbur etmek anlamına gelmez. Müslüman doğruyu gösterir, seçimi karşısındaki kişiye bırakır. Bu, Allah’ın Kuran’da, “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur... (Bakara Suresi, 256)” ayetiyle bildirdiği hükümdür.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Yüce Allah’ın bu emrine uygun olarak Arap Yarımadası’nın güney kısmındaki Hıristiyan Necran Halkı ile antlaşma yapmıştır. Bu İslam dininin demokrasilerdeki düşünce ve inanç özgürlüğünün asıl kaynağı olduğunu açıkça gösterir. Antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:
“Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah’ın ve Allah’ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır.” (Majid Khoduri, İslamda Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s . 209-210)
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da İslam’daki demokrasi anlayışının en güzel örneklerinden biridir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası’nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir:
“Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir.” (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.128)
Medine Vesikası’nın 16. maddesinde ise, “Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır” (İbn Kesir, El-Bidaye, III/224-225; Hamidullah, El-Vesaik, No:1, s.39-44; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s.40)diye bildirilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.)’den sonra da sahabeleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü, Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır. (Muhammed Hamidulllah, İslam Müesseselerine Giriş, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s.162-163)

demokrasi4

Sayın Adnan Oktar 1 Mart 2011 tarihli Kaçkar TV röportajında demokrasinin kökeninin Hak dinler olduğunu ve tam anlamıyla demokrasi, huzur ve güven ortamının Hz. Mehdi (a.s.)‘ın devrinde yaşanacağını şöyle anlatmıştır:
ADNAN OKTAR: Demokrasi ne zaman ortaya çıktı? Zamanı belli. Din ne zamandan beri var? Çok çok öncesinden var. Demokrit, demokrasiyi ortaya çıkartan zat. Bu nereden öğreniyor? Bir kaynağı var, bir kitap var okuyor. Demokrasinin kaynağı yine kutsal kitaplardır. Demokrasi ne demek?  İnsanların fikirlerinde özgür olması, yani kalben bir rahatlık, suhulet, ferahlık olması, insanların eziyet çekmemesi. Allah’ın bizden istediği budur. Özgür, sevinç dolu bir ortam. Gerçek demokrasi budur. Gerçek demokrasiyi de Hz. Nuh (a.s.)’ın Kitab’ı, Hz. İbrahim (a.s.)’ın Kitab’ı, suhufları öğretmiştir dünyaya. Marx, sosyal adaleti Tevrat’taki Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili detaylı açıklamalardan öğrenmiştir. Hz. Mehdi (a.s.)’ın sosyal adaletini, Kral Mesih’in sosyal adalet anlayışını, dinsiz sosyal adalete çevirmek istemiştir. Karl Marx hem anneden, hem babadan hahamdır.
Dolayısıyla Tevrat’tan öğrendiklerini hayata geçirmeye kalkmıştır, kendi kafası değildir. Demokrasiyi de kutsal kitaplardan öğrenmişlerdir. Allah bizim özgür olmamızı ister. Mesela ben demokratım, ama Kuran’dan öğrendim ben demokrasiyi. Demokrasi anlaşılsın diye, başka kelime karşılığı yok da onun için söylüyorum. Şimdi sandalyenin karşılığı nedir? En fazla iskemle falan dersin, işte sandalye. O özgür düşüncenin adı demokrasi bilindiği için, Kuran’da demokrasi olarak geçmiyor ama Kuran onu bize tarif ediyor. Bizim mutlu olmamız, sevgi dolu olmamız, kafamızın rahat olması, psikolojik olarak baskı altında olmamamız, Kuran bizden bunu istiyor. Bunun adı demokrasidir.
Komünistler Rusya’da demokrasi getirdiler, nasıl demokrasiydi? Tam bir kepazelikti, tam bir acı sistemi ve şiddet, panik sistemiydi, dehşet sistemiydi. Komünistler demokrasiyi en şiddetli savunan adamlardı. Hep demokratik bilmem ne cumhuriyeti; nerenin demokrasisi? Sürünüyor halk. Çin’de halka bir bakın, gözleri ayna gibi adamların, bitmiş. Öyle demokrasi olur mu? Demokrasinin ölçüsü insanların yüzüdür. İnsanların yüzünde bir neşe varsa, huzur varsa, sevinç alameti varsa, orada demokrasi vardır. İnsanların suratı asıksa, orada demokrasi yoktur. Konu budur, ölçüsü budur, ondan gerisi hikaye. Onun için mühim olan sevilen, seven, dostluğun, kardeşliğin olduğu, özgürlüğün olduğu, şiddetin, acının olmadığı bir ortamdır. Bunu sağlayan sistem işte İslam’da var.
Mehdiyet’e baksın, Mehdiyet’in bütün detaylarına bakın, bize nefis bir hayat, nefis bir ideal, nefis bir ortam sunuyor. Buna demokrasi denir işte. Biz komünist modeli demokrasi istemiyoruz. Avrupa tipi demokraside de insanlar mutlu olmuyorlar. Avrupa’da kimse kimseyle dost değil. Mesela oğlan çocuğu veya kız çocuğu 18 yaşına geliyor evden ayrılıyor. Babasını, atasını, kimseyi tanımıyor, muhatap dahi olmuyor, adam yerine dahi koymuyor. Yaşlı amcalar, yaşlı dedelerin hepsi huzur evinde yaşıyorlar. Muhatap dahi olmuyorlar onlarla. Demokrasi bunu getiriyor işte. Ve suratlarında en ufak bir neşe ifadesi yok, mutluluk ifadesi yok. Bazen televizyonu açıyorum, böyle neşelenmiş gibi yapıyorlar, parmaklarıyla çeşitli işaretler yaparak, elinde bir şişe var mesela onu gösteriyor, ışıklar yanıp sönüyor, kardeşim sen nihayetinde zehir gösteriyorsun, ne gösteriyorsun, neyine neşelensin adamlar? Sen parayı vermesen o genç kızlar orada o neşeyi gösterecekler mi sana?
Hiçbirinde gerçek neşe olduğunu görmedim. Hiçbir yerde sevinç yok. Hepsi suni ve çok ürküntü verici ortamlar, kimin ne olduğu belli değil, bayağı tedirgin edici bir ortam. Adam orada nasıl mutlu olsun? Orada demokrasi olsa kaç yazar, ne olur yani?
Demokrasinin insana hakikaten derin bir neşe getirmesi lazım, derin güven getirmesi lazım, kafa dinçliği olması lazım, gönlünün ferah olması lazım. Burada yok. Ne demek demokrasi o zaman? İslam işte benim dediğim pozitif unsurları, güzel unsurları getiriyor. Bu da Mehdiyet’le gelir.

Dengeler Listesi


imagesCABGSCZ4(1)
Yerküreyi incelediğimizde, neredeyse bitmeyecekmiş gibi duran çok daha büyük "yaşam için gerekli dengeler" listesi oluşturabiliriz.  Örneğin Amerikalı astronom Hugh Ross, Dünya'nın yaşam için uygunluğuyla ilgili bazı maddeleri şöyle sıralamaktadır:

 


Yerçekimi;
 
-Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu.
 
-Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.
 
Güneş'e uzaklık;
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi.
 
-Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı.
 
Yer kabuğunun kalınlığı;
 
-Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi.
 
-Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.
14861 Evrendeki_cesitliligin_kaynagi_Elementler(1)
Dünya'nın Kendi Çevresindeki Dönme Hızı; 
 
-Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.
 
-Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı.
 
Ay ile Dünya Arasındaki Çekim Etkisi; 
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu.
 
-Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.
 
Dünya'nın Manyetik Alanı;
 
-Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.
 
-Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş Rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu.
 
Albedo Etkisi (Yeryüzünden Yansıyan Güneş Işığının, Yeryüzüne Ulaşan Güneş Işığına Oranı) 
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi.
 
-Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.
 
Atmosferdeki Oksijen ve Azot Oranı: 
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.
Evrenin-Dengesi-e1343064815297(1)
 
 
-Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.
 
Atmosferdeki Karbondioksit ve Su Oranı:
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.
 
-Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.
 
Ozon Tabakasının Kalınlığı
 
-Eğer daha fazla olsaydı:Yeryüzü ısısı çok düşerdi.
 
-Eğer daha az olsaydı:Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.
 
Sismik (Deprem) Hareketleri
 
-Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.
 
-Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.(1)
 
Burada sayılanlar Dünya'da yaşamın oluşabilmesi ve canlılığın devam edebilmesi için gereken, son derece hassas dengelerden sadece birkaçıdır. Yalnızca burada sayılanlar bile evrenin ve Dünya'nın tesadüfler sonucunda, rastgele olayların ardı ardına gelmesiyle oluşamayacağını kesin olarak ortaya koymak için yeterlidir.
images(17)
Tüm bu bilgiler, apaçık bir gerçeği bir kez daha teyit eder niteliktedir: Tüm evreni, yıldızları, gezegenleri, dağları ve denizleri kusursuzca yaratan, insana ve tüm canlılara hayat veren, her şeyi yoktan var etmeye güç yetiren, yarattıklarını insanın emrine veren, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'tır.     Allah'ın bu kusursuz yaratışı bazı Kuran ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır:
"Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. Gecesini kararttı, kuşluğunu açığa-çıkardı. Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi. Ondan da suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını dikip-oturttu; size ve hayvanlarınıza bir yarar (meta) olmak üzere." (Naziat Suresi, 27-33)
Bugün bilim dünyasında  "İnsani İlke" (Anthropic Principle)olarak adlandırılan kavram büyük kabul görmektedir. İnsani İlke, evrenin, amaçsız, başıboş, tesadüfi bir madde yığını olmadığı, aksine insan yaşamını gözeten bir amaca göre hassas bir biçimde tasarlandığı anlamına gelmektedir. 
 
Sitenin buraya kadar olan tüm bölümlerinde, bu gerçeğin çeşitli delillerini gördük. Big Bang'in patlama hızından atomların fiziksel dengelerine, dört temel kuvvetin oranlarından yıldızların simya işlemlerine, uzayın düzenlenişindeki sırlardan Güneş Sistemi'nin tasarımına kadar evrenin yapısındaki olağanüstü ayarlamaları inceledik. Üzerinde yaşadığımız Dünya'nın, bu Dünya'nın atmosferinin, iç yapısının ya da büyüklüğünün tam olması gerektiği gibi olduğunu keşfettik. Güneş'in bize ulaştırdığı ışığın, içtiğimiz suyun ya da bedenimizi oluşturan veya her saniye ciğerlerimize çektiğimiz havayı meydana getiren atomların, bizim yaşamımız için olağanüstü derecede uygun olduklarına şahit olduk. 
 
Kısacası evren hakkında yaptığımız her türlü inceleme, bizlere bu evrende insan yaşamını gözeten olağanüstü bir tasarım olduğunu göstermektedir. Bu tasarımı reddetmeye kalkmak, psikiyatrist Karl Stern'in sözlerinde ifade edildiği gibi, akıl sınırlarının dışına çıkmak anlamına gelir.
 
Bu tasarımın ne anlama geldiği ise açıktır. Elbette ki, evrenin her detayında gizli olan bir tasarım, aynı zamanda evrenin her detayına hakim olan sonsuz bir güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'nın varlığının ispatıdır. Nitekim aynı Yaratıcı, Big Bang teorisinin ortaya koymuş olduğu gibi, evreni yoktan yaratmıştır.
 
Dipnotlar
1 Hugh Ross, The Fingerprint of God: Recent Scientific Discoveries Reval the Unmistakable Identity of the Creator, Oranga, California, Promise Publishing, 1991, s. 129-1329

28 Ekim 2012 Pazar

Cehennemin Varlığı Güzel Ahlakın Önündeki Engelleri Kaldırır


Cehennemin varlığı güzel ahlakın yaşanmasını nasıl teşvik eder?
Cehennemden haberdar olan bir insan hangi özellikleri kazanır?
Allah korkusu aklın, sevginin, güzelliğin en önemli vesilelerinden biridir. Bu korkunun temeli Allah’ı gücendirmekten O’nun rızasını kaybetmekten çekinmeye dayanır. Allah’ın azabının en şiddetli tecellisi olan cehennem; insanların korkusunu daha da artıran, Allah’a olan sevgilerinin önündeki engelleri tamamen ortadan kaldıran, Allah’ın özel olarak yarattığı bir mekandır.
Allah korkusu ve cehenneme gitme korkusu olmadığı zaman, insan şeytanın vesveselerine açık hale gelir. Buna en güzel örnek Hz. Adem (a.s.)’dır.
Hz. Adem (a.s.)’ı Allah cennete yerleştirmişti ve cennette yoğun bir Allah sevgisi hakimdi. Cennette; dünyada var olan üzüntü ve hastalık gibi kusur ve eksikliklerden hiçbiri yoktu. Hz. Adem (a.s.) cennette hiçbir zorluk ve imtihan yaşamamıştı. Dolayısıyla cennette, sabredeceği hiçbir eksiklik var olmadığından sevgisini tam olarak gösterememiş ve burada bir peygamber zellesi oluşmuştur. (Zelle, peygamberlerin yanılmaları, unutmaları veya yanlışlık eseri yaptıkları davranışlarına verilen isimdir. Bu zellelerin her biri çok büyük hayırlarla ve hikmetlerle, elçilerin kaderlerinde yaratılmaktadır. Kaderde her bir zellenin oluşacağı an ve yer bellidir.) Hz. Adem (as) cennette sonsuz yaşama nimetine sahipken şeytanın çağrısına uyarak Allah’a verdiği sözü zelle sonucunda unutmuştur. Ancak Allah tarafından dünyaya gönderildiği ve doğal ihtiyaçlarını gördüğünde, cehennemin varlığı kendisine bildirildiğinde tevbe etmiş ve hemen Rabbimiz’e sığınmıştır. “Derken Adem, Rabbinden kelimeler aldı. Bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Bakara Suresi, 57) ayetiyle bildirildiği üzere bu tevbesi Rabbimiz tarafından kabul edilmiştir. Şeytan ona aynı tekliflerle tekrar geldiğinde ise Allah korkusu ve cehennem korkusu sebebiyle artık şeytanın sözlerinden Allah’ın izniyle etkilenmemiştir. 
Cehennemin Varlığı Nefsin Temizlenmesine ve Güzel Ahlak Gösterilmesine Vesile Olur
Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran’da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset, cimrilik gibi negatif ahlak özellikleri de bu “fücurlar” arasında yer alır ve Kuran’da bildirildiği üzere bütün insanların nefislerinde vardır:
“... Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara’ hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)

Kıskançlık ve Haset Duygularına Cehennemin Varlığı Engel Olur
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah’ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden bunlar şeytanın en karakteristik özellikleridir. İblis’in, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah’ın Hz. Adem (a.s.)’a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden bazı insanlar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık bazı insanlarda günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Kişinin ütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Bu kişi adeta şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir.
Allah’tan korkan  ve cehenneme girmekten çekinen bir insan ise nefsine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefsini arındırıp temizler. Kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran ahlakına uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah’a ait olduğunu, herşeyin Allah’ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah’ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O’na ait olduğunu bilir. Rabbimiz’in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.
Hayat, gerçekte Allah’ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, böylece Allah’ı tanımak, O’nun hükümlerine uymak ve Allah’ın rızasını aramakla sorumludur. Cehennem insanı din ahlakından uzaklaştıran engelleri ortadan kaldıran, derin düşünmeye yönelten, hataya düşmekten koruyan, “Nasıl var oldum, beni yaratan kim, nereye doğru gidiyorum” gibi temel sorulara kesin ve net cevaplar vermesine vesile olan Allah’ın özel olarak yarattığı bir ortamdır.
 
Cehennemin Varlığı Cimriliği Ortadan Kaldırır
Kuran ahlakından uzak toplumlarda yaygın olan yanlış bir infak anlayışı vardır. Bu anlayışa göre vicdan rahatlatmak için kişi malından az bir miktar verir. Böylece de büyük bir dini vecibeyi yerine getirmenin huzuru içinde malının geri kalan büyük bölümünü elinde tutar. Halbuki, Kuran’da bu tavrın yanlışlığı açıkça bildirilmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulur:
“Şimdi, o yüz çevireni gördün mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu.” (Necm Suresi, 33-34)
Allah’ın Kuran’da bildirdiği infak ibadeti ise tamamen farklıdır. Kuran’a göre infak etmedeki ölçü, “... ihtiyaçtan arta kalan”dır. (Bakara Suresi, 219) Bu, Allah’ın herkese farz kıldığı bir hükümdür. Ayet şöyledir:
“... Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı.” Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.” (Bakara Suresi, 219)
Bu hükme riayet etmeyen kişi Allah’ın beğenmediği bir davranışı yapmakla ahireti açısından büyük bir sorumluluk altına girmektedir. Zira ihtiyaçtan fazlasını elinde tutan bir kimse Allah’ın kesin bir hükmünü ısrarla yerine getirmemektedir. Cimrilik yapmakta ve gerçekte tümü Allah’a ait olan ve Allah’ın kendisini denemek için verdiği ve infak etmesini bildirdiği mala haksız olarak sahip çıkıp kendisine saklamaktadır. Allah gerçekte inkarcılara özgü olan bu davranışı gösteren insanlar hakkında Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah’ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azab hazırlamışızdır.” (Nisa Suresi, 37)
Kendisinden birşey istenir korkusuyla Allah’ın verdiği malı ve nimetleri gizleyen kimselerin ahirette alacakları karşılık ise Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:
“Ey iman edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın” (denilecek).” (Tevbe Suresi, 34-35)
“Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını mı sanıyor. Hayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. “Hutame”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.” (Hümeze Suresi, 2-6)
Cehennemin varlığına inanan bir kişinin ayetlerde tarif edilen ölçüde bir cimrilik yapması ya da mal yığıp biriktirmesi söz konusu bile olamaz. Kişinin küçük çıkarlara tamah etmeden dünyada ve ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinip korkarak, Allah’ın bu hükmünü titizlikle yerine getirmesi gerekmektedir.

Cehennemin Varlığı Kin ve Nefret Duygularının Önündeki En Büyük Engeldir
Dünyada sürekli kavga, zulüm ve savaştan söz edenler, ahirette aynı karşılığı alabileceklerini düşünmelidirler. Bu kişiler cehennemde de aynı şekilde kendilerini sonsuza dek azap içerisinde tartışırken bulabileceklerini, güvensiz bir ortamda yaşayabileceklerini unutmamalıdırlar. Oysa cehennemin varlığına iman eden insanlar, dünyada sevgi dolu, merhametli, yardımsever olurlar. Bu ahlaktaki insanlar dost canlısı, fedakar, tüm nimetlerden zevk alan kişilerdir. Bu nedenle de Allah’ın vaad ettiği sonsuz kurtuluş yurdu olan cennetin güzelliklerini dünya hayatında yaşamaya başlarlar.

Şeytan, Nefis ve Cehennemin Varlığı İnsana İmani Derinlik Kazandırır
Allah insanı bir amaç üzere yaratmıştır. İnsanın yaratılış amacını ve kısa süren dünya hayatı boyunca nasıl bir ömür geçirmesi gerektiğini öğrenebileceği kaynak ise, Allah’ın kullarına bir rehber olarak indirdiği Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetidir. Allah Kuran’da insanın yaratılış amacını, “...insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle haber verir. Rabbimiz şuurlu varlıkların yani insanların var olmasını, bu şuurlu varlıkların Zatı’na ibadet etmesini, Kendisini ve yarattıklarını takdir eden, güzel olan her şeyi bilen, onlardan hoşnut olan, onlardan sevinç duyan varlıklar olmasını ister. İnsan doğrudan cennette yaratıldığında, Allah’ın istediği heyecan, derinlik ve teslimiyete sahip olamaz. Nitekim Hz. Adem (a.s.), Ulu’l Azm bir peygamber olduğu halde Allah’ın isteklerini tam olarak yerine getirememiştir. Fakat şeytan, nefs ve cehennem var olduğunda, insan müthiş bir imani derinlik kazanır. Her şeyin bir anlamı olur. Çünkü insan cennetin güzelliklerini, güzel ahlakı ancak kıyas yaparak anlayabilir.
Her insan, olaylar karşısında gösterdiği tavırlar, sahip olduğu ahlak ve içinde taşıdığı niyetiyle denenir. İnsanın “iman ettim” demesi kesinlikle yeterli değildir. İmanını tavırlarıyla da göstermelidir. Kıyamet gününde, insanın dünya hayatına dair gizli ya da açık yaptığı tüm davranışları ortaya çıkacak ve çok hassas bir hesap yapılacaktır. Bu hesapta “... bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar” (Nisa Suresi, 49) bile haksızlık yapılmayacaktır.
Allah’tan korkan dolayısıyla da cehenneme girmekten çekinenler iyilik ve güzel ahlak göstererek sonsuz güzelliklerle bezenmiş cennet yurdunda ağırlanırken, kötülüğü zulmü ve sevgisizliği kendilerine yol edinenler ise cehennem azabıyla cezalandırılacaklardır. Allah, bu kısa hayatı, insanları denemeden geçirerek, iyi ve doğru olanları diğerlerinden ayırt etmek için yarattığını Kuran’da şöyle bildirir:
“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı...” (Mülk Suresi, 2) 

Cehennem Allah’ın Beğendiği Güzel Ahlak Özelliklerinin Kazanılmasına Vesile Olur
Cehennem, Allah’ın “Kahhar” (Kahredici), “Cebbar” (istediğini zorla yaptıran), “Muntakim” (intikam alıcı) gibi isimlerinin sonsuza dek tecelli edeceği yerdir. Cehennem Allah’ı inkar edenlere, her yönden acı vermek için özel bir yaratılışla yaratılmıştır. Kuran ayetlerinde cehennem, yaşayan bir canlı gibi tasvir edilir. Bu canlı, inkarcılara karşı öfke, nefret, hınç ve istekle doludur. Yaratıldığı günden beri, (Allah’ı tenzih ederiz) Yaratıcımızı inkar edenlerden intikam almayı beklemektedir. Cehennem, ayetlerde bildirildiğine göre, “insana delicesine susamıştır”(Müddessir Suresi, 29) Dini yalanlayanları gördüğünde öfkesinin şiddetinden parçalanacak gibi olur. Bu ateşin yaratılışının bir amacı vardır; kahredici bir azap vermek. O da görevini yapacak, hak edenlere acıların en büyüğünü verecektir. İşte cehennemin bu caydırıcı özellikleri vicdan sahibi insanların kalbinde imanın derin coşkusunun oluşmasına, Allah’ın rızasını kazanmak için sevgi, şefkat ve merhamet hislerinin gelişmesine ve Allah’ın beğendiği tüm güzel ahlak özelliklerinin kazanılmasına vesile olur.

Galaksimizin Merkezinde Bulunan Dev Çukur


40877 438091318033_302547518033_5427195_2609546_n(1)
Milyarlarca yıldızın muhteşem bir uyum içinde yüzdüğü galaksimizin merkezinde, çok büyük bir kütlenin varlığı biliniyordu. Ancak bilim adamları arasında bu kütlenin neye ait olduğu üzerinde tam bir anlaşma mevcut değildi. Bazıları bunun, karanlık yıldızların oluşturduğu yoğun bir kümeleşme olduğunu düşünüyorken, diğerleri karadelik ihtimaline ağırlık veriyordu. Karadelikler doğrudan gözlemlenemeyen, varlıkları astronomi biliminin bulgularıyla teorize edilen uzay cisimleridir. Yakıtı tükenen bir yıldızın kendi içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çok büyük bir çekim alanının ortaya çıkmasıyla oluşurlar. Bu cisimlerin gözle görülemiyor olmaları, bu büyük çekim kuvvetlerinden ışığın dahi kaçamıyor olmasından kaynaklanır.

 
Çöken Yıldız Herşeyi İçine Çekiyor 
 
Yıldızlar ömürlerinin belli bir noktasına ulaştıklarında kütlelerindeki elementlerin dengesi değişir. Bu evreye giren büyük yıldızlar çok şiddetli bir şekilde patlarlar. Süpernova adı verilen bu patlamalarından sonra, çok büyük bir kütlenin yanısıra çok sıkıştırılmış bir hacme sahip karadelikler ortaya çıkar. Bu karadelikler belli bir mesafe içindeki herşeyi yutar. Kütleleri Güneş ' in kütlesinin milyon katından milyarlarca katına kadar değişebilir. 
 
Nature adlı bilim dergisinde yayımlanan bir araştırma karadeliklerin gerçekten varolduğuna dair en sağlam kanıtı ortaya koydu. Almanya ' nın Münih kenti yakınlarındaki Max-Planck Dünyadışı Fiziği Enstitüsü ' ne (Institute for Extraterrestrial Physics) bağlı bir astronom olan Rainer Schödel ve arkadaşları, onyılı aşkın bir süre boyunca galaktik merkezdeki yıldızların yörüngelerini incelediler. Bunlardan S2 adını verdikleri bir yıldızı 1992 yılında incelemeye aldılar. Bilim adamları S2 ' nin yörüngesini 15 yılda tamamladığını hesapladılar. Bir yıldızın galaksinin merkezi etrafındaki turunu sadece 15 yılda bitirmesi güç bir olay. Çünkü bizim Güneşimiz galaktik merkez etrafındaki yörüngesini tam 230 milyon senede tamamlayabiliyor. Böylece Sagittarius A* ' nın son derece yoğun bir cisim olduğu ortaya çıkıyor. Dahası astronomlar tam bu cismin bulunduğu noktadan yoğun olarak X ışınları yayıldığını belirlediler. Bilim adamları bu ısının, Sagittarius A* ' nın çekim alanına yakalanan cisimlerin ısınarak açığa çıkardıkları radyasyon olduğunu, yani Sagittarius A* ' nın bir karadelik olduğunu artık neredeyse kesin olarak kabul ediyorlar. Texas Üniversitesi ' nden Dr. Karl Gebhardt konuyla ilgili olarak: Bu sonuçlar şu ana kadar elimizde, devasa büyüklükte karadeliklerin sadece teoriden ibaret olmadığını, gerçekten var olduklarını gösteren en sağlam kanıtlar yorumunu yapıyor. 
 
samanyolu
Yapılan çalışma bizleri evrenin büyüklüğü hakkında hayrete düşürecek detaylar ortaya koydu. Buna göre:
 
S2 adlı yıldız, karadelik etrafında astronomik bir hızla, saniyede tam 5000 kilometre hızla hareket ediyor.
Bir karşılaştırma yapacak olursak, bir roketin, dünyanın yerçekiminden kurtulması için saniyede 11.2 kilometre hızı yakalaması yeterli.
Karadeliklerin çekim kuvvetinden saniyede 300.000 kilometre hızla giden ışık parçacıkları bile kaçamıyor.
En hızlı taşıtlardan yüzlerce kat hızlı giden bu yıldız, dünyanın etrafını yalnızca 8 saniyede dönebilir.
 
Bu noktalar üzerinde biraz düşünecek olursak, muazzam büyüklükteki bir evrende ve devasa gök cisimleri arasında küçücük bir gezegende boşlukta yüzdüğümüzü anlarız. Tüm evreni bir uyum içinde bir arada tutan ve kozmik felaketleri engelleyen kudretin sahibi Rabbimiz olan Allah ' tır. 
 
Evrendeki muhteşem tasarım bizlere üstün bir Yaratıcının varlığını haber verir. Evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce sıfır hacim ve sonsuz yoğunluktaki bir noktanın patlamasıyla yaratıldığını açıklayan Big Bang teorisi, geçtiğimiz yüzyılda kesin olarak ispatlanmıştır. Çağdaş bilim bu büyük patlamadan sonra ortaya çıkan dengenin tesadüflerle oluşmasının imkansız olduğunu göstermiştir. (Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı) 
 
Bu dengenin oluşmasını sağlayan göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki herşeyin Rabbi olan Allah'tır. Evrenin her an Allah ' ın kontrolü altında bulunduğu bir Kuran ayetinde şöyle haber verilir: 
“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41) 
Kuran'da Kara Deliklere Dikkat Çekilen Ayetler 
 
20. yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır. Karadelikler de bunlardandır. Modern bilimin ortaya çıkarmak için çaba sarf ettiği bu konuya yüce Allah bundan 1400 yıl önce indirdiği Kuran'da dikkat çekmektedir. Yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içerisinden kaçamadığı için karadeliği en büyük teleskoplarla bile göremeyiz. Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir. Allah, yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: 
“Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.” (Vakıa Suresi, 75–76) 
Karadelikler ifadesi ilk kez, Amerikalı fizikçi John Wheeler tarafından 1969 yılında ortaya atılmıştır. Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi farz ediyorduk; ancak sonraki yıllarda uzayda bizim onları görebileceğimiz ışıkları olmayan yıldızlar olduğu anlaşılmıştır. Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları yok olmaktadır. Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir: 
“Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman.” (Mürselat Suresi, 8) 
Karadelikler sadece uzayda bükülmeye sebep olmaz, aynı zamanda uzayı delip geçer. Bu sönmüş yıldızların karadelikler olarak adlandırılmasının nedeni de budur. Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir: 
“Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır.” (Tarık Suresi, 1–3)