A9 TV Canlı Yayın

28 Şubat 2011 Pazartesi

Beton Çatlaklarını Tamir Eden Mucize Bakteri: Bacillafilla

En iyi inşa edilmiş yapılarda bile zaman içinde çatlaklar oluşur. İnşaat mühendisleri binaları sağlam ve dayanıklı olmaları için demir iskeletler ile güçlendirirler. Fakat deprem, yağmur gibi doğa olayları ile betonlarda oluşan çatlaklar binaların güvenliğini tehdit ederler. Bu çatlakların tamir edilmesi ise büyük miktarlarda para ve zaman gerektirir. Oysa BacillaFilla adlı bir bakteri, betonu onarma görevini fazla masraf ve zaman gerektirmeden gerçekleştirebilmektedir.

Bakteriler, bitkilerden ve hayvanlardan farklı olarak hızlı çoğalan ve biyokimyasal etkileri bakımından canlılar aleminin dengesini sağlamada çok büyük önem taşıyan bir grubu oluştururlar. Hemen hemen her yerde yaşayabilirler. Bu nedenle de herhangi bir tür organizmadan çok daha fazla sayıdadırlar. Bu canlılar, dünyanın en fazla sayıdaki üyeleridir. Tüm ekosistem, bakterilerin faaliyetlerine bağlıdır ve bakteriler insan yaşamını da pek çok şekilde etkilemektedirler. Nitekim hastalıklara sebep olmalarının yanısıra fotosentez, fermantasyon, azot döngüsü ve yeryüzündeki demir yataklarının çözünmesi gibi pek çok yararlı faaliyetlerde bulunurlar. Son yıllarda bakterilerin yeni bir yararı daha bulunmuştur. Bu bakteri, betonlardaki çatlakları tamir eden “BacillaFilla”dır.

BacillaFilla Çatlakları Nasıl Onarır?

“BacillaFilla” betonarme yapılarda oluşan çatlaklar içinde çoğalan ve bir çeşit yapıştırıcı üreterek çatlağın kapanmasını sağlayan bir bakteri türüdür. Ancak bu bakteri türü gerçekte Yüce Allah’ın yarattığı özellikleri yapısında taşıyan “Bacillus subtilis” adlı bir bakterinin genlerinin değiştirilmesi ile üretilmiştir. Bacillus subtilis toprak, su, hava ve çürüyen bitkiler gibi ortamlarda doğal olarak bulunan bir bakteridir. Uygun ortam koşullarında lifli bir yapı oluşturarak çoğalırlar. İşte beton çatlaklarının kapatılmasında bakterinin ürettiği bu lifli yapıdan yola çıkılmıştır.

Genetik olarak değiştirilmiş BacillaFilla, betonlardaki çatlaklarda adeta yüzer gibi hareket eder. Beton içine yerleştikten sonra, betonun pH’ı ile etkileşime girerek çimlenmeye başlar. Daha sonra kalsiyum ve karbonat karışımı olan ipliksi bakteri hücreleriyle birleşerek, yapışkan bir madde üretir. Çimlenen bakteriler, betondaki çatlakları sararak hızla tırmanırlar ve çatlağın sonuna ulaştıklarında kümeler oluştururlar. Bu aşamada hücreler 3 tipte farklılaşırlar ve üç farklı kalsiyum karbonat kristal türüne; yani çatlakları tamir etme özelliğine sahip özel bir beton yapıştırıcısına dönüşürler. Bu 3 hücre yani,

  • Kalsiyum karbonat kristalleri üreten tür,
  • Lifleri kuvvetlendirerek örgü şeklinde hareket eden hücre,
  • Yapıştırıcı üreterek boşluğu dolduran hücreler.

    Tıpkı bir duvar ustası gibi çalışıp duvarı tamir ettikten sonra betondan uzaklaşınca genetik yapısından dolayı kendi kendisini yok eder.

    Bu konuda şunu düşünmemiz gerekir. Çünkü bu yeni bilimsel gelişme aslında, Yüce Rabbimiz’in muhteşem yaratma sanatını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Çünkü söz konusu araştırmada genetik yapısı değiştirilerek kullanılan, doğada zaten var olan, Yüce Rabbimiz’in kusursuz bir biçimde yaratarak toprağa yerleştirmiş olduğu bir bakteri türüdür. Bilim adamları zaten yaratılmış olan bu canlıyı kullanarak adeta bir duvar ustası gibi görev yapan bir bakteri çeşidi elde edebilmişlerdir. Rabbimiz’in yarattığı ve doğada hazır bulunan bu bakteri çeşidi olmasa hiç şüphesiz ki böyle bir sonuç asla elde edilemezdi.

    Diğer taraftan genetik kodunda her ne değişiklik yapılırsa yapılsın sonuçta bu değişiklik bakteriye bir beyin, plan yapıp sonuca ulaşma ya da düşünme kabiliyeti ya da bir laboratuvar gibi çalışarak son derece kompleks bir madde üretme becerisini vermemiştir, asla da veremeyecektir. Zira genetik yapısı her ne olursa olsun, hiçbir şuuru ve aklı olmayan bir bakterinin kendi kendine ya da tesadüflerin eseri olarak duvarı tamir edecek kompleks bir yapıştırıcıyı üretmesi asla mümkün değildir.

    Bakteriyi, bu maddeyi üretme ve bunu faydalı bir şekilde kullanma özellikleriyle birlikte yaratan kainattaki her canlıyı kusursuzca ve sahip oldukları muhteşem özellikleriyle birlikte var eden Yüce Rabbimiz’dir.

    Bu önemli gerçeği bir ayette her türlü yaratmayı bilen ve üstün güç sahibi olan Rabbimiz Allah şöyle haber vermektedir:

    “O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”
    (Haşr Suresi, 24)

    BacillaFilla Yüce Allah’ın Bedi (Örneksiz Olarak Yaratan) İsminin Tecellilerinden Yalnızca Biridir

    Ne kadar yetenekli, ne kadar zeki olursa olsun bir insanın keşfedebileceği bir yenilik, düşünebileceği farklı bir fikir ancak o güne kadar öğrendikleri ve çevresinde gördükleriyle sınırlıdır. İnsan yeryüzüne beş duyu ile gelmiştir ve bu duyuların dışında altıncı bir duyuyu tahayyül etmesi bile mümkün değildir. Üstelik sahip olduğu duyuları da ancak kısıtlı olarak kullanabilmektedir. Örneğin belirli bir renk tayfını görebilmekte, belirli frekanslardaki sesleri duyabilmektedir. Dolayısıyla yeryüzünde var olmayan bir şeyi düşünmesi, keşfedebilmesi, akledebilmesi Allah dilemediği müddetçe asla mümkün değildir.

    Nitekim bugün bilimsel keşiflerin bir kısmını incelediğimizde, insanların pek çok konuda doğada gördükleri canlıları ve bunların arasındaki kusursuz sistemleri, kendilerine örnek aldıklarını görürüz. Örneğin yunusların burun çıkıntısı, modern büyük gemilerin pruvasına model olmuştur. Radarların çalışma prensibi yarasaların ses dalgaları yayarak çalışan algılama sistemi ile aynıdır. BacillaFilla da bu örneklerden biridir.

    Yüce Allah’ın ilmi sınırsızdır. İnsanın çevresinde görebildiği ve göremediği herşeyi Allah örneksiz olarak yaratmıştır. Kainatın, galaksilerin, gezegenlerin, canlıların, hatta tek bir hücrenin olmadığı bir zamanda Allah’ın dilemesi ve ‘Ol’ demesiyle, atomlardan, moleküllerden, hücrelerden, canlılardan, gezegenlerden, yıldızlardan, galaksilerden oluşan kusursuz bir sistemi oluşturmuştur. İnsanların binlerce sene sonra keşfedebildikleri mikro dünyadan, ancak 20. yüzyılda haberdar olunan gök cisimlerine kadar herşey Allah’ın var ettiği sistemlerdir ve O’nun belirlediği kanunlara tabidir. Allah hiçbir örnek yokken evreni ve içindeki her ayrıntıyı meydana getirmiştir. Allah’ın herşeyi yaratan olduğu bir ayette şöyle haber verilmektedir:

    “Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir.”
    (Bakara Suresi, 117)

    BacillaFilla Gelecekte İnşaat Teknolojisinde Kullanılabilir

    BacillaFilla inşaat mühendislerinin gelecekte binaların inşaatı ve onarımında kullanacakları önemli bir organik yapı malzemesidir. Çünkü enerji tasarrufu, kusursuz işlevsellik, sağlamlık gibi mimari bir tasarımda olması gereken özellikler bu canlıda mevcuttur. BacillaFilla’nın inşaat teknolojisinde faydalı olacak özellikleri şöyle sıralanabilir:

  • Deprem sebebiyle hasar görmüş binaların duvarlarını tamir etmede kullanılabilir.

  • Betonla aynı kuvvette sertleşen BacillaFilla, inşası pahalı olan yapıların ömrünün uzatılmasını sağlayabilir.

  • Çevreye katkı sağlayabilir. Bu ekonomik yönden olduğu gibi, çevre kirliliğini azaltma yönünde de olabilir. Çünkü insanların ürettiği betonların yapımı sırasında atmosfere %5 oranında karbondioksit karışmaktadır.

    Bütün bunlar bize, Allah’ın tüm bunları insanların öğüt alıp düşünmeleri için yarattığını bir kez daha gösterir. Kuran’da şöyle buyrulmaktadır:

    “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.”(Al-i İmran Suresi, 190-191)
  • Güneş Işınlarından Koruyan DNA Tamircisi Enzim: Fotoliyaz

  • DNA enzimlerinin en önemli görevlerinden biri, DNA molekülünün tamir edilmesine yardımcı olmaktır. Fotoliyaz enzimi bu tamirci enzimlerden biridir ve hücreyi güneş ışınlarından korur.

  • DNA tamircisi fotoliyaz enzimi, hücreyi güneş ışınlarından nasıl korur?

  • İnsanlar dışındaki canlıların büyük kısmında olan bu enzimden insanlar nasıl yararlanabilir?

    Dış etkiler sonucu DNA’da meydana gelebilecek hatalar, DNA kontrol mekanizmaları tarafından tespit edilip tamir edilirler. Bu mekanizmalar DNA’daki bilgiler doğrultusunda üretilmiş olan enzimlerden oluşur. Farklı onarım mekanizmaları olsa da temel prensip hasar gören nükleotidin, hasar görmemiş karşı nükleotidden alınan bilgi doğrultusunda onarımını yapmaktır. Bu işlem genel olarak 3 aşamadan oluşur:

    Hasar gören DNA şeridinin hatalı kısmı DNA nükleaz adlı enzim tarafından tespit edildikten sonra kopartılır. Böylece DNA sarmalında bir boşluk oluşur.

    Bir başka enzim olan DNA polimeraz, hasar gören nükleotidin sağlam bölümünden aldığı bilgi doğrultusunda, boşluğa gerekli nükleotidi yapıştırır.

    DNA’nın tamiri tam olarak bitmemiştir. Tamirin gerçekleştiği yerdeki şeker-fosfat şeridi üzerinde bir kopukluk meydana gelmiştir. Bu kopukluk DNA-ligaz enzimi tarafından tamir edilir.

    Son derece kompleks işlemler yapan, DNA’yı tanıyan, inceleyen bu enzimler profesörler veya bilim adamları değildir. Tam aksine çok küçük, şuursuz, bilgisiz, akılsız moleküllerdir. Bunların bir taştan veya tahta parçasından hiçbir farkları yoktur, ancak olağanüstü özelliklerle donatılmışlardır. Bir molekül, DNA şeridindeki hatalı kısmı nasıl tespit edebilir?

    Bunun için yaklaşık 3 milyar harften oluşan DNA dizisini, tam sırasıyla ezbere biliyor ve bu şekilde hatalı bir harfi tespit edebiliyor olması gerekmektedir. Ayrıca hatayı düzeltmek için izlemesi gereken son derece akılcı yöntemi de bilmekte ve kusursuzca uygulamaktadır. Bu, insanı hayranlık içinde bırakan çok önemli bir bilgidir. Her türlü eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah, küçücük molekülleri böyle olağanüstü özelliklerle yaratarak, ihtişamlı yaratmasını sergilemektedir. Bu muhteşem enzimlerden biri de fotoliyaz enzimidir.

    Fotoliyaz Enzimi Hasarı Nasıl Tamir Eder?

    DNA vücudumuzla ilgili fiziki bilgilerin kodlandığı kitaplar dolusu bir kütüphanedir. Kendine has bir dili vardır. Bu dilin alfabesi ise 4 harften oluşur. Bu harfler kısa gösterimleri A, T, G ve S olan Adenin, Timin, Guanin ve Sitozin adlı büyük moleküllerdir. Bunlar şeker ve fosfat moleküllerinin oluşturduğu zincire bağlanarak dizilirler. Şeker ve fosfat adeta kağıda benzer, A, T, G ve S’den oluşan zincirler ise o kağıdın üstüne yazılan yazıya. Bu eşsiz bilgiyi yaratan Yüce Allah aynı bilginin bir kopyasını daha yaratmış ve DNA’yı çift zincirden meydana getirmiştir. İkinci zincir ise ilk zincirin bir çeşit ayna görüntüsü gibidir. Her A’nın karşısında bir T, her T’nin karşısında bir A; her G’nin karşısında bir S, her S’nin karşısında ise bir G bulunur. Ancak DNA, onu bozmaya çalışan bir dizi etmenle karşı karşıyadır. Dolayısıyla DNA’da meydana gelen bozulmalar, var olan bilginin de bozulmasına sebep olur. Bu da hayatın bozulması anlamına gelir. Ancak sonsuz şefkatli olan Yüce Allah DNA arızalarından korunma yollarını da yaratmıştır.

    DNA ultraviyole radyasyona maruz kaldığında yapısında bozulmalar olur. Örneğin aynı zincirde bulunan yanyana Timin bazları karşı zincirdeki bazlarla değil de kendi aralarında bağ kurabilirler. Bu yapıya timin dimeri denir. Bunun neticesinde DNA’nın yapısı bozulur. Bu önemli bir hatadır çünkü DNA’nın çoğaltılması bu hatanın olduğu yere geldiğinde durur. Bu tip timin dimerleri ve genel olarak büyük DNA hasarları Nükleotit Eksisyon Yöntemi ile onarılır. İnsan ve bazı memeli hayvan türleri dışındaki hemen hemen bütün canlılarda timin dimerlerini tamir etmenin bir başka yolu daha vardır. Bu tamir metodunda fotoliyaz adlı bir enzim kullanılır. Fotoliyazın hasarı tam olarak nasıl tamir ettiği yıllarca süren çalışmalara rağmen şimdiye kadar bir sır olarak kalmıştır. Ancak araştırmacılar DNA’yı laboratuvarda sentezleyip morötesi (UV) ışınlara maruz bırakarak güneş yanığına benzer bir hasar oluşturmuş, ardından DNA’ya fotoliyaz enzimini ekleyerek bu enzimin hasarı nasıl tamir ettiğini laboratuvar ortamında incelemişlerdir.

    Morötesi (UV) ışık, hücrelerimizdeki DNA moleküllerinde yanlış yerlerde kimyasal bağlar kurulmasına sebep olarak cilde zarar verir. Fotoliyaz enzimi ise bu yanlış bağları doğru noktadan kırarak DNA’daki atomların orijinal konumlarına dönmesini sağlar. Bunun için enzim, hasarlı DNA bölgesi ile bir bütün oluşturur. Bu enzim adeta içinde, bir nevi anten barındırır. Bu anten güneşten gelen enerjiyi soğurmaya yarar. Güneşten gelen enerji, enzimin içinde FADH olarak adlandırılan bir başka bölgeye aktarılır. Aktarılan enerji kullanılarak bir elektron hasarlı bölgeye yollanır. Elektronun yollanmasıyla timin dimerleri arasındaki zararlı bağ kırılır ve elektron da enzime geri yollanır. Bağların yeni düzene girmesi, DNA sarmalından otomatik olarak birer proton ve elektron atılmasıyla sonuçlanr. Bu da döngüyü yeniden başlatarak tamirin başka noktalarda devamını sağlar. Hasarın tamirinden sonra da enzim DNA’dan ayrılır.

    Böylesine kompleks, kusursuz ve hatasız bir düzenin tesadüfen geliştiğini söylemek kesinlikle akıl ve mantık dışıdır. Evrendeki tüm atomları ve gerekli tüm koşulları bir araya getirseniz, DNA’nın kopyalanmasını gerçekleştiren sistemi tesadüfen oluşturamazsınız. Çok açıktır ki, bu kadar kusursuz bir sistemi yaratan ve milyonlarca senedir yaratmaya devam eden sonsuz ilim, akıl ve güç sahibi olan Allah’tır. Bu gerçek bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:

    “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, herşeyi kuşatandır.” (Nisa Suresi, 126)

    Bu Enzimden İnsanlar Nasıl Yararlanabilir?

    Bütün bitkiler, memeliler dışındaki hayvanların çoğu ve hatta bakteriler fotoliyazın sağladığı üstün korumadan faydalanır. Ancak insanlarda hasarı tamir etmesine rağmen daha az etkin enzimler vardır. Ama bu enzimlerin tamir edemeyeceği kadar çok güneş yanığı olduğunda deri hücrelerimiz ölür. Araştırmacılar fotoliyaz adlı enzimin hasarlı bir DNA zincirine birer elektron ve proton enjekte edildiğinde güneş yanıklarının tedavisinde ve cilt kanserinin önlenmesinde faydalı olabileceğini gözlemlemişlerdir. Sürekli güneş ışınlarına maruz kalmanın cilt kanseri gibi hastalıklara neden olduğu bilinmektedir. Araştırmacılar fotoliyazın mekanizması çözüldüğüne göre bu bilginin güneş ışınlarının hasarını iyileştiren ilaçlar ya da losyonlar hazırlamada kullanılabileceğini belirtmekteler. Çünkü normal koruyucu losyonlar UV ışığını ya ısıya çevirir ya da ciltten geri yansıtır. Fotoliyaz içeren bir güneş koruyucusu ise cilde nüfuz eden UV ışınlarının yol açtığı hasarı tamir etme potansiyeli taşıyabilir.

    Fotoliyaz Enzimindeki Bilincin Tek Sahibi Yüce Allah’tır

    Fotoliyaz enzimi müthiş bir işçidir, çünkü birbirinden farklı işleri yani enerji temini, hasar tespiti ve tamiratını mükemmel bir şekilde yapmaktadır. İki atomaltı parçacık, hasarı saniyenin birkaç milyarda biri kadar sürede tamir eder. Görünüşte basit olan bu işlem aslında çok kompleks kimyasal tepkime zincirlerini başlatır ve bu süreçte zamanlamanın çok hassas olması gerekir.

    Tüm bu dikkat, bilgi ve maharet gerektiren işlemleri, atomlardan ibaret enzimin yapması elbette mümkün değildir. Şüphesiz böyle açık bir şuurun kaynağı cansız maddelerin kendisi değildir. Böylesine zor işleri yapan enzim bilinç, akıl sahibi bir varlık değildir. Öyleyse karar alma, bunları uygulama, öngörü sahibi olma, karışıklıkları engelleme, kusursuz bir düzen için tedbirler alma, hata tespiti yapma, hataları düzeltme, onarma gibi bilinç ve akıl gerektiren fiilleri, bu şuursuz atom yığınları gerçekleştiremezler. Evrimcilerin ardına sığındıkları “tesadüf” kavramı, böylesine kompleks bir mekanizma karşısında tüm anlamını yitirir. Dolayısıyla, kör tesadüfler canlılığın kökeni ile ilgili kesinlikle bilimsel bir cevap niteliği taşımazlar. Akıl ve vicdan sahibi herkes, kör ve şuursuz tesadüflerin eseri olarak böylesine bilinçli, planlı işlemlerin birbiri ardınca gerçekleşemeyeceğini, kusursuzluk içinde yapılamayacağını kabul eder. Açık bir gerçektir ki, bu sistemin tüm unsurları ile eksiksiz bir biçimde bir anda “oluşmuş” olması gerekmektedir. Bunun anlamı da yaratılmış olmasıdır. Bazı insanların kavramakta, hatta okurken bile takip etmekte zorluk çektiği bu işlemler, Allah’ın dilemesiyle, şuursuz atomların her an kolaylıkla ve başarıyla yerine getirdiği görevlerdir. Yüce Allah bir Kuran ayetinde herşeyin Yaratıcısı ve güç sahibi olduğunu şöyle bildirir:

    “Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (Hac Suresi, 74)
  • 26 Şubat 2011 Cumartesi

    Balıklarda Özel Yapılar: Hava Kesesi Ve Deri

    Balıklar suda son derece rahat hareket ederler. Vücutlarında bunu kolaylaştırıcı birçok sistem birarada bulunmaktadır. Tasarımları ve fonksiyonları birbirinden tamamen farklı olan, biri olmadan işe yaramayan bu sistemler Allah’ın yaratma sanatının örneklerindendir.

    Balıkların her yöne hareketi nasıl sağlanır?

    Hepimizin bildiği gibi balıklar su içindeki ileri-geri hareket ederken yüzgeçlerini kullanırlar. Ancak bu sistem yukarı ve aşağı hareket etmelerine yardımcı olmaz. Balıkların yüzgeçlerini kullanmadan da hareket ettiklerini biliyor musunuz ?

    Balıkların hayatta kalması için çok önemli olan bu sistem son derece süratli işleyen bir tasarım harikasıdır.

    Balıkların vücutlarında hava keseleri bulunur. Bu keseler sayesinde kısa sürede derinlere inebilir veya su yüzeyine doğru çıkabilirler. Balık derinlere indiğinde, hava keselerinin ikinci bir hayati önemi daha ortaya çıkar. Çünkü derinlik arttıkça balığın üzerindeki fiziksel etkiler de değişir, değişen bu şartlara hava kesesindeki gazın azaltılıp, çoğaltılmasıyla uyum sağlanır.

    Bunların yanı sıra balıkların ağırlık merkezleri de genellikle hava keselerinden geçecek şekilde tasarlanmıştır. Bu sayede dengenin bozulması halinde yüzgeçlerinin çok küçük hareketleriyle balık yeniden dengesini sağlayabilir veya istediği pozisyonda durabilir.

    Sürtünmeyi engelleyen özel deri

    Balıkların pek çoğunun vücutları oldukça dayanıklı bir deri ile kaplanmıştır. Bu deri, alt ve üst olmak üzere iki tabakadan oluşur. Üst deri içerisinde mukus salgılayan bezler bulunmaktadır. Mukus kaygan ya da yapışkan bir yapıda olup, balığın su içerisindeki hareketi sırasında sürtünmeyi en alt düzeye indirmeye yarar. Dolayısıyla balıklara daha hızlı hareket imkanı verir. Ayrıca kayganlık özelliğiyle de balığın düşmanları tarafından yakalanmasını zorlaştırır. Mukusun bir başka özeliği ise balığı hastalık yapan organizmalara karşı korumasıdır! .

    Bundan başka balıkların üst derisinde keratin benzeri bir tabaka da bulunmaktadır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin besin ve oksijen kaynaklarından uzaklaşarak ölmeleri ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir. Keratinden oluşan bu tabaka suyun vücuda girmesini engelleyerek, balığın iç basıncı ile dış ortam basıncının dengelenmesini sağlar. Bu tabakanın olmaması durumda, su balığın vücuduna girecek, balığın vücudundaki basınç dengesi bozulacak ve bu da ölüme sebep olacaktı.

    Görüldüğü gibi balıkların sudaki hareketini kolaylaştırıcı birçok sistem birarada bulunmaktadır. Tüm bu sistemlerin tasarımları ve fonksiyonları birbirinden farklıdır, biri olmadan diğeri bir işe yaramamakta, herhangi bir eksiklik veya aksama durumunda balık ölmektedir. (Harun Yahya, Düşünen İnsanlar İçin)

    Balıklardaki tüm bu özellikleri, ilim ve güç sahibi Allah yaratmıştır. Yüce Rabbimiz yaratışının üstünlüğünü Kuran’da şu şekilde bildirmektedir:

    "... Göklerde ve yerde her ne varsa O’nundur, tümü O’na gönülden boyun eğmişlerdir. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) Yaratan'dır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117)

    15 Şubat 2011 Salı

    Karıncaların Daveti

    Karıncalar çok ileri düzeyde bir fedakarlık hissine sahiptirler ve bu meziyetleri nedeniyle, buldukları her besin kaynağına mutlaka diğer arkadaşlarını da davet eder ve besini onlarla paylaşırlar. Böyle durumlarda besin kaynağını keşfeden karınca, diğerlerini de bu kaynağa yönlendirir. Bunun için şöyle bir yöntem izlenmektedir:

    Besin kaynağını bulan ilk kaşif karınca, kursağını doldurarak yuvaya döner. Dönerken karnının ucunu kısa aralıklarla yere sürer ve kimyasal bir işaret bırakır. Ama daveti bununla bitmez; yuvada kısa süren hızlı bir tur atar. Bunu 3 ile 16 kere yapar. Bu hareket yuva arkadaşlarının onunla bağlantıda olmasını sağlar. Kaşif besin kaynağına geri dönmek istediğinde karşılaştığı bütün yuva arkadaşları onu izlemek ister, ama yalnızca onunla en yakın anten temasında bulunan arkadaşı dışarda ona eşlik edebilir. İzci, besine ulaştığında hemen yuvaya dönerek davetçi rolünü üstlenir. İzci ve diğer işçi arkadaşı birbirlerine sürekli duyu sinyalleri ve vücutlarının yüzeyindeki feromen salgısı ile bağlıdır.

    Karıncalar, davet edici karınca olmadığı zaman, besine giden izi takip ederek de hedefe ulaşabilirler. Başarılı kaşiflerin besinden yuvaya kadar bıraktığı iz sayesinde, kaşif yuvaya gelip “sallanma dansı” yapınca yuva arkadaşları davetçiden başka bir yardım almadan besin kaynağına ulaşabilirler. Karıncaların diğer bir ilginç yönü ise, davet işleminde kullanmak üzere her birinin değişik görevleri olan çok sayıda kimyasal bileşik üretmeleridir.

    Sadece besin kaynağına toplanmak için neden bu kadar çok çeşitli kimyasal maddenin kullanıldığı bilinmemektedir fakat anlaşıldığı kadarıyla bu maddelerin çeşitliliği, izlerin birbirlerinden farklı olmasını sağlamaktadır. Bunun dışında karıncalar mesaj gönderirken değişik sinyaller verirler ve her bir sinyalin şiddeti de diğerinden farklıdır. Koloni acıktığında veya yeni yuva alanlarına ihtiyaç duyulduğunda sinyalin şiddetini artırırlar. Bütün bunları karıncaların kendi kendilerine düşünüp bulamayacakları, böyle bir şeyi nesiller boyunca aktaramayacakları çok açıktır. Her karınca bu bilgilere sahip olarak dünyaya gelir. Karıncalar arasındaki bu yardımlaşma ve iletişimin kaynağı Allah’ın onlara ilhamıdır. Allah yarattığı tüm canlıları koruyan üstün güç sahibi Rabbimiz’dir

    Çardak Kuşları Neden Yuvalarını Süslerler

    İnsanlar yeni bir eve yerleştiğinde o evi özenle döşemek, kendi tarzlarını yansıtan ve hoşlarına giden bir ortam oluşturmak isterler. Bunun için araştırma yapar, alacakları eşyaları dikkatle seçer ve evdeki dağılımları için denemeler yaparlar. En sonunda kendilerine beğenecekleri ve bakmaktan, yaşamaktan zevk alacakları güzel bir ortam sağlarlar. Çardak kuşu da aynı adımları takip ederek kendine gösterişli bir yuva inşa eder ve burayı özenle dekore eder.

    Hemen hemen güvercin büyüklüğünde bir kuş olan çardak kuşları, yaygın olarak Avustralya’da yaşarlar. Nadir bulunmaları nedeniyle araştırma yapmanın son derece zor olduğu bu kuşların kuşkusuz en dikkat çekici özellikleri, erkek kuşların inşa ettiği ve özenle dekorasyonunu yaptıkları yuvalarıdır. Bu küçük kuşun sahip olduğu zevk ve dekore ettikleri dikkat çekici yuvalar, hiç şüphesiz, Yüce Allah’ın üstün aklının eserlerinden sadece biridir.

    Her çardak kuşu türünün seçtiği belli bir renk vardır. Ama genellikle parlak mavi renkli cisimleri tercih ederler. Belli bir renkte olması şartıyla sopa, taş, çiçek, tohum ve o renkte olan herhangi bir şeyi süs eşyası olarak kullanırlar.

    Yuvalardaki Mükemmel Estetik Anlayışı

    Erkek çardak kuşları, yetişkinliğe adım atar atmaz ilk iş olarak kendilerine bir yuva inşa ederler. Bu yuvayı inşa etmeden önce kendilerine en uygun yeri bulmak için uzun süre araştırma yaparlar. Çardak kuşlarının yuvalarına yer seçerken en çok dikkat ettikleri etken, bölgenin güzel bir ışık açısına sahip olmasıdır. Bu küçük kuş özenle dekore edip, süsleyeceği yuvasının en iyi şekilde sunumunu yapmak için en iyi ışık alan bölgeyi seçer ve yuvasını inşa etmeye başlar. Cinsten cinse göre değişen yuvalar, genellikle oval, üçgen, köprülü bir yol şeklinde veya kubbelidir. Yuvasının inşasını tamamlayan erkek çardak kuşu için bundan sonra asıl görev başlar: Evini en göz alıcı, dikkat çekici ve etkileyici şekilde dekore etmek… Bu süreç şöyle gerçekleşir:

    Küçük kuş, uzun araştırmalar sonucu çevresinde hoşuna giden tüm objeleri toplar. Bu kuşların yuvalarında kuş tüyleri, çakıl taşları, rengârenk çiçekler, yemişler, değişik formlu yapraklar, kimi zaman etraftan topladıkları bozuk paralar, metal parçalar, alüminyum folyo parçaları, gözlük camları, ipler, kaşıklar ve hatta araba anahtarları bile bulunabilir.

    Bulduğu objeleri yuvasına toplayan çardak kuşu daha sonra saatler süren bir dekorasyon sürecine girer. Sürekli eşyaların yerlerini değiştirerek en dikkat çekici ve en güzel düzeni oluşturmaya çabalar.

    Koleksiyonuna yeni objeler eklediğinde, daha az beğendikleriyle bunları değiştirir.

    Sadece dekorasyonla sınırlı kalmayan çardak kuşu bir de üstüne üstlük duvarlarına boya ve sıva yapar. Hatta malzemelerini dahi kendi üretir. Boyayı, saten çardak kuşları çilek ve kömür tozlarını ağızlarında karıştırarak sağlarlar. Ağızlarında çiğnedikleri bir parça ağaç kabuğu ile de dalların oluşturduğu duvarlarına sıva yaparlar.

    Eşyalarının yerlerini ezberleyen çardak kuşu, o yuvada yokken herhangi bir eşyasının yerinin değişmesi durumunda bunu hemen fark eder ve eşyayı eski yerine yerleştirir.

    Dikkat çekici olan başka bir nokta da bu kuşların yuvalarının hiçbirinin birbirine benzememesidir. Her kuş, yuvasını adeta kendi zevkine göre inşa eder.

    Peki, bu küçücük kuş böyle bir yuva yapmayı nereden öğrenmiştir? Çevreden objeler toplayıp bunları bir araya getirip bir bütünlük sağlamayı nasıl bilebilir? Şüphe yoktur ki bir kuş bu kadar çok detayı ve özeni kendi başına düşünemez. Bu özenli yuvayı ona ilham eden, Alemlerin tek Hakimi olan Allah’tır. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle haber vermiştir:

    “Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. “ (Nur Suresi, 41)

    Kuşların Süslü Yuvalarını Hazırlamalarının Amacı Nedir?

    Çardak kuşları diğer kuşların aksine yuvalarını yaşamak yerine, karşı cinsin ilgisini çekebilmek için inşa ederler. Dişilerine yaptıkları gösterilerinde bazı kuş türlerinin yaptığı gibi tüylerini kabartmak yerine dekorasyon malzemesi olarak kullandıkları “nesneleri” sergiler ve küçük çardaklar kurarlar. Dişi kuşların dikkatini çekebilmek ve en gösterişli yuvayı yapabilmek için adeta birbirleriyle yarışırlar. Yuvasına yaklaşan dişi kuşu fark eden erkek kuş yuvasında dolaşır ve dişi kuşu etkilemek için şarkı söyler. Aynı zamanda çok iyi birer taklitçi olan bu kuşlar, şelale ve insan seslerini birebir taklit edebilir ve bu sayede de dişi kuşun ilgisini çekmeye çabalarlar.

    Mimari Detaya Sahip Yuvalar Yüce Allah’ın Birer Tecellisidir

    Çardak kuşları şaşırtıcı teknikler kullanarak çok sayıda mimari detaya sahip yuvalar inşa ederler. Yuvaların inşasında bir mimar gibi plan yapar, gerçek bir duvar ustası gibi çalışır, bir mühendis gibi teknik çözümler getirir ve bir dekoratör gibi yuvalarını dekore eder, süslerler. Bu yuvaların hazırlanış teknikleri, bilinci ve zekası olmayan bir canlıdan beklenmeyecek kadar mükemmeldir. Elbette bu küçücük kuşların yuvalarını, kendi zekalarıyla tasarlayamayacakları çok açıktır. Bu kuşlara sahip oldukları bu yetenekleri Yüce Allah ilham eder. Çardak kuşları Yüce Allah’ın sanatının, gücünün, ilminin, yaratmadaki üstünlüğünün canlı birer delilidir. Yüce Allah bu gerçeği kullarına şöyle haber verir:

    “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (Al-i İmran Suresi, 190)

    Çardak kuşu yuvasının duvarlarını da boyar. Üstelik boyasını da kendisi elde eder. Nasıl mı? Çeşitli renklerdeki bitkileri toplar ve bunların sularını kullanarak duvarlarını boyar. Kimi zaman da boyama işlemi için salgısıyla karıştırdığı kömürü kullanır. Ayrıca ağzında çiğnediği bir parça ağaç kabuğu ile de dalların oluşturduğu yuva duvarına boya yapar.

    KUŞLARIN İLGİ ÇEKİCİ YUVALARI

    Terzi Kuşları Yuvalarını Nasıl Dikerler?

    Hindistan’da yaşayan terzi kuşları gagalarını bir dikiş iğnesi gibi kullanırlar. İplikleri ise, örümcek ağından elde ettikleri ipek, tohumlardan oluşturdukları pamuk veya ağaç kabuklarından kopardıkları liflerdir. Yuvalarını yaparken öncelikle bir ağaçta gelişmekte olan yaprakları seçerler ve kenarları üst üste gelecek şekilde bu yaprakları çekerek şekle sokarlar. Terzi kuşu bunun ardından sivri gagasıyla her bir yaprağın kenarına bir delik açar. Topladığı örümcek ağı veya bitki liflerini bir terzinin iğne-iplik kullanması gibi gagasıyla deliklerden geçirir ve düşmelerini engellemek için her ilmiği düğümler. Aynı işlemi diğer uçta da yaparak iki yaprağı birbirine “dikmiş” olur. Bir çift yaprağı ya da tek bir yaprağı kendi etrafında döndürmek için yarım düzine kadar düğüme ihtiyaç vardır. Daha sonra kuş bu keseyi çimlerle doldurup döşer. Ayrıca bu yapraklarla kaplı kesenin içinde, dişisinin yumurtalarını koyacağı gizli bir yuva daha dokur.

    Çok Büyük Bir Azim, Sabır ve Beceriyle Yuvasını Ören Dokumacı Kuşu

    Dokumacı kuş ilk iş olarak kullanacağı malzemeyi toplar. Yeşil ve taze yapraklardan kendine ince uzun şeritler keser veya yaprakların orta damarlarını alır. Özellikle taze yaprakları seçmesinin ise bir nedeni vardır. Kuru yapraklardan alacağı malzemeyi kontrol edebilmesi ve bunları dokumada kullanması çok zordur, ancak taze yaprak lifleri ile bu işlemler çok kolay gerçekleşir. Kuş öncelikle çatallı bir dala, bir yapraktan kopardığı uzun bir lifin ucunu sararak işe başlar. Bir ayağı ile lifin ucunu dalın üzerinde tutarken, diğer ucunu gagasıyla idare eder. Liflerin düşmelerini engellemek için onları düğüm atarak birbirlerine bağlar. İlk olarak bir çember oluşturur; bu yuvasının girişidir. Daha sonra ise gagasını mekik gibi kullanarak yaprak liflerini diğer liflerin üzerinden ve altından sırayla geçirir. Dokuma işlemi sırasında her lifin ne kadar çekilmesi gerektiğini de hesaplayabilmelidir. Çünkü eğer dokuması gevşek olursa yuva hemen çöker. Ayrıca yuvanın son halini zihninde canlandırabilmelidir ki, duvarların ne zaman kavisleneceğine veya dışarı doğru çıkıntı verileceğine karar versin.

    Girişi dokuduktan sonra yuvanın duvarlarını dokumaya başlar. Bunun için baş aşağı durur ve içeriden çalışmaya devam eder. Gagasıyla bir lifi diğerinin altına sokar ve sonra hassas bir şekilde dışarıda kalan ucunu tutar ve sıkıca çeker. Böylece yuvasının duvarlarında son derece muntazam bir dokuma oluşturur.

    10 Şubat 2011 Perşembe

    Geri Döndüren Gök

    Kuran-ı Kerim'de, Tarık Suresi'nin 11. ayetinde gökyüzünün "geri döndürücü" özelliğinden şöyle bahsedilir:

    Dönüşlü olan göğe andolsun. (Tarık Suresi, 11)

    Kuran meallerinde "dönüşlü" olarak tercüme edilen "rec'i" kelimesi, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamlarına gelmektedir. Bilindiği gibi Dünya'yı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. İncelendiği zaman her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır. Burada atmosfer katmanlarının geri döndürme özelliğini birkaç örnekle inceleyelim. Örneğin 13 ile 15 km yükseklikteki Troposfer tabakası, yeryüzünden yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini sağlar.

    25 km yükseklikteki Stratosferin alt tabakası olan Ozonosfer, uzaydan gelen radyasyon ve zararlı ultraviyole ışınlarını yansıtarak, yeryüzüne ulaşamadan uzaya geri dönmelerini sağlar.

    Manyetosfer tabakası ise, Güneş'ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parçacıkları, yeryüzüne ulaşmadan uzaya geri döndürür.

    Gökyüzü tabakalarının henüz yakın bir geçmişte keşfedilen bu özelliğinin yüzyıllar öncesinden Kuran'da bildirilmesi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu bir kez daha tasdik etmektedir.

    9 Şubat 2011 Çarşamba

    Keskinliğini Yitirmeyen Bıçaklar

    Deniz kestanelerinin keskinliğini yitirmeyen dişlerinin sırrını çözen bilim adamları, bunun bıçak ve benzeri aletlerin teknolojisine uygulanabileceğini söylüyorlar.

    Deniz kestaneleri sahip oldukları diş benzeri keskin yapılar neticesinde dipteki en sert yüzeylere dahi kolaylıkla tutunuyorlar. Bilim adamları şimdilerde bu canlıların nasıl olup da son derece keskin tutabildiklerini ortaya çıkarmış durumdalar.

    Kaliforniya mor deniz kestanesinin dişlerini inceleyen bilimciler, son derece sert, doğal bir dolgu maddesinin bir arada tuttuğu, kompleks yapılı kalsit kristali katmanlarından oluşan bir yapıyla karşılaşmışlar. Kristal katmanları arasındaysa, daha zayıf organik malzeme katmanları yer alıyor. Her bir sert katman keskinliğini yitirdiğinde kırılıyor ve altındaki taze ve kristalimsi yapı ortaya çıkıyor.

    Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden Prof. Pupa Gilbert, bu yapı karşısında şu yorumu yapıyor, “Bu zayıf noktalar önceden belirlenmiş kısımlar şeklinde kırılma noktaları meydana getiriyorlar. Yapı aynen, evlerde kullandığımız delikli şeritleri olan bir kağıt rulosuna benzetilebilir. Zayıf katmanlar, kağıdın bu noktalarda kolayca yırtılması gibi birbirinden ayrılmasını sağlıyor.”

    Kök Hücre, Felce Çare Olabilir mi?

    İskoçya'da yapılan bir operasyonda felç geçirmiş bir hastanın beynine kök hücre enjekte edilerek beyindeki zarar görmüş hücrelerin onarılması denendi.

    Glasgow şehrindeki bir hastanede yapılan operasyonun başarılı olması, kök hücrelerin beyin gibi kompleks bir dokuya uyum sağlayabilmesi açısından oldukça önemli.

    Uzun yıllardır durumunda iyileşme gözlemlenmeyen felç hastasının beynine çok düşük dozda enjekte edilen kök hücreler, felç hastalığı tedavisinde yeni bir yöntem olarak değerlendiriliyor.

    Doktorlara göre operasyondan sonra hastanın durumu oldukça iyi ve hasta hastaneden taburcu edilmiş.

    www.bilimveteknoloji.org

    Trafiği Karınca ile Çözecekler

    Kompleks bir yapıyla yaratılmış doğa, temelde birbiri ile uyum içinde çalışan mekanizmalarla doludur. Karınca topluluğu, çekirge ve kuş sürüsü, göç eden vahşi hayvanlar, sayıları milyonları bulan gruplar olmalarına rağmen çoğu zaman tek bir bireymiş gibi hareket edebilirler. Kordinasyon mekanizmaları mükemmel olan bu canlılara baktığımız zaman, insanlar için aynı şeyi söyleyebilmek çoğu zaman pek mümkün olmaz.

    Doğada yaşayan canlıları incelediğimizde, organize olma yeteneklerinin kusursuz bir şekilde işlediklerini görürüz.

    Hiç birkaç dakikanızı ayırıp karıncaların nasıl çalıştıklarını izlediniz mi? Kendi ağırlıklarının 50 katını taşıyabilen bu böceklerin binlercesinin hiçbir ’trafik sıkışıklığı’ yaşamadan nasıl ilerleyebildiklerini anlamaya çalışan bir araştırma ekibi, 8 yıldır karıncaların davranışlarını takip ediyor. Sidney Üniversitesi’nden Audrey Dussutour’un başkanlık ettiği araştırma ekibine göre, karıncalar ağaç dalından ince bir çubuk üzerinde dahi çift yönlü olarak çalışmalarına rağmen hiçbir şekilde duraksamıyorlar. Ekip aynı zamanda, hiçbir ’böceksel zincirleme kazaya’ sebebiyet vermeden ilerleyen karıncaların kullandıkları bu yöntemin trafikteki otomobiller için de geçerli olabileceğini düşündüklerini söylüyor.

    Üniversitedeki araştırmacıların yaptığı 8 yıllık çalışma sonucunda karıncaların bu başarısının temelinin ’sabır’a dayandığı anlaşılmıştır. Hızla yol alan ’yüksüz’ bir karınca, yavaş giden yüklü bir karıncanın arkasında kaldığında onu geçmek yerine yavaş ilerlemeyi tercih etmektedir. Daha sonra yüklü karınca hızlı hareket eden diğer karıncalara en müsait yerde yol vermektedir. Her bir karınca sadece trafik durumunu yönlendirmekle kalmamakta, aynı zamanda yol hakkında birbirlerine bilgi akışı da sağlamaktadırlar.

    Karıncaların izledikleri bu yöntemden yola çıkarak bir algoritma hazırlayan araştırmacılar, çok araçlı bir navigasyon sistemi geliştirmek için çalışmalara başladılar. Bu sistemin sürücüsüz otomobil fikrinin hayata geçmesi açısından da büyük önem taşıması bekleniyor. Böylece binlerce sürücüsüz otomobil birbiriyle haberleşerek, kaza yapmadan ve trafik sıkışıklığına neden olmadan yol alabilecek.

    6 Şubat 2011 Pazar

    Çiçekli Bitkiler Olmasaydi, Ne Olurdu?


    Yeni bir araştırmaya göre çiçekli bitkiler olmasaydı dünyamız, özellikle de bazı tropikal bölgeler, daha kuru ve sıcak olurdu. Araştırmada ayrıca çiçekli bitkilerin yağmur yağdırma özelliklerini de inceledi.

    Bitkiler sürekli olarak kökleriyle topraktan aldıkları suyu terleme yoluyla yapraklarından atmosfere vererek adeta suyu topraktan havaya ileten bir boru hattı gibi işlev görüyor.

    İklim üzerindeki etkileriyse oldukça büyük. Havadaki nemin % 10’u bitkilerden kaynaklanıyor ki bu da bu bitkilerin kendi yağmurlarını oluşturabilmeleri demek. Çiçekli bitkiler gelişmiş su iletim sistemleri sayesinde diğer bitkilere göre daha fazla terliyor.

    Üstelik bu işlevi ve teknolojiyi, ortaya çıktıkları ilk andan itibaren kullanıyorlar.


    Çiçekli bitkiler dünyadaki bitkilerin hemen hemen tamamını oluşturduğu için Chicago Üniversitesi’nden paleontolog C. Kevin Boyce ile iklim modellemecisi Jung-Eun Lee 100 milyon yıl kadar önce Kratese devrinde bir anda ortaya çıkışlarından beri çiçekli bitkilerin dünya iklimi üzerinde nasıl bir etkileri olduğunu merak etti.

    Araştırmacılar çiçekli bitkilerin olmadığı bir dünyayı canlandırabilmek için iklim modellerinde, terleme miktarını yaklaşık olarak çiçekli bitkilerin yaptığı katkıya karşılık gelen % 75 oranında düşürecek şekilde değişiklikler yaptı. Bu değişiklik adeta kaosa neden oldu ve tüm dengeleri alt üst etti, öyle ki kimi yer daha kurak kimi yer daha yağışlı hale geldi. Örneğin Kuzey Amerika’daki yağış oranında % 30-50 oranında düşüş oldu.

    Bununla birlikte en büyük etki Güney Amerika’nın tropik bölgelerinde görüldü. Çiçekli bitkilerin olmaması durumunda bu bölgedeki yağışlar 300 mm kadar azaldı.

    Doğu Amazonda yağış mevsimi 3 ay kadar kısaldı. Ayda 100 mm’den fazla yağış alan en yağışlı yağmur ormanları % 80 oranında daraldı. Afrika gibi zaten kuru tropikal ormanlara sahip diğer tropikal bölgelerse bu durumdan daha az etkilendi.

    Dünyanın daha kurak olması tüm canlılar için yaşamın çok kısa sürmesi anlamına gelirdi. Genel bir kural olarak yağışın daha az olması daha az bitki ve hayvan türünün yaşaması demek, çöller de zaten bu yüzden biyolojik açıdan fakir yerler.

    Panama’daki Smithsonian Araştırma Enstitüsü’nden paleobotanikçi Carlos Jaramillo da çalışmayı takdir ediyor ve bu araştırmanın çiçekli bitkilerin tropikal bölgelerde iklim üzerindeki önemli etkisini gösterdiğini belirtiyor.

    ..Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10)

    Kaynak: http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/biyoloji/s513_8_9.pdf

    Kalp Kasındaki Mucize

    Vücudumuz sürekli yorulma halindedir. Spor yapma, araba kullanma, temizlik, alışveriş, yürüme, koşma, merdiven çıkma, yemek yeme gibi gün içindeki tüm hareketler fiziksel olarak yorulmamıza sebep olur. Oluşan bu kas yorgunluğunun giderilmesi için bir süre dinlenilmesi, hareketsiz kalınması gerekir. Ancak siz oturduğunuz hatta uyuduğunuz zaman bile asla durmayan bir kasınız vardır. Ve o hiçbir zaman yorulmaz. Yaratıldığı ilk andan ölümünüze kadar da hiç durmayacak, yorulmayacaktır. Bu kas kalbinizdir.

    Kalp hiçbir zaman kas yorgunluğu çekmeyen özel kaslardan oluşmuştur.

    Size yorgunluk veren hareketleri yaparken bir de kalp kaslarınızın yorulduğunu hiç düşündünüz mü?

    Eğer böyle olsaydı, yani her yorulduğunuzda kalbiniz de yorulsaydı yukarıda saydığımız işlerden hiçbirini yapamaz, daha harekete başlamadan yığılıp kalırdınız. Allah kalp kaslarına yorulmama özelliği vererek kulları üzerindeki sonsuz merhametini tecelli ettirmektedir.

    Kalp kasları dakikada 70, günde 100 bin, yılda 40 milyon kez atmasına rağmen yorulmamaktadır. Siz hiçbir şey yapmayıp otururken, hatta uyuduğunuz zaman bile çalışmaktadır. Ama asla yorulmamaktadır. Kalp kası ortalama bir ömür boyunca yaklaşık 2 milyardan daha fazla kan pompalar. Kalbin sol tarafı kanı tüm vücuda ulaştırabilmek için daha yüksek basınçla pompalaması gerektiğinden daha kalın kaslara sahiptir. Pompalama işleminin çok güçlü yapılması gerekmektedir, çünkü kanın vücuttaki en küçük kılcal damarlara kadar gitmesi hayati bir durumdur. Yaşamı boyunca 2 milyar kere pompalama yapan, her pompalama ! sırasında da belli bir basıncın altına düşmemesi gereken bir kasın çok sağlam olması gerekir. Gerçekten de kalp kasları kalın kaslardan oluşmaktadır. Kalp kaslarının güçlü kalın kaslardan oluşması da her şeyi yerli yerince yapan Rabbimiz'in sonsuz şefkatinin bir örneğidir. Rabbimiz kullarına karşı çok ilgilidir. Sevendir.

    Kalbin çalışması hiç durmadığı gibi, bazı zamanlarda kalp çalışmasını artırır. Örneğin koşarken kalp, kan pompalama miktarını saatte 2270 litreye çıkarabilir.

    Yorulan kaslarımızın ihtiyacı olan daha çok oksijeni sağlamak için kalp çalışma temposunu dakikada 70'den 180 defaya çıkarır, dokulara sağladığı kanı 5 katına yükseltebilir. Kalp kaslarımız yorulmadığı gibi diğer kaslarımız yorucu bir hareket yaptığında daha da hızlanarak diğer kaslara destek vermektedir. Şüphesiz ki bu, her şeyin en ince detayını bilen, her detayda üstün aklını tecelli ettiren Rabbimiz'in benzersiz eseridir:

    ... "Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (En' am Suresi, 80)

    3 Şubat 2011 Perşembe

    Başka Türdeki Canlıları Kontrolü Altına Alıp Kumanda Edebilen Canlılar

    Kuran'da Allah bizleri düşünmeye teşvik eder. Ayetlerde “düşünmezler mi?, akletmezler mi?” diye bildirerek sık sık Rabbimiz insanlara gördükleri üzerinde düşünmelerini öğütler.


    Bir insanın bir şeye sadece bakıp geçmesi ile onu hikmetle görmesi arasında hayati bir fark vardır. Sadece bakan bir insan, şuursuzca, otomatik bir modda nefes alıp vererek yaşayan bir canlı olarak hareket eder. Hikmetle gören bir insan ise, Allah’ın yarattığı her şeyi, anlamla, hikmetle değerlendirir; bilinçle görür. Diğer örnekteki gibi üzerinden şuursuzca geçip gitmez; bilinçli bir seyir ve algılama vardır bu insanda.

    Rabbimiz bir ayetinde, “O, size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. İçten (Allah'a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Mümin Suresi, 13) diye buyurmaktadır.

    İşte iman edenlerle iman etmeyenler arasındaki fark buradadır. İman edenler, gödüklerinden hikmetler çıkaran, içten Allah’a yönelen bir şuura sahiptirler.

    Bu şuur, Allah’ın tek tek her yerdeki nefes kesici sanatının eserlerini görmeyi sağlar. Sözde evrimle tesadüfler sonucu kainatın ve canlıların oluştuğuna (Allah'ı tenzih ederiz) inananlar ise bu apaçık gerçeği göremeyen bir büyü içerisindedirler.

    Bu nefes kesici sanat her an her yerde karşımıza çıkar. Örneğin Rabbimiz, bazı böcek türlerine bir diğer canlıyı dıştan kendi komutaları altına alarak hareket ettirebilme özelliği vermiştir. Bu hayvanlar adeta kuklayı hareket ettirir gibi bir diğer canlıyı kendi istekleri doğrultusunda kumanda ederler.

    Bu durum bilimadamlarını da hayret içinde bırakmaktadır.
    Montreal Üniversitesi Biyoloji Departmanından Frederic Thomas, “Parazit içerideyken davranışı nasıl kontrol ettiğini anlayabilirsiniz. Ama bazıları teknik olarak içeride değilken ev sahibinin davranışlarını nasıl kontrol etmeyi başarıyorlar. Bu benim için sihir gibi bir şey,” diye bu konudaki düşüncelerini dile getirmiştir.
    Tırtılı Yönetimi Altına Alan ‘Glyptapanteles’ Cinsi Eşek Arısı:

    (Glyptapanteles cinsi) eşek arısı, bir tırtıl türünün son nefesine kadar, kendi yavrularının bakımını üstlenecek bir muhafız haline getirir. Eşek arısı larvalarını tırtılın üstüne bırakır. lavralar erişkin hale gelmeden hemen önce üstünde barındıkları tırtılın ''koruyucusu'' haline gelmesini sağlayan bir salgı üretirler. Böylelikle tırtılın yürüyüp kaçması gibi normal davranışlarda bulunmasını yapmasını engellemiş olurlar. Tırtıl, son ölüm anında dahi larvalar için koza benzeri bir ev yapar. Tırtılın ördüğü ağ ile tırtılın ölümünden sonra larvalar düşmanlara karşı korunaklı bir barınağa sahip olurlar.

    Bu etki o kadar güçlüdür ki tırtıl, ölüm anında dahi larvalar için koza benzeri bir ev yapmaya devam eder. Tırtılın ördüğü bu ağ ile larvalar tırtılın ölümünden sonra düşmanlara karşı korunaklı bir barınağa sahip olurlar.

    (Ampulex Compressa) Zümrüt Yeşili Böcek Kendinden Büyük Türdeşini Komuta Ediyor:

    Zümrüt yeşili bir yabani hamamböceği olan ‘Ampulex compressa ‘ kendisinden çok daha büyük boyuttaki ‘Periplaneta americana’ adlı hamamböceğini kölesi haline getirir. Zümrüt yeşili renkteki bu küçük böcek, kendinden büyük olan diğer böceğin beynine bir nörotoksin enjekte eder. Bu zehir böceğin kendi hareketlerini kontrol etme kabiliyetini yok eder, ama onu tamamen felç etmez. Sonra boyutça küçük olan böcek, büyük olanın antenini tutar ve onu yuvasına doğru yönlendirir. Henüz canlı haldeki büyük böceğin vücuduna kendi yumurtalarını bırakır.

    Daha sonraki aşamada tamamen felçli hale gelen bu büyük böcek, larvalar için hem bir barınak hem de besin haline gelerek vazifesini tamamlar.

    Altoona’daki Pensilvanya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Levri, “Kimi durumlarda parazitlerden bazıları, ev sahibinin hormonlarını taklit eden nörotransmitterler ya da hormonlar üretiyorlar” şeklinde belirtmektedir.

    Ağustos Böceğini Kontrolü Altına Alan Kıl Kurtları (Spinochordodes Tellinii)

    Kendinden büyük canlıları kontrolü altına alıp istediği şekilde yönlendiren canlılardan bir diğeri de kıl kurtlarıdır. Ağustos böcekleri yüzemezler, ama buna rağme kıl kurtları (Spinochordodes tellinii) ağustos böceklerini sudaki yaşamlarına ulaşmak için bir araç olarak kullanırlar. Kıl kurdu ağustos böceğinin içinde bir süre yaşayıp onunla beslendikten sonra açıklanamayan bir şekilde ağustos böceğini kendisini suya atmaya mecbur eder.

    Montreal Üniversitesi Biyoloji Departmanından Frederic Thomas, “Yüzlerce ağustos böceğini tamamen içlerindeki asalağın kontrolü altında geceleyin suya atlarken görmek çok şaşırtıcıydı” diyerek bu konudaki hayretlerini ifade etmiştir.

    Burada verilen 3 örnekte görülen önemli bir detay vardır. Bu canlıların tümü vücutlarında karşı tarafı etkileyecek kimyasal maddeler üretmektedirler. Bir insan için bunların nasıl maddeler olduklarını, formüllerini, hangi canlıda nasıl bir etki olduklarını bilmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Ama bu küçük canlılar Allah'ın kendilerine verdiği ilhamla hareket ederek, mükemmel şekilde tam ihtiyaçlarına uygun yaratılmış bedenlerinde kimyasal işlemler gerçekleştirmekte ve başka canlı türlerini komuta edebilmektedirler.

    Rabbimiz doğadaki minicik bir böceğe dahi bir insanın asla güç yetiremeyeceği hayranlık içinde bırakan yetenekler vermiştir. Bu gücün, herhangi bir şuura sahip olmayan, kimisi gözle bile görülemeyen organizmalara ait olamayacağı apaçıktır. Allah bizlere ‘Hayy’ sıfatıyla nasıl herşeye dilediği özelliklerle hayat verdiğini, ‘Sani’ sıfatıyla da nasıl eşsiz yaratma gücüyle herhangi bir canlıda müthiş bir sanatla, özelliklerle tecelli edebildiğini göstermektedir.

    Kaynaklar:
    http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=zombie-creatures-parasites 30 Ekim 2009
    http://www.scientificamerican.com/slideshow.cfm?id=zombie-creatures-parasites
    http://www.scientificamerican.com/slideshow.cfm?id=zombie-creatures-parasites&photo_id=A5F7F7F8-D155-A527-6F554213207C6241
    http://www.scientificamerican.com/slideshow.cfm?id=zombie-creatures-parasites&photo_id=A5F7F7FE-F838-839D-D4D175BD6C8B4468

    Bilgisayar Mühendislerinin Son Keşfi: Kedi Beyninin İşlevselliği

    • Bilgisayar mühendisleri neden insan beyni yerine kedi beynini model olarak alıyorlar?

    • Bugün birçok süper bilgisayar kedinin beyin işlevselliğini kullanarak bazı işlemleri yerine getirebiliyor olsa da neden kedi beyni kadar verimli çalışamıyor?

    Michigan Üniversitesi’ni de kapsayan bir bilgisayar projesinden çıkan sonuca göre kediler, son teknolojiyle çalışan bilgisayarlardan bile daha hızlı ve verimli bir şekilde yüzleri tanıyabiliyorlar. Kedilerin bu özelliklerini model alarak yeni nesil bir bilgisayar geliştirmeye çalışan bilim adamlarından Michigan Üniversitesi Elektrik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimi bölümünde asistan profesör olarak görev yapan Wei Lu projeyi şöyle tanımlıyor:

    “Kedi beyniyle aynı özellikleri taşıyan bir bilgisayar üretiyoruz. Amacımız, klasik bilgisayarlardan tamamen farklı bir model kullanmak. Kedi beyni bu konuda gerçekçi bir örnek. Çünkü insan beyninden çok daha sade bir yapısı var. Ama şu da var ki kompleksliğini ve verimliliğini düşünecek olursak kedi beynini model olarak almak hala çok zor.”

    Günümüzde birçok süper bilgisayar kedinin beyin işlevselliği ile belirli görevleri yerine getirebiliyor ama önemli bir farkla: Bu sözü edilen makineler 140.000’den fazla merkezi yürütme üniteleri ve bu işe tahsis edilmiş bir güç kaynağından oluşan çok büyük cihazlar. En önemlisi de Wei Lu tarafından belirtildiğine göre, bu cihazlar kedi beyninden hala 83 kat daha yavaş işlem gerçekleştiriyor.

    Yeni Bilgisayar Projesi Nasıl İşliyor?

    Michigan Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisi olarak görev yapan Wei Lu, klasik bilgisayarlardan farklı olarak çok daha kompleks kararlar alabilecek ve çok daha fazla görevi eş zamanlı yürütebilecek bir bilgisayarın geliştirilmesinde bir adım daha ilerledi.

    Lu daha önce bir “memristor” üretmişti. Bu, klasik bir transistorün (iletkenin) yerini alan ve daha önce maruz kaldığı voltajları hatırlayarak biyolojik sinaps (iki komşu nöronun çıkıntılarının birbiriyle temas ettikleri bölge) gibi davranan bir aletti. Şimdi Wei Lu bu aletin (memristor’un) klasik bilinen elektrik devrelerine bağlanabildiğini, biyolojik sistemlerde hafıza ve öğrenmenin temeli olan süreci desteklediğini ve bu işlemlerde kullanılabilir olduğunu ispatladı.

    Neden Kedi Beyni Model Alınıyor?

    Klasik bir bilgisayarda, mantık ve hafıza fonksiyonları devrenin farklı bölgelerine yerleştirilir ve her bilgi-işlem birimi devrede sadece bir avuç komşuya bağlıdır. Sonuç olarak, klasik bilgisayarlar doğrusal bir biçimde, satır satır kod çalıştırırlar. Sınırlı değişkenleri olan nispeten basit görevleri yürütmede mükemmeldirler. Fakat bir beyin, klasik bilgisayarlardan farklı olarak, pek çok işlemi eşzamanlı bir şekilde veya paralel olarak yürütebilir. Bu bir yüzü nasıl anında tanıyabildiğimizi anlatır. Ama bir süper bilgisayarın (üretildiği zamanın en ileri işlemci yeteneğine ve özellikle hesaplama hızına sahip bilgisayarı) bile bunu yaparken çok daha uzun zaman harcaması ve çok daha fazla enerji tüketmesi gerekir.

    İşte Lu, son teknolojiyle çalışan bilgisayarlardan bile daha hızlı ve verimli bir şekilde yüzleri tanıyan kedi beyninin elektronik bir örneğinin, kedi düzeyinde zekice düşünmeyi mümkün kılabileceğini söylüyor. Örneğin görev; mobilyalarla dolu bir evde ön kapıdan oturma koltuğuna giden en kısa yolu bulmaksa ve bilgisayar sadece koltuğun şeklini biliyorsa, klasik bir bilgisayar bunu başarabilir. Ama eğer koltuğu taşırsanız (yerini değiştirirseniz), klasik bilgisayar bu değişikliğe alışamaz ve yeni bir yol bulamaz. Mühendislerin günümüzde kedi beyinli bilgisayarların yapabileceğini umduğu da işte bu yolu bulabilmeleridir.

    Bilim adamlarının model aldığı, üzerinde düşündüğü kedi beynindeki bu özellikler, Yüce Rabbimiz’in yaratışındaki üstünlüğü görmek açısından bilim dünyasının gözler önüne serdiği yaratılış delillerinden yalnızca biridir. Canlıların bu özellikleri milyonlarca yıldır yani yaratıldıkları ilk andan beri vardır. Oysa insanoğlu bunları ancak son yıllarda taklit edebilmektedir. Allah’ın kainattaki muhteşem sanatını görebilenler için, doğadaki herşey böyle özelliklerle donatılmıştır. Bu durumu Yüce Allah bir ayette şöyle haber vermektedir:

    “(Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir.”
    (Kaf Suresi, 8)

    Biyomimetik Evrim Teorisini Hezimete Uğratıyor

    Bilgisayar mühendislerinin kedi beynini taklit etme örneğinde de gördüğümüz gibi, ‘doğadaki canlılardan taklit’ anlamına gelen ve özellikle son dönemlerde teknoloji dünyasında adından sıkça söz edilen “Biyomimetik” bilim dalı, insanlara önemli ufuklar açmıştır.

    Canlılarda bulunan sistemlerin yapısını taklit etme bilimi olarak bilinen biyomimetiğin ortaya çıkışı, bugün evrim teorisini savunan bilim adamları için de çok büyük bir hezimet olmuştur. Çünkü sözde evrim basamağının en gelişmiş canlısı olarak kabul ettikleri insanın, kendinden daha ilkel olması gerektiğini iddia ettikleri canlıları taklit etmeye çalışması ve onlardan ilham alması evrimciler tarafından açıklanamamaktadır. Gelecekte var olacak teknolojilerin büyük bir bölümünün, bu sözde ilkel canlıların sistemleri üzerine kurulu olması, evrim teorisinin mantığına tamamen ters bir durumdur. Evrim teorisini savunanları kısır bir döngüye sokan bu bilim dalı, gün geçtikçe gelişmekte ve Allah’ın izniyle teknoloji dünyasına hakim olmaktadır.

    “Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır.”
    (Yunus Suresi, 6)

    Bir memelinin beyninde nöronlar birbirlerine sinapslarla bağlıdır. Bu sinapslar binlerce nörona bağlantı oluşturabilen, yeniden ayarlanılabilir anahtarlar gibi hareket ederler. En önemlisi sinapslar bu bağlantıları (bağlantı yollarını), nöronlar tarafından üretilen elektrik sinyallerinin gücüne ve zamanlamasına bağlı olarak hatırlarlar.

    1. Computer Project Models Cat Brain

    2. Computer Project Models Cat Brain