A9 TV Canlı Yayın

31 Mayıs 2012 Perşembe

İslam Dininin Kolaylık Dini Olması Allah’ın Rahmetidir

İman sahipleri tüm hayatlarını Rahman ve Rahim olan Rabbimiz’in Kuran ayetlerinde bildirdiği şekilde geçirirler. Evde, işte, sokakta, nerede olurlarsa olsunlar hep Allah’ın razı olacağı gibi bir ahlak gösterir, Allah’ın hoşnut olmayacağı tavırlardan, amellerden şiddetle kaçınırlar. Ancak Rabbimiz’den bir lütuf olarak İslam dini insanlara çok kolay, çok güzel ve çok rahat bir yaşam sunmaktadır. Kuran ayetleri okunduğunda İslam dininin gerektirdiği uygulamaların son derece kolay olduğu görülür. Bu müjde bizlere,”... Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez...” (Bakara Suresi, 185) ayetiyle haber verilmiştir. 

Rabbimiz’in şefkat ve merhametinin bir sonucu olarak çağlar boyu gönderilmiş olan bütün hak dinler her zaman çok kolay uygulanabilir hükümlere sahip olmuşlardır. Tarih boyunca, din ahlakının özünden saptırmayı amaçlayan ve bu üstün ahlakın yaşanmasını engellemek için türlü yöntemler deneyen bazı kişiler, din ahlakına birçok zorlaştırıcı uygulama ve hurafe katmaya çalışmışlardır. Kendi türettikleri uygulamalar yüzünden bilerek veya bilmeyerek insanların din ahlakından uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. Bu hurafelerin en tehlikelilerinden biri ise din ahlakını yaşamanın zor olduğu şeklindeki gerçek dışı inançtır. Oysa, Allah’ın Kuran’da bildirdiği hükümler ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünneti bize din ahlakının yaşanmasının samimi insanlar için son derece kolay olduğunu öğretmektedir.
Allah evrendeki herşey gibi insanı da yoktan var etmiştir. İnsanı en iyi tanıyan, ona şah damarından daha yakın olan  Allah, din ahlakını da insanın yaratılışına uygun yaratmıştır. Allah bir ayetinde insanın din ile fıtratına (yaratılışına) en uygun olana çağrıldığını şöyle haber verir:

“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
 
Kuran, Her Yaştan ve Her Kültürden İnsanın Anlayabileceği, Apaçık Bir Öğüttür
İslam dininin zorluklar içerdiği yönündeki yanlış kanaatin en büyük nedenlerinden biri bilgisizliktir. Günümüzde insanların bir bölümü Kuran ayetlerinde bildirilen gerçeklerden, ahiret hayatının varlığından, cehennem azabından, eşsiz cennet nimetlerinden ve Rabbimiz’in çeşitli konulardaki öğütlerinden habersiz bir hayat sürmektedirler. Oysa Kuran, insanların okumaları, içindeki hikmetleri ve hayatın asıl amacını öğrenmeleri için indirilmiştir. Nitekim Kuran’da “Ve Kuran’ı okumakla da (emrolundum)...” (Neml Suresi, 92) şeklinde buyrulmaktadır.

Kuran’ı okumak ve her zaman Kuran ahlakına uymak, bir Müslümanın en önemli sorumluluklarındandır. Kuran apaçıktır ve her okuyan ayetleri kavrayabilir. Fakat sadece Allah’ın hidayet verdiği kişiler Kuran ahlakını tüm hayatlarında uygulayabilirler. Allah, gönülden Kendisi’ne yönelen samimi kullarına hidayet nasip edeceğini bildirmiştir. İnsanların Kuran ayetlerini anlayamayacakları şeklinde bir yalanla ortaya çıkanlar ise, pek çok insanın Kuran’ı okuyup, Rabbimiz olan Allah’a yönelmesine, Kuran ahlakına göre yaşamasına engel olmayı amaçlamaktadırlar. Oysa Allah ayetlerinin son derece açık ve anlaşılır olduğunu Kuran’ın pek çok ayetinde bildirmektedir:
“Andolsun Biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasıklardan başkası inkar etmez.” (Bakara Suresi, 99)
“Ey insanlar Rabbiniz’den size ‘kesin bir kanıt (burhan)’ geldi ve size apaçık bir nur (Kuran) indirdik.” (Nisa Suresi, 174)
Allah’ın insanlar için seçip beğendiği İslam dini çok anlaşılır olmasının yanı sıra, Kuran ayetlerindeki hüküm ve uygulamalar da son derece kolaydır. Allah ayetlerde Kuran için şöyle buyurmaktadır:
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik. ‘İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik).” (Ta-ha Suresi, 2-3)
 
Kuran Ahlakı İnsanın Fıtratına Uygun Olan Tek Yaşam Şeklidir
İnsanı yoktan var eden Allah, onun nelere ihtiyaç duyacağını, hangi ibadetleri uygulamaya güç yetirebileceğini, nasıl sağlıklı, huzurlu ve mutlu olacağını en iyi bilendir. Bu nedenle Allah bir ayette hiç kimseye gücünün üzerinde bir sorumluluk verilmeyeceğini bildirmektedir:
“Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. “Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.”” 

Allah, sonsuz merhameti ve şefkati (Bakara Suresi, 286)ile insanların en rahat edecekleri, en huzurlu ve en güzel hayat biçimini Kuran’da bütün detayları ile tarif etmiştir. Örneğin insan, yaratılışı gereği sevgiden, saygıdan, şefkat ve merhametten hoşlanır. Kendisine hep bu şekilde davranılmasını ister. Zulümden, ahlaksızlıklardan, kötülüklerden sakınır, bunlara maruz kalmak istemez ve ruhunda böyle bir his duyması Allah’ın dilemesi ile olur. Allah insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Dolayısıyla İslam ahlakına uygun bir yaşam insanın her yönüyle zevk alacağı, hoşnut olacağı bir yaşamdır. Kuran’da haber verilen din ahlakının insan için her açıdan son derece kolay olduğu bazı ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

“Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.”  (Kehf Suresi, 88)
“Andolsun Biz Kuran’ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık...” (Kamer Suresi, 17)
“... O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi)...” (Hac Suresi, 78)

Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetinin önemli özelliklerinden biri de, son derece kolay uygulanabilir olmasıdır. Kuran’ı kendisine rehber edinen Resulullah (s.a.v.), kavmine “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (Buhari sahih, İlim b, 11) buyurarak öğütte bulunmuştur.
 
Bazı İnsanların Din Ahlakını Yaşamanın Hayatlarını Zorlaştıracağını Düşünmel
 Din ahlakını özünde olduğu gibi kolay olarak göstermek, insanların kalplerini Kuran’a ve İslam ahlakına ısındırmak, insanlara Kuran’ı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetini öğretip hayatlarının tek yol göstericisi haline getirmek her Müslümanın önemli bir sorumluluğudur. Bu gerçeği bilmeyen birtakım insanlar ise Kuran ahlakının sınırları kalktığı takdirde daha rahat yaşayacaklarını; örneğin ahlaki değerlere önem vermedikleri zaman özgür olacaklarını düşünürler. Ya da din ahlakının yaşamlarını zorlaştıracak birtakım kısıtlamalar getireceğini zannederler. Halbuki bütün bunlar çok büyük yanılgılar ve şeytanın aldatmacalarıdır. Çünkü Allah’ın bildirdiği din ahlakını yaşamak ve Kuran hükümlerini yerine getirmek son derece kolaydır. Asıl zor olan, Allah’ın bildirdiği sınırları tanımayan insanlardan oluşan bir toplumda yaşamaktır.

Böyle bir yaşantı, son derece kötü sonuçları da beraberinde getirir. Öncelikle din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda daima kargaşa, huzursuzluk, korku, mutsuzluk ve stres vardır. Allah’tan korkmayan bir insan her türlü ahlaksızlığı yapabilir, hiçbir konuda sınır tanımayabilir. Bu şekilde dejenere bir hayat sürer. Böyle bir hayatta insanlar birbirlerine karşı fedakarlık göstermez, sevgi ve saygıyı gösteriş dışında gerçek anlamda bilmez, birbirlerine maddi ve manevi destek vermezler. Bu yüzden de Allah’ın bildirdiği dışında bir yaşam şekli hiçbir zaman, hiçbir insana mutluluk getirmez. Kuran ahlakı yaşanmadığı zaman insanın huzur bulacağı ortamın tam tersi meydana gelir ve tamamıyla şeytanın istediği gibi cehenneme benzer bir ortam oluşur.
Üstelik sonuç olarak da bu insan, Allah’ın emirlerinden uzaklaştığı için büyük bir pişmanlık duyacağı, zorlukların ve acıların en büyüklerini yaşayacağı ahiret hayatı ile karşılaşacaktır. Vicdanına ters düşerek, Allah’ın sınırlarını korumak konusunda gevşek davrananlar veya iman etmeyip, Kuran ahlakından uzak yaşamayı güzel görenler dünyada da ahirette de zorluk ve sıkıntılarla karşılaşacaklardır. Allah bir ayette şöyle bildirir:

“... Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur...” (Talak Suresi, 1)

Allah’a gönülden teslim olan, korkup sakınan ve Kuran’da bildirilen hükümleri eksiksiz olarak yerine getiren insanlar ise hem dünyada hem de ahirette büyük bir kazanç içindedirler. Herşeyden önce, Allah’a itaat etmenin manevi hazzını ve vicdani rahatlığını yaşarlar. Allah, rızasına uyanları ve sınırlarını koruyanları bir ayetinde şöyle müjdelemektedir:

“Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü’minleri müjdele.” (Tevbe Suresi, 112)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Allah’ın sınırlarından ayrılmamayı ve aynı zamanda sınırları aşmamayı müminlere hatırlatmış ve din ahlakını yaşamanın kolay olduğunu vurgulamıştır:
“DİN KOLAYDIR. KİMSE DİNE KARŞI ŞEDİD OLAMAZ. ZİRA DİNE MAĞLUB DÜŞER. (YANİ DİNİN KOLAYLIĞINA İNTİBAK ETMELİ. SIKI TUTAYIM DİYEN ACİZ KALIR.) HATTI HAREKETİNİZİ DOĞRULTUN, (HUDUDA) YAKIN OLUN.” (Ramuz El-Hadis, 1. Cilt, s. 98)
İnsanların dini, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yukarıdaki hadisiyle bildirdiği şekilde değerlendirmeleri gerekir. Yani Allah’ın Kendi rahmetiyle açık ve anlaşılır kıldığı, kolaylıkla uygulanabilecek hükümleri, bazı kişilerin anlaşılmaz ve zor göstermeleri büyük bir hatadır. Bu, üstün kerem sahibi olan Rabbimiz’in kullarına olan sınırsız sevgisinin, şefkatinin, lütfunun bir delilidir.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Darwinizmin Karanlık Büyüsü

Günümüzde bilim ve teknolojinin ulaştığı seviye sayesinde delilsiz ve asılsız bir iddia olduğu tüm açıklığı ile ortaya çıkan evrim teorisi, destekleyenleri tarafından çeşitli yollarla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Darwinistler, güçlü bir telkin ve göz boyama içeren birtakım propaganda yöntemleriyle savundukları asılsız düşüncenin devam etmesini sağlamaya çalışıyorlar. Evrim teorisinin, bilimsel hiçbir geçerliliği olmamasına rağmen nasıl bu kadar yaygın olarak benimsendiği sorusunun cevabı da işte bu propaganda yöntemlerinde yatmaktadır.

Günümüzde evrim propagandasını hayatın her alanında görmek mümkündür. Evrim teorisi ilk ortaya atıldığı günden bu yana evrimciler, hep aynı yöntemleri kullanarak insanları asılsız iddialara inandırmayı başarmışlardır. Yani evrim teorisinin kabul görmesi, bilimsel bir değer içerdiği anlamına gelmemelidir. Nitekim evrim teorisinin bilimsel geçersizliğini ortaya koyan eserleriyle tanınan Henry Morris de bu gerçeğe dikkat çekmekte ve şu soruyu sormaktadır: "Aslında ilahiyat öğrencisi olan ve sonra dininden dönen Darwin, bir avukat olan Lyell, bir tarımcı olan Hutton, bir gazeteci olan Chambers ve bilim adamı olmayan diğer kişiler tarafından geliştirilen Darwinizm inancı nasıl oldu da bu kadar yaygınlaşabildi?"

Darwinistler, bu karanlık büyünün bozulmaması için ellerinden gelen her türlü yöntemi kullanırlar. İnsanlara çok ikna edici bir görünüm sunmaya çalışırlar. Bu ikna edicilik çabası konuşmalarında, yazılarında, dış görünümlerinde ve hareketlerinde çok yoğun şekilde hakimdir.

Darwinistlerin söz konusu ikna ve telkin yöntemlerini tüm ayrıntılarıyla gözler önüne sermek, insanların dikkatlerinin bu yönde açılmasına neden olacak ve çevrelerini saran bu kapsamlı büyünün ortadan kalkmasına yardımcı olacaktır. Bu amaçla, evrimci telkinlerin ana kurallarının ve yöntemlerinin bir kısmının çeşitli örnekler ile ortaya konmasında büyük fayda vardır.

 
1-İlgisiz Konuları ve Buluşları Evrimin İspatı Gibi Göstermeye Çalışırlar

Darwinistlerin evrimci büyüyü sürdürmeye yönelik yöntemlerinden birisi, evrim teorisiyle hiçbir bağlantısı olmayan konuları sanki evrim teorisini doğruluyor gibi göstermeleridir. Örneğin hayvanlardaki ve insan vücudundaki mükemmel yaratılış örneklerini sayfalarca anlatıp, en son cümleyi de "İşte evrimin güzel bir ürünü" diye bitirirler. Oysa bir sistemin nasıl çalıştığını öğrenmek onun nasıl ve neden meydana geldiğini anlamaya yetmez. Örneğin Güneş Sistemi'nin nasıl hareket ettiği, gezegenlerin birbirleriyle etkileşimleri, hangi hızda döndükleri gözlem yoluyla öğrenilebilir. Fakat bu bilgi, tek başına Güneş Sistemi'nin neden ve nasıl meydana geldiğini anlatmaya yetmez. İşte evrimciler; genetik biliminin, uzay biliminin, biyolojinin, anatominin, jeolojinin, sosyolojinin ve daha pek çok konunun ayrıntılarını saatlerce anlatırlar, fakat asıl soruya yani bunların neden ve nasıl meydana geldikleri gerçeğine hiçbir şekilde değinmezler.

Amerikalı biyokimya profesörü Michael J. Behe ilgili ve ilgisiz her konunun evrimle açıklanmaya çalışılmasını, aşağıdaki sözleriyle çok açık bir şekilde ifade etmektedir: "… Hatta bu teori, bazı bilim adamları tarafından insan davranışlarının anlaşılması için de genişletilmişti: İntihar eden insanlar neden bunalıma düşer, neden gençler evlenmeden çocuk sahibi olurlar, neden bazı gruplar zeka testlerinde diğerlerinden daha başarılı olur ve neden dini misyonerler evlenmez ve çocuk sahibi olmazlar… Evrimsel düşünceye konu olmamış hiçbir şey kalmamıştır aslında, bir organ veya fikir, görüş ya da duygu olsa bile…" (Michael J . Behe, Darwin'in Kara Kutusu, Aksoy Yayıncılık)

Amaç, evrimin "evrensel" ve "herşeyi sarıp kuşatan bir süreç" olduğu konusunda insanları ikna etmektir. Ekonomiden evlilik oranlarına kadar herşey evrimin konusu haline getirilmiştir. Bu yöntem aynı zamanda evrimcilerin, hayatın her alanına evrimci büyünün telkinini yaymalarına da imkan sağlamaktadır. (Harun Yahya, Darwinizm'in Karanlık Büyüsü)


2- Sürekli Tekrarlanan İçi Boş Sözlerle İnsanların Beyinlerini Uyuşturarak, "Büyü" Etkisi Oluşturmaya Çalışırlar

Evrimcilerin ana telkin yöntemlerinden birisi de çıkan tüm kitaplarda bilimsel delil yerine, hep aynı ama "içi boş" söz ve kalıplar kullanmalarıdır. Her kitapta onlarca hatta yüzlerce kez geçen bu "tılsımlı" sözler ve kalıplar bu tarz ikna yöntemleriyle adeta insanların kafalarına kazınmaktadır.

C. D. Darlington bu yöntemi şu sözleriyle en özlü biçimde tarif etmektedir: "Bize insanoğlunun sanatı kademe kademe geliştirdiği ve sonunda tarihin ışığında ortaya çıktığı anlatıldı. Bu "yavaş yavaş" ve "adım adım" gibi insanın beynini uyuşturmak için kullanılan kelimeler sürekli olarak tekrarlandılar. Amaç büyük bir bilgisizliği örtmekti. Biri şu soruyu sormalıydı: Hangi kademeler? Ancak bu soruyu soran kişi de verilen yavan cevaplarla uyuşturuldu ve vazgeçti. Çünkü hiç kimse medeniyetin bir anda oluştuğunu düşünmek bile istemiyordu." (Darlington, "Origin of Darwinism", Scientific American)

Bu ruh haliyle ilgili olarak Kuran'da pek çok örnek verilmiştir. İnsanların birçoğunun tarih boyunca apaçık gerçekleri göremedikleri, Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini kavrayamadıkları anlatılmıştır. İnsanların kavrayış eksikliğini bildiren bu ayetlerden biri şöyledir:


"Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır." (Araf Suresi, 179)

Evrimcilerin Medyadaki Sahtekarlıkları

Bilimsel hiçbir dayanağı olmayan evrim teorisinin "bilimsel bir gerçek" zannedilmesindeki en büyük etken medyadır. Kitlesel evrim telkinine medyanın yanısıra, bilimsel kaynaklarda, ansiklopedilerde hatta biyoloji kitaplarında rastlamak bile mümkündür. Dikkat çekici sayfa düzenleri, çarpıcı kapaklar ve renkli resimler kullanılarak hazırlanmış olan kitapların ve dergilerin amacı ilgi çekerek halka "evrim vardır" telkini verebilmektir.

Fosillere bakarak bir kemik hakkında bilgi vermek her fosil bilimcinin yapabildiği bir işlemdir. Ancak evrimciler bu olağan bilimsel işlemi yaparken kendilerine tılsımlı, anlaşılmaz bir iş yapıyormuş havası verirler.

20 Mayıs 2012 Pazar

Göklerdeki İhtişam

Kuran-ı Kerim'de Allah, gökleri ve yeri yaratanın Kendisi olduğunu ve bunların kontrolünün de yine Kendisi'nde olduğunu söyler. Görmekte olduğumuz tüm evreni ve her türlü cismi, en küçük atomdan en büyük galaksilere kadar Allah yaratmış ve düzene sokmuştur. Göklerin yaratılışından söz eden bir ayette şöyle buyrulur:

Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz yoksa gök mü? (Allah) onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Bu ve benzeri birçok ayetten anlaşıldığı gibi gökyüzünü Allah yaratmış ve bir düzen içine sokmuştur. Günümüz bilimi de, Kuran ile paralel bir biçimde, evrenin büyük bir düzene sahip şekilde yaratılmış olduğunu söylemektedir. Bu konuda bilim adamlarınca geliştirilmiş çeşitli teoriler vardır. Ancak bunlardan en sağlam temellere sahip olanı Büyük Patlama (Big Bang) teorisidir. Bugün, evrenin durağan olmadığını, sürekli genişlediğini biliyoruz. Bu genişlemenin bilim çevreleri tarafından gözlemlenerek kanıtlanması da Büyük Patlama teorisinin en önemli delillerinden birini teşkil eder.

Evren genişlediğine göre, bu genişlemenin başladığı bir anın olması gereklidir. Yani zamanda geriye doğru gittiğimizi düşünürsek, evrenin de buna paralel olarak küçüldüğünü görürüz. Sonuçta ulaşacağımız nokta, evrenin "tekillik" adı verilen matematiksel bir noktaya kadar küçülmesidir. Bu noktayı bazı bilim adamları "kozmik yumurta" olarak da isimlendirmektedir. İçinde yaşadığımız evrene ait tüm madde ve enerji, hatta zaman dahi bu kozmik yumurtanın içinde bulunmaktadır. Şimdi düşünelim. Tekillik ya da diğer bir değişle kozmik yumurtanın öncesinde ne vardı? Bu madde nasıl ortaya çıktı? Burada açık bir "yoktan varoluş" görmekteyiz. Büyük Patlama'dan önceki bu dönem evrenin, uzayın, zamanın olmadığı, herşeyin "yok" olduğu dönemdi. Büyük Patlama ile evren "yok" iken "var" olmaya başlamıştır. Bu noktada ulaştığımız en önemli sonuçlardan biri, evreni üstün bir gücün bilinçli olarak yarattığı ve yine bilinçli müdahaleler sonucunda ona büyük bir düzen kazandırdığı gerçeğidir.

Rastgele Bir Big Bang Evreni Yaratabilir mi?

Buraya kadar gördüklerimiz, evrenin bir başlangıcı olduğunu, yani sonsuzdan beri var olmadığını, aksine belirli bir anda yaratıldığını göstermektedir. Kısacası evren yoktan var olmuştur. Sadece bu nokta bile, Allah'ın varlığının önemli delillerinden birisidir.
Oysa bu açık gerçeği bile inkar edenler vardır. Evrenin bir yaratıcının yaratmasıyla oluştuğunu inkar edebilmenin tek yolu ise onun kendiliğinden, bilinçsiz bir şekilde tesadüfler sonucu var olduğunu varsaymaktır. Bu düşünceye göre evren yaratılmamış, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Büyük Patlama'nın başlangıcından şimdiki zamana kadar olan süre, sözde bir evrim sürecidir. Büyük Patlama'yla atomlar oluşmuş, atomlardan yıldızlar ve gezegenler kendi kendilerine meydana gelmiştir. Bu gezegenlerden uygun şartların oluştuğu bir tanesinde, birtakım kimyasal ve biyolojik olaylar sonucu, uzun süren bir süreç içinde bizlerin de içinde bulunduğumuz canlı varlıklar nasıl olduysa türemiş ve bunlar kendilerini oluşturan evreni incelemeye başlamışlardır.
Sanki çok kolay bir şekilde gerçekleşmiş gibi anlatılan bu süreç, aslında hiç de anlatıldığı kadar basit ve bir Yaratıcı'nın kontrolü olmadan gerçekleşebilecek bir olay değildir. Büyük Patlama sırasında atomların oluşumundan yıldızların ortaya çıkışına, atomun içindeki hassas dengelerden dev galaksilere kadar tüm evren çok büyük bir düzen içinde bulunurlar. Kısacası, evrenin yaratılışının temelinde ve evrende meydana gelen herhangi bir olayda kesinlikle şansa veya tesadüflere yer yoktur. Her an, her yerde bilinçli bir müdahale, üstün bir akıl ve bir düzen hakimdir.

Bizlerin "fizik kuralları" veya bazen "doğa kanunu" olarak nitelendirdiğimiz herşey de aslında bu düzenin en açık bir kanıtını oluşturur. Bu kurallar olmadan evrenin ve içindekilerin hiçbir şekilde var olmaları mümkün değildir. Örneğin, maddenin en küçük yapıtaşlarından olan atomun içinde inanılmaz, muazzam bir denge vardır. Evrenin varlığını sağlayan ve bilinen tüm fizik kurallarının işlemesini sağlayan dört temel kuvvet, atomun içinde gizlidir. Elektronlar kendilerine ayrılmış yörüngelerde, çekirdekteki proton ve nötronların etrafında dönerler. Bu, tek başına incelendiğinde bile muazzam bir olaydır. Çekirdekte ise aynı yüke sahip olan protonlar, dört temel kuvvetten bir tanesi olan "güçlü çekirdeksel kuvvet" tarafından birarada tutulurlar. Böylece en küçük atomda bile inanılması güç bir denge sağlanmış olur.

Eğer evren Büyük Patlama'nın ardından kendi haline bırakılmış olsaydı, bir "patlamanın" doğal sonucu olarak büyük bir kaos, karmaşa ve tahribat ortaya çıkardı. Oysa en küçük atomdan en büyük galaksiye kadar tüm madde son derece hassas bir düzenlilik içinde hareket etmektedir. Gökyüzündeki yıldızlar gelişigüzel yerlere dağılmamışlar, galaksi adı verilen gruplar oluşturmuşlardır. Evrendeki tüm madde, dolayısıyla galaksiler homojen bir biçimde uzaya yerleşmişlerdir. Tüm atomlar evrenin her köşesinde aynı dizilime ve yapıya sahip olmuşlardır. Fizik kuralları evrenin her noktasında aynı şekilde işlemekte, en küçük bir düzensizlik gözlemlenmemektedir.
Elbette ki sayısız hassas denge evrenin her noktasında hüküm sürmektedir. Bu sayısız dengelerin herhangi birinde, en ufak bir oynama olması ise şimdikinden tümüyle farklı ve canlı hayatının olmasına imkan vermeyecek bir evrenin var olmasına sebebiyet verir. Diğer bir deyişle evrenimiz, dünyadaki canlı hayatının varolabilmesi, daha da ötesi bu varlığını güven içinde sürdürebilmesi için çok çok hassas bir biçimde "ayarlanmış"tır.

Birinin bile "şans eseri" olması mümkün değilken, henüz keşfedilmiş olanlarının sayısı binleri bulan bu dengeler bizlere üstün kudret sahibi bir Yaratıcı'nın da varlığını göstermektedir. "Bu dengeler nasıl ortaya çıktı?" ya da "hangi irade evreni insan yaşamına uygun olarak düzenledi?" gibi sorularla incelendiğinde bu dengeler bizleri Allah'ın yaratışına ulaştırır. Allah evreni büyük bir akıl ve güçle yaratmış ve dünyayı da insanın yaşamı için özel olarak hazırlamıştır. Bundan habersiz bir hayat süren pek çok insan olduğu ise Kuran'da şöyle haber verilir:

Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)

Yine Kuran, burada örneği verilen insanların tam tersi anlayışta insanlar olduğunu da duyurur. Ayetlere göre bu insanlar evreni gözlemleyerek burada gördüklerini Allah'a bir yakınlaşma vesilesi olarak kullanmaktadırlar:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Hayvanlardaki Akıllı Plan: Kamuflaj

Hayvanlar hayatta kalabilmek için birtakım davranışlarda bulunarak besin elde ederken, aynı zamanda kendilerini de düşmanlarına karşı korurlar. Her hayvan beslenmek için ihtiyaç duyduğu avlanma ve beslenme sistemine sahiptir, en küçüğünden en vahşi gözükenine kadar hepsi farklı yöntemlerle yiyeceklerine ulaşırlar. Aynı şekilde, kendilerini korumak amacıyla da belirli özellikler taşırlar.
Böylelikle, doğada herhangi bir aksaklık olmadan, sadece düzenli işlemekte olan bir sistem çalışmaya devam eder. Buda bize göstermektedir ki; tüm canlılar, adeta programlanmış bir makine gibi mükemmel bir şekilde tasarlanmışlardır. Bu denge, insanın müdahalesi (yada doğal afetler) olmadığı sürece sürüp gitmektedir.

Hayvanların hayatlarını sürdürebilmek için sahip olduğu özelliklerin biri de, kendilerini gizleme sanatı olan kamuflajdır. Hayvanlar iki sebepten dolayı kendilerini gizleme ihtiyacı duyarlar. Bunlardan biri av konumunda iken, diğeri de avcı iken. Kamuflajı diğer yöntemlerden ayıran en önemli özellik ise, son derece büyük bir akıl, beceri, estetik ve uyum içermesidir. Şöyle ki, bir hayvanın düşmanlarından kurtulabilmek için kaçması yada avını yakalamak için kovalaması da, planlı bir hareket olmasına rağmen doğal (içgüdüsel) gözükebilir. Ancak, o hayvan, amacını gerçekleştirmek için bir yerlere saklanıyorsa, artık bu davranışın doğal bir hareket olmadığını hemen anlarız. Kaldı ki, amacına ulaşmak için saklanırken çevresine müthiş bir uyum da gösteriyorsa, bunun akıl dolu, bilinçli bir tasarım olduğuna emin oluruz.
Başlı başına akıl ve sanat gösterisi olan kamuflaj, aynı zamanda bir savaş stratejisidir. İnsanlar tarih boyunca bu yöntemle kendilerini ve teçhizatlarını gizleyerek düşmana karşı başarı sağlamıştır. Bu savaş taktiği, akıl kullanmanın yanında eğitim, beceri ve yaratıcılık da gerektirmektedir. Dolayısıyla, her insanın kolaylıkla becerebileceği bir şey değildir. Oysaki, hayvanlar bulundukları ortamdan kesinlikle ayırt edilemeyecek şekilde bu işi başarırlar. Üstelik, insanlarla kıyaslanmayacak şekilde, vücutlarının rengini veya şeklini değiştirerek, bazen de sadece uygun pozisyonda durarak bulundukları ortama uyum sağlarlar.

Bu durumda şu sorular akla gelmektedir: İnsanların bile akıl, bilgi ve beceri kullanarak yapmakta zorlandıkları bir şeyi, hayvanların inanılmaz estetik ve plan içersinde başarmaları nasıl mümkün olabilir? Yada şöyle soralım: Kamuflaj yaparak kaçmak, avlanmak, tuzak kurmak tamamiyle bilinçli ve akıllı bir harekettir, bunlar bilinçsiz ve şuursuz hayvanlara değil, insanlara özgü özelliklerdir, o halde, koşup zıplamasını yadırgamadığımız hayvanların (ki bu da dikkat çekecek bir tasarımdır), plan yaparak tuzak kurmasını nasıl doğal karşılayabiliriz? Ayrıca, hayvanların vücutlarında meydana gelen renk veya şekil değişiklikleri yada duruş pozisyonları kendilerini dışarıdan görmedikleri için fark ettikleri bir şey değildir.

 O halde, bu hayvanlar bulundukları ortama bu kadar uyum nasıl sağlamaktadırlar? Ve bunu nereden bilmektedirler? Kaldı ki, ne olmak istediklerine karar verseler bile bunu nasıl başarabilmektedirler?
Bir başka soru: Tüm fiziksel planlamayı ve uygulamayı biran için göz ardı etsek bile, hayvanların kamuflajı tam anlamıyla sağlamak için sessiz ve hareketsiz kalabilecek bir iradeye ve zekaya ne şekilde sahip olduklarını, nasıl açıklarız? İnsan bile, zeki bir varlık olmasına rağmen böyle bir iradeye sahip değilken, bir hayvan nasıl olurda, bilinçli bir şekilde, yaptığı işin başarıya ulaşacağını da umarak saatlerce öyle durur?

Aslında bu soruların cevabı açıktır. Fakat, buna rağmen hayvanların sahip oldukları birbirinden farklı çarpıcı özellikler, onların bu işleri kendi başlarına planlayarak ve uygulayarak başardığı görüntüsü vermesin! Tıpkı; bir örümcek sahip olduğu ağ sayesinde beslenir, bir leopar hızlı koştuğu için avını yakalar yada bir kelebek ortama uyumlu kanatları olduğu için av olmaktan kurtulur... gibi.

Zira, bu hayvanların hiçbiri bu kadar mükemmel bir sistemi kuracak ve yaşatacak akla ve güce sahip değillerdir. Zaman içersinde küçük değişimler geçirerek bugünkü mükemmel durumlarına da gelmiş olamazlar. Zira, yavaş yavaş bir gelişim olsaydı, sahip oldukları ölümcül derecede önemli sistemler oluşmadan çok önce yok olup giderlerdi. Ayrıca, her biri akıl ve sanat ürünü olan bu canlılar; bilinçsiz, tesadüfi ve şuursuz doğa şartlarının (doğal afetlerin) ürünü de olamazlar. Kaldı ki, mükemmel olan sadece tek bir canlının oluşması değil, tüm canlıların yaşamlarını sürdürecek şekilde birbiriyle uyumlu olarak var olmalarıdır.

Dolayısıyla, doğada gördüğümüz bu müthiş denge bize göstermektedir ki; tüm canlılar, hayatta kalabilmek için en ideal şekilde tasarlanarak, bugünkü mükemmel şekilleriyle bir anda yaratılmışlardır. Bu üstün aklın, gücün ve sanatın sahibi de, yeri, göğü ve ikisi arasındaki her şeyi yaratan Allah'tır.
 

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Strateji Uzmanı Yer Sincabı

Science dergisinin 15 Ağustos 2006 tarihli yayınında yer alan bir habere göre, California Üniversitesi'nden Aaron Rundus'un ortaya çıkardığı bir gerçek evrendeki benzersiz yaratılış örneklerinden birini daha gözler önüne serdi.
Hayvan davranışlarını inceleyen bilim adamı, yer sincaplarının çıngıraklı yılanların göz çukurlarının altındaki enfraruj ısı sensörlerini yanıltmak için ilginç bir strateji uyguladıklarını fark etti. Laboratuvar deneylerinde anne sincaplarla çıngıraklı yılanlar karşı karşıya getirildiklerinde, sincaplar yılanlara doğru kuyruklarını sallıyorlardı ve bunu yaparken de kuyrukları ısınıyordu. Enfraruj sensörlere sahip olmayan keseli yılanlarla karşı karşıya geldiklerinde ise kuyrukları ısınmıyordu.1

Aaron Rundus sincapların, kuyruklarındaki bu ısınmayı kan damarlarını genişleterek elde ettiklerini düşündü. Isınan kuyruğun yılanı etkisiz hale getirdiğinden emin olabilmek için ise bir robot-sincap üretti. Bunun için gerçek sincap kürkü ve uzaktan kumanda edilip ısınabilen bir kuyruk kullandı. Çıngıraklı yılanlar gerçeği çok andıran robot-kuyruğu inandırıcı bulmuşlardı. Rundus bazı denemelerde kuyruğu oda sıcaklığında tuttu. Bazılarında ise ısıyı sincabın kuyruğunun ısındığı an ulaştığı derece olan 28 dereceye kadar çıkardı. Sonuç başarılıydı. Yılanlar ısı yükseldiğinde robot-sincabın uzağında kalmaya büyük bir dikkat gösteriyorlardı.2

Bu keşfin ardından Chicago Üniversitesi'nde sincap davranışları üzerine çalışan davranış ekolojisi uzmanı Jill Mateo, "Bu çalışma, doğa hakkında ne kadar az şey bildiğimizi gösterdi."3 demiştir.

Hiç kuşku yok Aaron Rundus'un bu keşfi yer sincaplarının kendilerini ve yavrularını çıngıraklı yılanlara karşı savunmak için son derece zekice düşünülmüş bir yöntem kullandıklarını gözler önüne sererken pek çok soruyu da beraberinde getirmiştir. Bunların başında kuşkusuz şu soru gelmektedir: Yer sincabı kuyruğunu ısıtıp sensörleri yanıltacak bir sistemi nasıl geliştirmiştir? Hayvan, bunun etkili bir savunma yöntemi olduğunu nereden bilmektedir? Öte yandan, bu sistemi hangi hayvana karşı kullanacağını nasıl tespit edebilmekte, enfraruj sensörü olan hayvanı olmayandan nasıl ayırt edebilmektedir?

Cevap ise çok açıktır: Hiç şüphesiz bir yer sincabı düşmanını nasıl etkisiz hale getireceğini kendiliğinden bilemez. Düşmanına karşı kendi kendine savunma taktikleri geliştiremez. Ve bunların yanında, bu savunma metodunu kullanmak için uygun olan yapıyı da kendiliğinden bedeninde var edemez. Evrendeki her şeyi mükemmel bir kusursuzluk içinde yaratan Rabbimiz Allah'ın yaratışındaki sanatın detaylarından biri olan mucizevi özellik yer sincabıyla birlikte var olmuş, yani onunla beraber yaratılmıştır. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, "…

 Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir." (Maide Suresi, 17)

3 Mayıs 2012 Perşembe

Ekonomik Krizin Çözümü - 1


Son dönemlerde Amerika başta olmak üzere gelişmiş Avrupa ülkelerinde cereyan eden ekonomik kriz sonucunda piyasalarda baş gösteren durum, bir kısım yabancı basın organlarında “Darwinizm maliyesi – bankaların güçlü olanının ayakta kalması” şeklinde yorumlanmıştır. Bazı basın organlarında ise şu anda söz konusu ülkelerinin pazarını “Darwinizm’in idare ettiği” iddia edilmiştir. 

Bu yakıştırma, Darwinist düşünceye temel alınmış olan “güçlü olanın zayıf olanı yenmesi” kavramı sebebiyledir. Oysa güçlü olanın zayıfı ezmesi kavramı, Darwin’in söylemesiyle var olmuş bir kavram değildir. Bu kavramı var eden Darwinizm değildir. Dolayısıyla piyasalarda güçlü bankaların ayakta kalmasıyla, hayali bir Darwinist kavram haklı çıkmamış, bu durum Darwinizm’e bir örnek teşkil etmemiştir. 

Güçlü olanın zayıfı yenmesi teknik anlamda gerçektir. Buldozerle balta elbette ki bir değildir. Güçlü bir makine zayıf bir makineyi parçalar kuşkusuz. Ama bu yalnızca teknikte böyledir. Ancak yanlış olan bunu bir ahlak kaidesi haline getirmek, “eğer güçlüyse ayakta kalmalı, mutlaka haklı olmalı” mantığıyla hareket etmektir. “Güçlü olanın mutlaka zayıfı yenip yok etmesi gerekir” düşüncesiyle hareket etmek büyük bir yanılgıdır, bir felaket habercisidir. 

Güçlü olanın zayıfı ezmesi anlayışı, Darwinizm’de bir ahlak kaidesi haline getirilmiştir. İşte bu nedenle Darwinist zihniyetin etkisi altındaki toplumlar içinde kitle katliamları, cinayetler, terör ve kargaşa, huzursuzluklar, gerginlikler sürekli olarak hakim olmuştur. Darwinizm’in etkisi ile zayıfı yok etmek, doğadaki dengenin korunması adına gerekli görülmüş, komünist ve faşist toplumlar bu sebeple kitleleri katletmekte sakınca görmemişlerdir. Sosyal Darwinizm; Marks, Lenin, Mao gibi komünistlerin, Hitler gibi faşistlerin en büyük fikri temelini oluşturmuştur. 

Oysa Allah’tan korkan vicdanlı toplumlarda, güçlü olan daima zayıf olana yardım eder, onun korunması için çaba harcar, onun güçlenmesi için imkanlarını seferber eder. Normal şartlarda insanın fıtratına uygun olan budur. Allah korkusunun, imanın, aklın, vicdanın gerektirdiği ahlak özelliği daima güçsüz olana sahip çıkmayı gerektirir. Toplumlar ancak bu ahlak ile kalkınır, güçlenir, barış ve huzur içinde yaşayabilirler. 

Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur: 

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Mali Krizin Sebepleri:

1. Faiz
 

Dünya çapında gerçekleşen mali krizin birinci sebebi faiz sistemidir. Yüce Rabbimiz’in haram kıldığı faiz sistemi, sırf menfaate dayalı toplumlar içinde cazip gösterildiği için pervasızca uygulanmış ve insanlar bundan zarar görmeyeceklerini, hatta mutlaka yarar elde edeceklerini düşünmüşlerdir. Faiz sistemi özendirici bir görünüm altında insanlara sunulduğundan, insanlar üretim veya yatırıma yönelmektense, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmişlerdir. İnsanların paralarını bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda sakladıkları bir sistem içinde ise üretim olmadığı, piyasalarda para döngüsü gerçekleşmediği için, pahalılık, enflasyon, ekonomik çöküş gibi mali sıkıntıların oluşması elbette beklenen sonuçtur. Nitekim söz konusu küresel mali krizde de bu durum yaşanmış, üretimin durması, para döngüsünün olmaması, paraların faiz için bankalarda tutulması ekonomiyi çökertmiştir. 

Oysa Cenab-ı Allah ayetlerinde faizden kaçınmayı öğütlemiş ve faizin getireceği belaları kullarına haber vermiştir: 

Ey iman edenler, faizi kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah'tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 130) 

Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. 

Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 275-276)

2. Tevekkülsüzlük
 

Mali krizin ikinci en büyük sebebi ise tevekkülsüzlüktür. Yani insanların, malın ve paranın, tüm mülkün Sahibi olan Allah’tan geleceğini unutmaları, panik içinde gelecek kaygısına düşmeleri, Allah’a sığındıkları sürece Allah’ın kendilerini en güzele ileteceğini düşünmemeleridir. Rabbimiz olan Allah, Kendisine dayanıp güvendikleri sürece bir topluluğa mutlaka icabet edeceğini, onları mutlaka koruyacağını ve dilediği taktirde Kendi Katından onları zengin edeceğini vaad etmiştir. Fakat insanların bir kısmı, ellerindeki paranın ve malın üstün bir gücü olduğuna inanır ve geleceklerini de bu mal ve para ile koruma ve garanti altına alabileceklerini düşünürler. Bu sebeple ellerindeki malı korumak adına sıkıntı, kaygı ve derin bir endişe içinde hareket ederler. Bu endişenin sonucunda yine mal saklar, geleceklerini, sakladıkları bu paranın kurtaracağına inanırlar. Gerçek yardımın Allah’tan geleceğini unuturlar. Allah’a tevekkül ettikleri taktirde mutlaka bolluk ve refaha kavuşacaklarını düşünmezler. Bunun karşılığında yine, saklanan para harekete geçmediği ve gelecek endişesi ile boş yere muhafaza edildiği için mali kriz başgösterir. 

Oysa tüm mülk Rabbimiz’e aittir. Tüm yardım O’ndan gelir. Rabbimiz’in izni olmadan, saklanan para hiçkimseye hiçbir fayda getirmeyecektir. İnsanı şimdi de gelecekte de koruyacak olan sakladığı para değil, yalnızda Rabbimiz’in yardımıdır. Allah bunu ayetinde haber vermiştir. 

Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160) 

Pek çok insanın hırsla mallarını yığıp biriktirmelerinin en önemli sebeplerinden biri de şeytanın telkin ettiği "fakirlik korkusu" diğer bir deyişle, gelecek endişesidir. Katıksızca iman etmeyenler, sürekli gelecekte başlarına olumsuz bir şey gelmesinden; parasız kalmaktan, tek başına yaşlanmaktan, muhtaç duruma düşmekten, iflas etmekten vs korkarak endişe içinde yaşarlar. Bu nedenle hayatlarının neredeyse her anı dünyadaki geleceklerine yönelik kişisel yatırımlarla ve planlarla geçer. 

Dünya için bu kadar endişe eden ve plan yapan bu kimseler, apaçık bir gerçek olan ahiret günü için ise hemen hemen hiçbir hazırlık yapmazlar. Her gün dünyayı düşünürken, neredeyse bir kere bile hesap gününü düşünmezler. Allah Kuran'da, tam anlamıyla iman etmeyenlerin şeytan tarafından gelecek endişesine kaptırıldıklarını şu şekilde haber vermiştir: 

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vaat ediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268) 

3. Biriktirme Hırsı ve Cimrilik 

Gelecek kaygısı ve mal sevgisi nedeniyle parayı ve malı biriktirme hırsıyla hareket eden bir kısım insanlar, ellerindekini harcamak istemez, cimrilik ederler. Bu insanların politikaları genellikle zayıfın gitgide zayıflayıp yok olması, kendilerinin ise biriktirip güçlenerek zengin olmaları üzerine kuruludur. İşte bu nedenle, yoksulu sömürmekten çekinmez, sadaka vermez, cömert davranamaz, kendisi için bile harcayamaz, yalnızca bilinmeyen bir vakit için sürekli olarak biriktirirler. Oysa genellikle beklettikleri ve faiz ile kar getireceğini düşündükleri bu para, üretim hiç yapılmadığından artan enflasyonun hızına yetişemez ve değerini yitirir. Bekleyen bu paranın hiçbir zaman bereketi olmamıştır. Cimrilik nedeniyle piyasaya dahil edilemeyen para, daima durgun bir üretim ile karşılık görmüştür. 

Oysa insanlar Allah’ın emrine uyup cömert davransalar, hiç beklemedikleri bir bollukla karşılaşacaklardır. Yüce Allah, faizi artırmayacağını, fakat Allah rızası için verilen sadakanın ise dünyada ve ahirette büyük bir kazanç ile karşılık göreceğini ayetinde belirtmiştir: 

İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39) 

Çözüm, Kuran Ahlakına Göre Davranmaktır 

Faiz üzerine kurulu bir mali sistem olmadığında, insanlar paralarını cimrilik edip saklamadıklarında, cömert olup üretime yöneldiklerinde, ellerindeki parayı hareketlendirdiklerinde, sadaka verdiklerinde ve en önemlisi kendilerine mal ve zenginliği verecek olanın Yüce Rabbimiz Allah olduğuna kalpten inanarak O’na tevekkül ettiklerinde böyle bir mali krizin gerçekleşmesi imkansızdır. Böyle bir sistem içinde insanların yoksullaşması mümkün olmaz. Zenginler fakirlere yardım ettiklerinde, onların da alım gücü olacaktır. Bu üretimi gerektirecektir. Üretim arttığında ve insanların da alım gücü olduğunda fabrikalar işleyecek, satış yüksek oranda artacaktır. Piyasa bir anda hareketlenecek, bankalarda ve yastık altlarında saklı tutulan ve hiçkimseye fayda getirmeyen paralar piyasaya dahil edilmiş olacaktır. Yoksul halk zenginleşece! k, zengin halk daha da zenginleşecektir. Saklanan paraların ortaya çıkmasının bereketi elbette ki çok büyük olacaktır. Bu, tüm dünyada, tüm ülkelerin sorunlarını kesin olarak ortadan kaldıracak yegane çözümdür. 

Kuşkusuz ki bu çözüm, krizin ortadan kalkması için tek ve en mantıklı yoldur. Fakat her şeyin ötesinde bu çözüm, Kuran ahlakına uygun olan çözümdür. Kuran ahlakına göre hareket edildiğinde, Allah’ın yardımı ve icabeti kuşkusuz ki büyük olacaktır. Allah Kuran ahlakına göre hareket etmenin bereketini insanlara gösterecektir. Yüce Rabbimiz, ayetinde kullarına vadetmiştir: 

Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir borç verenler; onlar için kat kat arttırılır ve 'kerim (üstün ve onurlu)' olan ecir de onlarındır. (Hadid Suresi, 18) 

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde Hz. Mehdi'nin çıkışının alametleri çok detaylı olarak belirtilmiştir. Bu alametlerin neredeyse hepsi, Hicri 1400 (1979)'ün başından beri ardı ardına ortaya çıkmaktadır. Peygamberimiz (sav), Fırat'ın suyunun kesileceğini, Ramazan ayında Ay ve Güneş tutulması olacağını, Irak'ın ve Afganistan'ın işgal edileceğini, gökyüzünde olağanüstü olaylar yaşanacağını, büyük depremler olacağını, birbirini takip eden fitneler meydana geleceğini, anarşi ve kargaşanın artacağını, sosyal bozulmaların yaşanacağını haber vermiştir ve bunların her biri gerçekleşmiştir. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği Hz. Mehdi'nin zuhur alametlerinden biri de, ekonomik sıkıntıların artması ve büyük bir ekonomik durgunluk ya! şanmasıdır. Hz. Muhammed (sav), ahir zamanda ticaretin durgunlaşacağını, herkesin az kazançtan şikayet edeceğini, hayat pahalılığının artacağını, kısaca ciddi ekonomik bunalımlar yaşanacağını bildirmiştir. 2008 YILINDA BAŞLAYAN VE DÜNYA ÇAPINDA OLUŞAN BÜYÜK EKONOMİK KRİZ, 1400 YIL ÖNCE PEYGAMBERİMİZ (SAV) TARAFINDAN HZ. MEHDİ'NİN ÇIKIŞ ALAMETLERİNDEN BİRİ OLARAK BİLDİRİLMİŞTİR. Aşağıda açıklamarıyla beraber bu hadislerden bir kısmı sunulmuştur. 

Naim b. Hammad, İbni Mes'ud'dan rivayet edilen bir hadiste, Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışının öncesinin anlatıldığı dönem, "TİCARET ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman" şeklinde tarif edilmektedir. Hadisin devamında ise Hz. Mehdi döneminde bu fitnelerin son bulacağı haber verilmektedir: 

"… Biz O (Hz. Mehdi) şahsı aramak için geldik ki, FİTNELER ONUN ELİYLE SÖNEBİLİR. KONSTANTİNİYYE (İSTANBUL) O'NUNLA FETHEDİLİR. (Yani Hz. Mehdi manen gönülleri fethedecek, büyük kültürel ilmi etki oluşturacaktır.) Biz O'nu ismi ile ve anasının, babasının ismiyle ve ordusu ile tanırız…"
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)

Hz. Mehdi çıkmadan önce, milletler arasında TİCARET ve YOLLAR KESİLECEK, insanlar arasında fitneler çoğalacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39)

(Hz. Mehdi'nin zuhurundan (ortaya çıkışından) önce) PİYASANIN DURGUN OLMASI, KAZANÇLARIN AZALMASI olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 148)

Herkesin AZ KAZANÇTAN YAKINMASI, paraları için zenginlerin saygı görmesi olacaktır. (Kıyamet Alametleri, s. 146)

İşlerin kesad gitmesi olacaktır. Herkes "satamıyorum, alamıyorum, kazanamıyorum!" diye yakınacak. (Kıyamet Alametleri, s. 152)

TİCARET ve yolların KESİLDİĞİ ve fitnelerin çoğaldığı zaman (Hz. Mehdi'nin zuhurundan önceki zamandır). (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s.52)