A9 TV Canlı Yayın

30 Mart 2011 Çarşamba

SUYU İDARELİ KULLANMAYI NASIL BİLİYORLAR ?

Çöllerde hayatta kalmanın en büyük sırrı suyu idareli kullanmayı başarabilmektir. Afrika'nın çöllerinde yaşayan "Gerbil" bu konuda insanı hayrete düşürecek bir yöntem kullanır: Gerbiller uyurlarken yuvalarına kuru tohumlar koyarlar. Bu tohumlar havadaki nemi emer ve gerbiller uyandığında bunları yer. Böylece hayvan gündüz solunum yoluyla kaybettiği suyun bir kısmını geri kazanmış olurlar.

Şüphesiz,gerbil kuru tohumun nem tutacağını ve bunu yiyerek kaybedilen nemin geri kazanılacağını bilemez. Gerbile su ihtiyacını giderme yöntemi her şeyin gücünü elinde tutan tüm kainaın yartıcısı Allah tarafından ilham edilmektedir.

Paraşüt Tohumlar

Tohumlar ait oldukları bitkinin içerdiği tüm bilgiyesahiptirler. Bitkide üreme işlemlerinin başlamasının ardından oluşan, tohum uygun şartlar meydana geldiğinde yeşerir.

Tohumlar, birbirinden ayıran çok önemli özellikleri vardır. Tohum ait olduğu bitkinin her dalına, her yaprağına, bu yaprakların sayısına, şekillerinin nasıl olacağına, kabuğunun ne renkte ve kalınlıkta olacağına, besin ve su taşıyan borularının genişliğine, sayısına, bitkinin uzunluğuna, meyve verip vermeyeceğine, verecekse bu meyvelerin tatlarına, kokularına, şekillerine, renklerine dair -kısacası bir bitkiyle ilgili olabilecek- bütün bilgiye sahiptir.

Bitkilerin tohumla üreyen türlerinin her birinde bu bilgiler var olmuştur. Elbette, tüm bu muazzam bilgiyi tohumun içine yerleştiren, herşeyin yaratıcısı olan Allah ' tır. Bitkilerin tohumlarını diğer bitkilere nasıl ulaştırdıklarını, tohum dağıtma işleminin nasıl gerçekleştiğini belki bugüne kadar hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Oysa tohumlu bitkiler ilk var oldukları dönemden itibaren hiçbir yardıma, hiçbir müdahaleye ihtiyaç duymadan tohumlarını çeşitli şekillerde dağıtma imkanına sahiptirler. Dağıtım işleminin aşamalarını genel olarak şöyle özetleyebiliriz: Döllenen çiçeklerden tohumlar oluşur. Bunlar kimi bitkilerde yere düşer, kiminde rüzgarla havalanır, kiminde de hayvanlara takılır ve bu şekilde çevreye dağılır. Tohumların yayılmasında çok detaylı bir sistem tasarlanmıştır. Bir tohumun şekline bakarak nasıl yolculuk yaptığını, yani nasıl dağıtıldığını tahmin etmek mümkündür. (Harun Yahya, Tohum Mucizesi)

Tohumların Özel Tasarımları

Rüzgarla taşınan bitki tohumlarının hareket kabiliyeti sadece tohumun büyüklüğüne, yere olan mesafesine ya da rüzgara bağlı değildir. En önemli etkenlerden biri, kuşkusuz ki tohumların sahip oldukları özel şekiller ve ek yapılardır.

Paraşüt tohumlar, rüzgarla taşınan tohum cinslerinden biridir. İnsanların yüksekten atlamak için kullandıkları paraşütler özel olarak tasarlanmış bir şekle sahiptir. Paraşütler rüzgarı içlerine almalarını sağlayan yapıları ile kendilerini kullanan kişiye havada hareket etme imkanı verirler. Paraşüt tohumlarda da, paraşütlere benzer bir yapı vardır.

Paraşüt tohumlar olgunlaştıklarında hemen ağaçtan yere düşmezler. Onları daha uzağa götürecek kuvvetli rüzgarların çıkmasını beklerler. Eğer böyle olmasaydı ana bitkinin çok yakınına düşeceklerinden büyüme şansları daha az olurdu.

Paraşüt tohumların hızı, tohumun büyüklüğüne ve yapısının gözenekli olup olmamasına bağlıdır. Tohumun sahip olduğu paraşüt benzeri bölüm ne kadar büyükse hızı o kadar yavaştır. Ayrıca ne kadar az gözenekliyse havanın hareketlerine o kadar hassas olur. Paraşüt tohumlar son derece detaylı tasarlanmış özelliklere sahiptir. Tohumun hızının artması ve daha kolay hareket etmesi için gerekli olan her detay bu tasarımda mevcuttur.

Bu tasarımın tesadüfen meydana gelemeyeceğini açıklamak için şöyle bir örnek verelim. İnsanların kullandıkları paraşütleri düşünün. Kuşkusuz bunların özel bir tasarıma sahip oldukları konusunda hiç kimsenin bir tereddütü ya da itirazı yoktur. Bir paraşütün kendi kendine ortaya çıkamayacağını herkes bilir. Paraşütü ilk olarak düşünüp tasarlayan bir kişi vardır. Paraşütü yapmak için kullanılacak kumaşın ipliğini üreten, bu ipliği dokuyarak kumaş haline getiren bir fabrika, sonra bu kumaşları birleştiren insanlar vardır. Paraşütün havadayken açılmasını sağlayan mekanizma özel olarak tasarlanıp yapılmıştır. Durup dururken bir kumaşın paraşüt şeklini alamayacağı ve havada uçabilecek bir sistem kazanamayacağı çok açıktır.

Peki o halde paraşüt gibi yapıları olan hatta bir paraşütten çok daha kompleks mekanizmalara sahip tohumlar nasıl ortaya çıkmışlardır? Gözenekli yapılarının az ya da çok olması gibi detaylar kim tarafından düşünülmüştür?

Bu sorulara cevap olarak "bunlar tohumlardaki bilgilerde kodludur" diyenler olabilir. Bu durumda söz konusu kişiler, ilk tohumun nereden çıktığını, nasıl meydana geldiğini, bu bilgilerin tohumun içine nasıl yerleştiğini açıklamalıdırlar. Bu ilk tohum kendi kendine, tesadüflerle böyle bir bilgiye sahip olamaz. Tohumun yapısını meydana getiren kör ve şuursuz atomlar bir gün karar alıp "Biz tohum denen bir cisim oluşturalım, içine dev ağaçların, birbirinden ilginç bitkilerin, rengarenk çiçeklerin, son derece lezzetli meyvelerin bilgilerini kodlayalım, daha sonra bu tohumu yeryüzüne yayıp tüm dünyada milyonlarca çeşit bitki oluşturalım" demiş olamazlar.

Böyle bir iddiada bulunmak elbette akıl ve mantık sahibi bir insanın yapabileceği birşey değildir. Nasıl ki bir paraşüt kendi kendine ortaya çıkamazsa paraşüt benzeri tohumların da kendiliğinden ortaya çıkamayacakları, bu kadar detaylı tasarımlara tesadüfen sahip olamayacakları açıktır. Nitekim evrimciler ne kadar çabalasalar da tohumların ortaya çıkışlarına tesadüflerle açıklama getirememişlerdir.

Tohumların yapısında evrimcilerin tesadüf iddiaları ile asla açıklanamayacak, çok açık bir tasarım ve plan vardır. Elbette ki bu plan şuursuz tesadüflerin sonucunda ya da başka herhangi bir nedenle ortaya çıkmamıştır. Her resmin bir ressamı olduğu gibi her tasarımı, her planı yapan da biri vardır. Tohumların ve burada bahsettiğimiz tüm tasarımların yaratan sonsuz ilim sahibi olan Allah ' tır.

"Şimdi ekmekte olduğunuz(tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız."(Vakıa Suresi, 63–65)

19 Mart 2011 Cumartesi

Evrenin İhtişamlı Büyüklüğü

Güneş Sistemi'nin yapısı, her türlü ayrıntısıyla birlikte canlılar için özel bir tasarıma sahiptir. Bir başka deyişle, evrenin fiziksel yasaları gibi Dünya'nın uzaydaki konumu da, bu evrenin insan yaşamı için tasarlanmış olduğunu gösteren kanıtlar içermektedir. Yapılan tüm araştırmalar, bu kusursuz düzeni ve tasarımı sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını tasdik etmektedir.


"Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47)

Kainatta kusursuz bir düzen bulunmaktadır. Bu kusursuz düzen içinde Güneş Sistemi çok küçük bir yer tutmaktadır. Ancak kainata göre bir nokta tanesi kadar küçük olan bu sistem, bize göre çok büyüktür. Güneş Sistemi'nin büyüklüğünü biraz daha detaylı düşünelim.

Uçsuz bucaksız evren

Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi'ne oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu Galaksisi'nin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.

Ancak ilginç olan, Samanyolu Galaksisi'nin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... George Greenstein, bu akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:

"Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır." (George Greenstein, The Symbiotic Universe)

Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.

Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, kusursuz düzen ve denge insanın yaşamı için tam olması gereken yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.

Güneş sistemi

Evrendeki düzenliliği en açık olarak gözlemlediğimiz alanlardan biri de, Dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemi'dir. Güneş Sistemi'nde 9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54 ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler, Güneş'e olan yakınlıklarına göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün, Uranüs ve Pluton'dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde yaşama uygun bir yüzey ve atmosfere sahip olan yegane gök cismi ise Dünya'dır.

Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.

Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu için devam etmektedir.

Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan -ve "yaşamış en büyük bilim adamı" sayılan- Isaac Newton ise şöyle yazmıştır:

"Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir." (Michael A. Corey, God and the New Cosmology)

Dünyanın yeri

Güneş Sistemi'ndeki bu muhteşem dengenin yanısıra, üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeninin bu sistem ve genel olarak uzay içindeki yeri de, yine kusursuz bir yaratılışın varlığını göstermektedir.

Son astronomik bulgular, sistemdeki diğer gezegenlerin varlığının, Dünya'nın güvenliği ve yörüngesi için büyük önem taşıdığını göstermiştir. Jüpiter'in konumu buna bir örnektir. Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter, varlığıyla aslında Dünya'nın dengesini sağlamaktadır. Astrofizik hesaplamalar, Jüpiter'in bulunduğu yörüngedeki varlığının, sistemdeki Dünya gibi diğer gezegenlerin yörüngelerinin istikrarlı olmasını sağladığını ortaya çıkarmıştır. Jüpiter'in Dünya'yı koruyucu ikinci bir işlevini ise, gezegen bilimci George Wetherill "Jüpiter Ne Kadar Özel" adlı bir makalede şöyle açıklar:

"Jüpiter'in bulunduğu yerde eğer bu büyüklükte bir gezegen var olmasaydı, Dünya, gezegenler arası boşlukta gezinen meteorlara ve kuyrukluyıldızlara yaklaşık bin kat daha fazla hedef olurdu... Eğer Jüpiter olduğu yerde olmasaydı, şu anda biz de Güneş Sistemi'nin kökenini araştırmak için var olamazdık." (G. W. Wetherill, "How Special is Jupiter?", Nature, cilt. 373, 1995, s.470)

Güneş Sistemi'nin yapısı, her türlü ayrıntısıyla birlikte canlılar için özel bir tasarıma sahiptir. Bir başka deyişle, evrenin fiziksel yasaları gibi Dünya'nın uzaydaki konumu da, bu evrenin insan yaşamı için tasarlanmış olduğunu gösteren kanıtlar içermektedir. Yapılan tüm araştırmalar bu kusursuz düzenin ve tasarımı sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını tasdik etmektedir.

Kimi insanların bunu kavrayamamalarının nedeni ise samimi ve ön yargısız bir biçimde düşünememeleridir. Oysa samimi olarak düşünen her akıl sahibi insan, evrende hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş olmadığını, evreni canlılar için Allah'ın yaratmış ve düzenlemiş olduğunu anlar. Bu derin kavrayış, bir Kuran ayetinde şöyle tarif edilmektedir:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten deliller vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."(Al-i İmran Suresi, 190-191)

Kuşlardaki Süzülme Teknikleri

Uçmak çok fazla enerji gerektiren bir iştir. Bunun için kuşlar, gelişmiş göğüs kasları, büyük bir kalp ve hafif bir iskelete sahip bir bedenle yaratılmışlardır. Kuşlardaki üstün yaratılış örnekleri sadece bedenleri ile sınırlı değildir. Çoğu kuşa uçmak için gerekli olan enerjiyi azaltacak yöntemler ilham edilmiştir. Kerkenez, Avrupa, Asya ve Afrika'da çok bilinen yırtıcı bir kuştur. Avlanırken, kanatlarını hızla çırpmasıyla ve onları avının çevresinde dönüp durması ile tanınır. Ancak kerkenezin çok ilginç bir özelliği daha vardır: Rüzgârla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına tamamen hareketsiz kalır. Gövdesi rüzgara göre yalpalanmasına rağmen, kafası sabittir. Bu sayede kuşun görüş yeteneği her türlü sarsıntıya rağmen hep mükemmeldir. Bu yöntem savaş gemilerinde kullanılan ve denizdeki çalkantılara rağmen silahları hedefe bağlı tutan jiroskoba benzemektedir. Bu neden kerkenezin kafası, bilim adamlarınca "jirostabilize kafa" olarak adlandırılır.

Zamanlama Tekniği

Kuşlar uçarak avlanma sürelerini azami verim alacak şekilde düzenlerler. Kerkenezlerin ana besin kaynağı tarla faresidir. Tarla faresi toprağın altındaki oyuklarda yaşar ve beslenmek için her iki saatte bir yeryüzüne çıkar. Kerkenezler de avlanmalarını tarla faresinin beslenme vaktine göre ayarlar. Gündüz avlanmalarına karşın, avlarını bekletir ve akşam karanlığında yerler. Bu sayede gün boyunca boş mide ile uçar ve dolayısıyla ağırlıklarını azaltmış olurlar. Bu yöntem uçuş için harcanan enerjiyi azaltır. Kerkenezin bu sayede %7'lik bir enerji tasarrufu yaptığı hesaplanmıştır.

Rüzgarda Süzülme

Kerkenezler avlanırken, harcadıkları enerjiyi rüzgârı kullanarak da azaltırlar.
Kanatları üzerindeki hava akımını arttırmak için rüzgârda süzülür ve eğer yeterli rüzgâr varsa havada kanatları açık şekilde "asılı" kalabilirler. Hava akımının yerden yukarıya doğru olması da onlara ayrı bir avantaj sağlayacaktır. Hava akımlarından yararlanarak enerji sağlayıp, bunu uçarken kullanmaya süzülme denir. Kerkenez, bu yeteneğe sahip birçok kuştan sadece biridir. Süzülebilme özelliği bu türlerin havadaki üstünlüğünün bir işaretidir. Bunlar, çevrelerindeki hava akımını saptamak ve uçuş mekanizmalarını kontrol etmek için, kerkenezlerin jirostabilize kafaları gibi çok duyarlı yöntemlere sahiptir. Süzülerek uçuşun başlıca iki yararı vardır. Birincisi, yiyecek ararken ya da avlanma alanını diğer kuşlardan korurken, havada kalabilmek için gerekli enerjiyi azaltır. İkincisi, kuşa çok daha uzun uçuşlar yapabilme olanağı verir. Süzülerek uçan bir martı, kanat çırparken harcadığı enerjinin %70'ini tasarruf eder.

" O Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tespih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

Hava Akımlarından Gelen Enerji

Bir kuş, hava akımlarından altı şekilde enerji elde edebilir: Bir yamaçtan süzülen kerkenezin ya da denize inen sarp kayalıklardan aşağıya süzülen bir martının yukarı çıkan hava akımını kullanarak yaptığı uçuşlar eğimli süzülme diye adlandırılır. Bir tepenin üzerinden kuvvetli bir rüzgar estiği zaman, hava akımı hareketsiz dalgalar şekline dönüşür. Kuşlar bu dalgaları kullanarak da dalga süzülmesi yapabilirler. Sümsük kuşu ve diğer deniz kuşları, adaların neden olduğu bu çeşit hareketsiz dalgaları kullanırlar.

Ender olarak kuşlar, gemilerin üzerinde süzülen martıların yaptığı gibi, daha küçük engellerin oluşturduğu havayı kullanarak da süzülürler. Hava içerisinde yukarı doğru akımlar hava cephelerinde de görülür. Hava cepheleri; hava kütleleri arasındaki sınırlardır. Kuşların bu cepheleri kullanarak yaptığı süzülmeler "cephe süzülmeleri" olarak bilinir. Kıyı boyunca denizden esen rüzgârların oluşturduğu cepheler, ancak radarın bu cepheler içinde süzülen kılıç kırlangıcı sürülerini saptaması ile keşfedilmiştir. Kalan iki yöntem ise ısı dalgaları ile süzülme ve rüzgâr değişimleri ile süzülmedir. Isı dalgalarını kullanarak süzülme, genel olarak dünyanın ılıman kesimlerinde, özellikle kıtaların iç bölgelerinde görülür.

Toprak güneşle ısındığı zaman, hemen üzerindeki hava tabakası da ısınır ve hafifleyerek bir ısı dalgası halinde atmosferde yükselir. Bu olay, toz fırtınası ya da ısınan havanın dönerek yükseldiği hortum şeklinde gözlenebilir.

Akbabalar ve Süzülme Tekniği

Akbabalar, yeryüzünü gözlerken elverişli bir yükseklikte süzülebilmek için, ısı dalgalarına dayalı özel bir yönteme sahiptir. Akbaba bir ısı dalgasından diğerine süzülerek gün boyunca çok geniş bir alan üzerinde uçar. Sabah güneş doğarken ısı dalgaları yükselmeye başlar. Önce küçük akbabalar, daha zayıf olan ısı dalgaları ile yükselirler. Hava ısındıkça, onları daha büyük akbabalar izler. Akbabalar, ısınan havanın yarattığı yukarıya doğru çekim alanında adeta yüzerek yükselirler. En hızlı yükselen hava, ısı dalgasının merkezindeki havadır. Yer çekimi ile ısınan havanın kaldırma kuvvetini dengelemek için havada daireler çizerler. Daha yükseklere çıkmak istediklerinde ısı dalgasının merkezine yaklaşırlar ve buradaki daha hızlı yükselen havayı kullanarak yükselirler. Isı dalgaları diğer avcı kuşlar tarafından da kullanılır. Leylekler de özellikle göç sırasında ısı dalgalarını kullanırlar. Orta Avrupa'da yuva yapan beyaz leylek, kışı Afrika'da geçirmek için yaklaşık 7000 km uzağa göç eder. Eğer tüm yolu kanat çırparak geçmeye kalksa yolculuk boyunca dört yerde konaklaması gerekecektir. Ama beyaz leylek günün 6-7 saati ısı dalgaları arasında planör uçuşu yaparak yolculuğunu üç haftada, enerjisinin büyük bir kısmını tasarruf etmiş olarak tamamlar.

Su karadan daha yavaş ısındığı için, denizler üstünde ısı dalgaları oluşmaz. Bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz geçişlerinden kaçınırlar. Avrupa'dan Afrika'ya göç eden leylekler ve diğer yırtıcı kuşlar, ya İber Yarımadası üzerinden Cebelitarık Boğazı yoluyla ya da Balkanlar üzerinden İstanbul Boğazı yoluyla geçerler. Albatros, sümsük kuşu, martı ve öteki deniz kuşları ise, yüksek dalgaların oluşturduğu hava akımını kullanır. Dalga tepeleri üzerinde uçan bu deniz kuşları, yukarıya doğru sapan havanın kaldırma kuvvetini kazanırlar. Albatros dalgaların üstünde süzülürken sık sık rüzgâra doğru keskin bir şekilde döner ve hızla yükselir. 10-15 m yükseldikten sonra yeniden döner ve süzülmeyi sürdürür. Burada kuş rüzgâr değişiminden enerji kazanmaktadır. Deniz yüzeyine değen havanın hızı azalır. Bu yüzden, yükselen Albatros daha hızlı hava akımı ile karşılaşır. Yeterli bir hıza ulaştıktan sonra yeniden döner ve dalgalar üzerinde süzülmeye devam eder. Yelkovan kuşu gibi küçük kuşlar da dalgalar üzerinde süzülürken aynı tekniği uygulayabilir. Bütün kuşları bu özellikleri ile birlikte yaratan Allah'tır. Yaptıkları tüm işleri, uçuş tekniklerini kuşlara Allah "ilham" etmektedir. Allah kuşların uçuşlarına ayetlerinde şöyle dikkat çekmektedir:

"Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ın tespih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir." (Nur Suresi, 41)

15 Mart 2011 Salı

Bitkiler Şaşırtmaya Devam Ediyor!

Bitkilerin bugüne kadar tespit edilen akılcı taktiklerine yenileri eklendi. Bitkiler, çok ince ayarlanmış taktikler sayesinde düşman böcekleri aldatabiliyor, hatta onları kullanabiliyor. Bunun için hünerli bir ressam gibi desenler çiziyor, bir kimyager gibi parfüm veya öldürücü hormonlar üretebiliyor. Bu davranışların kompleksliği insanı hayrete düşürecek cinsten. Ancak dikkat! Bu bitkilerin beyni bile yok. Değil düşünme yetenekleri, taklit ettikleri desen ve kokuları algılayacak organları bile bulunmuyor. Bu mucizevi davranışlar bizlere, üstün akıl sahibi Rabbimizin her şeyi kontrolü altında bulundurduğunu bir kez daha gösteriyor.

Bitkilerle ilgili yapılan araştırmaların ilki desen taklidiyle ilgili idi. İncelenen bitkilerde tıpkı tırtıl, karınca ve yaprak biti görünümünde desenlere rastlanıldı. Bir tohum zarfı, şekil ve üzerindeki desenlerle tam bir tırtılı andırıyor. Bitkinin gövdesi üzerinde bulunan bazı desenler ise, bir başka zararlı canlı olan bitlere bire bir benziyor. Tüm bu desenler aslında düşman böceklere verilen aldatıcı bir sinyal görevi görüyor. Bitki böylece hastalıklı bir görünüme bürünmüş oluyor ve etrafındaki böceklere böcek işgali altındayım ' izlenimi veriyor. Bu bitkiyle karşılaşan böceklerin bitkiye saldırma istekleri bir anda kırılıveriyor. Besin kaynaklarını başka böceklerle paylaşmak avantajlı olmayacağından başka bitkilere yöneliyorlar.

Bu akılcı savunma sistemi, geyik gibi daha büyük hayvanlara karşı da oldukça etkili. Bitkideki sahte böceklerin, geyiği ısırıp rahatsız etme ihtimali karşısında, geyikler bu görünümdeki bitkileri yemiyorlar.

Haifa-Oranim Üniversitesi'nden Simcha Lev-Yadun ve Moshe Inbar isimli bilim adamları sadece İsrail'de yarım düzine aldatıcı bitki türü bulduklarını belirtiyorlar.

Lev-Yadun, bu bitkilerin böcekleri taklitte insanları bile aldatacak kadar mükemmel olduklarını söylüyor. Hatta resimleri gören arkadaşı bir bilim adamı olmasına rağmen resimdekilerin böcek değil de bitki olduğunu anlayamamış. (Harun Yahya, Bitkilerdeki Yaratılış Mucizesi)

Xanthium trumarium türüne ait bir papatya kendine bir karınca ordusu tarafından işgal edilmiş görünümü veriyor. Karıncaların ordu halinde saldırısı birçok hayvanı alt edebiliyor. Böylece bitki, büyük hayvanlara karşı son derece caydırıcı olan karınca faktörünü kullanmış oluyor. Karıncaların bu caydırıcılığından yararlanabilmek için, bazı bitkilerin karıncaları kendisine davet eden özel nektarlar ürettiği biliniyor.

Lev-Yadun, "Böcekleri taklit eden daha binlerce bitki türü olduğuna eminim."diyor.

Peki ama bu akılcı davranışlar bu bitkilerde nasıl ortaya çıkmış olabilir? Acaba bitkiler bu taktikleri kendileri keşfetmiş ve geliştirmiş olabilirler mi? Gözleri olmayan bitkiler böceklerin desenlerini taklit etmeyi nereden öğrenmişlerdir?

Elbette böyle karmaşık taktikler, bu kadar akılcı ve etkili sistemler tesadüfen bitkinin kendi iradesiyle var olmuş değildir. Ayrıca hiçbir tesadüf böyle karmaşık ve akılcı bir sistemi meydana getirmiş olamaz. Bu davranışların bitkiye üstün bir akıl tarafından ilham edildiği açık bir gerçektir. Bu akılcı davranışlar, tüm canlıların Rabbi olan Yüce Allah'ın bitkilere ilhamının sonucudur. Allah, canlı cansız her şeyi, her an kontrolü altında tutar ve evrendeki her şeyin mülkü Allah'a aittir.

Düşmanı İçerden Çökerten Savunma Sistemi: Siline Tatarica

Bitkilerin böceklere karşı yürüttüğü savunma savaşında gösterdiği akılcı davranışlardan birisi de Rus Bilimler Akademisi'nin internet sayfasında yayımlandı.

Rusya'daki Syktyvkar Biyoloji Enstitüsü'nden bilim adamlarının yaptıkları araştırmaya göre, Siline tatarica türüne ait çiçekler, düşmanı içerden yıkan bir strateji izliyor. Bu bitki türü, kendisine saldıran tırtılların deri değişimini kontrol eden hormonu üretip bunu düşmana karşı silah olarak kullanıyor.

Ecdysteroids hormonu, böceklerde deri değişimini kontrol ediyor. Bir tırtılın sağlıklı bir kelebek haline gelebilmesi için önce pupa dönemine geçmesi gerekiyor. Bu geçiş dönemlerinde tırtılın vücudunda bu özel hormon salgılanıyor. Belli dozaj hormonla hücrelere iletilen mesaj hücrelerce okunuyor ' . Hücreler de emre uyarak bir dizi karmaşık biyokimyasal reaksiyon gerçekleştiriyor. Tüm bunların sonucunda tırtıl metamorfozunu tamamlıyor ve kelebeğe dönüşüyor.

Siline tatarica çiçeği tam da bahar döneminde çiçek açmadan az önce saldırıya uğrayacağını bilircesine alarma geçiyor. Düşmanın fizyolojisini en ince detayına kadar biliyormuş gibi, kendi vücudunda Ecdysteroids hormonu üretiyor. Tırtılın ısırıklarıyla, hazırlanan hormon bombaları düşmanın vücuduna iletilmiş oluyor. Aşırı dozajda hormona maruz kalan tırtılın hücreleri aniden deri değiştirme komutu alıyor ve bunu uygulamaya geçiyor. Tırtıl çok kısa sürede pupa dönemine geçiyor, sonrasında ise hemen ölüyor.

"Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, her şeye güç yetirendir." (Maide Suresi, 120)

Birbirlerini Besleyen Karıncalar


Doğadaki canlıların tümü, yaşamlarını sürdürebilmek için akıl gerektiren davranışlarda bulunurlar. Elbette ki bu özelliklerin tümünü onlara veren, onları akıllı davranacakları, bilinçli hareket edecekleri şekilde yaratan Allah'tır.

Karınca kolonilerinde yuvaya getirilen avlar ve tohumlar ortak olarak tüketilir. Böylece tüm koloninin beslenme ihtiyacı hiç problem çıkmadan giderilir. Ayrıca avcı karıncaların vücutlarında depo ettikleri sıvı besin damlaları vardır. Bu besin damlalarını hem kendi ihtiyaçları olduğu zaman, hem de yuvada bu damlaları ihtiyacı olan diğer karıncaları beslemekle kullanırlar.

Bir avcı karınca yuvaya döndükten sonra, bir süre yuva arkadaşlarının ilgisini çekmek için başını sağa sola sallar. Daha sonra sabit durur ya da doğrudan diğer karıncalara giderek sonuna kadar açık olan çene kemiğinden besin damlasını onlara sunar. Besinin çok hızlı bir şekilde koloniye dağılmasını sağlayan kursaktan geri çıkarmak suretiyle yapılan bu sıvı besin değişimi çok etkileyici bir paylaşma örneğidir.

Anlatılan bu sistem, insanları, üstün akıl sahibi bir tasarımcının varlığını kabule mecbur bırakan olaylardandır. Hiçbir gücün böylesine kompleks ve fedakarane bir depolama sistemi oluşturamayacağı bir gerçektir. Ayrıca sadece bu fedakarlık ilham edilmekle kalmamış, karıncaların vücut yapısı da bu paylaşmaya olanak sağlayacak şekilde dizayn edilmiştir.

Allah'ın hayvanlara verdiği ve onları belirli görevleri yerine getirmeye mecbur kılan söz konusu "ilham"dan, Kuran'ın Nahl (Balarısı) adlı suresinde şöyle söz edilir:

"Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü - uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır." (Nahl Suresi, 68–69)

Kuran'da elbette Allah'ın ilhamıyla özel görevler yüklenen hayvanlar tek tek sayılmamaktadır; balarısı sadece bir örnektir. Karıncaya baktığımızda ise, en az balarısı kadar mükemmel işler yapan, en az onun kadar "fedakar", "sosyal" ve görevine sadık olan bu küçük hayvanın da benzeri bir ilhamla hareket ettiğini görebiliriz.

Karıncalar ve Koku İzleri

İz iletişimi (koku izlerinin takibi), karıncalarda çok kullanılan bir metottur. Konuyla ilgili pek çok ilginç örnek vardır:

Amerika çöllerinde yaşayan bir tür karınca, ölü bir böcek bulduğunda onu taşımak ya da sürüklemek isterken çok geniş ve ağır olduğunu fark ederse, havaya zehir kesesinde üretilmiş bir koku salgılar. Uzaktaki yuva arkadaşları kokuyu algılar ve kokunun kaynağına doğru gelmeye başlarlar.

Ateş karıncaları ise besin aramak amacıyla yuvalarını terk ettiklerinde, kısa bir süre koku izini takip ederler, sonra birbirlerinden ayrılır ve tek başlarına araştırma yaparlar. Ateş karıncası besin keşfettiğinde yuvasına daha yavaş döner. Vücudu zemine iyice yakındır. Belirli aralıklarla iğnesini çıkarır ve iğnenin ucu, kalemin ince bir çizgi çizmesi gibi zemine değer. Böylece ardında besine doğru ilerleyen bir iz bırakmış olur.

Pusula Görevi Gören Karıncalar

Yiyecek arayan karıncalar, açıklanması çok zor bir faaliyeti gerçekleştirirler. Yiyecek kaynağına kıvrımlı, büklümlü bir yoldan gider, ancak yuvalarına kestirme ve düz bir yoldan geri dönerler. Peki, sadece birkaç santimetre ötelerini görebilecek durumda olan karıncalar, nasıl olup da böylesine düz bir yol oluşturabilmektedirler?

Bir bilgisayar bilimcisi Alfred Bruckstein, karıncaların zikzaklı bir yolu düz bir yola matematiksel olarak nasıl dönüştürdüklerini inceledi. Belli sayıdaki karıncadan sonra, yolun uzunluğu en minimum değerine ulaşmakta, iki nokta arasında olabilecek en kısa mesafeye yani düz bir çizgiye dönüşmekteydi. Karıncanın biyologların kısa bir süredir gözlemledikleri bu durumu, matematiksel olarak da ispatlandı.

Bu elbette büyük ustalık isteyen bir iştir. Çünkü bir insan, kendi boyutuna uyarlanmış böyle bir uzaklık için mutlaka pusula, saat ve hatta kimi zaman çok daha karmaşık aletler kullanmalı ve mükemmel bir matematik bilgisine sahip olmalıdır. Tek başına keşfe çıkan bir karıncanın ise rehberi Güneş, pusulası da dalların ve diğer işaretlerin konumudur. Daha sonra bunların şekillerini karıncalar hatırlar ve bu sayede de yuvalarına giden en kısa yolu hiç tanımadıkları halde bulabilirler. (Harun Yahya, Karınca Mucizesi)

Bir beyne sahip olmayan, düşünme ve muhakeme yeteneğinden yoksun bu küçücük canlılara bu özellikleri Allah ilham etmektedir.

Mükemmel Av Taktiği

Bazı karınca türleri; dişlerini, örümcek yumurtalarını, kırkayakları, böcekleri ve termitleri yemek için kullanırlar. Yiyecek arayan karınca, antenleriyle bir böceğin kokusunu aldığında çenesini 180 derece açarak bekler. Devamlı olarak antenlerini ileriye doğru atarak onlarla etrafını kolaçan eder. Karınca yavaş yavaş böceğe doğru yaklaşır. Antenleri ona dokunduğunda, artık küçük böcek alt çene dişlerinin ulaşabileceği mesafededir. Karınca damağını indirdiğinde, çenesi birden kapanır ve böcek bir kazığa saplanır gibi dişlerin arasına sıkışır.

Söz konusu karıncalar avlarını hemen hiç kaçırmazlar, çünkü dünyada refleksi en hızlı olan çeneye sahiptirler. Gözümüzü kırpma hızımız, tuzakçı karıncanın ısırma süratinin yanında oldukça yavaş kalır. Göz kapağının, kapanması ve açılması saniyenin 1/3'i kadar bir süre alırken, bu karıncaların (Odontomachus bawi)çenesi bunun neredeyse 100 katı hızda çalışır. Gözlenen en hızlı vuruşları 0,33 milisaniyede gerçekleşir.

Evrim yoluyla yani bilinçli bir tasarım olmadan ve tesadüfler sonucunda, böyle kusursuz bir avlanma mekanizmasının gelişebilmesi ihtimal dışıdır.

Ortaya çıkan yegane gerçek, karıncaları tüm mucizevi özellikleri ve kusursuz yaşam biçimleriyle yaratan gücün, tüm doğaya ve tüm evrene hakim olan Allah'a ait olduğudur.

10 Mart 2011 Perşembe

Görme Engelliler İçin Sonar Baston

Yarasalar görme engellilerin kullanımına sunulacak titreşimli bastonların üretimine ilham kaynağı oldu. Benzer esaslara göre çalışan uçak kumanda sistemlerinin geliştirilmesi de planlanıyor.

Oldukça hafif olan elektronik baston, insan kulağının algılayamayacağı frekansta (ultrasonik) ses dalgaları yayıyor ve üç metre çapındaki çevrede bulunan objeleri üç boyutlu olarak haritalandırıyor. Yol üzerinde bir engelle karşılaşıldığında baston bunları algılıyor ve tutamak kısmındaki düğmelerin titreşmelerini sağlayarak görme engelli sahibini uyarıyor. Ürünün tasarımı, Leeds Üniversitesi’nde görevli araştırmacı ve yarasa uzmanı olan Dean Waters’a ait. Water, şu ana kadar yaklaşık 25 görme engelli insan üzerinde test edilen bastonun oldukça başarılı bulunduğunu belirtiyor. (Joanne Baker, “Sonar cane helps blind navigate”, Nature Science Update, 9 Eylül 2003)

Baston saniyede 60,000 ses titreşimi yayıyor ve geri dönen yankıları algılıyor. Baston üzerindeki düğmeler de görme engelli kullanıcının ultrasonik yansımaların kuvvetini ‘hissetmesini’sağlıyor. Hızlı ve kuvvetli bir sinyal objenin yakında olduğu anlamına geliyor. (Joanne Baker, ibid.)

Bir zoolog olan Waters, çalışmalarına ilgi çekebilmek için İngiltere’nin Manchester şehri yakınındaki Salford’da gerçekleştirilen bilim festivalinde ilginç bir gösteri sundu. Bu gösteride yarasa sonarını insan kulağına adapte eden bir yer tespit sistemi, insanlarca sanal gerçeklik ortamında objelerin yerini belirlemede kullanıldı. Bundaki fikir ise savaş uçağı pilotları için bazı kontrol sistemlerini işitme duyularıyla kumanda etmelerini mümkün kılabilecek sistemler geliştirmek. Pilotlar böylece gözlerini başka işler için serbest bırakabilecekler.

“Araba kullanırken hız göstergesine ve yola aynı anda bakamazsınız” diyor Waters. “Ama aynı esnada radyo dinleyebilirsiniz.” (Emily Singer, "Bat echoes used as virtual reality guide", 14 Eylül 2003, NewScientist.com haber servisi)

Waters, insanlar yarasadaki yüksek frekanslı ses dalgalarını üretemedikleri için, yarasa yer tespiti sesleri yollayan ve bunların frekansını insanın duyma aralığına indirgeyen bir sanal sistem geliştirdi. Kulaklık taktığı insanları bir odaya soktu ve onlardan sadece yer tespit seslerini kullanarak sanal bir böceği avlamalarını istedi. İnsanlar hedeflerini yarasa sesleriyle bulmada, stereo gibi bir ses kaynağını bulmada olduğundan daha başarılı oldular. Bu farklılık, yarasa çığlıklarının üç boyutlu ortamın sese dayalı bir haritasını çıkarmada özellikle daha iyi olmasından kaynaklanıyor.

Çığlıklar kısa olduğu için yankı keskin bir şekilde dönüyor. Bunlar aynı zamanda genişbant yapısındalar, yani hem yüksek hem de düşük frekanslarda bilgi içeriyorlar; Böylece yarasalar sesin yerini daha etkili bir şekilde belirleyebiliyor. Ayrıca yarasalar hedeflerine yaklaştıkları sırada seslerini dinamik olarak değiştiriyorlar, bir objeye yaklaştıklarında daha kısa çığlıklar kullanıyorlar.

Hem sonar baston hem de sanal yer tespit sistemi, kaynağını yarasalardaki bu üstün avlanma sisteminden alıyor. Bu durum şüphesiz, yarasalarda mükemmel çalışan bir tasarım bulunduğunun ve bunun en son teknolojiye ilham kaynağı olacak kadar üstün olduğunun da bir göstergesi.

Sonar bastona baktığımızda bunun belli bir amaca yönelik olarak tasarlandığını anlarız. Belli parçaların, ses yayacak ve bunların yankılarını algılayıp cisimlerin yerlerini belirleyebilecek şekilde özel olarak birleştirildiğini görürürüz. Bu özellikler, sonar bastona ilham kaynağı olan yarasada aynen mevcuttur. Yarasa sonarı, geceleri avlanan ve etrafını göremeyen bu canlıya avının yerini tespit etmede fayda sağlayan ve kulak, beyin gibi organların koordinasyonuyla çalışan mükemmel bir organdır. Mühendisler yarasadaki sonarı örnek aldıkları halde yarasa bunu başka canlılardan örnek alıp kendi vücudunda geliştirmiş değildir. Sonar bastondakinden çok daha karmaşık bir tasarıma sahip olan bu organın bilinçli olarak tasarlandığı açık bir gerçektir. Allah yarasayı örnek edinmeksizin yaratmıştır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.”(Bakara Suresi, 117)

Geyiklerin Alarm Sistem

Geyikler ortamın güvensiz olduğunu anladıklarında ön ayaklarından birini yere vurarak diğer geyiklere tehlikeyi haber verirler. Eğer tehlikenin çok yakında olduğunu anlarlarsa hem ön ayaklarından birini yere vururlar hem de kuyruklarını dikleşti- rerek sarkaç gibi sallamaya başlarlar. Narin yapısıyla yırtıcı hayvanlara kolayca yem olabilecek bu sevimli canlılar birlikte hareket ederek korunabilmektedir. Bu hayvanlara birbirlerini kollama içgüdüsü veren Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Yüce Allah yeryüzündeki tüm canlıları denetlediğini şöyle bildirmiştir:

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

4 Mart 2011 Cuma

Istakozların Hayranlık Uyandıran Göç Metodu


Istakozların göçleri genel olarak daha sakin sulara doğru olur. Bu seyahat sırasında oldukça dikkat çekici görüntüler meydana gelir. Her ıstakoz kendi önündekine dokunacak şekilde pozisyon alır ve yaklaşık elli-altmış ıstakoz biraraya gelerek bir konvoy oluştururlar. Bu şekilde okyanus tabanında birkaç gün ve gece yürürler. (David Attenborough, The Trials of Life, s.123)

Konvoyun elemanları kendi pozisyonlarını antenlerinin ve ön bacaklarının uçlarını sürekli olarak önlerindeki ıstakozun karnına dokunarak belirler. Bu bağlantı ıstakozun anteni alınsa bile bozulmaz. Antenleri alınan ıstakoz önündeki ıstakoza ön ayaklarının ucuyla daha fazla dokunmaya başlar. Eğer bu uçlar da alınırsa o zaman ıstakoz ön ayaklarının ikinci uçları ile diğerlerine dokunur. Bu şekilde ıstakoz görmese bile sıranın korunmasını garanti altına almış olur. Öndeki ıstakozun neden olduğu su hareketi muhtemelen onu izleyen ıstakozun kaybolan bağlantıyı yeniden elde etmesini sağlarken, kimyasal uyarı da onun bir ıstakozu izlediğini gösterir.

Istakozların göçe toplu olarak karar verdikleri düşünülse bile bu şekilde tek sıra oluşturarak seyahat etmelerini açıklayabilmek zordur. Bu davranış şeklinin ıstakoza birçok faydası vardır. Öncelikle yol boyunca karşılaşacağı tehlikelere tek başına karşı koyamayacak olan ıstakozlar, birlikte hareket ettiklerinde av olmaktan kurtulabilirler. Çünkü tümünün birden sahip oldukları gözler, antenler ve diğer tüm alıcılar düşmanı fark etmek ve caydırmak için aynı anda kullanılmış olur. Genellikle bu göç yolunda büyük balıkların saldırısına uğrarlar. Saldırı esnasında lider kendi etrafında döner. Bunu gören diğer bireyler tehlike olduğunu anlar ve onlar da dönerek bir rozet şekli oluştururlar. Bu sırada ıstakozlarda savunma kabukları oluşur. Normal şartlar altında çok çabuk yem olacakken bu tedbirler sayesinde düşmandan korunmuş olurlar. Ayrıca ıstakozların en hassas yerleri karın bölgeleridir. En büyük hasarı bu bölgelerinden alırlar. Dizi şeklinde sıralandıklarında ise bir arkada olan ıstakoz diğerinin karın bölgesini kapatarak onu korumuş olur. (John Owen, Fantastic Journey, s.109)

Dizi şeklinde göç etmek ıstakozların hareket kabiliyetlerini de artırır. Tek başına su içinde ilerlerken karşılaşılan sürtünme kuvvetiyle bir bireyin arkasından giderken karşılaşılan kuvvet arasında yarı yarıya fark vardır. Dizi şeklinde yaptıkları hareket sayesinde ıstakozlar daha kısa bir sürede daha fazla yol almış olurlar. Bazı türlerin saatte 1 kilometre yürüdükleri görülmüştür.

Yapılan araştırmalar ıstakozların tanımadıkları bir yere yerleştirildiklerinde de kendi bölgelerine dönebildiklerini göstermiştir. Ancak bütün çalışmalara rağmen bunu hangi yöntemi kullanarak yaptıkları tam olarak anlaşılamamıştır. Örgücü ıstakoz Panulirus argus yol boyunca tüm yönelme ipuçlarından yoksun bırakılmasına ve yakalandığı yerden kilometrelerce uzakta tanımadığı bir alana yerleştirilmesine rağmen yaşadığı bölgeye geri dönebilmiştir. Bu konuda yapılan bir deney dikkat çekicidir.

Sahilde yakalanan ıstakozlar üzeri örtülü, ışık geçirmeyen bir konteynıra yerleştirilerek, kamyonla deney alanına götürülmüşlerdir. Yolculuğun yarısında konteynıra mıknatıslar yerleştirilmiştir. Mıknatısların bazıları iple asılmış ve düzensiz şekilde sallandırılmıştır, böylece konteynırın içine yerleştirilen mıknatıs düzeni devamlı değişen bir ortam oluşturmuştur. Yolculuğun diğer yarısında ise ıstakozlar aynı konteynırda ama mıknatıslar olmadan taşınmıştır. Tüm yolculuk boyunca konteynırların kamyon hareket ettikçe düzensiz olarak sallanması sağlanmıştır. İpuçlarının durağanlığını bozmak için kamyon 37 km uzaktaki deney alanına gitmeden önce bir dizi düzensiz manevralar ve daireler yapmıştır. Sonra tüm ıstakozlar kamyondan alınmışlar ve doğal manyetik alanı olan bir tankta gece boyunca bekletilmişlerdir.

Sabah olduğunda ıstakozların gözleri lastik bantlarla kapatılmış ve daha önceki gibi yönlerini nasıl buldukları test edilmiştir. Mıknatıslarla ve mıknatıssız nakledilen ıstakozlar arasında hiçbir yönlenme farklılığı bulunmadığı görülmüştür. Aksine her iki grup da tereddütsüz olarak yakalanmış oldukları alana doğru yönelmişlerdir. ((2 Haziran 2003) (Nature 421, 60 - 63 (2003); doi: 10.1038/nature01226, True navigation and magnetic maps in spiny lobsters, Larry C. Boles And Kenneth J. Lohmann, Department of Biology, University of North Carolina, Chapel Hill, North Carolina 27599, USA, Correspondence and requests for materials should be addressed to L.C.B. (e-mail: LBoles@email.unc.edu))

Burada durup dikkatlice düşünmek gerekir: Istakozlar yer değiştirmelerine rağmen şu anda tam olarak çözülememiş bir metodu nasıl bilip, uygulamaya başlamışlardır? Şüphesiz bir ıstakozun günün birinde kendi aklı ile böyle bir yöntem düşünmesi ve her koşulda yönünü bulmayı başarmaya azmetmiş olması mümkün değildir. Bu göç davranışlarının zamanla ıstakozların aşamalı kararlarıyla oluşması da imkansızdır. Istakozun göç yeteneği kendi başına sahip olması mümkün olmayan, hayranlık uyandıran bir özelliktir. Tüm bunları düşünüp planlayan, planlarına göre hesap yapan, yolunu şaşırmadan onu istediği yere ulaştıran akıl ıstakozun aklı değildir. Herşeyi yaratan ve yarattığını en iyi bilen Allah, ıstakozların da yaşamları boyunca karşılaşacakları herşeyi önceden bilir. Onları ihtiyaç duyacakları her türlü beceriyle donatan üstün güç sahibi Rabbimiz'dir. Bu, Allah'ın yaratmadaki üstün sanatının göstergelerinden yalnızca bir tanesidir:

Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diri'dir, Kaim'dir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yüce'dir, pek Büyük'tür. (Bakara Suresi, 255)

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonar dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasından boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(Bakara Suresi, 164)

Yerkürenin Manyetik Alanı

Dünya'nın iç yapısı yaşam için özel bir tasarıma sahiptir. Bu iç yapıdaki tabakalar sayesinde, Dünya'nın bir manyetik alanı vardır ve bu manyetik alan yaşamın korunması için çok önemlidir. Amerikalı jeologlar Press ve Siever bu konuyu şöyle açıklarlar:

Dünya'nın çekirdeği çok büyük bir hassasiyetle dengelenmiş ve radyoaktivite tarafından beslenen bir ısı motorudur... Eğer bu motor daha yavaş çalışsaydı, kıtalar şu anki yapılarına ulaşamazlardı... Demir hiçbir zaman erimez ve merkezdeki sıvı çekirdeğe inmezdi ve böylece Dünya'nın manyetik alanı hiçbir zaman oluşmazdı... Eğer Dünya'nın daha fazla radyoaktif yakıtı olsaydı ve dolayısıyla daha hızlı bir ısı motoru bulunsaydı, volkanik bulutlar Güneş'i kapatacak kadar kalın olur, atmosfer aşırı derecede yoğun hale gelir ve Dünya yüzeyi de hemen her gün volkanik patlamalar ve depremlerle sarsılırdı. (F. Press, R. Siever, Earth, New York: W. H. Freeman, 1986, s. 4)

Yaşamımız için büyük öneme sahip olan bu manyetik alan yerkürenin çekirdeğinin
yapısından kaynaklanır. Çekirdek, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur. Atmosferin çok daha dışına kadar uzanan bu alan sayesinde Dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur. Güneş dışındaki yıldızlardan kaynaklanan öldürücü kozmik ışınlar, Dünya'nın etrafındaki bu koruyucu kalkanı geçemezler. Özellikle de Dünya'nın on binlerce kilometre uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşakları, Dünya'yı bu öldürücü enerjiden korur.

Söz konusu plazma bulutlarının, kimi zaman Hiroşima'ya atılana benzeyen, 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Aynı şekilde kozmik ışınlar da çok şiddetli olabilirler. Fakat Dünya'nın manyetik alanı, tüm bu öldürücü ışınların sadece % 0.1'ini geçirmekte ve kalan bu binde birlik ışınlar da atmosfer tarafından emilmektedir.

Eğer Dünya'nın bu manyetik kalkanı olmasa, yeryüzündeki yaşam sık sık öldürücü ışınlarla tahrip edilecek, belki de hiç var olmayacaktı. Ancak yerkürenin çekirdeği tam olması gerektiği gibi olduğu için, Dünya bu şekilde korunur.

Kısaca; gökyüzünde bizler için kurulmuş özel bir koruyucu kalkan vardır. Bir ayette bu duruma şu şekilde dikkat çekilmiştir:

"Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar". (Enbiya Suresi, 32)