A9 TV Canlı Yayın

30 Kasım 2011 Çarşamba

Sesin,Kulaktan Beyine Yolculuğu


Duymamızı sağlayan bu mucizevi sistem, en küçük ayrıntısına kadar ince ince tasarlanmış farklı yapılardan oluşmaktadır. Bu sistem hiçbir şekilde evrimcilerin iddia ettiği gibi "aşama aşama" oluşamaz, çünkü en küçük bir detay bile eksik olsa, tüm sistem işe yaramaz hale gelecektir. Açıktır ki kulak, bir bütün halinde alemlerin rabbi olan Allah tarafından kusursuzca yaratılmıştır.

 Dış dünyayla olan iletişimimizi beş duyumuz vasıtasıyla yaparız. Varlıkları görürüz, seslerini işitiriz, tatlarını alırız, kokularını koklarız, dokunarak hissederiz. Bu beş duyunun herbiri, birbirinden kompleks sistemlerle donatılmıştır. Günlük hayatımızda her an yaptığımız hareketler ancak bu sistemlerin eksiksiz olarak görevlerini yerin getirmesiyle mümkün olabilir. Örneğin, dış dünyadaki sesleri duymamızın nasıl gerçekleştiğini inceleyelim:

 Önce havadaki ses dalgaları kulak kepçesi tarafından toplanır. Sonra bu ses titreşimleri kulak zarına çarpar. Kulak zarı, orta kulak kemiklerini titreştirir. Ses titreşimleri böylece mekanik titreşimlere dönüşür. Bu mekanik titreşimler ise, iç kulaktaki "vestibüler pencere" denen kısma geçerek, kulak salyangozunun içindeki sıvıyı titreştirir. Bu sıvının titreşimleri, sinirsel uyarılara dönüşerek işitme yolları ile beyne gidecektir. Beyin, havadaki ses titreşimlerini ancak kendisine iletilen bu elektrik uyarıları vasıtasıyla tanıyabilir.

 Kulak kepçesi, sesi toplayacak şekilde tasarlanmıştır. Kepçe tarafından odaklanan ses, kulak kanalına aktarılır. Kulak kanalının iç kısmı, kulağı dışarıdan gelen kirlere karşı korumak üzere bazı salgılar çıkaran hücrelerle ve tüylerle kaplanmıştır. Kanalın sonunda, orta kulağın ağzına yerleştirilmiş olan kulak zarı vardır. Zarın arkasındaki orta kulak boşluğunda, çekiç, örs ve üzengi adlı üç küçük kemik bulunur. Burnun arka kısmına bağlı olan östaki borusu ise, orta kulaktaki hava basıncını dengelemektedir. Orta kulağın bittiği yerde, çok hassas bir duyma mekanizmasına sahip olan sıvı dolu "salyangoz" bulunur.

Kulak Salyangozu

 Kulak salyangozu içinde çok kompleks bir mekanizma vardır. sSalyangoz spiral biçimindeki bazı özel kanallara sahiptir. Kanalların içinde, "corti organı" bulunmaktadır. Corti organının yüzeyindeki hücrelerin, "tüycük" adı verilen antenleri vardır. Salyangoz içindeki sıvının titreşimleri, corti organının yüzeyindeki zar tarafından bu tüycüklere aktarılır. Kulağa gelen sesin frekansına göre, tüycükler farklı şekilde titreşir. işte bizim duyduğumuz sesleri birbirinden ayırt etmemiz, bu sayede mümkün olur. Bunlar her biri tek tek incelendiğinde harika bir işleyişe sahip organlardır. Bu organların kendi aralarında tam uyumla çalışmaları ise ayrı bir yaratılış mucizesidir. Ses titreşimlerini tüycükler sayesinde algılayan hücreler bunları elektriksel uyarılara dönüştürür ve sinirlere aktarır. Bu sinirler, şakak kemiğinden çıkarak beyine ulaşırlar. beynin içinde, yüksek frekansa sahip sesler ile, düşük frekanslılar farklı yollardan ilerler. bu sayede sesleri birbirinden ayırırız. Duymamızı sağlayan bu mucizevi sistem, en küçük ayrıntısına kadar ince ince tasarlanmış farklı yapılardan oluşmaktadır. Bu sistem hiçbir şekilde evrimcilerin iddia ettiği gibi "aşama aşama" oluşmuş olamaz, çünkü en küçük bir detay bile eksik olsa, tüm sistem işe yaramaz hale gelecektir. Açıktır ki, kulak, bir bütün halinde alemlerin rabbi olan Allah tarafından kusursuzca yaratılmıştır.

 Son teknolojik yeniliklerle dahi taklit edilmesi mümkün olmayan kulak mükemmel bir ses alıcısıdır.

 "O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz". (mü'minun suresi, 78)

28 Kasım 2011 Pazartesi

Yarasaların Radarı

Yarasaları ilginç kılan özelliklerinin başında, olağanüstü yön bulma yetenekleri gelir. Yarasaların bu yeteneği, bilim adamları tarafından yürütülen bir dizi deneyle ortaya çıkarılmıştır.

Allah her canlıya yaratmasındaki büyüklüğü, eşsiz tasarımı göstermek için, çeşitli özellikler vermiştir. Bu özellikler insanı hayran bırakan muazzam bir aklın eseridir. Bizler bunlara bakarak, Allah'a şükretmeliyiz. Gökleri ve yaratan Allah'ın ölüleri de diriltmesinin çok kolay olduğunu unutmamalı, ahiretteki asıl hayatımız için çaba göstermeliyiz.

Yarasalar da Allah'ın eşsiz yaratması için verilebilecek güzel örneklerdendir. Bilim adamlarının yaptıkları deneyler sonucunda bu canlıların yeni özellikleri keşfedilmektedir.

Bilim adamlarının yaptığı deneylerde, yarasa karanlık bir odaya bırakılmıştır. Daha sonra odanın diğer ucuna bir sinek yerleştirilmiş ve yarasanın hareketleri gece görüş özelliği olan kameralarla takip edilmiştir. Sinek havada daha ilk kanat çırpışlarını yaparken odanın bir ucundan hızla harekete geçen yarasa doğrudan sineğin yanına gelerek onu avlamıştır. Bu deney ile yarasaların karanlıkta bile işleyen çok keskin bir algılama kabiliyeti olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak yarasanın bu üstün algılaması nereden kaynaklanmaktadır? İşitme duyusundan mı, yoksa sahip olduğu özel bir gece görüş sisteminden mi?

Bu soruların cevabını arayan bilim adamları ikinci bir deney daha yapmışlardır. Bu sefer odaya bir tırtıl konmuş ve üzeri bir gazete sayfası ile örtülmüştür. Yarasa, hiç zaman kaybetmeden, yerdeki gazete sayfasını kaldırarak tırtılı yemiştir. Bu sonuç, yarasanın yön bulma yeteneğinin görme duyusuyla ilgili olmadığını göstermektedir.

Bilim adamları yarasalarla ilgili deneylerine devam etmişlerdir: Uzun bir koridorun bir ucuna yarasa, diğer ucuna ise yem olarak bir grup kelebek yerleştirilmiştir. Ancak bundan önce koridoru diklemesine kesen, birbirine paralel duvarlar yapılmıştır. Daha sonra da bu duvarların her birine, ancak bir yarasanın geçebileceği kadar genişlikte birer delik açılmıştır. Deliklerin özelliği her duvarın farklı bir noktasında olmalarıdır. Yani yarasanın bu duvarları aşması için adeta "slalom" yarışı yapan kayakçılar gibi sürekli manevra yapması gerekecektir.

Yarasa ilk duvara yaklaştığında doğrudan deliğe doğru hareket ederek buradan kolaylıkla geçmiştir. Bundan sonraki her duvarda aynı şey gözlemlenmiştir: Yarasa duvara çarpmak bir yana, duvar yüzeyindeki deliği aramaya bile gerek duymamaktadır. Son duvarı da rahatlıkla geçen yarasa burada yakaladığı kelebeklerle karnını doyurmaktadır. 

Bu durum karşısında hayranlıklarını gizleyemeyen bilim adamları, yarasanın algılamasındaki hassasiyeti anlamak için son bir deney daha yapmaya karar vermişlerdir. Bu kez amaç yarasanın algı sınırlarını daha kesin belirlemektir. Yine uzun bir tünel hazırlanmış ve tünel boyunca 0.6 mm kalınlığındaki çelik teller tavandan yere inecek şekilde dağınık bir tarzda gerilmiştir. Yarasa, deneyi yapanları bir kez daha şaşırtarak, gerili tellerden hiç birine takılmadan, tek seferde aralarından geçerek yolculuğunu başarıyla tamamlamıştır. Yarasanın bu uçuşu, 0.6 mm kalınlığındaki telleri bile uzaktan algılayabildiğini göstermektedir. Yapılan diğer araştırmalar da yarasaların bu inanılmaz algılama yeteneklerinin, sahip oldukları özel bir sonar sistemine bağlı olduğunu göstermiştir. 

Yarasalar, etraflarındaki cisimleri algılamak için, yüksek titreşimli ses dalgaları yayarlar. İnsanlar tarafından duyulamayan bu dalgaların yankıları yarasa tarafından algılanır ve böylece hayvan içinde bulunduğu ortamın bir tür 'harita'sını çıkarır. Yani yarasanın havada uçan küçücük bir sineği algılaması, çıkardığı seslerin sineğe çarpıp geri dönmesiyle oluşan yankıya dayanır. Yarasanın sonarla yön bulması, yaydığı seslerin kendisine geri dönme süreleri arasındaki farkı hesaplaması sayesinde mümkün olmaktadır.

Doppler etkisi denen fizik kuralına göre, hareket halindeki bir cisme çarpan sesin frekansı değişir. Yarasa sanki Doppler etkisini bilirmişçesine, hareketli cisimlere doğru yolladığı ses dalgalarını değiştirir. İşte bu noktada yarasa sonarının olağanüstü bir yönü daha ortaya çıkar. Allah yarasanın işitme sistemini yalnızca kendi sesini duyacak biçimde yaratmıştır. Kuran'da Allah şöyle buyurmuştur:

"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır" (Nahl Suresi, 66)

23 Kasım 2011 Çarşamba

Denizlerin Birbirine Karışmaması

Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir:

"Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler..."(Rahman Suresi, 19-20)

Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir fiziki kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının birbirine karışamadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller.

İnsanların, ne fizikten, ne yüzey geriliminden, ne de okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olması, onun herşeyi yaratan yüce Allah'ın katından indirildiğini gösteren delillerden biridir.

20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlerin ilkel anlayışlarını kökünden yıkmıştır. Evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla YARATILDIĞI astronomi tarafından pek çok gözlem ve hesapla kanıtlanmış durumdadır.

20. yüzyılın başlarına dek evren hakkındaki hakim olan görüş, sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. Bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.

Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken bir Yaratıcı'nın varlığını da reddediyordu. Materyalist felsefeci George Politzer, "evrenin yaratılmış bir şey" olmadığını öne sürmüştü ve şöyle demişti: "Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde Allah tarafından belli bir anda ve yoktan var edilmiş olması gerekirdi".

22 Kasım 2011 Salı

Balta Balıkları Ve Berber Balığı

Berber balığı adı verilen ufak balıklar, benekli balta balıklarının üzerlerindeki ölümcül parazitleri temizlemekle görevlidirler. berber balıkları temizleme işlemini yaparken, balta balıkları onları ürkütecek en ufak bir harekette bile bulunmazlar. sanki karşılıklı bir anlaşma yapılmışçasına berber balıklarının işlerini bitirmelerine izin verirler. bu şekilde, başka hiçbir şekilde elde edemeyecekleri bir temizliği sağlamış olurlar.


Kaplumbağa ile Mercan Balıkları


Mercanlarda yaşayan balıkların birçoğu dipteki kayaların üzerinde buldukları su yosunları ile beslenirler. ancak bu balıkların tek yiyecek kaynağı su yosunları değildir. bazı mercan balıkları, deniz kaplumbağalarının kabuklarına yapışmış olan mantarları da yerler.


Yüzerek bu balıkların yanına gelen deniz kaplumbağaları, sanki sözleşmiş gibi, balıkların yaşadığı bölgeye yakın bir yerde durarak balıkların gelmesini bekler. böylece kendi yapamayacakları temizliği, mercan balıklarına yaptırmış olurlar.


Bunların hiçbiri bu canlıların planlayabileceği davranışlar değildir. denizaltındaki bu hayret verici işbirliğinin tesadüfen gerçekleşmiş olması da imkansızdır.


Bu canlılar, yeryüzünde var oldukları ilk günden beri sonsuz akıl sahibi allah'ın ilhamı ile hareket etmektedirler. bir kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:


"... göklerde ve yerde her ne varsa o'nundur, tümü o'na gönülden boyun eğmişlerdir."(bakara suresi, 116)


Bazı canlılar kendi kendilerini temizleyebilecek herhangi bir sisteme sahip değillerdir. bunun için başka canlılarla yardımlaşırlar.


Bazı mercan balıkları, deniz kaplumbağalarının kabuklarına yapışmış olan mantarları da yerler. yüzerek bu balıkların yanına gelen deniz kaplumbağaları, sanki sözleşmiş gibi, balıkların yaşadığı bölgeye yakın bir yerde durarak bu balıkları beklerler. böylece kendi yapamayacakları temizliği mercan balıklarına yaptırırlar.


Yeryüzündeki pek çok canlı gibi deniz canlıları da yaşamlarını sürdürmek için kimi zaman birbirlerinin yardımına ihtiyaç duyar.


Örneğin bazı deniz canlılarının, üzerlerinde oluşan organizmaları, mantarları ya da ölümcül parazitleri sık sık temizlemeleri gerekir. ancak bu canlılar kendi kendilerini temizleyebilecek herhangi bir sisteme sahip değillerdir. bunun için başka canlılarla yardımlaşırlar. normal şartlar altında av konumunda olabilecek bir canlı, hiç çekinmeden avcı konumundaki diğerinin üzerinde gezinir ve buradaki parazit ve mantarları yiyerek temizler.


Bu şekilde bir taraf kendisine yiyecek temin ederken, diğer taraf temizlenmiş ve zararlı organizmalardan arınmış olur. her iki taraf da bu alış-verişten memnundur. temizlenmek isteyenler kimi zaman denizlerin en tehlikeli canlılarından olan köpekbalıkları ya da dev balinalar da olabilmektedir. bu canlılar temizleme işlemini yapan küçük balıkların üzerlerinde gezinmelerine hatta ağızlarının içine girmelerine bile izin verirler. bu sırada onlara en ufak bir zarar vermezler. temizleyici küçük balıklar da, onların kendilerine zarar vermeyeceğinden emin bir şekilde, korku duymaksızın onlara yaklaşırlar.

21 Kasım 2011 Pazartesi

EL


Allah, sizi bir za'ftan yarattı, sonra (bu) za'fın ardından bir kuvvet kıldı, sonra bu kuvvetin ardından da bir za'f ve yaşlılık verdi...
(Rum Suresi, 54)


Bir çayı karıştırmak, gazetenin sayfalarını çevirmek, yazı yazmak gibi sıradan gördüğümüz işlemleri yürüten elimiz gerçekte inanılmaz bir mühendislik harikası olarak çalışmaktadır.


Elin en önemli özelliği, tamamen standart bir yapısı olmasına rağmen birbirinden çok farklı kullanım alanlarında büyük bir verimle işlemesidir. Çok sayıda kas ve sinire sahip olan kollarımız, şartlara göre elimizin kuvvetli veya yumuşak kavramasında yardımcı olurlar. Mesela; insan eli, yumruk sıkılmamış haldeyken bile herhangi bir nesnenin üzerine 45 kilo ağırlığında bir güçle darbe indirebilir; diğer taraftan da başparmak ve işaret parmağı arasına aldığı, milimetrenin onda biri inceliğindeki bir kağıt parçasını da hissedebilir.


Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı niteliklere sahip işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Ama biz, kağıdı alırken de, yumruk atarken de 1 saniye bile nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeyiz, ikisi arasındaki güç farkını ayarlamayı da düşünmeyiz. "Şimdi bir kağıt alacağım en iyisi 500 gramlık bir güç uygulayayım, şimdi de su dolu kovayı kaldıracağım bunun için de 40 kiloluk bir güç uygulayayım" demeyiz. Bunlar aklımıza bile gelmez.


Çünkü insan eli bütün bu işlemleri aynı anda yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. El, bütün özellikleriyle birlikte, kendisine bağlı bütün yapılarla birlikte aynı anda yaratılmıştır.


Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluktadırlar ve en uygun yerdedirler, ayrıca birbirlerine orantılıdırlar. Mesela, normal başparmağa sahip bir elle atılan yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağa sahip elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır. Çünkü başparmak, kendisi için seçilen uygun uzunluk sayesinde diğer parmakların üzerine kıvrılabilmekte, böylece onları destekleyerek güç arttırımını sağlamaktadır.


Elin yapısında çok ince detaylar vardır; mesela kas ve sinirlerin yanında bazı küçük yapıları da barındırır. Mesela parmaklarımızın ucundaki tırnaklar kesinlikle gereksiz aksesuarlar değildir. Yere düşmüş bir iğneyi alırken, parmaklarımız kadar tırnaklarımızın da yardımına başvururuz. Elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar sayesinde de küçük şeyleri rahatlıkla kavrarız. Hepsinden önemlisi tırnaklar, parmakların, tuttukları cisme uygulamaları gereken hassas basıncın ayarlanmasında büyük rol oynarlar.


Elimizi diğer organlarımızdan ayıran bir başka özelliği de yorulmamasıdır.


Tıp ve bilim dünyasının en büyük çabalarından biri; insan elinin bir benzerini yapay olarak üretebilmektir. Yapılan robot eller; güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan dokunmadaki hassasiyet, mükemmel manevra yeteneği ve değişik işler yapabilme yetenekleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir.


Nitekim birçok bilim adamı, insan elinin tüm fonksiyonlarına sahip robot bir elin yapılamayacağını düşünmektedir. "Karlsruhe Eli" olarak adlandırılan robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli bu konuda şunları söylüyor: "Robot eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam, insanların sahip oldukları ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi gerekir."


Diğer yandan el genelde gözün ortaklığıyla işleyen bir organdır. Gözün algıladığı sinyaller beyne ulaştırılır ve beyinden gelen yeni bir komutla; el, yapacağı işe uygun olarak harekete geçer. Tabii ki bunlar çok kısa sürede ve bizim bu iş için özel bir çaba sarf etmemize gerek kalmadan gerçekleşir. Robot eller ise, ancak ya görme ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilirler. Yapacakları her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3 tanesini bir arada yapabilmektedir ama bu, elin kabiliyetlerinin yanında son derece ilkel kalmaktadır.


Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır.


El, insanlar için Allah tarafından, özel olarak tasarlanmış bir organdır. Her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir.

19 Kasım 2011 Cumartesi

İman Hakikatleri İmanın Kazanılmasına Vesile Olur

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin,bizi ateşin azabından koru."(Al-i İmran Suresi, 191)


İman hakikatleri, insanların iman etmelerine vesile olan en önemli sebeplerden birisidir. İman etmeyen kişi derin bir gaflet içindedir. Etrafındaki yaratılış delillerini göremez. İçinde yaşadığı toplumun dinden uzak yapısı nedeniyle zihni günlük hayatın ayrıntıları ile boğulmuş, algıları ve şuuru etrafındaki sayısız yaratılış gerçeğini fark edemeyecek derecede zayıflamıştır. Oysa böyle bir insana, samimi ve vicdanlı olması kaydıyla, iman hakikatleri anlatıldığı takdirde, Allah'ın varlığına ve birliğine, canlı cansız her şeyi Allah'ın yaratmış olduğuna iman etmesi, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini görmesi umulur. İman hakikatleri, vicdanlı, fakat inkarcı telkinler nedeniyle gerçeklerden habersiz kalmış kimselerin Allah'ın izniyle imana kavuşmaları için çok önemli birer vesiledir.


Dünya bir imtihan yeri olduğu için, herkesi iman etmeye zorlayacak, kişinin vicdanıyla imanı seçmesine fırsat bırakmayacak derecede bir mucize beklemek hata olur. Örneğin, yere attığımız tohum birkaç saniye içinde dev bir ağaca dönüşse muhakkak büyük bir ilgi uyandıracak ve bu olaya şahit olan kimseler tarafından büyük bir mucize olarak nitelendirilecektir. Ancak milyarlarca ağaç, bu değişimi yavaş yavaş geçirdikleri için bu durum ilk bakışta insanlar üzerinde mucizevi bir etki oluşturmaz.


Başka bir örnek üzerinde düşünelim. Ortalama 60-70 yıl içinde yaşlanan insan vücudunun, bir anda gözlerinizin önünde yaşlandığını varsayın. Yeni doğan bir bebek birkaç dakika içinde hızla büyüyerek gelişse, olgunlaşsa ve yaşlansa elbette ki bu şaşırtıcı bir olay olur ve buna şahit olan insanları düşünmeye sevk ederdi.. Ama burada şuna dikkat edelim; aynı olay şu anda da yaşanmaktadır; tek fark aradaki zamandır. Aynı mucizevi olayın fark edilemeyecek derecede yavaş gerçekleşiyor olması; dikkati, şuuru ve tefekkürü zayıf olan insanlar için sıradan bir olay gibi görünür. Oysa bu olay da gerçekte bütünüyle bir mucizedir. Bu mucizeyi fark etmek için ise samimi ve vicdanlı bir bakışla olayın ayrıntılarını incelemek, bu ayrıntılardaki yaratılış hikmetlerini, incelikleri görmek gerekir.


Gaflet içindeki insanların göremedikleri bir gerçek vardır; kendi vücutları dahil çevrelerindeki ve evrendeki her şeyin birer yaratılış mucizesi olduğu... Kuran'da insanlar bu konuda şöyle uyarılmıştır:


Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (Zümer Suresi, 21)


İşte iman hakikatlerinin detaylı olarak anlatılmasının önemi de bu noktada ortaya çıkar. Gaflet içindeki insanların, her gün etraflarında olup biten fakat farkına varmadıkları pek çok yaratılış delilini, mükemmellikleri tüm ayrıntılarıyla onların gözleri önüne sermek, bu kişilerin gafletlerinin dağılmasında son derece etkili olur. Yıllardır herkesin görmeye alıştığı ve pek çok kimsenin üzerinde düşünmeye zahmet etmediği birçok iman hakikatine insanların dikkati çekilirse bu, imani şuurun yerleşmesine, vicdanların uyanmasına ve küfrün batıl telkinlerinin yok olmasına sebep olur.


İman hakikatleri karşısında vicdanının sesini dinleyen kişinin ilk aklına gelen, bunların tesadüfen veya kendiliğinden meydana gelemeyeceği olacaktır. Tüm bunları yaratan üstün güç sahibi Allah'ın varlığını anlayacak ve O'na iman edecektir.

18 Kasım 2011 Cuma

Macaw Papağanlarının Kimya Bilgileri Nereden Geliyor?

Güney Amerika'da yaşayan bir çeşit papağan türü, zehirli olan tohumlarla beslenmeyi başarır. Papağanın bu davranışı çok hayret vericidir. Çünkü diğer canlılar söz konusu tohumlara yaklaşamazken ısrarla zehirli tohumları yiyen bu kuşlara hiçbir şey olmamaktadır.

Macaw adı verilen bu papağanlar besleyici değeri yüksek olan bu zehirli tohumları yedikten hemen sonra bir kayalığa doğru uçarlar. Oraya vardıklarında burada bulunan bazı killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Bu, rastgele yapılan bir hareket değildir. Killi kaya parçalarının özelliği, tohumların içindeki zehri emmeleridir. İşte bu sayede kuş, herhangi bir rahatsızlık hissetmeden tohumları sindirebilmektedir.

Bu hayvan, tohumun zehirleyici etkisini teşhis edecek tıp bilgisine nasıl sahip olmuştur? Peki bu etkiyi nasıl ortadan kaldıracağını nereden bilmektedir? Zehri etkisiz hale getirecek bir maddenin killi kayaların içinde bulunduğunu bilmesini sağlayacak kadar eczacılık eğitimi almış olabilir mi? Elbette ki bunların hiçbiri olamaz.

Bir insan tohumların zehirli olup olmadığını bakarak anlayamaz. Tohumun zehrini nasıl etkisiz hale getireceğini ise tahmin bile edemez. Bunun için ya bir eğitim almış olması ya da bilen birilerine danışmış olması şarttır. Bu durumda hiçbir akla ve şuura sahip olmayan bir kuşun, uzun kimyasal tahlil ve incelemeler sonucunda böyle bir şeyi keşfettiği elbette ki söylenemez. İnsanların uzun süren bir uzmanlık eğitiminden sonra ulaştığı bilgilere, Macawların tesadüfen ulaşması da imkânsızdır. Bu bilgiyi Macawlara herşeyi kusursuz olarak yaratan ve herşeyi bilen Allah öğretmiştir.

Bu tür örnekler üzerinde derinlemesine düşünmek canlıların davranışlarının tesadüfen ortaya çıkamayacağını anlamak için yeterlidir. Bütün canlılar ihtiyaçları olan bilgilere Allah'ın kendilerine ilham etmesi, öğretmesi sayesinde kavuşurlar. Hiçbir canlı başıboş, sahipsiz ve sözde tesadüflerin akışına bırakılmamıştır. Bir Kuran ayetinde Allah'ın tüm canlılar üzerindeki mutlak kontrol ve hakimiyeti şöyle haber verilir:

Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir.
(Hud Suresi, 56)

17 Kasım 2011 Perşembe

Göklerdeki Düzen

Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.
(Mümin Suresi, 57)




Kainatta kusursuz bir düzen bulunmaktadır. Bu kusursuz düzen içinde güneş sistemi çok küçük bir yer tutmaktadır. Ancak kainata göre bir nokta tanesi kadar küçük olan bu sistem, bize göre çok büyüktür. Güneş sisteminin büyüklüğünü biraz daha detaylı düşünelim.


Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.


Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... George Greenstein, bu akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:


Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.


Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.


Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, kusursuz düzen ve denge insanın yaşamı için tam olması gereken yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Evrenin Yaratılışı

Materyalist felsefe, evrenin sonsuzdan beri var olan başıboş bir madde yığını olduğunu iddia eder. Ancak 20. yüzyıl biliminin bulguları bu iddiayı kesin olarak çürütmüştür. Günümüzde bilim göstermektedir ki; evren Büyük Patlama (Big Bang) adı verilen bir patlama ile bir anda yoktan var edilmiştir. Dahası evrenin tüm fiziksel dengeleri, insan yaşamına imkan sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Allah, yıldızların içindeki nükleer reaksiyonlardan, karbon atomunun ya da su molekülünün kimyasal özelliklerine kadar her şeyi kusursuz bir uyumla yaratmıştır.

Ahir Zamanda Tıp


Günümüzde yaşanan her türlü bilimsel ve teknolojik gelişme tıbbi çalışmaları hızlandırmıştır. Tıp alanındaki gelişmeler hata payını her geçen gün daha düşürmekte, hastalıklara teşhis konmasını kolaylaştırmakta ve Allah’ın izniyle tedavi imkanlarını artırmaktadır. 

Anne Sütüyle Eşdeğer İnek Sütü 

Çinli bilim adamları, insan sütü salgılayan inek geliştirildiğini açıkladı. Çin Ziraat Üniversitesi yetkilileri, genetiğiyle oynanan ve insan geni eklenen 300 ineğin anne sütüyle eşdeğer özelliklere sahip süt ürettiğini bildirdi. Özellikle enfeksiyona yakalanma riskini azaltan ve bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği için yeni doğan bebeklerin içmesi gereken anne sütüne alternatif olacak “yapay anne sütü”nün piyasaya sunulması için hazırlıklara başlandığını belirten profesör Ning Li “Elde ettiğimiz süt, ineklerden aldığımız ortalama sütten daha yoğun ve sağlık açısından anne sütüyle eşdeğer özelliklere sahip. En geç 10 yıl içinde inekten elde edilen anne sütünün piyasaya çıkmasını bekliyoruz” dedi. Genetiğiyle oynanan ineklerden elde edilen sütün içinde anne sütünde yoğun miktarda bulunan ve hastalıklarla savaşan antimikrobik protein lizozim ve bebeklerin bağışıklığını arttıran laktoferrin maddesinin bulunduğu belirtildi. 

haber.gazetevatan.com 

11 Günde Yeni Kalp 

ABD’nin San Diego kentindeki Scripps Research Enstitüsü’nde doktorluk yapan Cem Efe ve ekibi, 11 gün içinde fare deri hücrelerinden kalbi yenileyecek hücreler elde etmeyi başardılar. Daha önce hücre elde etme süresi 30-40 gün sürüyordu. Doktor Efe ve ekibi süreyi 11 güne indirdiler. Yeni yöntemle sadece kalp değil, beyin ya da çeşitli iç organ hücreleri de elde edilebilecek. 

Dr. Efe sonraki çalışmaların insan hücreleri üzerinde olacağını vurguladı. Tedavi metodunun geliştirilmesi durumunda yöntemin Alzheimer, Parkinson hastalıklarında da kullanılabileceğini söyledi. 

www.hurriyet.com.tr 

Proteze Son: Sakatliğin İlaci Üretilen Kikirdak 

Bilkent Üniversitesi laboratuvarlarında üretilen kıkırdak, 100 kişiye başarılı bir şekilde uygulandı. Bu yöntemle eklem yerlerinden rahatsızlanan hastalarda iyileşme sağlandı. Vücudun kendi kendine üretemediği tek hücre olan kıkırdak, Bilkent Üniversitesi Teknokent Laboratuvarı’nda biyoteknoloji yöntemiyle üretilmeye başlandı. Dünyanın sayılı laboratuvarlarında yapılabilen “doğal kıkırdak üretimi” Türk doku mühendisleri tarafından Türkiye’de de üretiliyor. Kaza, düşme, burkulma ve operasyonel nedenlere bağlı diz eklemlerinde kıkırdağı hasar görmüş hastalardan alınan toplu iğne başı büyüklüğündeki doku örneği ve bir tüp kan ile 14 günde kıkırdak hücreler laboratuvar ortamında çoğaltılarak hasarlı bölgeye yapıştırılıyor. 

www. sabah.com.tr


15 Kasım 2011 Salı

Yaşayan Fosiller -2 (Kurt Kafatası)



Yaş: 4,9 milyon yıllık

Dönem: Pliosen

Bölge: Gan Su, Çin

Ön yargılardan uzak, samimi ve hür düşünen hiç kimse, şuursuz atomların tesadüfler sonucunda biraraya gelip, kendi kendilerine organize olup, düşünen, akleden, hisseden, gören, işiten, keşiflerde bulunan, sanat eserleri yapan insanları meydana getirdiğine inanmaz. Fakat Darwin'in evrim teorisi, insanlara bu akıl dışı inancı dayatır.
Ancak, onlarca bilim dalının ortaya koyduğu sayısız bulgu, Darwinizm'in batıl inançlarının devam etmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Bu delillerden biri de resimde görülen 4,9 milyon yıllık kurt kafatasıdır. Diğer tüm canlıların olduğu gibi, kurtların da evrim geçirmediğinin ispatı olan bu fosil karşısında Darwinistler çaresizdir.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Cennetteki Yiyecekler


Cennette insanların nefislerinin hoşuna gidecek, canlarının istediği ve arzuladıkları son derece lezzetli pek çok yiyecek olduğu Kuran'da ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilir. Özellikle dünyada da makbul yiyecekler arasında olan et ve meyvenin her çeşidi cennet ehline bol bol sunulacaktır. Allah ayetlerinde cennet ehline yapılan bu ikramların güzelliğini şöyle haber verir:
Arzulayıp-seçecekleri meyveler, Canlarının çektiği kuş eti. (Vakıa Suresi, 20-21)
Yaptıklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur); (Vakıa Suresi, 24)
Hem Kuran ayetlerinde hem de hadislerde cennet ehline sunulan bazı nimetlerin dünyadakilerle benzer olduğuna dikkat çekilmektedir. Allah bu gerçeği bir ayette şöyle bildirmektedir:
(Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
Cennet nimeti olarak sunulan yiyeceklerin her biri hem estetik güzelliğe sahiptirler hem de son derece lezzetli yiyeceklerdir. Bunlardan özellikle meyveler görünüşleri, renkleri, kokuları ve kendilerine has tatları ile birbirlerinden güzeldirler.


Örneğin çilek pek çok kişinin severek yediği, kokusundan ve lezzetinden çok hoşlandığı bir meyvedir. Fakat tüm güzelliğine rağmen çilek çok yendiği takdirde kimi bünyelerde alerjik tepkilere yol açabilir. Bu, dünya hayatına has bir eksikliktir. Dünyada tüm nimetler gibi meyvelerin de pek çok açıdan kusurlu yanları vardır. Yetiştirilmelerinden başlayarak, satın alınmalarına, yıkanmalarına, ayıklanmalarına kadar pek çok zahmetli aşamadan geçerler. Verilen tüm emeklere rağmen kimi zaman çürür, kimi zaman da tatları eksik olur. Kısacası insanlar bir şeyler yerken aslında pek çok eksikliğin, zorluğun da üstesinden gelmeye çalışırlar. Dünya hayatına mahsus olarak yiyeceklerin hepsi belli bir kusur ile yaratılarak insanların bu nimetlerin asıllarına özlem duymalarına sebep olurlar. Üstelik ne kadar sevilen bir yiyecek olursa olsun sürekli yendiği takdirde bu yiyecekten alınan zevk ilk baştaki kadar yoğun olmaz.
Cennetteki yiyecek ve meyveler ise cennet ehlinin önüne kusursuz ve zahmetsiz olarak gelirler. Allah Kuran'da "(Meyvelerin) Gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmış." (İnsan Suresi, 14) ayetiyle bu meyvelere ulaşmanın son derece kolay olduğunu bildirmiştir. Cennette dalından koparılan bu meyveler toz, kir olmaksızın tertemizdir ve lezzetleri de mükemmeldir. Başka ayetlerde de Allah cennet meyveleri ile ilgili olarak şöyle buyurur:
İşte, yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur. Orda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf Suresi, 72-73)
Peygamberimiz (sav) ise bir hadiste cennete girecek müminlere "Onu meyveleri aşağıya sarkan yüksek cennete koyun!"denildiğinden bahsetmektedir. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 413/10120]
Cennette yemek ihtiyaçtan değil, Allah'tan bir nimet ve ikram olarak zevk için yenmektedir. Orada iman edenler acıkma, susama gibi dünyaya dair acizliklerden arındırılmışlardır. Muharref İncil'de de cennete layık olan kişilerden bahsedilirken, "Artık acıkmayacak, artık susamayacaklar..." ifadesi yer almaktadır. (Yuhanna'ya Gelen Esinleme, 7. bölüm, 16)
Cennet nimetlerinin ayet ve hadislerde vurgulanan bir diğer özelliği de çok bereketli olmalarıdır. Allah ahiret yurdu için, orada rızkın hesapsızca olduğunu ve tükenmenin söz konusu olmadığını Sad Suresi'ndeki ayetlerde şöyle bildirmektedir:
İşte hesap günü size va'dedilen budur. Şüphesiz bu, Bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok. (Sad Suresi, 53-54)
İncil'de de yiyeceklerin tükenmeyeceğine işaret eden bir bilgi şöyle yer alır:
Geçici olan yiyecek için değil, sonsuz yaşam boyunca kalan yiyecek için çalışın... (Yuhanna, 6. bölüm, 27)


Stres Ve Depresyona Kesin Çözüm

"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)

Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir. (En'am Suresi, 125)
 

Din ahlakını yaşamayan insanların Allah'a güvenip teslim olmamaları hayatlarını sürekli üzüntü, sıkıntı ve stres içinde geçirmelerine sebep olur. Bu yüzden psikolojik kökenli pek çok hastalığa yakalanırlar, vücutları çok hızlı yıpranır, kısa sürede yaşlanıp çökerler. Yaşadıkları ruhsal sıkıntının etkisi bedenlerinin her noktasında kendisini gösterir. 

Müminler ise psikolojik yönden sağlıklı oldukları, strese, üzüntüye, ümitsizliğe kapılmadıkları için bedenen de daha sağlıklı ve dinç kalırlar. Allah'a tevekkül etmelerinin, güvenip dayanmalarının, herşeye hayır gözüyle bakmalarının, Allah'ın kendilerine olan güzel vaat ve müjdelerinin sevincini sürekli içlerinde taşımanın olumlu etkisi, fiziksel özelliklerine de yansır. Tabii ki bu durum, dini tam anlamıyla kavrayan ve vicdanını tam kullanarak, Kuran ahlakını hakkıyla yaşayan kimseler için geçerlidir. Elbette ki onlar da hastalıklara yakalanır ve doğal olarak yaşlanırlar, ancak bu durum diğerleri gibi psikolojik kaynaklı bir çöküntü şeklinde değildir. 

Günümüzde çağın hastalıkları olarak isimlendirilen "stres ve depresyon", kişiye yalnızca psikolojik olarak zarar vermekle kalmayıp, bedeninde de fiziksel olarak çeşitli etkilerle kendisini göstermektedir. Stres ve depresyona bağlı olarak meydana gelen rahatsızlıkların başlıcaları, bazı akıl hastalıkları, uyuşturucu madde bağımlılıkları, uykusuzluk, deri, mide, tansiyon hastalıkları, nezle, migren, kemiklerle ilgili birtakım hastalıklar, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları, alerjiler, kalp krizi, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlardır. Tabii ki tüm bu hastalıkların oluşma sebebi, her zaman stres veya depresyon olmayabilir. Fakat bilimsel olarak da ispatlandığı gibi bunların çıkış noktası çoğu kez psikolojik kaynaklıdır. 

İnsanlar arasında çok yaygın olarak görülen "stres", korku, güvensizlik, umutsuzluk, aşırı heyecan, endişe, baskı gibi duyguların, vücuttaki dengeyi bozarak bedende oluşturduğu genel bir gerilim durumudur. İnsanlar strese girdikleri zaman, vücutları buna tepki gösterir ve alarma geçer. Vücutta çeşitli biyokimyasal reaksiyonlar başlar: Kandaki adrenalin seviyesi yükselir; enerji tüketimi ve vücut reaksiyonları maksimum seviyeye çıkar; şeker, kolesterol ve yağ asitleri kana bırakılır; kan basıncı artar ve kalp atışı hızlanır. Glikoz (şeker) beyne yönlendirildiğinde kolesterol miktarı yükselir, bu da vücut için tehlike anlamına gelir. 

Özellikle kronik stres, vücut fonksiyonlarını değiştirdiğinden, çok büyük zararlara sebep olabilir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin ve kortizol miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Uzun süreli streste, kortizol hormonunun yükselmesi, bazı hastalıkların -örneğin şeker hastalığı, kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, kanser, ülser, solunum hastalıkları, egzama ve sedef gibi deri hastalıkları, bağışıklık sistemine bağlı rahatsızlıklar- erken yaşta ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kortizol yüksekliğinin beyindeki hücreleri öldürmeye kadar varan etkileri bulunmaktadır. Stresin sebep olduğu rahatsızlıklar bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir: 

Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir ilişki vardır. Stresin sebep olduğu gerginlik, damarların daralmasına, kafanın belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına ve o bölgeye giden kanın bir hayli azalmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kansız kalması doğrudan ağrıya sebep olur. Çünkü muhtemelen bir taraftan gergin dokunun daha çok oksijene ihtiyaç göstermesi, diğer taraftan dokunun zaten yetersiz kanla beslenmesi özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır ve! hızlandırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik kaygıya, kaygı da ağrının şiddetlenmesine yol açar.(Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basým, s. 162.) 

Ancak stresin yol açtığı en ciddi hastalıklardan birisi kalp krizidir. Araştırmalar, agresif, telaşlı, endişeli, sabırsız, rekabetçi, kindar, asabi insanların kalp krizi oranlarının, bu davranışları az gösteren insanlardan daha fazla olduğunu göstermektedir. (Jane E. Brody, "Tool of survival is deadly for heart", The New York Times, 23 Mayıs 2002;) Bunun sebebi ise şöyledir: 

Hipotalamus'un başlattığı, sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması aynı zamanda aşırı insülin salgılanmasına ve dolayısıyla bu insülinin kanda birikmesine sebep olur. İşte bu durum sağlık açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü, koroner damar hastalığına yol açan şartların hiçbiri, kandaki fazla miktardaki insülin kadar kesin ve yıkıcı bir rol oynamaz.(Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basım, s. 159.) 

Bilim adamları, stres derecesi ne kadar yüksekse, kandaki akyuvarların tepkisinin o kadar zayıfladığını ifade etmektedirler. Oxford Üniversitesi Teknoloji Transferi Bölümü'nde görevli Linda Naylor başkanlığındaki ekibin geliştirdiği test sayesinde, stres derecesinin bağışıklık sistemi üzerindeki bu olumsuz etkisi ölçülebilmektedir. 

Stresle, bağışıklık sistemi arasında da yakın bir ilişki vardır. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etki yapar ve bağışıklık sistemini çökertmeye çalışır. Stres altında olan beyin, vücutta kortizol hormonu üretimini artırır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Diğer bir deyişle beyin, bağışıklık sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Bu konuda uzmanlar şöyle demektedir: 

Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin hayat stresleriyle ilişkili olduğu bilinmektedir.(Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, Remzi Kitabevi, 15. basım, s. 169.) 

Kısacası, stres insanın doğal dengesini bozan bir durumdur. Bu olağanüstü durumun süreklilik göstermesi vücut sağlığını bozarak, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Uzmanlar, stresin insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini şu temel maddeler altında toplamaktadırlar: 

Kaygı ve Panik: İşlerin kontrolden çıktığı hissine kapılma 
Sürekli artan terleme 
Ses değişmesi: Kekeleme, titreyerek konuşma 
Hiperaktiflik: Ani enerji patlamaları, zayıf diabet kontrolü 
Uyumada zorluk çekmek: Kabus görme 
Deri hastalıkları: Sivilce, akne, ateş, sedef hastalığı ve egzama 
Gastrointestinal belirtiler: Hazımsızlık, mide bulantısı, ülser 
Kas tansiyonları: Gıcırdayan veya kenetlenen dişler, çenede ağrı, sırt, boyun ve omuzlarda ağrı 
Düşük dereceli enfeksiyonlar: Nezle vb. 
Migren 
Hızlı kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, yüksek tansiyon 
Böbrek dengesizliği, su tutma 
Solunum bozuklukları, kısa nefesler 
Alerjiler 
Eklem yerleri ağrısı 
Ağız ve boğaz kuruluğu 
Kalp krizi 
Bağışıklık sisteminin zayıflaması 
Beyin bölgesinde küçülme 
Kendini suçlu hissetme, kendine güvensizlik 
Kafa karışıklığı, doğru yorumlar yapamama, iyi düşünememe, zayıf hafıza 
Aşırı kötümserlik, herşeyin kötüye gideceğine inanma 
Kıpırdamadan bir yerde durmada zorluk çekme, mutlaka tempo tutma 
Konsantre olamama veya konsantrasyon zorluğu çekme 
Sinirlilik, alınganlık 
Mantıksızlık 
Kendini yardımsız, umutsuz hissetme 
Artan veya azalan iştah 

Din ahlakından uzak yaşayan kimselerin "stres" denilen sıkıntı ile yaşamaları Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir durumdur: 

"Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124)

Bir başka ayette ise Allah "... bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar..." şeklinde buyurmaktadır. (Tevbe Suresi, 118)
 

Bu sıkıntılı -günümüz ifadesiyle stresli- yaşam, iman etmeyenlerin, imanın kazandırdığı güzel ahlaktan uzak yaşamalarının sonucudur. Bugün doktorlar, stresin etkilerinden korunmak için huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunması gerektiğini ifade etmektedirler. Huzurlu ve rahat bir psikoloji ise, ancak Kuran'ın yaşanmasıyla mümkündür. Nitekim Kuran'da Allah pek çok ayette iman edenlerin üzerine "güven duygusu ve huzur" indirdiğini bildirmektedir. (Bakara Suresi, 248; Tevbe Suresi 26, 40; Fetih Suresi, 4, 18) Rabbimiz'in iman eden kulları için vaadi ise bir ayette şöyle bildirilmektedir: 

Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

13 Kasım 2011 Pazar

Kelebekten Bilgisayarlara Çözüm

Günümüzde bilgisayarlar hayatımızın her anına girmiş durumdalar. Evimizde, işyerlerimizde hatta arabalarımızda... Günün yirmi dört saatini bilgisayarların başında geçirebiliyoruz. Bu kadar yoğun kullanıma sahip olan bilgisayarlardaki teknoloji de her geçen gün büyük bir hızla gelişiyor. Yaşam standartlarının yükselmesi bilgisayarların işlem hızının da aynı hızda gelişmesini gerektiriyor. Böylece bilgisayarlar gün geçtikçe daha da hızlanıyorlar. Yeni çıkan modeller baş döndürücü hızlara rahatlıkla ulaşabiliyor. Bilgisayarların işlem hızını belirleyen çiplerin daha hızlı olması, daha fazla işlemi daha kısa sürede yapabilmesi anlamına geliyor. Ancak bu çipler hızlandıkça daha fazla elektrik kullanılmasına sebep oluyor ve bu hızlı işlemlerin sonucunda çip aşırı derecede ısınıyor. Bilgisayar çipinin erimemesi için ise soğutulması şart. Ancak mevcut pervane fanlar, son model çipleri soğutmaya artık yeterli olamıyor. Bu ısınma problemine yeni çözüm arayışları içindeki çip tasarımcıları sonunda doğadan hazır bir çözüm bulduklarını açıkladılar. Bilim dergisi Mercek'te bu çözüm şöyle aktarılıyor:

"Kelebek kanatları, tasarımlarında mükemmel bir yapıyı da beraberlerinde taşıyor. Tufts Üniversitesi'nde yapılan araştırma, kelebeğin kanatlarında bir soğutma sistemi olduğunu ortaya çıkardı. Bu soğutma sisteminin bilgisayar çiplerinin mevcut soğutma sistemi ile karşılatırıldığında çok daha yüksek bir performansa sahip olduğu ifade ediliyor. Bu konu ile ilgili olarak, Amerikan Ulusal Bilim Kurumu'ndan, makine mühendisi Prof. Dr. Peter Wong'un başkanlığında bir araştırma ekibi kurulmuştur.

Kelebekler soğuk kanlı canlılar oldukları için vücut ısılarını en verimli şekilde, devamlı olarak düzenlemek zorundadırlar. Bu çok büyük bir problemdir. Çünkü uçarken sürtünme ile büyük miktarda ısı oluşacaktır. Bu ısının acil olarak soğutulması gerekmektedir. Aksi halde kelebeğin hayatını sürdürebilmesi mümkün olmayacaktır. Çözüm ise, kanın kanatlardaki çok ince film benzeri dokuların içinden geçirilmesi ile sağlanır. Böylece vücutta oluşan ısı giderilmiş olur."

Bu yeni soğutma tekniğinin, Intel ve Motorola gibi çip üreticilerinin hizmetine 2 yıl içinde girmesi planlanmaktadır. Unutulmamalıdır ki kelebeklerdeki bu eşsiz tasarım, ilk ortaya çıktıkları andan beri vardır. Aksi durumda kelebeklerin yaşaması mümkün değildir. Kelebek kanatlarının böyle kusursuz bir çözümle birlikte yaratılmış olması, onları yaratan güç sahibinin aklını bizlere tanıtır. Bu güç Allah'a aittir. Allah herşeyin hakimi ve güçlü olandır.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Yapraklardaki Kusursuz Tasarım: Gözenekler

Dıştan bakıldığında kimi zaman sadece yeşil bir cisim olarak düşünülen yaprakların her milimetre karesinde kusursuz bir tasarım vardır. Bitkiler için son derece önemli yapılardan biri olan gözenekler de bu tasarımın önemli parçalarındandır. Yaprakların üzerinde bulunan bu mikroskobik delikler (gözenekler) ısı ve su transferi sağlamak ve fotosentez için gerekli olan karbondioksiti atmosferden temin etmekle görevlidir. Gözenekler aynı zamanda gerektiğinde açılıp kapanabilecek bir yapıya sahiptirler.

Gözeneklerin ilgi çekici yönlerinden biri ise, yaprakların çoğunlukla alt kısımlarında yer almalarıdır. Bu sayede, güneş ışığının yaprak üzerindeki olumsuz etkisinin en aza indirilmesi sağlanır. Bitkideki suyu dışarı atan gözenekler, eğer yaprakların üst kısımlarında yoğun olarak bulunsalardı, çok uzun süre güneş ışığına maruz kalmış olacaklardı. Bu durumda da bitkinin sıcaktan ölmemesi için gözenekler bünyelerindeki suyu sürekli olarak dışarı atacaklardı, böyle olunca da bitki aşırı su kaybından kuruyarak ölecekti. Herşeyi kusursuz ve eksiksiz yaratan Allah, bitkilerde de özel tasarıma sahip gözenekler var etmiş, su kaybından zarar görmelerini böylece engellemiştir.

Yaprakların üst deri dokusu üzerinde çifter çifter yerleşmiş bulunan gözeneklerin biçimleri fasulyeye benzer. Karşılıklı iç bükey yapıları, yaprakla atmosfer arasındaki gaz alışverişini sağlayan gözeneklerin açıklığını ayarlar. Gözenek ağzı denilen bu açıklık, dış ortamın koşullarına (ışık, nem, sıcaklık, karbondioksit oranı) ve bitkinin özellikle su ile ilgili iç durumuna bağlı olarak değişir. Gözenek ağızlarının açıklığı ya da küçük oluşu ile bitkinin su ve gaz alışverişi düzenlenir.

Dış ortamın tüm etkileri göz önüne alınarak düzenlenmiş olan gözeneklerin yapısında çok ince detaylar vardır. Bilindiği gibi, dış ortam koşulları sürekli değişir. Nem ve gaz oranı, sıcaklık derecesi, havadaki kirlilik… Yapraklardaki gözenekler tüm bu değişken şartlara uyum gösterebilecek yapıdadır.
Bitkilerdeki bu sistem de diğerleri gibi ancak bütün parçaları eksiksiz olduğunda fonksiyonlarını yerine getirebilmektedir. Dolayısıyla, bitkilerdeki gözeneklerin de tesadüfler sonucu evrimleşerek ortaya çıkmış olmaları kesinlikle ihtimal dışıdır. Son derece özel bir yapısı olan gözenekler de görevlerini en hassas biçimde yerine getirecek şekilde özel olarak tasarlanmışlar, yani Allah tarafından yaratılmışlardır.

Su İçmenin Faydaları

1-Su, hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.


2-Su vücudun her hücresinde eletriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir

3-Bütün besinlerin, vitaminlerin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır,sindirimlerinde ve son metabolik aşamalarında görev yapar..

4-Akciğerlerde Oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.

5-Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, sırt ağrılarının oluşumunun
önlenmesinde yardımcı olur.

6-Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.

7-Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve eletriksel enerji verir.

8-Melatonin de dahil olmak üzere,beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için
gereklidir.

9-Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini
güçlendirmek için çok gereklidir.

10-Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler,karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.

11-Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.

12-Yaşlılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, Multıple Skleroz,Parkınson ve Lou gehrıng hastalıklarının riskini azaltır.


>İnsan bedeninin 2/3’ü sudur ve su olmadan yaşamın devam etmesi mümkün değildir. Yaşam için en büyük ihtiyaç olan su insanlara hazır olarak sunulmuştur.

>Suyun oluşumunu bir laboratuvarda izleyemez, onu laboratuarda oluşturamayız. İnsanların hiçbir şekilde var edemedikleri en büyük ihtiyaç, Yüce Allah’ın yarattığı kusursuz bir sistem sayesinde kesintisiz olarak ikram edilmektedir

<Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz?> (Vakıa Suresi, 68-69)

10 Kasım 2011 Perşembe

Dünya Hayatındaki İlk Besin Anne Sütü

Hamilelik süresince annenin hormonları tarafından anne sütünün oluşumu hazırlanır. Süt üretimi, temelde beyindeki ön hipofiz bezi tarafından üretilen "prolaktin" denilen bir hormona bağlıdır. Hamilelik süresince bu hormonun faaliyete geçerek süt üretimini başlatması, plasenta tarafından üretilen progesteron ve östrojen adlı hormonlar tarafından engellenir. Ancak plasenta, doğumdan sonra atılınca, progesteron ve östrojen hormonlarının kandaki düzeyi düşer ve bunun üzerine sütün oluşumuna katkıda bulunan prolaktin devreye girer. Hormonlar arasındaki bu haberleşme sayesinde anne sütü gibi çok kıymetli bir besin tam bebeğin ihtiyaç duyduğu anda hazır olur.

Kuşkusuz bu, çok muazzam bir bilgidir. Plasenta vücudun içindeyken son derece hayati görevler üstlenmiştir, ancak artık vücut dışına atılması zamanı da gelmiştir. Bu da insan hayatı için çok önemli bir gelişimi beraberinde getirmektedir. İnsanın yaratılış aşamalarında her saniye meydana gelen tüm detaylar birbirini tamamlayan, biri olmazsa diğeri olmayacak olaylardır. Elbette tüm bunlar, her insanın üstün bir kudretle inşa edildiğinin apaçık delilleridir. Üstelik bu aşamalar bebek dünyaya geldikten sonra da sürekli devam etmektedir. Annedeki süt üretimi de bebeğin beslenme ihtiyaçlarına uygun biçimde artar. İlk günlerde 50 gram kadar olan üretim, altıncı ayda günde bir litreye kadar yükselebilir.

 Anne sütünün formülünü çözmek için çalışan bilim adamları, yaptıkları yoğun araştırmalardan sonra buna imkan olmadığını fark etmişlerdir. Çünkü standard tipte bir anne sütü yoktur. Her annenin bedeninde, süt kendi çocuğunun ihtiyacına göre üretilmekte ve bu süt bebeği hiçbir dış besinin besleyemeyeceği ölçüde beslemektedir. Allah annenin sütündeki antikor, hormon, vitamin ve mineralleri bebeğin ihtiyacına göre ayarlamıştır. Allah yarattığı her canlıyı koruyandır.

Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
"De ki: "O (Allah) Rahman olan (esirgeyen koruyan)dır..." (Mülk Suresi, 29)

9 Kasım 2011 Çarşamba

121 Milyon Yıllık Örümceğin Anlattıkları

 Radikal gazetesinin 15 Haziran 2006 tarihli sayısında "Kehribar değerinde örümcek" başlıklı bir haber yayınlandı. 121 milyon yıllık fosil örümceği haber veren kısa yazıda şu ifadelere yer verildi: 

Kehribar içine hapsolmuş, 121 milyon yıllık örümcek bulundu. Şimdiye kadar bulunan bu en eski fosil, örümceklerin dinozorlar zamanında da var olduğunu, avını spiral ağlar örerek yakaladığını gösteriyor. Uzmanlar, bu türün örümcek sınıfına ait yeni bir eklembacaklı olduğunu açıkladı. 


Bu bulgunun da ortaya koyduğu iki önemli gerçeğin kısaca üzerinde durmak gerekir. Birincisi, örümcekgillere ait en eski fosil, bu grubun tüm karakteristiklerini taşıyan eksiksiz bir yapıdadır. Yarım gelişmiş değildir, bir diğer ifadeyle "örümceklerin daima örümcek olduklarını" ortaya koymaktadır. İkincisi, spiral ağla ilgili mekanizmaya da en baştan sahiptir ki, bu durum örümceğin bir dokuma atelyesini andırır şekilde salgı bezlerine sahip olduğunu ve son derece esnek ve hafif olmasına karşın çok güçlü bir malzeme olan örümcek ağını üretebildiğini göstermektedir. Örümcek ağının da 121 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış olması, tüm bu mekanizma için gerekli genetik bilginin de eksiksiz olarak canlıda var olduğunu, kısacası örümceğin bu sistemlere sahip olarak yaratıldığını kanıtlamaktadır. Bu yaşayan fosil, canlıların çevre şartlarına uyum sağlayacak şekilde ve yiyecek kaynakları üzerindeki mücadele sürecinde evrimleştiği iddiasının hiçbir geçerliliği olmadığını gösteren son bir kanıt halkasıdır. 





Bunun gibi birçok yaşayan fosil örneğinin sergilendiği ve yaşayan fosillerin evrim teorisine vurduğu darbenin incelendiği sitemizi www.yasayanfosiller.netadresinde ziyaret edebilirsiniz.

8 Kasım 2011 Salı

Strateji Uzmanı Yer Sincabı

Science dergisinin 15 Ağustos 2006 tarihli yayınında yer alan bir habere göre, California Üniversitesi'nden Aaron Rundus'un ortaya çıkardığı bir gerçek evrendeki benzersiz yaratılış örneklerinden birini daha gözler önüne serdi.
Hayvan davranışlarını inceleyen bilim adamı, yer sincaplarının çıngıraklı yılanların göz çukurlarının altındaki enfraruj ısı sensörlerini yanıltmak için ilginç bir strateji uyguladıklarını fark etti. Laboratuvar deneylerinde anne sincaplarla çıngıraklı yılanlar karşı karşıya getirildiklerinde, sincaplar yılanlara doğru kuyruklarını sallıyorlardı ve bunu yaparken de kuyrukları ısınıyordu. Enfraruj sensörlere sahip olmayan keseli yılanlarla karşı karşıya geldiklerinde ise kuyrukları ısınmıyordu.1

Aaron Rundus sincapların, kuyruklarındaki bu ısınmayı kan damarlarını genişleterek elde ettiklerini düşündü. Isınan kuyruğun yılanı etkisiz hale getirdiğinden emin olabilmek için ise bir robot-sincap üretti. Bunun için gerçek sincap kürkü ve uzaktan kumanda edilip ısınabilen bir kuyruk kullandı. Çıngıraklı yılanlar gerçeği çok andıran robot-kuyruğu inandırıcı bulmuşlardı. Rundus bazı denemelerde kuyruğu oda sıcaklığında tuttu. Bazılarında ise ısıyı sincabın kuyruğunun ısındığı an ulaştığı derece olan 28 dereceye kadar çıkardı. Sonuç başarılıydı. Yılanlar ısı yükseldiğinde robot-sincabın uzağında kalmaya büyük bir dikkat gösteriyorlardı.2

Bu keşfin ardından Chicago Üniversitesi'nde sincap davranışları üzerine çalışan davranış ekolojisi uzmanı Jill Mateo, "Bu çalışma, doğa hakkında ne kadar az şey bildiğimizi gösterdi." 3 demiştir.

Hiç kuşku yok Aaron Rundus'un bu keşfi yer sincaplarının kendilerini ve yavrularını çıngıraklı yılanlara karşı savunmak için son derece zekice düşünülmüş bir yöntem kullandıklarını gözler önüne sererken pek çok soruyu da beraberinde getirmiştir. Bunların başında kuşkusuz şu soru gelmektedir: Yer sincabı kuyruğunu ısıtıp sensörleri yanıltacak bir sistemi nasıl geliştirmiştir? Hayvan, bunun etkili bir savunma yöntemi olduğunu nereden bilmektedir? Öte yandan, bu sistemi hangi hayvana karşı kullanacağını nasıl tespit edebilmekte, enfraruj sensörü olan hayvanı olmayandan nasıl ayırt edebilmektedir?

Cevap ise çok açıktır: Hiç şüphesiz bir yer sincabı düşmanını nasıl etkisiz hale getireceğini kendiliğinden bilemez. Düşmanına karşı kendi kendine savunma taktikleri geliştiremez. Ve bunların yanında, bu savunma metodunu kullanmak için uygun olan yapıyı da kendiliğinden bedeninde var edemez. Evrendeki her şeyi mükemmel bir kusursuzluk içinde yaratan Rabbimiz Allah'ın yaratışındaki sanatın detaylarından biri olan mucizevi özellik yer sincabıyla birlikte var olmuş, yani onunla beraber yaratılmıştır. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, "… Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah her şeye güç yetirendir." (Maide Suresi, 17)

Tansiyonunuz Düştüğünde Vücudunuzda Neler Olduğunu Biliyor Musunuz?

Böbrekler İnsan Vücudundaki Pek çok Görevlerinin Yanında Kan Basıncını, Yani Tansiyonu Ayarlama Görevini de Üstlenirler
Gün içinde sık sık "tansiyonum düştü" ya da "tansiyonum yükseldi!" sözleriyle karşılaşırız. Fakat tansiyonumuzu düzenleme görevinin böbreklerimize ait olduğunu çoğumuz bilmeyiz.
Böbrekler insan vücudundaki pek çok görevlerinin yanında kan basıncını, yani tansiyonu ayarlama görevini de üstlenirler. Kan basıncını belirleyen en önemli faktörlerden biri damarların içinde bulunan sıvı miktarıdır. Damarların içindeki sıvı ne kadar fazla olursa tansiyon da o derece yükselir ve vücuttaki tüm organlara zarar verir.

Vücudun damarlardaki fazla sıvıyı algılaması kalbin ön odacıklarına yerleştirilmiş algılayıcılar sayesinde olur. Kalbin, içine giren fazla miktarda sıvıyla gerilmesi sonucunda kalpteki algılayıcılar beyne durumla ilgili sinyaller gönderirler. Beyin buna karşı böbreğe giden damarları ayarlayarak kanın süzülmesini artırır. Yüksek tansiyon, yani damarlardaki sıvı miktarının artması, insan için oldukça tehlikeli bir durum oluşturur. Eğer bir önlem alınmazsa sonuç ölümdür. Artan kan basıncı kalbin daha fazla gerilmesine neden olur. Bu gerilmeyle kas liflerinin de araları açılır ve liflerin içine hapsedilmiş olan mesaj molekülleri serbest kalarak kana karışır. Ardından bu mesaj kan yoluyla böbreklere ulaşır. Buna bağlı olarak vücuttan atılan sıvı miktarı da artar. Böylece kan basıncı normal düzeye iner ve kalp sağlıklı olarak atmaya devam eder.

Üç Ayrı Organdan Salgılanan 3 Ayrı Maddenin Muhteşem Uyumu

Kandaki basınç düzeyinin düzenlenmesinde böbreğin sahip olduğu rol bu kadarla da bitmez. Tansiyonun düşük olduğu durumlarda da böbrekteki çok özel yapıda bir hücre olan JGA'dan "renin" adlı bir madde salgılanır. Ancak bu maddenin doğrudan kendisinin tansiyon yükseltici etkisi yoktur. Bu madde, karaciğerden salgılanan "anjiotensinojen" adlı bir molekülle birleşerek "anjiotensin-1" molekülüne dönüşür. Fakat bu oluşan hormonların da tansiyon üzerinde çok ciddi bir etkisi yoktur. Kan dolaşımında bulunan bu hormon daha sonra yine farklı bir organda, akciğerde bulunan "ACE" adı verilen ve sadece "anjiotensin-1" molekülünü parçalamaya yarayan bir enzim sayesinde daha farklı bir molekül olan "anjiotensin-2" molekülüne dönüşür.

İşte damarlar üzerinde etki gösterip tansiyonu normal seviyeye çıkaracak olan asıl hormon da son noktada üretilen bu moleküldür. Bu molekül oluşmazsa kendinden önce üretilmiş hiçbir hormonun tansiyon üzerinde bir etkisi olmayacaktır. Anjiotensin-2 molekülü yine sadece kendisiyle birleşmek üzere damar yüzeyinde bulunan algılayıcılarla birleştikten sonra damarların büzülmesini ve tansiyonun yükselmesini sağlar.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu maddelerin etkilerinin birbirlerine bağlı oluşudur. Birinin olmaması diğerinin de olmaması anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda sadece tek bir aşamasının bile rastlantılarla oluşması mümkün olmayan bir sistemin bütün elemanlarının aynı anda, aynı bedende rastlantılarla oluşması imkansızdır. Rastlantıların böbreklere anlama kabiliyetini, önlem almak için gerekli olan karar yetkisini kazandıramayacağı tartışılmazdır.
Tüm bu detaylı yapıların aynı anda var olması, onları Allah'ın kusursuzca ve bir anda yaratmış olduğunun açık delillerindendir. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:

"Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?" (Secde Suresi, 7-9)