A9 TV Canlı Yayın

22 Nisan 2012 Pazar

Sabrın Ne Olduğunu Detaylı Olarak Hiç Düşünmüş Müydünüz?

Genelde cahiliye toplumunda sabır bir şeye kısa süreli tahammül etme olarak algılanır. Tahammül eden kişinin tavırlarında rahatsızlığını hissettirme payı olur. Çünkü tahammülde hoşnutsuzluk vardır. Karşı karşıya kalınan durumdaki hayır görülmez, kişi her şeyin Allah’ın kontrolünde geliştiğinden gafil olur. Bu kişilerin inancına göre olaylara sebep olan insanlar vardır. Konuların bu insanların gücüne ve iradesine dayandığını sanırlar. Her şeyin onların isteklerine ve kararlarına göre şekil aldığını düşünürler.

Dolayısıyla bu kişiler Allah’tan, her şeyin kaderde olduğundan tamamen gafil bir bakış açısıyla konuları değerlendirirler. Oysa her konu, sebep sonuç ilişkileri, hep Allah’ın takdiriyle gelişir. Allah, insanları, konuları kişiyi sınamak için vesile kılar.
Kimi insanların sabır zannettikleri davranış aslında tahammüldür. Toplumda yaygın kullanılan tabirle yalnızca ‘bir parça dişlerini sıkmaları’gerektiğine inanırlar. Asıl istedikleri, yaşanılan o anki istenmeyen durumun hemen atlatılmasıdır. Olaylar kısa sürede kişinin isteğine göre şekillenmezse, bu durumda kişi, toplumda‘çığrından çıkma’olarak adlandırdıkları ahlak bozukluğunu yaşamayı normal karşılar. Hatta bunu bir hak olarak bilir. İstemediği durumun süresi uzarsa sinirlenmeyi, bağırmayı, çağırmayı, huysuzluğu, cahiliye ahlakına ait tripleri, çevresini rahatsız edecek davranışları, çevresindekilere laf dokundurmayı, bunalımlı bir ruh haline bürünmeyi, fiziksel olarak kendini yıpratmayı, söylenmeyi, hatta psikolojik bozukluk olduğu imajı veren davranışlar göstermeyi normal görür. Örneğin, bir yere dakikalarca gözünü dikerek bakmak, tırnaklarını yemek, eline geçen bir kalemle kağıt üzerine manasız, yaşadığı karamsarlığı temsil eden karalamalar yapmak, yüzü asık gezmek, iç karartıcı konuşmalar yapmak, ağlamak, öflemek gibi.
Tüm bunlar tahammülün, kişinin güzel görmediği şeylere katlanması olduğunu gösterir. Rahmani bir bakış açısından, dindarlığın getirdiği mutmainlikten uzak olunduğu için de, her aşama negatif ve hayır görmekten uzak bir ruh hali içerisinde gelişir.

Sabır ise Rabbimiz’in Kuran’da tarif ettiği, şuurlu bir şekilde, düşünerek, titizlikle uygulanan, Allah’tan razı olmuş, hoşnut bir ruh hali içerir. Müslümanın hayatının her safhasına hakim olan çok önemli bir ibadettir. Sabır, imanın temel özelliklerindendir. Tevekkülle, Allah’a güvenle iç içedir.

Müslüman, cahiliye bakış açısının tersine hayatın her safhasını, evreni, yeryüzündeki canlıları, bitkileri, sosyal olayları, var olan her şeyi, melekler alemini, boyutları, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın kontrol ettiğini, Allah’ın hepsini bir kader üzerine yarattığını bildiği için bu inanç temeli üzerine Allah’a güvenle yaşar. Bu temel üzerine kararlar alır, hayatını yönlendirir ve daima bu temel üzerine düşünür. Her şeyi var eden, her şeyi mükemmel bir denge üzerine yaratan Rabbimiz’in elbette ki onu da bu mükemmel denge içerisinde yarattığını, onu koruduğunu, esirgediğini ve bir kader üzerine terbiye ederek, eğitim verdiğini çok iyi bilir. Yaratılışının bir amacı vardır. Ve Allah onun için güzellik, sonsuz hayır dilemektedir. Bundan dolayı Allah’a, Allah’ın yarattığı olaylara hüsn-ü zannı, tevekkülü tamdır. Zaten baştan teslim olmuştur. Herşeyin güzelliğini baştan kabul etmiştir. İmanının gereği olarak her şeyi olumlu ve hayırlı görme kararı almıştır. Dünya hayatının bir denenme, imtihan yeri olduğunu anlamış ve her ne yaşarsa yaşasın, başına her ne gelirse gelsin, Allah’ın desteği, yardımıyla bunları mutlaka imanla aşabileceğini en başından kabul ederek kalben teslim olmuştur.

Hac Suresi’nin 15’inci ayetinde Rabbimiz kendisine dayanıp güvenen, yardım isteyen bir insana mutlaka yardım edeceğini şöyle bir örnekle bildirmiştir: ‘Kim, Allah'ın ona, dünyada ve ahirette kesin olarak yardım etmeyeceğini sanıyorsa, göğe bir araç uzatsın sonra kesiversin de bir bakıversin, kurduğu düzen, onun öfkesini giderebilecek mi?’

Rabbimiz Bakara Suresinin 45’inci ayetinde de, ‘Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır.’ buyurmuştur.
Ayette samimi iman edenlerin dışındakiler için sabrın ağır olduğu vurgulanmıştır. Kalbi Allah’a dayalı olmayan bir insan için herhangi bir konuya sabretmek önceki satırlarda tarif edildiği gibi çok güçtür. Böyle bir kişi her karşılaştığı olayda endişelenecek, şüphelenecek bir konu bulur. Olmadık ihtimalleri kafasında sıralayıp, kendini sıkıntılı bir karakter içine sokar. Dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunun farkında değildir.

Ancak Allah’a güvenip dayanan bir insan sabredebilir. Allah’ın yarattıklarında hayır görerek, yaşadıklarını, başına gelenleri, gayretle hep güzel görür, hep Allah’a sığınır. Allah’ın yardımıyla, her zorlukla bir kolaylık olduğunu; yaşadığı yerin dünya hayatı olduğunu, özel bir talim mekanında bulunduğunu bilir. Allah her ne yaratırsa, her ne verirse, şükreder. ‘Rabbim Sen bunu sonsuz güzel aklınla taktir edip yarattın, bu Senin seçimin, mutlaka bu en hayırlısı, en mükemmeli, en güzeli; ben Senin her yarattığına ancak hamd ederim; Yüce Allah’ım Sen benim günahlarımı bağışla, beni hayra ilet, canımı Müslüman olarak al, ben Sen’den gelen her şeye razıyım’ der. Şükreder, dileği Allah’ın rızasını kazanıp bağışlanmaktır.

Müslüman, Allah’a teslim olmayı en baştan kabul etmiştir. Olayın şekline, durumuna göre bu tavrı, inancı değişkenlik göstermez. Mazlum ve Allah’ın büyüklüğü ve gücü karşısındaki zavallılığını bilen bir ruh hali içerisinde Allah’tan yardım diler, rızasını kazanmak ister.

İşte bu nedenle dünya hayatındaki denenme süresi ne kadar olursa olsun, karşılaştığı her olaya hoşnutluk içerisinde hep sabır gösterir. Hep zorluğun ardında bir güzellik olduğuna iman eder.

Müslüman için sabır gerektiren zamanlar zaten çok kıymetlidir. Bu nedenle böyle bir imkan ile karşılaştığında, ‘şimdi sabır zamanı’ diye düşünür ve bu ibadeti titizlikle, itinayla yerine getirir. Allah’ın mutlaka ona bir güzellik vermeyi dilediği için onu denediğine iman eder. Ahirette ‘Rabbim ben Senin rızanı kazanmak için yaşadıklarımı güzel gördüm, şükrettim, zorluğa sabır gösterdim, Sana tevekkül ettim, yardımı Sen’den istedim’ diyebileceği zorlukları dünyada imanla geçmesi çok kıymetlidir. Dünyada yaşadığı zorluklar, o kişinin ahireti açısından, birer şeref nişanı niteliğindedir.

Bu nedenle Müslüman için sabır ibadetinin limiti yoktur. Bu ibadeti yerine getirmeyi Allah’ın taktir ettiği ömür boyunca uygulamayı en başından seçip tercih etmiştir ve hayatına geçirerek uygulamıştır. Allah’tan gelen her şeyde hayır olduğuna iman eder, yeryüzüne 1 milyon kere gelse de, 1 milyon kere aynı şeyin olacağını, Yüce Rabbimiz’in kaderde seçip taktir ettiğinin asla değişmeyeceğini, her birinde mutlaka güzellik, hikmet olduğunu bilerek, iman eder. Rabbimiz Nahl Suresinin 30’uncu ayetinde Müslümanların bu üstün ahlakını şu şekilde bildirir:

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Güneş Enerjisini Toplayıp Kullanan Eşekarıları

Yakın Doğu ve Hindistan arasındaki bölgede yaşayan bir arı türü olan ''doğu eşekarısı'' (Vespa orientalis), sabah saatlerinde aktif olan diğer böcek türlerinin aksine günün en sıcak saatlerinde faaldir. Çünkü yuvalarını yer altında yapan bu arı türü midesindeki özel bir yapı sayesinde Güneş'ten gelen ışınları toplar ve Yüce Allah’ın yarattığı özel bir pigment aracılığıyla bunu enerji deposu olarak kullanır. Bilim adamlarının uzun süredir merak ettikleri, bu canlıların karınlarındaki sarı bandın işlevine ve aktif oldukları saatlerin akrabalarından neden farklı olduğuna dair soruların cevapları da bu yapıda gizlidir.

Yüce Allah Eşekarılarının Vücut Yapısını Güneş Enerjisi Toplamaya Uygun Olarak Yaratmıştır

Alemlerin Rabbi olan Allah, bu arı türünün vücudunu kaplayan ve bir tür dış iskelet olan sert kutikula tabakasının kahverengi olan kısmını 160 nanometre yüksekliğinde sert oluklardan yaratmıştır. Sarı bandın yer aldığı kısmın yapısı ise daha farklıdır. Burada bir dizi oval şekilli 50 nanometre yüksekliğindeki çıkıntı, bir diğeriyle kenetlenmiş biçimdedir. Bu yapı güneş ışınlarının yansımasını engellemekte ve ışınları bu bölgede hapsederek enerji elde etmektedir.

Yüce Allah’ın bu canlıların güneş enerjisini toplamaları konusunda yarattığı diğer özellik pigment hücreleri ile ilgilidir. Kutikula içinde yer alan melanin pigmenti kahverengi iken ksantopterin pigmenti ise sarı renktedir. Bu sarı renkli pigment ışığı doğrudan elektrik enerjisine çevirerek adeta ışık hasadı yapan bir işçi gibi çalışır.

Bu bilgi
ler doğrultusunda düşünüldüğünde çok önemli bir sonuç ortaya çıkar. Bu arı türü diğer tüm özellikleri gibi güneş enerjisini toplama özelliğini de kendi iradesi ile ya da tesadüfen kazanmamıştır. Güneşin en sıcak olduğu saatlerin öğle saatleri olduğunu bilmesi, güneşi toplamak için bedeninde birtakım özel sistemler oluşturması elbette küçük bir arının akledebileceği davranışlar değildir. Arıların sahip oldukları bilgilerin tümünü bu canlılara ilham eden Yüce Allah’tır. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilmiştir:

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakim'dir.” (Haşr Suresi, 24)

8 Nisan 2012 Pazar

Göçmen Kuşlardaki Üstün Tasarım Örnekleri


Allah, Kuran'da insanların örnek alması ve imanlarını artırmaları için, hayvanların üstün özelliklerinden çeşitli örnekler vermiştir. Göçmen kuşların göç için sahip oldukları üstün donanım ve mükemmel özellikler Allah'ın sonsuz gücünün bir delilidir.

Göç zamanını nasıl belirliyorlar?

Kuşların nasıl ve neden göç etmeye başladıkları, "göç kararı"nı nasıl belirledikleri yüzyıllardır merak edilen bir konudur. Kimi bilim adamları göçün nedenini mevsim değişikliklerine, kimileri de yiyecek arayışına bağlarlar. Önemli olan, kendi bedenlerinden başka hiçbir korunmaya, teknik donanıma ve güvenliğe sahip olmayan bu hayvanların, uzun mesafeli uçuşları nasıl gerçekleştirdiğidir. Göç olayı yön bulma, gıda depolama, uzun süre uçabilme gibi beceriler gerektirmektedir. Bu özelliklere sahip olmayan bir hayvanın, birdenbire göç eden bir hayvana dönüşmesi mümkün değildir.

Bunu gözlemlemek için bahçe bülbülleri, ısı ve ışık gibi iç koşulları değiştirilebilen bir laboratuarda deneye tabi tutulmuştur. İçerideki koşullar dışarıdakilerden farklı olarak düzenlenmiştir. Örneğin dışarıda kış mevsimi yaşanırken, laboratuarda bahar ortamı sağlanmıştır. Bunun üzerine kuşlar içerideki şartlara göre vücutlarındaki düzenlemeleri yapmışlardır. Aynı göç vaktinin yaklaştığı zamanlarda yaptıkları gibi, yakıt için yağ depolamışlardır. Kuşlar, yapay mevsime göre kendilerini ayarlayıp, erkenden göç edecekmiş gibi hazırlansalar da, göç hareketine vaktinden önce girişmemişlerdir. Kuşlar dışarıdaki mevsime uymuşlardır. Bu sonuç, kuşların göçe başlama kararını, mevsim şartlarını gözlemleyerek almadıklarının bir ispatıdır.
Peki kuşlar göç vaktini neye dayanarak belirlerler? Bilim adamları bu sorunun cevabını hala bulamamışlardır. Bu nedenle, canlılarda, kapalı bir ortamda zamanlama yapabilmeyi ve mevsim değişikliklerini ayırt edebilmeyi sağlayan bir "iç saat"in var olduğu düşünülmektedir.

Oysa "kuşların bir iç saati var, bu sayede göç vaktini anlıyorlar" cevabı bilim dışı bir cevaptır. Bu nasıl bir saattir, vücudun hangi organına bağlı olarak çalışmaktadır ve nasıl oluşmuştur? Bu saatin bozulması, geri kalması durumunda ne olur? Aynı sistemin sadece tek bir göçmen kuş için değil, bütün göç eden canlılar için geçerli olduğunu düşünürsek bu soruların cevapları daha da önem kazanır.
Bilindiği gibi göçmen kuşlar aynı yerden göçe başlamazlar çünkü her biri aynı yerde bulunmamaktadır. Çoğu kuş türü, önce belirli bir yerde toplanır, sonra hep birlikte göçe başlar. Peki bu canlılar böyle ince bir zamanlamayı nasıl yapmaktadırlar? Nasıl olup da, kuşların sahip oldukları kabul edilen "saat"ler, birbiriyle bu denli uyumludur?
Göç gibi kusursuz planlı bir hareketin kendi kendine oluşması imkansızdır. Ayrıca kuşlarda ve göç eden diğer tüm canlılarda ne çeşitte olursa olsun bir saat yoktur. Göç eden bütün canlılar bunu her sene kendi belirledikleri zamanlarda yaparlar, ama bunu bir iç saate uyarak yapmazlar. Bazı kişilerin iç saat olarak nitelendirdikleri şey; Allah'ın bu canlılar üzerindeki kontrolüdür. Evrendeki her şey gibi göç eden canlılar da Allah'ın emirleri ile hareket etmektedirler.
Enerji kullanımı
Kuşlar uçmak için büyük bir enerji sarf ederler. Bu yüzden de kara ve denizdeki tüm canlılardan daha çok yakıta ihtiyaç duyarlar. Örneğin, 3.000 km.lik Hawaii-Alaska mesafesini kat edebilmek için bir kaç gramlık "sarısalkım kuşu", yolculuğu boyunca 2.5 milyon kez kanat çırpmak zorundadır ve 36 saat gibi uzun bir süre havada kalabilmektedir. Bu yolculuğu sırasındaki sürati ise saatte ortalama 80 km.dir. Bu kadar yorucu bir uçuş sırasında, kuşların kanındaki asit miktarı aşırı derecede artar ve yükselen vücut ısısı nedeniyle de kuş bayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bazı kuşlar, bu tehlikeyi karaya inerek engellerler. Peki engin denizlerin üzerinde göç etmekte olanlar ne yapacaktır? Kuş bilimciler bu durumda kuşların kanatlarını mümkün olduğu kadar açıp, kendilerini bırakarak serinlediklerini gözlemlemişlerdir.
Göçmen kuşların metabolizmaları da, bu işi kaldıracak kadar güçlüdür. Örneğin göç eden en küçük kuş olan "kolibri"nin vücudundaki metabolizma hareketi, bir filinkinden 20 kat daha fazladır. Kuşun vücut sıcaklığı 62°C' ye ulaşır.
Uçuş teknikleri
Allah kuşları böyle zorlu uçuşlar için uygun bir tarzda yaratmış olmasının yanında, bir de onları elverişli rüzgarlardan faydalanmalarını sağlayacak yeteneklerle donatmışlardır.
Örneğin leylek, yükselmekte olan ılık hava akımlarıyla 2.000 metreye kadar çıkar, ardından kanat çırpmaksızın kendini aşağı bırakarak bir sonraki ılık hava akımına doğru süzülür. Bu kuşa büyük bir enerji tasarrufu sağlamaktadır.
Kuş sürülerinin bir başka uçuş tekniği ise "V" şeklindeki uçuştur. Bu sayede, önde giden kuvvetli ve büyük kuşlar, hava akımına karşı bir çeşit kalkan oluşturarak, daha zayıf olanların işlerini kolaylaştırırlar. Bu şekilde bir organizasyonun sürü genelinde %23 tasarruf sağladığı ispatlanmıştır.

Yüksek irtifada uçuş

Göçmen kuşların bir bölümü çok yüksek irtifada uçarlar. Örneğin kazlar 8.000 metre yükseklerde uçabilirler. Atmosferin, 5.000 metrede bile deniz seviyesine kıyasla %63 daha az yoğun olduğu hatırlandığında kazların uçtuğu yüksekliğin ne denli akıl almaz olduğu anlaşılmaktadır. Atmosferin bu denli seyrek olduğu bir yükseklikte uçan kuş, daha hızlı kanat çırpmak ve dolayısıyla daha fazla oksijen bulmak zorundadır.
Allah bu hayvanların ciğerlerini, yükseklerdeki oksijenden maksimum oranda faydalanabilecek şekilde yaratmıştır. Memeli hayvanlarınkinden farklı bir şekilde çalışan akciğerler, kuşların seyrek havadan aldıkları enerjinin normalden fazla olmasını sağlar.

Mükemmel duyma yeteneği

Kuşlar göçleri sırasında hava olaylarına da dikkat ederler. Örneğin yaklaşan bir fırtınanın odağına girmemek için yollarını değiştirirler. Kuşların bu özelliğini araştıranlar, bazı kuşların atmosferde çok uzak mesafelere yayılan son derece küçük frekanslı sesleri işittiklerini saptamıştır. Bu sayede göçmen kuş, bulunduğu yerden çok uzaktaki bir dağın üzerinde patlayan fırtınayı veya yüzlerce kilometre ileride, denizin üzerindeki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Ayrıca, kuşların göç yollarını, hava şartlarının genelde tehlikeli olduğu bölgelerden uzak tuttukları da bilinmektedir.

Yön algılama

Kuşlar, binlerce kilometrelik uçuşları sırasında, pusula, harita ya da benzeri yön belirleyicilerden yoksun olarak, nasıl doğru yönü bulmaktadırlar?
Bununla ilgili olarak ilk öne sürülen teori, kuşların yer şekillerini ezberledikleri ve böylece yolu şaşırmadan kat edebildikleri şeklindeydi. Yapılan deneyler, bu teorinin yanlış olduğunu göstermiştir.

Konuyla ilgili olarak güvercinler üzerinde yapılan bir deneyde, hayvanların gözlerine etrafı görmelerini engelleyen donuk lensler takılmıştır. Ancak, böylece yeryüzü şekillerini görmeleri engellenmiş güvercinler, sürülerinden bir kaç kilometre ötede bırakılsalar bile, yine gidecekleri yolu bulabilmişlerdir.
Yapılan araştırmalarda, dünyanın manyetik alanının özellikle kuş türleri üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştır. Kuşların, yerin manyetik alanından yararlanarak yönlerini bulmalarını sağlayan oldukça gelişmiş bir "manyereseptör" (manyetik alan algılayıcısı) sistemine sahip oldukları ortaya konmuştur. Bu sistem sayesinde, kuşlar, göç sırasında dünyanın değişen manyetik alanını hissederek, yönlerini belirlemektedirler. Deneyler, göçmen kuşların, manyetik alandaki %2'lik bir değişimi bile algıladıklarını göstermiştir.
Şüphesiz, kuşun vücut yapısı, akciğeri, kanatları, sindirim sistemi gibi, yön bulma yetenekleri de Allah'ın kusursuz yaratma sanatının bir delilidir.

"Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır." (Nahl Suresi, 79)

2 Nisan 2012 Pazartesi

Hemoglobin Molekülleri


Alyuvarlar oksijeni sadece taşırlar. Vücut hücrelerinin, oksijeni kullanmaları için, özel moleküllere ihtiyacı vardır. İşte bu molekül, alyuvarlara kırmızı rengini veren hemoglobin molekülüdür.
Vücudumuzdaki yaklaşık 25 trilyon küçük kırmızı hücre hiç durmadan yük taşır. Alyuvar isimli bu hücreler, kan sıvısı içinde bütün vücudu baştan aşağı dolaşır ve yerine göre oksijen ya da karbondioksit taşırlar. Bir hücrenin taşıdığı maddeye göre özel bir yapısının olması gerekmektedir. Örneğin oksijen taşıyacak hücre için en ideal şekil hücrenin yassı olmasıdır. Alyuvar hücresinin yuvarlak ve yassı şekli, hücrenin yüzey alanını artırır ve oksijenle temasını kolaylaştırır.

Vücutta oksijen taşınması için alyuvar hücresinin yassı olması da tek başına yeterli değildir. Alyuvarlar oksijeni sadece taşırlar. Vücut hücrelerinin, oksijeni kullanmaları için, özel moleküllere ihtiyacı vardır. Bu molekülün oksijenle üç boyutlu bir yapıda en ideal şekilde birleşmesi gerekir. Ayrıca alyuvarlar oksijene çok da sıkı bağlanmamalı, oksijen verilecek hücreye geldiğinde, oksijenden kolayca ayrılabilmelidir. Kısacası oksijenin taşınması ve gereken yerlerde kullanılabilmesi için kendine has bir tasarıma sahip çok özel bir moleküle ihtiyaç vardır. İşte bu molekül alyuvarlara -dolayısıyla kana- kırmızı rengini veren hemoglobin molekülüdür. Hemoglobin birbirinden farklı iki işlev yapabilmesi nedeniyle bilim adamları tarafından "olağanüstü bir molekül" olarak nitelendirilmektedir.

Hemoglobinin kusursuz molekül yapısı ve işlevleri bilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Evrimci Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery (Büyük Evrim Gizemi) adlı kitabında, hemoglobinin hayranlık uyandırıcı özelliklerinden birini şöyle açıklamıştır:

'Kanın oluşumu, tek başına bir Saga destanı gibidir. Çoğunun yeterince anlaşılmadığı en az 80 unsurdan oluşur. En büyük öneme sahip olan bileşen ise hemoglobindir. Hemoglobin akciğerdeki oksijeni alırken, karbondioksiti bırakır ve oradan kaslara geçer. Orada ise tam tersi işlevi yapar, oksijeni bırakıp, karbondioksiti alır. Kaslar besinleri yakıp karbondioksit oluşturur. Bir arabanın akaryakıt yakıp karbonmonoksit üretmesi gibi. Bu madde gerçekten olağanüstü bir moleküldür ki, bir anda oksijene karşı birleşme eğilimi gösterirken, birkaç saniye sonra bu eğilimini kaybeder. Bir anda tercihi karbondioksite bağlı olarak değişir. Bu da onu daha da dikkate değer yapar. Yaptığı işe uyum gösteren daha iyi bir örnek yoktur.'

Hemoglobin molekülü hiçbir zaman oksijen ile karbondioksiti birbirine karıştırmaz. Daima doğru adrese gider. Bir molekülün düşünme, karar verme, seçme ve tercih yapma gibi özelliklere sahip olması elbetteki düşündürücüdür.
Hemoglobin molekülü adeta şuurlu bir varlık gibi gerektiği yerde ve zamanda gereken seçimi yapabilmektedir. Yalnızca oksijeni taşımakla kalmayan hemoglobin, oksijene acil gereksinimi olan bir kasın yanından geçerken bu oksijeni bırakması gerektiğini hemen anlamakta, bu sırada açığa çıkan karbondioksiti alması ve nereye bırakması gerektiğini de bilerek hareket etmekte ve yeni yüküyle birlikte akciğerlere doğru yola çıkmaktadır. Hemoglobin molekülü hiçbir zaman oksijen ile karbondioksiti birbirine karıştırmaz ve daima doğru adrese gider. Bir molekülün düşünme, karar verme, seçme ve tercih yapma gibi özelliklere sahip olması elbette ki düşündürücüdür. Allah'ın verdiği bu olağanüstü özellik sayesinde tüm insanlar yaşamlarını rahatlıkla sürdürür. (www.belgeseller.net)

İnsan vücudunda saatte ortalama 900 milyon alyuvar üretilir. Sadece bir alyuvar hücresinde ise yaklaşık 300 milyon hemoglobin molekülü bulunur. Bu moleküllerin tümü bu işlemleri hiçbir karışıklık çıkmadan yapabilecek özelliklere sahiptir. İnsan vücudunda bulunan bütün hemoglobin moleküllerinin sayısı ve bu moleküllerin hepsinin istisnasız aynı yeteneklere sahip oldukları düşünüldüğünde Allah'ın büyüklüğü bir kez daha idrak edilmektedir.
Böyle bir seçiciliğin tesadüfen ortaya çıkamayacağı, tesadüflerin insan vücudundaki milyarlarca hemoglobine bu özellikleri kazandıramayacağı akıl sahibi her insan için çok açık bir gerçektir. Hemoglobin molekülünü yaratan ve her insanın vücuduna tüm özellikleriyle birlikte yerleştiren Allah'tır. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

''İşte Rabbiniz olan Allah budur. O' ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O' na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.'' (En'am Suresi, 102)