A9 TV Canlı Yayın

21 Haziran 2011 Salı

Erimeyen Kemiklerdeki Mucize

Canlılar uzun süre kemiklerini yani ayaklarını veya ellerini kullanmazlarsa bu uzuvlarda erime meydana gelir. Normal koşullarda bu durumun kış uykusuna yatan canlılarda da meydana gelmesi gerekir. Ancak siyah ayılar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıları aylar süren kış uykularında kemik dejenerasyonuna karşı koruyan bir sistemin varlığını ortaya çıkardı. Bu çalışma aynı zamanda, fiziksel aktivite eksikliği durumunda hızla kemik hücresi kaybı yaşayan insanların tedavisinde yeni yöntemler için ilham kaynağı oluşturdu.

Houghtan’daki Michigan Teknoloji Üniversitesi’nden Seth Donahue liderliğinde bilim adamları, üç ila beş aylık kış uykusu boyunca belirgin bir kemik kaybına uğramayan Ursus americanus türüne ait ayıların kemik gelişimini gözlemlediler. (Seth Donahue et. al, “Bone formation is not impaired by hibernation (disuse) in black bears Ursus americanus” The Journal of Experimental Biology, 1 Aralık 2003, vol 206, sf. 4233) Araştırmacılar bunun için beş adet ayının kemik metabolizmasıyla ilgili genlerindeki açılıp-kapanmalar üzerinde odaklandılar. Donahue ve arkadaşları bunun sonunda, ayılardaki kemik üretiminin sabit kaldığını ve hatta ayıların tekrar aktif hale gelmesiyle zirveye ulaşabildiğini ortaya koydular. Çalışma, ayıların kemiklerinde yaşlanmaya bağlı zayıflama ve incelme ortaya çıkmadığını da gösterdi.

Kış uykusundaki ayılarda görülen bu son derece verimli sistem bir ilk değil. 2001 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada, aynı türe ait ayılar üzerinde yapılan incelemeler, ayıların kış uykuları boyunca diğer canlılara nazaran oldukça az kas kaybı yaşadıklarını göstermişti. (Henry J. Harlow et. al "Muscle strength in overwintering bears" Nature, 22 Şubat 2001, sf. 997) 4 yıl boyunca ayıları inceleyen bilim adamları, ayıların, beş aylık kış uykularının sonucunda kas güçlerinin sadece %22’sini; ve proteinlerinin sadece %10 ila 15’ini kaybettiklerini hesaplamışlardı. Buna karşılık, aynı süreci yatağında geçirecek bir insanın, kas gücünün %85’ini ve proteinlerinin %90’ını kaybedeceği öngörülüyor.

Bilim adamları ayıların bedeninde bulunan ve kemiğin ana maddesini oluşturan kalsiyumun, son derece verimli bir dönüşüm döngüsüne tabi olduğunu, kemiklerin de bu sistem sayesinde korunduğunu belirtiyorlar. Donahue ve ekibinin bir sonraki hedefi, insan ve ayılarda kemik üretimiyle ilgili iki hormonun yapılarını karşılaştırarak insanlarda kemik tedavisinde yeni yöntemler geliştirmek.

Bir ayının ağırlığı yüzlerle ifade edilen kiloları bulmaktadır. Aylar boyunca hareketsiz kalan bir ayının bedenindeki kemikler bu kadar fazla miktarda ağırlığın altında kalıyor, üstelik bedeninin zeminle temas halindeki bölgesinde bulunan ve kemiklere göre daha yumuşak dokudan meydana gelen kaslara daha da fazla ağırlık biniyor.

Siyah ayılar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıları aylar süren kış uykularında kemik erimesine karşı koruyan bir sistemin varlığını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışma aynı zamanda, fiziksel aktivite eksikliği durumunda hızla kemik hücresi kaybı yaşayan insanların tedavisinde yeni yöntemler için ilham kaynağı oluşturmaktadır.

Aynı Süre Yatakta Kalan Bir İnsanın Durumu Ne Olur?

Hastanede yatmakta olan felçli insanlar bu bakımdan büyük ölçüde bakıma muhtaçtırlar. Hemşireler gün içinde onları hareket ettirir, ağırlıklarının bedenlerinin farklı bölgelerine binmesini sağlar ve böylelikle meydana gelebilecek çürümeleri engellemeyi hedeflerler. Bir insan bir gün bile hareketsiz kalamadığı halde ondan defalarca ağır bir ayının haftalar, aylar boyunca yemeden içmeden uyuması ve bu süreç sonucunda hiçbir kemik ve kas rahatsızlığı çekmemesi tam anlamıyla bir mucize oluşturmaktadır.

Felçli insana hemşirelerin, doktorların yaptığı bakımı, ayılara otomatik olarak sağlayan bir sistem bulunuyor. Kemik hücreleri kalsiyumu son derece verimli şekilde kullanacak bir faaliyet süreci ortaya koyarken aynı ayı metabolizması kas kaybını da oldukça düşük seviyelerde tutuyor.

Kas erimesi, açlık çeken insanlar için kaçınılmaz ve de ölümcül olabilecek bir durumdur. Açlık çeken çocukların göbeklerindeki şişlik, yağ kalmamış bedenlerde artık kasların parçalanması ve bunun sonucunda ortaya çıkan suyun birikmesinden kaynaklanır. Ama bu canlıların bedenlerinde böyle bir birikme görülmemekte ve ayılar ölümcül olabilecek bu durumdan kurtulmaktadırlar.

Cevap Bekleyen Sorular:

Peki ama ayının kas ve kemik hücreleri nasıl oluyor da böyle kompleks düzenlemeler ortaya koyabiliyor? Hiçbir düşünme yeteneği olmayan bu hücreler nasıl oluyor da zarlarından içeri ve dışarı kalsiyum hareketini son derece şuurlu bir düzenleme içinde tutuyorlar? Açlık çeken insanlarda görülen kas erimesi nasıl oluyor da aylar süren açlığa rağmen ayıları etkilemiyor?

Elbette hücrelerde görülen bu şuur, hücreleri oluşturan moleküllere ait değildir. Oksijen, karbon, nitrojen gibi atomlar ayıların ihtiyacını anlayamaz ve böyle düzenlemeleri planlayamazlar. Bu durumda hücrelerdeki şuurun üstün akıl sahibi bir varlığa ait olduğu ortaya çıkar. Hiç şüphesiz bu canlıyı yoktan vareden, onlara aylar süren kış uykularında bakım sağlayacak metabolizmalar lütfeden, alemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir.

“ O, yarattığını bilmez mi? O, Latif'tir; Habir'dir.” (Mülk Suresi, 14)

16 Haziran 2011 Perşembe

79 Milyon Yıllık Kaplan Kafatası Evrimi Yerle Bir Ediyor


Medyada aralıksız devam eden Darwinist yayınlar içi boş bir propagandadan ibarettir. Evrim teorisi, tarihin tozlu sayfalarına gömülmek üzeredir. Teoriye öldürücü darbeyi vuran en önemli bulgulardan biri ise fosillerdir. Canlıların ortak bir atadan türedikleri, uzun dönemler içinde sürekli değişerek bugünkü hallerini aldıkları iddiası fosiller tarafından yalanlanmıştır. Bugüne kadar canlı türlerinin ortak atalarını ortaya koyabilen bir fosil bulunamamıştır. Canlıların sürekli değiştiğinin izleri de fosil kayıtlarında yoktur. Bir canlı türü ilk olarak hangi özellikleriyle ortaya çıktıysa, milyonlarca yıl boyunca o özelliklerini devam ettirmektedir. Örneğin bir kaplan bundan 79 milyon yıl önce nasıl bir görünüm ve yapıya sahipse, bugün de aynı görünüm ve yapıya sahiptir. Bu da açıkça evrim iddiasını yerle bir eden bir bilgidir.

Kaplan Kafatası
Dönem: Mezozoik zaman, Kretase dönemi
Yaş: 79 milyon yıl
Bölge: Çin

Bakterilerdeki Elektrik Üretim Teknolojisi

Yakında radyo, saat ya da cep telefonlarının pillerini, prize değil de bir kutu şekere takacağınız cihazla şarj edebileceğiz. Bu bir varsayım değil. Mükemmel tasarıma sahip mikroorganizmaların bizler için sağladıkları yeni bir imkan.

Günümüzde enerji üretimi için birçok yöntem kullanılıyor. Bunların pek çoğu kömür, petrol gibi fosil kökenli yakıtlara dayalı. Kömür ve petrol yeryüzünde yaygın olmadığı için bu yöntemle enerji üretmek her zaman mümkün olmuyor. Üstelik bunları kullanarak enerji üreten tesisler için büyük yatırımlar yapmak gerekiyor. Bazen yatırım konusunda problem olmasa bile çeşitli çevresel sorunlarla karşılaşılabiliyor.

Massachusetts Amherts Üniversitesi'nde geliştirilen bir yöntem enerji üretimindeki tüm yatırım ve çevresel sorunlara çözüm olmaya aday. Profesör Derek Lovley ve araştırmacı Swades Chaudhuri, bilimsel adı "Rhodoferax ferriredunces" olan bir bakterinin yaratılışındaki bir özelliği kullanarak elektrik ürettiler. (www.nature.com)

Bu mikroorganizma karbonhidratları kullanarak doğrudan doğruya elektrotların üzerine transfer edilebilen bir elektrik üretebiliyor. Üretim sırasında elde edilen tek yan ürün ise karbondioksit. Lovley'e yaptıkları keşifle ilgili olarak şunları söylüyor:

"Şekeri elektriğe dönüştürmeye çalışan mikrobik yakıt hücreleri oldukça karlı. Geçmişte benzeri işlemlerle yakıtın %10'u elektriğe dönüştürülebilirken bu oran bugün %80'lerin üzerinde. Ayrıca bundan önceki karbonhidratları elektriğe çevirme çalışmalarında insanlar üzerinde zehir etkisi yapan aracı sistemlere ihtiyaç duyuluyordu. Bizim bulduğumuz bu organizma ise bir aracıya gerek duymuyor çünkü direkt olarak elektrotların yüzeylerine bağlanıyor. Bu da çok büyük avantajlardan bir tanesi. İnsanlar bundan önce de bir aracı olmadan bu işi yapmışlardı, ama dönüşümleri %1'den bile az olmuştu. Ayrıca elektrik üretmekte hiçbir zehirli element kullanmamak oldukça büyük bir avantaj."(www.fuelcelltoday.com)
Bakteri elektrik üretmek için bir dizi kimyasal işlem yapıyor. Bilim adamları yapılan işlemi "demir oksitteki oksijeni, şekerin oksitlenmesinde kullanmak ve sonuçta açığa çıkan elektronları hasat etmek" biçiminde özetliyorlar. Bu yöntem ile üretilen enerji "bir kase şeker kullanılarak 60 watt'lık bir ampulü 17 saat boyunca yakabilecek" (www.fuelcelltoday.com) bir kapasiteye sahip. Bilim adamları şu an bakterilerden bir hesap makinesini çalıştırabilecek kadar elektrik üretebiliyorlar. Lovley daha iyi iletkenlerin ve daha çok bakterinin bağlanabileceği bir reseptörün kullanılması durumunda daha büyük kapasitelerde enerji elde edeceklerini söylüyorlar. (Bu araştırma ABD, Donanma Araştırma Bürosu ve Savunma bakanlığına bağlı proje araştırma ajansı tarafından da desteklenmektedir.)
Karbonhidratlı yiyecekler enerji bakımından oldukça zengin. Endüstriyel kuruluşların ve konutların atıklarında da böyle bir enerji bulunuyor. Enerji bakımından zengin gıdalardan sadece bedensel faaliyetlerimizde kullanmak üzere yararlanıyoruz ama şu anki teknolojik seviyemiz gıdaları kullanarak elektrik santrallerini çalıştırmayı mümkün kılmıyor. Atıklar ise çözülememiş çevresel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Bilim adamları şimdi bazı bakterilerden bunları sorun olmaktan çıkarıp yeniden faydalı hale getirecek yöntemleri öğreniyorlar. Rhodoferax bakterileri yılların bilgi birikimi ve teknolojisine sahip insanoğluna bugüne kadar başaramadığı bir şeyi öğretiyor. Bu gerçek karşısında bakterinin bu bilgiye nasıl sahip olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Elbette ki tek hücreli bir canlının şuur ve bilinçle hareket ettiğini kabul etmek mümkün değildir.
Evrimi savunan bilim adamlarına göre bakteriler yaşamın en ilkel formlarından biridir. Bu nedenle bakterilerin oldukça basit bir yapıda olmaları gerekmektedir. Ne var ki bakteriler, evrimcilerin arzu ettikleri gibi, ilkel bir yapıya değil tam tersine aşamalı bir evrimin olmadığını kanıtlayan kompleks yapılara sahiptirler. Darwinistlerin "basit" olarak tanımladıkları bu canlı, İngiliz Zoolog Sir James Gray'in ifadesi ile bir laboratuvarın faaliyetlerinden çok daha fazlasını gerçekleştirmektedir. Gray'in bu konudaki sözleri şöyledir:

"Bir bakteri, insanın bildiği herhangi bir cansız sistemden çok daha karmaşıktır. Dünyada, en küçük canlı organizmanın biyokimyasal faaliyetiyle rekabet edecek bir laboratuvar yoktur." (Sir James Gray, The Science of Life, chapter in Science Today, 1961, sf. 21)

Bakterilerin bilinçli hareket edip karmaşık kimyasal işlemler yapmalarını onlara ilham eden, tüm ilimlerin üstünde ilim sahibi olan, tüm akıllardan üstün bir akla sahip olan Allah'tır. Tek bir hücrede sergilenen bu benzersiz akıl ve sanat, kuşkusuz, küçücük bir varlığa bu muhteşem özellikleri veren Allah'ın yarattığı mucizeleri ve O'nun sonsuz ilmini görmek için büyük bir fırsattır. Bir ayette şöyle buyrulur:

"Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)

15 Haziran 2011 Çarşamba

Bize Daima Geri Dönen Su


Hayatımızın en önemli ihtiyaçlarından biri olan suyun oluşabilmesi için hidrojen ve oksijen atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Yeryüzü, bu çarpışmaya olanak verecek ısı ve enerji seviyesine sahip değildir. Ancak su, Dünya’nın oluşumu sırasında bir defaya mahsus olarak meydana gelmiştir ve aynı su, arınmış hali ile bize sürekli olarak sunulmaktadır.


Allah insana birçok konuda bilgi ve imkan vermiştir. Örneğin günümüzdeki teknoloji sayesinde, pek çok şeyin oluşumu laboratuvar ortamında izlenebilir. Ancak öyle temel olaylar vardır ki, bunların oluşumunu insanlar ne laboratuvarlarda izleyebilir, ne de bunu sağlayabilirler. Bu büyük nimet, dünyanın büyük bir kısmını kaplayan ve en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan "su"dur. Su, Dünya'nın oluşumu sırasında bir defaya mahsus olarak oluşmuş, ardından oluşum devresi son bulmuştur.

Havada serbest halde dolaşan iki molekül olan Hidrojen ve Oksijen gazının bir araya gelerek suyu oluşturabilmeleri için atomlarının çarpışmaları gerekmektedir. Çarpışma sırasında hidrojen ve oksijen moleküllerini oluşturan bağlar zayıflar ve bu molekülleri oluşturan atomlar yeni bir molekül olan suyu (H2O) meydana getirmek üzere birleşirler. Söz konusu çarpışma ancak çok yüksek bir sıcaklıkta ve yüksek bir enerji seviyesinde meydana gelmektedir. Şu anda yeryüzünde suyun oluşumuna olanak sağlayacak kadar yüksek bir ısı yoktur.

Bu nedenle suyun oluşumu imkansızdır. Dünya'da var olan su, Dünya'nın oluşumu sırasındaki yüksek sıcaklık sonucunda oluşan sudur.

Bu suyun miktarında hiçbir zaman bir değişme olmaz. İçtiğimiz, kullandığımız, yaşamımızın bir parçası olan su her zaman aynı sudur. Yeryüzündeki su döngüsü sebebiyle buharlaşan sular, yepyeni tazelenmiş olarak bulutlardan bize geri dönerler. Allah bu gerçeği ayetleriyle haber vermiştir:

Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? (Vakıa Suresi, 68-69)

Eğer Allah yeryüzünde hazır olarak var ettiği suyu kurutup giderse, onu geri getirmeye güç yetirebilecek hiçbir varlık yoktur. Eğer Allah bulutlara çektiği suyu bir daha indirmese, onu yeryüzüne geri indirebilecek bir güç yoktur. Nimetlerin tümü Allah'tandır. İnsana sürekli olarak ikram edip sunan, yoktan var eden, üstün güç sahibi olan Yüce Allah'tır.


Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 18)

14 Haziran 2011 Salı

Nautilus’ün Sarmal Kabuğu


Son yıllarda doğadaki geometrik düzen hakkında yapılan araştırmalar, bu konunun bir bilim dalı haline gelmesine yol açmıştır. Pek çok bilim adamı modern matematik bilgileriyle bu şekilleri yorumlamakta ve doğadaki geometrik düzenin dayandığı temel kuralları ortaya çıkarmaktadırlar. Elde edilen bilimsel sonuçlar ise doğanın “Altın Oran” adı verilen sabit bir matematiksel değere göre inşa edildiğini göstermektedir.

Eşit açılı sarmalın doğadaki varlığını gösteren en ünlü örnek, Nautilus adındaki deniz kabuklusudur. Nautilus’un kabuğu eşit açılı sarmal şekle göre büyür. Dolayısıyla bu canlının kabuğunda hacimsel bir genişleme meydana gelmesine rağmen kabuğunun şeklinde hiçbir değişiklik olmaz. Bu canlının kabuğunda gözlemlenen bu özel geometrik şeklin haricinde üzerinde durulması gereken önemli bir nokta daha vardır; kabuğa anlattığımız biçimde geometrik şeklini veren içindeki canlıdır. Bu canlının bir yaratılış harikası olan kabuğunu nasıl yaptığını yakından incelediğimizde hayranlık uyandıran bir durumla karşılaşırız.

Nautilus Sarmal Evini Nasıl İnşa Ediyor?

Nautilus’un kabuğunun içinde, sedef duvarlarla bölünmüş bir sürü odacığın oluşturduğu içsel bir sarmal uzanır. Hayvan büyüdükçe, sarmal kabuğun ağız kısmında, bir öncekinden daha büyük bir odacık inşa eder ve arkasındaki kapıyı bir sedef tabakasıyla örterek daha geniş olan bu yeni bölüme ilerler. Kabuğun içindeki boş odacıkları da gaz ya da hava ile doldurduğundan, kabuğun tümü suda kolaylıkla yüzebilmektedir.1

Bu Yöntemi Kullanan Tek Canlı Nautilus mudur?

Nautilus’ün haricinde ‘Haliotis Parvus’, ‘Dolium Perdix’, ‘Murex’, ‘Fusus Antiquus’ ve ‘Scalaria Pretiosa’ türü deniz canlıları da kabuklarını eşit açılı bir sarmal meydana gelecek şekilde altın orana bağlı olarak inşa etmektedirler. Ayrıca fosil halinde bulunan ‘ammonit’ adındaki deniz kabuklusunda da yine aynı tip büyüme gözlenmektedir.2

Açıktır ki Yüce Allah bu küçük canlıları sarmal kabuklarını inşa edebilmeleri için gereken matematiksel bir bilgi ve beceri ile yaratmıştır. Bu canlılar Kuran’da, “...Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.” (Talak Suresi, 3) ayetiyle bildirilen gerçeği kendi kabuklarında tecelli ettirerek, Allah’ın eşsiz yaratma kudretini açıkça göstermektedirler.


1.H.E. Huntley, ‘The Divine Proportion: A Study in Mathematical Beauty, New York, Dover Publication, s. 166/Crosbie Morrison, ‘Along The Track’, Whitecombe and Tombs, Melbourne

2.http://www.spirasolaris.ca/sbb4d2c.html

5 Haziran 2011 Pazar

En Küçük Temizlik Cihazı; Yaprak


Ağaçların yaprakları, havadaki kirletici maddeleri yakalayan mini filtrelere sahiptir. Yaprak üzerinde gözle görülmeyen binlerce tüy ve gözenekler vardır. Gözenekler tanecikler halindeki havayı kirleten maddeleri tutarlar ve sindirilmek üzere bitkinin diğer bölümlerine gönderirler. Yağmur yağınca da bu maddeler su ile toprağa ulaşırlar. Bu çok kalın bir madde değildir. Yaprak üzerindeki bu maddeler sadece bir film kalınlığındadırlar; fakat yeryüzünde milyonlarca yaprak olduğu düşünülürse, yapraklar tarafından tutulan kirli madde miktarının küçümsenemeyecek kadar çok olduğu görülür. Örneğin 100 yaşındaki bir kayın ağacının yaklaşık 500 bin tane yaprağı vardır. Bu yaprakların tuttuğu kir miktar tahminlerin çok ötesindedir. Bir dönüm içindeki çınar ağaçları yaklaşık 3.5 ton, çam ağaçları ise yaklaşık 2.5 ton kirletici maddeyi tutabilirler. Tutulan bu maddeler ilk yağmurla birlikte toprağa geri dönerler. Bir yerleşim alanından 2 km uzaklıkta bulunan bir orman havasının, yerleşim alanının havasına oranla %70 oranında daha az toz parçacıkları içerdiği görülmüştür. Hatta ağaçlar yapraksız oldukları kış dönemlerinde bile havadaki tozları %60 oranında filtre ederler. Ağaçlar mevcut yaprak ağırlıklarının 5-10 katına kadar toz tutabilirler, ağaçlı bir alandaki bakteri oranı ile ağaçsız bir alandaki bakteri miktarları oldukça büyük bir farklılık gösterir. Bunlar son derece önemli rakamlardır. Yapraklarda gerçekleşen olayların hepsi başlı başına birer mucize niteliğindedir. Yeşil bitkilerdeki bu sistemler Alemlerin Rabbi olan Allah'ın kusursuz yaratmasının delillerindendir.