A9 TV Canlı Yayın

23 Eylül 2009 Çarşamba

Rabbimiz'in Güzel İsimleri: "Rahman ve Rahim"


De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur."... (İsra Suresi, 110)
Allah (cc) tüm insanları, Rabbimiz'i Kuran’da bildirildiği gibi, “en güzel isimleriyle” tanıyıp takdir edebilmekle yükümlü kılmıştır. Kuran’da Rabbimiz'in en güzel sıfatlarından bazılarını bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:

O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Meliktir; Kuddûstur; Selamdır; Mü'mindir; Müheymindir; Azizdir; Cebbardır; Mütekebbirdir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 22-24)

Bu ayetlerde bildirilen Allah (cc)’ın en güzel sıfatlarından biri, ‘Rahman ve Rahim’ ismidir. Merhamet sözcüğü, Arapçada "reheme" kökünden gelmekte ve "acımak, esirgemek, şefkat göstermek, affetmek, bağışlamak" anlamlarında kullanılmaktadır. Rabbimiz'in Rahman ve Rahim sıfatı da merhamet kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Kuran ayetlerinde sadece Allah (cc)'ın Zatını ifade etmek için kullanılan Rahman sıfatı "rahmeti herşeyi kuşatmış olan, bütün yaratılmışlar hakkında hayır, rahmet ve güzellik dileyen, sevdiğini sevmediğini ayırt etmeyerek sayısız nimetlere kavuşturan" anlamlarına gelir.

Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatı Kuran ayetlerinde birçok kez tekrarlandığı gibi, Tevbe Suresi dışındaki tüm sureler de "Rahman ve Rahim olan Allah (cc)'ın adıyla" başlamaktadır. Rabbimiz'in Rahman isminin çok geniş bir anlamı vardır. Esirgeyen, acıyan, şefkat duyan, merhamet eden sıfatlarının hepsi, Allah (cc)'ın Rahman isminin tecellilerindendir. Allah (cc)’ın rahmeti kainattaki herşeyi kuşatmaktadır; sınırsızdır, ezelidir, ebedidir. Rabbimiz merhamet edenlerin en merhametlisidir. Kuran'da Hz. Eyüb'ün Rabbimiz'e bu güzel ismiyle dua ettiği şöyle haber verilir:

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi, 83)
Rahman ve Rahim sıfatı Rabbimiz'in Kuran ayetlerinde yer alan birçok ismini de içine alan, çok geniş ve derin bir anlam içerir. İnsanlar üzerinde sonsuz merhamet sahibi olan, esirgeyen ve bağışlayan Rabbimiz, tüm hayatları boyunca onlara eşsiz nimetler lütfeder. Allah (cc), fiziksel nimetlerin yanında manevi olarak da çok büyük lütuflarda bulunur: Salih kullarının hatalarını affeder, tevbelerini kabul eder, onları korur, kötülüklerini örter, hidayetlerini artırır, doğru yola iletir.

Allah (cc)'ın yarattığı tüm canlılar kusursuz ve üstün bir yaratılış sayesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Her biri Allah (cc)'ın üstün aklına, sonsuz şefkat ve merhametine teslim olmuştur. Allah (cc), ihtiyaç duyabilecekleri herşeyi onlara vermiştir. Her canlının varlığını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu herşeyi yakınında bulması da, Allah (cc)'ın rahmetinin delillerinden sadece bir tanesidir. Rabbimiz yarattıklarına "şefkat edendir, esirgeyen"dir. (Bakara Suresi, 143) Bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır:

Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hac Suresi, 65)

Her türlü sıkıntıyı gideren, felaketlerden insanları koruyan yalnızca sonsuz şefkat sahibi olan Allah (cc)'tır. İman sahipleri karşılaştıkları her türlü zorlukta, sıkıntıda ve hastalıkta yalnızca sonsuz merhamet sahibi olan Allah (cc)'a sığınırlar ve O'nu vekil edinirler.

Kuran'da "...Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta Kendisi'dir." (Tur Suresi, 28) ayetiyle de bildirildiği gibi Rabbimiz sonsuz iyilik sahibi olandır; tüm hayatı boyunca insana sayısız iyilikte bulunan, eşsiz güzellikler bahşedendir. Var olan herşey O'ndandır. Tüm güzellikler, incelikler, nimetler, O'nun sonsuz aklının tecellileridir. Ayetlerde üstün kerem sahibi olan Rabbimiz şöyle buyurur:

Rabbimiz bağışı çok olan, karşılıksız olarak armağan edendir. (Sad Suresi, 9)

20 Ağustos 2009 Perşembe

''MAYMUN'' DENMESİNİ İSTEMİYORLAR !!!

DARWİNİSTLER KENDİ UYDURDUKLARI İNSANIN HAYALİ ATASINA ISRARLA ''MAYMUN'' DENMESİNİ İSTEMİYORLAR


Darwinistlerin insanın hayali atası olarak iddia ettikleri, kendi hayallerindeki uydurma varlıklara biz bundan sonra maymun demeyeceğiz. Uygun görürlerse aşağıdaki isimlerle hitab edeceğiz. Eğer memnun kalmazlarsa bu isimleri de değiştirebiliriz. Ama beğeneceklerini umuyoruz:

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Darwin'in İlkel Çorba Hikayesi Boş Çıktı

Radikal gazetesinin 15 Şubat 2006 tarihli sayısında evrim teorisinin ilkel çorba iddiasının boş çıktığını duyuran bir haber yayınlandı. “Darwin yanılmış olabilir mi?” başlıklı haberin giriş paragrafında şu ifadelere yer veriliyordu:

Darwin’in hayatın oluşumu ile ilgili ortaya attığı 140 yıllık ‘su birikintisi’ teorisi sarsılıyor. Kaliforniya Üniversitesi kimya profesörü David Deamer, Londra’da hayatın başlangıcı ile ilgili uluslararası konferans öncesinde yaptığı açıklamada, teoriyi test eden araştırmada şaşırtıcı ve bir o kadar da üzüntü verici sonuçlar elde ettiklerini açıkladı.

Deamer’ın karşılaştığı ve evrimciler için “üzüntü verici olan” gerçek şuydu: Bilim adamı, Rusya’daki Kamchatka’de ve ABD’deki Mount Lassen’de yer alan volkanik arazilerdeki su birikintilerinde deneyler yapmış, ancak bunları dolduran sıcak, çamurlu ve asitli suların hayali ‘öncü organizma’ için gerekli şartları yaratmadığını görmüştü. Böylece Darwin’in 140 yıl önce yaşamın sözde rastlantısal başlangıcının ortamı hakkında ortaya attığı “ılık su birikintisi” düşüncesinin kimyanın gerçekleri karşısında hayalden ibaret olduğu bir kez daha ortaya çıkıyordu.

Bir Evrim İkonası ve 140 Yıldır Yaşatılmaya Çalışılan Hayal

Evrimciler, yaşamın ve türlerin kökeni hakkındaki propagandalarını belli “semboller”i kullanarak sürdürürler. Hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen, sadece hayal ürünü olan bu semboller, sadece evrimci düşüncenin bilimsel bazı terimlerle süslenerek akıllarda yerleştirilmesi çabasında bir araç olarak kullanılırlar. İlkel çorba kavramı da, hayat ağacı veya maymun adam gibi evrimci düşünce sembollerinden birisidir. Bunlar hiçbir bilimsel gerçekliği olmadığı halde evrim teorisinin ihtiyaçları doğrultusunda “icad edilmiş” kavramlardır.

Gerçekte ilkel çorbanın varlığına dair kanıtlar hiçbir zaman varolmamıştır. Nitekim matematik ve astronomi profesörleri Prof. Fred Hoyle ve Prof. Chandra Wickramansinghe, “Ne bu gezegende ne de bir başkasında, hiçbir ilkel çorba var olmamıştır” diyerek bu gerçeği dile getirmişlerdir. (Sir Fred Hoyle-Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York: Simon and Schuster, 1984, s. 148)

Cardiff Astrobiyoloji Merkezi direktörü de olan Wickramasinghe ilkel çorba tezinin arkasındaki inancı şöyle açıklar:

"Yeryüzünde hayatın, ilkel bir çorbada ortaya çıktığı tezi, [evrimci] bilimadamlarının vazgeçmekte zorlandığı bir inanç meselesidir. Şu anda bunu destekleyecek deneysel kanıtlar bulunmamaktadır. Aslında Pasteur’den itibaren, canlılığı cansız maddeden meydana getirme yönündeki tüm girişimler başarısız olmuştur." (Robert Roy Britt, 27 Ekim 2000:
"Panspermia Q and A: Leading Proponent Chandra Wickramasinghe" )

İlkel Çorba İddiası Akla Aykırı, Batıl Bir İnançtır

Yaşamın ilkel bir su birikintisinde başladığı iddiası sadece ideolojik olarak ayakta tutulmaya çalışılan bir safsatadır. Yaşamın olağanüstü kompleksliği, bu iddiayı akıl dışı olarak reddetmeyi gerektirmektedir. Örneğin insan vücudunu meydana getiren trilyonlarca hücreden tek bir tanesi dahi insanoğlunun bugüne kadar erişebildiği teknoloji düzeyinin çok ötesinde kompleks sistemlere sahiptir. Evrimci bilim adamı W. H. Thorpe bunu şu sözlerle kabul eder:

"Canlı hücrelerinin en basitinin sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal ettiği bütün makinelerden çok daha komplekstir". (W. H. Thorpe in W. R. Bird, The Origin of Species Revisited. , Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s. 298-99)

Üstelik bu son derece kompleks sistem, belli temel alt sistemler için gerekli parçalar ancak yerli yerinde ve kusursuz şekilde bulunduğu zaman görev yapabilir. Bir canlı hücreyi meydana getiren kompleks sistemlerin tesadüfen ve kusursuz olarak bir araya gelme ve kendini kopyalayabilen, enerji üreten, bilgi işlemleyen bir hücre meydana getirmesi kesinlikle imkansızdır. Bu gerçek, evrimci bir yayın olan American Scientist dergisinin sayfalarında şöyle itiraf edilmiştir:

İlk canlının ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının, bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda ve bir arada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez. (Homer Jacobson, "Information, Reproduction and the Origin of Life", American Scientist, Ocak 1955, s.121 )

İlkel Çorba Safsatasına Varil Örneği

İlkel çorba iddiasının ne denli akıl dışı olduğunu göstermek için şöyle bir düşünce deneyi yapabiliriz:

Tüm evrimci bilim adamları bir araya gelerek, bir varilin içine, canlılık için gerekli gördükleri tüm atomları doldursunlar. Hatta onlara, bu varilin içine canlılık için gerekli olan aminoasitleri de eklemelerine izin verilsin. Daha da ileri gidilsin ve evrimciler istedikleri malzemeyi bu varile koymakta serbest olsunlar. Hatta, uzaydan dahi istediklerini getirtip bu varile koyabilsinler. Sonra bu varili ister ısıtsınlar, ister üzerine yıldırımları göndersinler, istedikleri kadar elektrik şoku versinler. Kısacası bu deneyde her istediklerini yapabilsinler. Zaman problemleri de olmasın, nöbeti birbirlerine devrederek, varilin başında milyarlarca yıl beklesinler. Acaba bu varilin içinden, bütün evrimci bilim adamları bir araya gelerek, tek bir canlı hücreyi çıkartabilirler mi? Veya bu varilden, tavşanları, kedileri, ceylanları, gülleri, orkideleri, çam ağaçlarını, begonyaları, karpuzu, çileği, palmiye ağaçlarını, kuş kanatlarını, sincapları, tavuskuşlarını, kuğuları, kendi genetik yapısını inceleyen profesörleri, Mozart gibi bestekarları, Leonardo Da Vinci gibi ressamları çıkartabilirler mi?

Kuşkusuz, bu sorulara "evet" yanıtını vermekle ilkel çorba hikayesine inanmak aynı şeydir. Düşünmek, tutucu davranmamak ve gerçeklerden kaçmamak ilkel çorba iddiasının körükörüne desteklenen, akıl ve bilim dışı bir safsata olduğunun görülmesini sağlayacaktır.

Sonuç:

Görüldüğü gibi ilkel çorba hikayesi hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen, sadece ideolojik hesaplar yüzünden ayakta tutulmaya çalışılan bir hurafeden ibarettir. Ve açıktır ki, Darwin yanılmıştır. Ve Radikal’in "Darwin yanıldı mı?" sorusunu sorması, aslında "Freud yanıldı mı?" ya da "Marx yanıldı mı?" sorusunu sormak kadar saçmadır. Çünkü Darwinizm de, Freudizm ve Marksizm gibi ömrünü tamamlamış bir teoridir. Radikal gazetesini bu demode masalın savunculuğunu yapmaktan artık vazgeçmeye ve yaşamın gerçek kökeninin yaratılış olduğunu kabullenmeye davet ediyoruz.

18 Ağustos 2009 Salı

Halka Bilim Adamı Olarak Tanıtılan Charles Darwin'in Gerçek Yüzü


14 Ağustos 2009 tarihinde yayınlanan SANSÜRSÜZ programında evrim propogandası yapan Darwinistler, Charles Darwin’i büyük bir bilim adamı, saygıdeğer bir kişilik olarak tanıtmak istemişlerdir. Oysa tarihi kayıtlardaki gerçekler, bu iddianın yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Charles Darwin, bilim adamı olmak bir yana, girdiği bütün okullardan atılmış, hiçbir işte tutunamamış ve yaptığı hiçbir işi ciddiye almamış bir gezgindir. Ünlü gemi gezisinde de Darwin’in yaptığı, gezdiği yerlerden ara sıra zevk olsun diye birkaç böcek toplamak, sonra bunları hiç ilgilenmeden bir kenara atmaktır. Otobiyografisinden de okunabileceği gibi, daha sonra bu böceklere bakma zahmetinde bile bulunmamıştır. Bu gemi yolculuğunun nedeni Darwin’in bilim merakı değil, maceraperestliğidir. Nitekim söz konusu gemi yolculuğu, naralar atan sarhoş tayfa ile birlikte sürekli içen Darwin’in bir gezi heyecanıdır sadece.
Darwin, aynı macera duygusuyla, mason olan dedesi Erasmus Darwin’den duyduğu bir iddiayı çevresinin etkisiyle savunur hale gelmiş, iddiasının saçmalığını ve bu sebeple intihar etmek üzere olduğunu da sık sık mektuplarında dile getirmiştir. Kendisini bu iddia ile ortaya çıkmaya zorlayan yine mason olan dostu Thomas Huxley’dir. Darwin’in bulldog’u olarak tanınan Huxley, üyelerinin tamamının masonların oluşturduğu Royal Society’nin bir üyesidir ve evrim fikrinin yayılmasına önayak olanlar da buranın 33. derece masonlarıdır.
Darwin, teorisini ortaya attığı yıllarda, içi su dolu baloncuk zannettiği hücrenin bir galaksi sistemi ile karşılaştırılacak kadar kompleks olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden hücrenin tesadüfen oluştuğunu iddia etmekte sakınca görmemişti. Genetik kanunlarından haberi yoktu. Onun döneminde henüz tükenmez kalem bile icat edilmemişti. Darwin 19 yüzyılın cehalet döneminde, canlıların sonradan edindikleri özelliklerin sonraki nesillere geçebileceğini zannediyordu. Bu yanılgıdan yola çıkarak canlıların birbirine dönüştüğü yalanını ortaya atmış, buna kendini inandırmaya çalışmış, bu sebeple de ara fosillerin yokluğuna yaşamı boyunca hep şaşırmıştı.
Charles Darwin’in, etkisi altında kaldığı dedesi Erasmus Darwin, yaşadığı dönemde en önde gelen birkaç natüralistten biriydi. Natüralizm, evrenin varlığının özünün doğada olduğuna inanan, Allah'ın yaratışını kabul etmeyen ve bizzat doğayı yaratıcı sayan düşünce akımıdır. Aslında fikri kökenlerini Eski Sümer ve Yunan efsanelerinde bulan natüralist felsefeyi en çok savunanların başında ise, masonluk örgütü geliyordu.
Kısacası, Charles Darwin'in eski putperest kültürlerden kalan bir efsane olan "evrim" fikrine inanmasının temelinde, bir mason ve natüralist olan dedesi Erasmus Darwin'in büyük rolü bulunmaktadır. Charles Darwin, "Doğa Tapınağı" kitabının yazarı olan dedesi aracılığıyla, doğaya tapınmaya dayalı putperest inançları benimsemiş ve teorisini bu zihniyet üzerinde kurmuştu. Nitekim darwinizmin ana hatları bugün de değişmemiştir. Darwinistlerin ortak özelikleri doğayı ve tesadüfleri ilah edinmeleri ve somut delillere dayanmayan, putperest bir inanca sahip olmalarıdır.

14.08.2009 Tarihli Sansürsüz Programında Darwinistlerin Ara Fosil ile İlgili Çarpıtmalarına Cevaplar


1. Ender Helvacıoğlu’nun ara fosil yüzlerce vardır iddiası: Ender Helvacıoğlu ara fosil konusu ile ilgili olarak ilginç bir açıklamada bulunmuş ve bu canlıların yarı organlara sahip olmayacağını, ara fosil tanımlamasının bu şekilde olmadığını iddia etmiştir. Burada ciddi bir aldatma vardır.
Bir canlı eğer Darwinistlerin iddia ettiği gibi bir türden diğer türe dönüşüyorsa, örneğin yüzgeçlerin, iddia ettikleri şekilde kollara dönüşümünün ara aşamaları olması gerekir. Bunun için yüzgeç işlevsiz hale gelecek şekilde biçimsiz bir görünüme uğramalı, o arada “yeni oluşan bu hayali canlıda” ise daha önce hiç var olmamış bir kol oluşmalıdır. Darwinistlere göre başıboş gerçekleşen rastgele mutasyonlar sonucunda bu kol, doğru yerde doğru biçimde oluşana kadar defalarca değişime uğramalı, bu aşamada ortaya çıkan başarısız canlılar da ölüp fosilleşmelidirler. Yani, bir yüzgeç Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde kola dönüşene kadar milyonlarca ara aşamadan geçmelidir. (Ellerin, parmakların ve tırnakların da doğru yerde, doğru sayıda ve doğru biçimde ortaya çıkması ve işlevsel olabilmesi için de bir o kadar ara aşama gerekmektedir.) Ve bu ara aşamaların tamamında garip görünümlü acayip canlıların var olması gerekmektedir. Dolayısıyla Helvacıoğlu’nun getirmesi gereken böyle fosillerdir. Helvacıoğlu, elinde böyle fosiller olmadığı için, panik halinde, “ara fosil bu demek değildir” deyip durmaktadır. Darwinistler iddia ettikleri bu hayali geçişe dair bir şey getiremediklerinden, genellikle bu aldatmaya başvururlar. Söz konusu programda Helvacıoğlu’nun tepkisi de bundan kaynaklanmaktadır.
Ender Helvacıoğlu hayali evrim çizimlerinde yarı canlılar çizildiğinin farkında mı değil?
Helvacıoğlu, Sansürsüz programında, “ara fosil böyle değildir, siz sanıyorsunuz ki, üstü kuş olacak altı sürüngen” gibi bir iddia da bulunmuştur. Helvacıoğlu’nun yanıldığı nokta, bunu zanneden Yaratılışçılar değil, ünlü Darwinistler ve dünyaca tannımış Darwinist dergilerdir. Darwinist yayınlarda sıksıkla sudan karaya doğru ilerleyen, yarısı balık yarısı sürüngen şeklindeki, arka tarafı yüzgeç ve kuyruktan oluşurken diğer tarafında ayaklar oluşmaya başlayan canlılar resmedilmektedir. Buradan insanlara, yeterli bilgisi olmayan halka, canlıların böyle imkansız bir dönüşümü geçirdikleri izlenimi verilmeye çalışılmaktadır.
Canlıların Darwinistlerin iddia ettikleri gibi bir türden diğerine geçiş yapabilmeleri için eski türe ait özelliklerini aşamalı olarak terk etmesi ve yeni türe ait özellikleri de aşamalı olarak kazanması gerekmektedir. Dolayısıyla Darwinist iddialara göre “körelen” ve “aşamalarla yeni oluşan” yarım organ ve yapıların fosil kayıtlarında olması gerekmektedir. Fosil kayıtlarında bunları bulamadıkları için “ara fosil böyle olmaz” deyip tam ve mükemmel canlıların resimlerini ara fosil diye halkımıza dayatmaya çalışmak çok büyük bir çaresizlikten kaynaklanmaktadır.
Ergi Deniz Özsoy’un canlıların değil, organların ara form olduğu iddiasına cevap:
Ergi Deniz Özsoy, ara fosil yokluğunu örtbas edebilmek için, mozaik evrim denen yepyeni ve hayali bir kavram ortaya atmıştır. Yarı canlılar değil, yarı organlar olduğunu ve bu yarı organların ara form olarak değerlendirildiğini iddia etmektedir. Özsoy’un bu iddiasına göre, kuş zaten bir şekilde oluşmuştur. Mükemmel yapılarıyla, müthiş kanat ve kas sistemi, olağanüstü akciğer sistemi, diğer canlılardan tamamen farklı iskelet yapısı ve muhteşem tüyleri ile zaten bir şekilde vardır. Bütün bu yapıların nasıl ve hangi aşamalarla oluştuğu önemli değildir. Özsoy’a göre, sadece geriye kalan birkaç organ sözde gelişmekte olduğu için ara form özelliği göstermektedir. Özsoy’un bütün söylediklerini doğru kabul ettiğimizi farz edelim, peki acaba o aşamaya kadar kuş, kuş haline nasıl gelmiştir? Mükemmel kuş olana kadar geçirdiği aşamalar nerdedir? Fosil kayıtlarında niye yokturlar? Özsoy’un iddiasına göre kuş, kuş oluncaya kadar her organında farklı zamanlarda değişimler meydana gelmelidir. Bu iddiaya göre, tek bir kuşun her bir organı için milyonlarca ara fosilin var olması gerekmektedir? BU ARA FOSİLLERDEN NEDEN TEK BİR TANE BİLE YOKTUR?
Özsoy, anlattığı karmaşık mantık ile ara fosil aldatmacasını meşru bir şekle sokmaya çalışmaktadır. Oysa kendisi de çok iyi bilmektedir ki, türden türe değişen, basitten komplekse dönüşen bir organizma yoktur, organ da yoktur. Buna dair TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİL YOKTUR. Bunu tüm Darwinistler çok iyi bilmektedir.
Bunu Darwin de çok iyi bilmektedir. Türlerin Kökeni kitabında bunu açıkça itiraf etmiştir:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, NEDEN SAYISIZ ARA GEÇİŞ FORMUNA RASTLAMIYORUZ? Neden bütün doğa bir KARMAŞA HALİNDE DEĞİL DE, TAM OLARAK TANIMLANMIŞ VE YERLİ YERİNDE? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında GÖMÜLÜ OLARAK BULAMIYORUZ?.. Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka BÖYLE BAĞLANTILARLA DOLU DEĞİL? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de BU BENİM TEORİME KARŞI İLERİ SÜRÜLECEK EN BÜYÜK İTİRAZ OLACAKTIR. (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)
Günümüz Darwinistleri de ara fosil olmadığı gerçeğini, olduça sık olarak dile getirmek zorunda kalmaktadırlar. Dünya çapında tanınmış Darwinistlerin ara fosilin yokluğu ile ilgili itirafları şu şekildedir:
Darwinist paleontolog Niles Eldredge:
"Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir." (N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46)
Ali Demirsoy:
“Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.” (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79)
S. M. Stanley (John Hopkins Üniversitesi):
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrim ile uyumlu değildir ve hiçbir zaman olmamıştır... Paleontologların çoğunluğu, delillerinin Darwin'in bir türün değişimine götüren çok küçük, yavaş ve giderek biriken değişiklikler üzerine yaptığı vurguyla çelişir durumda olduğunu hissetmiştir... Onların hikayeleri de örtbas edilmiştir. (S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books Inc. Publishers, N.Y., 1981, s.71)
Science dergisi:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi bir yanlış fikre kapılmıştır... Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir. (Science, July 17, 1981, s.289)
Neville George (Paleontolog, Glasgow Üniversitesi):
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir. (T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, January 1960, s.1)
Antropolog Jeffrey H. Schwartz:
"Pek çok paleontolog fosil kayıtlarında, kayıp halkaları bulmak yerine, sadece büyük boşluklarla ve bugüne kadar kaydedilmiş fosil türleri arasında herhangi bir ara form olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldi." (Schwartz, Jeffrey H., Sudden Origins, 1999, s. 89)
Edmund J. Ambrose (Londra Üniversitesi'nde hücre biyolojisi profesörü):
"Jeolojik araştırmaların bugün gelinen safhasında, jeolojik kayıtlarda, Yaratılışçıların, Allah'ın her bir türü ayrı olarak yarattığı düşüncesine ters düşecek hiçbir bulgu yoktur..." (Dr. Edmund J. Ambrose, The Nature and Origin of the Biological World, John Wiley & Sons, 1982, p. 164)
D.B. Kitts(Oklahoma Üniversitesi, Bilim Tarihi Profesörü):
Evrim, türler arası geçiş formalarını gerektirir, ama paleontoloji bunu evrimcilere vermemiştir. (D.B. Kitts, Paleontology and Evolutionary Theory (1974), p. 467)
Mark Czarnecki (Evrimci paleontolog):
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar.
Carlton E. Brett:
Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı; "Hayır"dır.
Dr. Colin Patterson (Paleontolog):
Hangi bir türün başka hangi tür canlıdan geldiğini gösteren bir fosil fotoğrafı göstermemi istemişsiniz - böyle bir fosil kaydı mevcut değil.
John Adler ve John Carey:
Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor.
Mark Ridley (Zoolog, Oxford Üniversitesi):
Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.
Hoimar Von Ditfurth:
Geri dönüp baktığımızda, neredeyse ıstırapla aranan o geçiş biçimlerini bir türlü bulamamış olmamıza şaşırmamamız gerektiğini anlıyoruz. Çünkü büyük olasılıkla böyle bir ara aşama hiç var olmadı.
Tom Kemp (Oxford Üniversitesi):
Bir nesilden diğerine türlerin birbirine geçişinin mümkün olduğunu gösterecek tek bir kayıt örneği yoktur.
Prof N. Heribert Nilsson (Lund Üniversitesi, İsveç, Ünlü evrimci botanikçi):
Evrimi, 40 yıldan fazla süren bir deney ile kanıtlama teşebbüslerim sonunda başarısızlıkla sonuçlandı… Fosil materyali şu anda o kadar tamdır ki, yeni sınıflar oluşturmak mümkün olmuştur ve geçiş dizilerinin bulunmayışı, materyal eksikliği ile açıklanamaz bulunmaktadır. (Fosil kayıtlarındaki) boşluklar gerçektir; asla tamamlanamayacaklardır.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Mine G. Kırıkkanat'a Nasihatler

Mine G. Kırıkkanat'ın, HaberTürk kanalında yayınlanan Sansürsüz programında, Yaratılış gerçeğini savunan insanlara karşı, sırf kendisiyle farklı görüşte olduklarından dolayı hakaretamiz boyutlara varan açıklamaları hiçbir şekilde yakışık almamaktadır. Bir gün eğer Mine G. Kırıkkanat’a bir başkası, kendisinin yönelttiği ifadelerin bir benzerini yöneltse, örneğin kendisine “solcu ateist militan” dese, bu elbette kendisinin de hoşuna gitmeyecektir. Güzel bir üslup varken, böyle ifadelere gerek olmadığı açıktır.

Eğer Mine G. Kırıkkanat’ın belirtmek istediği gerçek bilimsel bir iddiası varsa, şu durumda iddiasının delillerini ortaya koyması ve programı izleyen insanların karşılıklı delillere bakarak bir sonuç çıkarmasını beklemesi en doğrudur. Fakat Kırıkkanat’ın, kendi fikirleriyle uyuşmuyor diye karşı tarafa öfkelenmesi, karşı düşünceye tahammül edememesi son derece gariptir. Karşısındaki kişilere “şunu sor, bunu sorma” gibi buyruklarda bulunması, insanların taktıkları kravat iğnelerinin santimlerine kadar karışması inanılır gibi değildir. Söz konusu durum, Darwinist dikta mantığından kaynaklanmaktadır. İnsanların bir çoğu Darwinist dikta mantığını daha önce bu kadar yakından görmemiş olduklarından, Kırıkkanat’ın söz konusu programda sergilediği bu tavırları şaşkınlıkla karşılamış, bu öfkeli ve despot tutum geniş çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Sayın Adnan Oktar’ın 60’dan fazla dile çevrilmiş olan 300 kitabı bulunmaktadır. Bu kitaplar bütün dünyada satılmakta, yayınlanmaktadır. Dünya çapında milyonlarca kişi, Sayın Adnan Oktar’ın eserlerinin vesilesiyle iman ettiklerini, imanlarının güçlendiğini bildirmişlerdir. Bu eserler, dünya çapında Darwinist çevreler tarafından da ciddi bir fikri tehdit olarak görülmektedir. Avrupa Konseyi, Yaratılış Atlası’nın bilimsel yönden güçlü etkisinden tedirgin olmuş ve Darwinizm’e önemli bir reddiye olduğu için bu kitabı yasaklamak istemiştir. Sayın Adnan Oktar’ın söz konusu eserleri, gerçek bilimsel deliller, milyonlarca yıllık fosiller içermektedir. Bu kitaplarda, dünyaca ünlü bilim adamlarının dünyaca ünlü çalışmaları yer almaktadır. Dolayısıyla bu kitaplara eleştiri yöneltebilmek için eleştiriyi yapacak kişinin de bilimsel, doğru ve aklı başında iddialarla ortaya çıkması gerekir. Eğer bilimsel bir altyapı ve bilimsel bir delil yoksa, öfke ile yapılan bu konuşmaların hiçbir değerinin olmadığı açıktır.

Mine G. Kırıkkanat’ın, program esnasında, program konuklarının “Celal Şengör gibi, bir buluşla gelmelerini” salık vermiş olması oldukça ilginçtir. Celal Şengör, tüm diğer Darwinistler gibi, evrim teorisini kanıtlamaya dair tek bir tane bile delil veya buluş getirebilmiş değildir. Söz konusu Darwinistlerin ve Mine G. Kırıkkanat’ın da bu tip programlara doğrudan katılamamalarının sebebini de bu oluşturmaktadır. Daha önce defalarca tartışmaya davet edilen Darwinist ve ateist Richard Dawkins’in tartışmalara katılmayı reddetme sebebi de yine elinde delil olmamasıdır. Oysa Sansürsüz programına katılan iki bilim adamı o gün ellerinde gerçek bilimsel delillerle gelmişlerdir. Milyonlarca yıllık fosiller getirmişlerdir. Canlıların milyonlarca yıldır değişmediğini kanıtlamışlardır. Bunun gibi 250 milyon fosilin varlığının bilgisini vermişlerdir. Kırıkkanat’ın söz konusu iddiada bulunabilmesi için bu hayali evrim delilinin veya buluşunun ne olduğunu belirtmesi gerekir. Virüslerin mutasyona uğramaları veya koyunların küçülmesi, defalarca ve çok kapsamlı bilimsel delillerle anlatmış olduğumuz gibi bir evrim kanıtı değildir. Evrim kanıtı, ara fosille olur, yoktan protein var ederek olur. Eğer bunlar yoksa, canlı varlıkların varyasyon özelliklerini “evrim buluşu” olarak ortaya koymak, bir cehalet göstergesinden başka anlama gelmemektedir.

Kırıkkanat’ın, programdaki bazı izahlarından Vatikan’da gerçekleşen olayları yanlış anladığı anlaşılmaktadır. Masonların Papa’ya baskısı sonucunda bir evrim meydanına dönüştürülen Vatikan’da, Dr. Oktar Babuna söz alarak kürsüde bulunan Darwinist Douglas Futuyma’ya tek bir tane ara fosil olup olmadığını sormuştur. Bu soru karşısında Darwinist Francisco Ayala söz konusu soruya cevap verilmeyeceğini söylemiş, DOUGLAS FUTUYMA İSE KÜRSÜDEN KAÇMIŞTIR. Herkesin rahatlıkla söz aldığı ve dilediği gibi evrim propagandası yaptığı söz konusu etkinlikte, yalnızca bu soruya tepki gelmiş, yalnızca bu soru cevapsız bırakılmış ve yalnızca bu soru karşısında kürsüdeki evrimci bilim adamı kürsüyü bırakıp kaçmıştır. Darwinistler öfkelenmiş, Dr. Babuna’nın elinden mikrofonu alınmış, salondan dışarı çıkarılmaya yeltenilmiştir. Tek bir soru, Vatikan’ı tam anlamıyla sarsmıştır. Vatikan’da, Darwinizm’e önemli bir ders verilmiştir. Darwinistlerin “ara fosil nerede” sorusuna karşı cevapsız ve çaresiz kaldıkları ortaya çıkmıştır. Her zaman olduğu gibi Darwinistler, tıpkı bu programda da gördüğümüz şekilde, Darwinizm’i çökerten bir izahı, öfkeyle, sertlikle ve despotizmle karşılamışlardır. Çünkü evrim teorisinin bilimsel delili veya sorulan sorulara verebileceği bilimsel bir cevabı yoktur.

Allah’a inanan fakat aynı zamanda evrimi de kabul eden yeni akım, dünya çapında oynanan masonik oyunun bir parçasıdır. Papa da söz konusu masonik baskıların etkisiyle bu oyunun bir parçası haline getirilmiştir. Yoksa Vatikan da, Darwinistler de çok iyi bilmektedirler ki, evrim ile Allah inancının bağdaşabilmesi mümkün değildir. Allah Kuran’da yoktan yaratılışı haber vermekte, nitekim bilimsel deiller de bu gerçeği göstermektedir. Eğer Allah bunun evrim olduğunu haber verseydi, bulunan bilimsel deliller de bu yönde olurdu kuşkusuz. Ve o zaman bunu dünyada en iyi ve en güçlü şekilde savunacak kişi de Sayın Adnan Oktar olurdu. Fakat bu deliller olmadığına, tüm deliller Allah’ın üstün yaratışını sergilediğine göre, söz konusu iddialarının geçersiz olduğu rahatça anlaşılabilmektedir. Vatikan’da evrim yenilmiştir. Dawkins’in ifadesiyle “evrim lobisi”nin ortaya attığı Allah inancı ile evrimi bağdaştırma çabaları da büyük bir yenilgiye uğramıştır. Orada Sayın Adnan Oktar’ı temsil eden kişiler, evrimin ispatsız olduğunu göstermek için Vatikan’da söz almışlar ve evrimin ispatsız olduğu açıkça gösterilmiştir.

Kırıkkanat’ın iddia ettiğinin aksine tüm kainatta, mükemmel bir denge, olağanüstü bir intizam, komplekslikler içinde çok hayranlık uyandırıcı bir düzen vardır. Evrendeki her yıldız, her gezegen tesadüfle asla açıklanamayacak muhteşem bir dengeye sahiptir. Dünya, üzerinde yaşamın var olması için yaratılmış mucize bir gezegendir, bu gezegenin her bir noktası, muhteşem bir denge, oran ve detay ile donatılmıştır. Ve bunların en küçük zerresinde bulunan tek bir atomun içinde, çok daha göz kamaştırıcı bir düzen ve sistem yer alır. Tek bir atomun içindeki tek bir elektronun hareketinde bile, insanı hayran bırakan bir mükemmellik vardır. Alemlerin içindeki alemlerde, bu alemlerin içindeki yaşamda, yaşamı oluşturan tek bir hücrede, onun tek bir atomunda, hatta tek bir elektronunda dahi böylesine hayranlık uyandırıcı bir düzen, ihtişam ve komplekslik varken, düzensizlikten veya tesadüflerden bahsetmek olanak dışıdır. Kırıkkanat, kendince düzensizlik olarak tarif ettiği başıboş olarak gördüğü sistemleri oluşturan en küçük parçanın, şu an bilimin sınırlarını aşan bir muhteşemlik sergilediğinin muhtemelen farkında değildir. Bugün 21. yüzyılda, Kırıkkanat gibi düzensizlik iddiasıyla ortaya çıkan bilim adamları, dikkate bile alınmamaktadır. Muhtemelen Kırıkkanat, 1980’lerin sahte akımlarının etkisinden hala kurtulamamış gibi görünmektedir.

Kırıkkanat’ın, “hiçbir şey başlangıç değil, hiçbir şey de son değil” derken önemli bir bilimsel bulguyu gözardı ettiği açıktır. Big Bang’in varlığı bugün kanıtlanmış bir gerçektir. Dünyada tüm bilim adamları, Darwinistler bile, ittifakla Big Bang’in varlığını kabul etmektedirler. Big Bang ise, tüm evrenin ve tüm varlıkların sıfır hacimden, yani yokluktan ortaya çıktığını gösteren önemli bir delildir. Maddenin ebedi olduğunu iddia edebilmek için, Big Bang’den önce ne olduğunun açıklanması gerekir. Big Bang’den önce “sıfır hacim”den bahsettiğimize göre, Big Bang’den önce hiçlik vardır. Madde de yoktur, tesadüfler de yoktur. Hiçlikten maddeyi ortaya çıkarabilecek, Darwinist iddiaları destekleyen materyalist anlamda hiçbir güç yoktur. Tüm kainat, Big Bang ile başlamıştır. Ve bu başlangıç anı, tek başına, Yüce Allah’ın güçlü ve üstün yaratışının kesin ve açık kanıtıdır. Dolayısıyla Big Bang’in varlığı, hem tesadüf iddiasını hem de evrenin ezeli ve ebedi olduğu anlayışını tamamen ortadan kaldırmaktadır. (Evren Big Bang’den itibaren belirli bir hızla genişlemektedir. Bu genişleme, evrenin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonunun da olduğunu kanıtlamaktadır.) Kırıkkanat, bilimsel yeniliklere biraz açık olsa, bu gerçekleri bizim anlatmamıza gerek kalmadan öğrenmiş olacaktır.

Kırıkkanat’ın İspanya’da geliştirmiş olduğunu iddia ettiği ateist görüş, aslında İslam’ın özünü oluşturan önemli bir gerçeğin zamanla değiştirilmiş ve çarpıtılmış halidir. Bu görüş, Allah’ın tüm varlıklarda tecelli ettiği gerçeğidir. Bu gerçek şu anlama gelir: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır ve O'nun tecellisidir. Tek mutlak varlık Allah'tır, Allah'ın yarattığı diğer varlıklar ise mutlak değildirler. Allah'ın yarattığı görüntüleri seyreden "ben"ler, yani insanlar, Allah'tan birer ruhturlar. Her şeyi yaratan Allah olduğuna göre, elbette ki Allah’ın yarattığı tüm varlıklar, insanlar, bitkiler, Güneş, Dünya ve tüm evrenler, var olan tüm alemler ancak O’nun birer tecellisi olarak vardırlar. Allah’tan ayrı müstakil bir varlıkları yoktur. En-el Hak’ın Arapça anlamı, “Ben Haktan ibaretim, Haktan gayrı değilim” şeklindedir. Bu Allah’ın ruhunu taşıyan varlıklar olduğumuz anlamına gelmektedir. Allah her şeyi ve tüm varlıkları Yüce Varlığı ve Yüce Nuru ile kaplamıştır. Allah, ayette belirtildiği gibi bizlere “şahdamarımızdan daha yakındır” (Kaf Suresi, 16). Bu gerçek, insanları Allah’a yaklaştıracak, onların Allah’ı yüceltmelerini sağlayacak çok önemli bir gerçektir.

Bir insanın Allah’a, cennete ve cehenneme inanmadan, her şeyin başıboş tesadüflerin eseri olduğunu düşünerek huzurlu yaşayabilmesi mümkün değildir. Güzel ahlakın yaşanabilmesi için insanın karşısındaki varlığa değer verebilmesi şarttır. Fakat Allah’a inanmadan bir insanın, tesadüfen oluştuğuna inandığı, Darwinizm’e göre bir hayvan olarak nitelendirdiği bir başka insana değer vermesini gerektirecek hiçbir şeyi kalmamaktadır. Allah’a imanda ise insan, Allah’ı sever, Allah’ın azabından korkar, Allah’ı sevdiği için Allah’ın yarattıklarını, yani Allah’ın tecellilerini de çok sever. Bu sevgi duyulduğunda ve Allah’tan korkulduğunda, insanın bir başkasına ahlaksızlık yapabilmesi, onu incitebilmesi, onu değersiz görebilmesi mümkün değildir. Kindar olabilmesi, kıskançlık duyması da mümkün değildir. Çünkü her bir varlığı yaratan Allah’tır. Her varlık Allah’ın kontrolündedir. Allah’ı seven, Allah’ın yarattıklarını da doğal olarak sevecektir. Bu, Allah’a olan derin sevgiden ve Allah korkusundan kaynaklanan doğal bir ahlaktır. Bir insan tesadüfen var olduğuna inandığında ise, her insanı müstakil ve başıboş birer varlık olarak gördüğü için hayatı boyunca temkinli olacak, onların yaptıklarına karşı kin besleyecek, onlardan intikam almaya yönelecektir. Gelecek kaygısını sürekli olarak yaşayacak, hep ulaşmaya çalıştığı fakat asla ulaşamadığı hayali bir huzur ve mutluluk arayacaktır. Nitekim program esnasında Kırıkkanat’ın sergilediği tutum da, Darwinizm’in getirdiği kasvetli ve öfkeli ruh halini açıkça gözler önüne sermiştir.

Kırıkkanat, “evren nasıl yaratıldı?” sorusu karşısında “artık orada tartışma açılamaz” şeklinde bir kaçış sergilemiştir. Oysa Kırıkkanat’ın kendince bir tesadüf iddiası olduğuna göre, bu durumda evrenin başlangıcını da aynı tesadüfle açıklayabilmesi gerekir. Elbette açıklayamaması ve bu sorudan kaçması beklenen bir şeydir. Hiçbir şey tesadüflerle açıklanamadığı gibi bu sorunun da ateist ve Darwinistler açısından bir cevabı olamayacağı açıktır. Cevapsız kaldıklarından bu kişiler genellikle, “bu konu bilimsellik dışına çıkar” diyerek konuyu kapatmaya çalışırlar. Oysa bu soruya, bilimsellik dışına çıktığı için değil, Darwinistler tarafından asla açıklanamadığı için cevap verilmemektedir. Çünkü bu sorunun tek cevabı, Yüce, Ulu Yaratıcı olan Allah’ın varlığıdır. Bilimsellik dışı olan evrimin kendisidir. Yalnızca Allah’ın mutlak varlığını inkar etmek amacıyla ortaya atılmış ve tek bir delil ile bile desteklenememiş bu dogma, bilimsel delilleri olan Yaratılış gerçeği ile çürütülmektedir. Allah inancını ortadan kaldırmak amacıyla ortaya atıldığı için, Darwinizm’in, TARTIŞILDIĞI HER YERDE ÇÖKERTİLMESİ, YARATILIŞIN DELİLLERİNİN SERGİLENMESİ VE HER ŞEYİ YARATANIN YÜCE ALLAH OLDUĞUNUN GÖSTERİLMESİ ŞARTTIR.

Sonuç
Evrim teorisi, yenilenen bir teori falan değildir. Doğrulandığı da yoktur, sürekli olarak yanlışlanmaktadır. 150 yıldır sürekli olarak yalan olduğu ortaya çıkarılmış olmasına rağmen bu kadar hararetle, hatta öfkeyle savunulmasının tek sebebi bir dogma olmasıdır. Darwinist diktatörlük tarafından bilimle değil, baskı ile ayakta tutulmaya çalışılmasının da tek sebebi dogma olmasıdır. Şu an yeryüzünde muhteşem bir canlı çeşitliliği vardır. Kırıkkanat’ın istediği gibi evrimi bulmak için geriye doğru gitsek, evrimi değil, yine aynı mükemmelliği buluruz. Yine canlı alemleri vardır, bunlar yine tam, eksiksiz ve mükemmeldirler. Uyumlu bir düzen içinde yaşamaktadırlar. Bunu bize gösteren 250 milyon adet fosil kaydıdır. Darwinizm aldatmacasını korumak adına gösterilen bu ısrar, yaşanan bu öfke Darwinist despotluğunun ne kadar ileri boyutlara gidebildiğini göstermektedir. Darwinistler yıllardır, bu yöntemle kendilerini sürekli küçük düşürmektedirler.
21. yüzyıl, Darwinist yenilginin ayyuka çıktığı, Darwinizm aldatmacasının tüm dünyaya tanıtıldığı önemli bir milattır. İnsanlar, kitleler halinde bu köhne teoriyi terk etmektedirler. Ve insanlar kitleler halinde Allah inancına yönelmektedirler. Özellikle Yaratılış Atlası’nı okuyan, Yaratılış gerçeği konferanslarına katılan ve Yaratılışı ispat eden fosillere elleriyle dokunan Türk halkına artık evrim propagandası yapmak boş bir çabadır. Artık vakit, tüm dünyanın farkına vardığı gerçekleri anlama ve kabul etme vaktidir. Darwinizm ölmüştür. Tüm kainatın ve tüm canlıların yoktan yaratıcısı, tek mutlak Varlık olan Yüce Allah’tır.

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.

Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır.
(Enam Suresi, 102-103)

Evrimciler Ara Geçiş Formu Olmadığını İtiraf Ediyor


Ünlü Darwinist paleontolog Niles Eldredge:

"Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini DOĞRULAMAYACAĞI AÇIKÇA GÖRÜLÜR HALE GELMİŞTİR. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. FOSİL KAYITLARI AÇIKÇA SÖZ KONUSU KEHANETİN YANLIŞ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir." (N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46)

Ali Demirsoy:

“Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur.” (Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79)

S. M. Stanley (John Hopkins Üniversitesi):

Bilinen fosil kayıtları kademeli evrim ile uyumlu değildir ve hiçbir zaman olmamıştır...
Paleontologların çoğunluğu, delillerinin Darwin'in bir türün değişimine götüren çok küçük, yavaş ve giderek biriken değişiklikler üzerine yaptığı vurguyla çelişir durumda olduğunu hissetmiştir... Onların hikayeleri de örtbas edilmiştir. (S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books Inc. Publishers, N.Y., 1981, s.71)

Science dergisi:

Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi bir yanlış fikre kapılmıştır... Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir. (Science, July 17, 1981, s.289)

Neville George (Paleontolog, Glasgow Üniversitesi):

Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir. (T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, vol. 48, January 1960, s.1)

Antropolog Jeffrey H. Schwartz:

"Pek çok paleontolog fosil kayıtlarında, kayıp halkaları bulmak yerine, sadece büyük boşluklarla ve bugüne kadar kaydedilmiş fosil türleri arasında herhangi bir ara form olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldi." (Schwartz, Jeffrey H., Sudden Origins, 1999, s. 89)

Edmund J. Ambrose (Londra Üniversitesi'nde hücre biyolojisi profesörü):

"Jeolojik araştırmaların bugün gelinen safhasında, jeolojik kayıtlarda, Yaratılışçıların, Allah'ın her bir türü ayrı olarak yarattığı düşüncesine ters düşecek hiçbir bulgu yoktur..."
(Dr. Edmund J. Ambrose, The Nature and Origin of the Biological World, John Wiley & Sons, 1982, p. 164)

D.B. Kitts(Oklahoma Üniversitesi, Bilim Tarihi Profesörü):

Evrim, türler arası geçiş formalarını gerektirir, ama paleontoloji bunu evrimcilere vermemiştir. (D.B. Kitts, Paleontology and Evolutionary Theory (1974), p. 467)

Mark Czarnecki (Evrimci paleontolog):

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. TÜRLER ANİDEN OLUŞURLAR VE YİNE ANİDEN YOK OLURLAR.

Carlton E. Brett:

Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? FOSİL KAYITLARININ BU SORUYA CEVABI; "HAYIR"DIR.

Dr. Colin Patterson (Paleontolog):

Herhangi bir türün başka hangi tür canlıdan geldiğini gösteren bir fosil fotoğrafı göstermemi istemişsiniz - BÖYLE BİR FOSİL KAYDI MEVCUT DEĞİL.

John Adler ve John Carey:

Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor.

Mark Ridley (Zoolog, Oxford Üniversitesi):

Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.

Hoimar Von Ditfurth:

Geri dönüp baktığımızda, neredeyse ıstırapla aranan o geçiş biçimlerini bir türlü bulamamış olmamıza şaşırmamamız gerektiğini anlıyoruz. ÇÜNKÜ BÜYÜK OLASILIKLA BÖYLE BİR ARA AŞAMA HİÇ VAR OLMADI

Tom Kemp (Oxford Üniversitesi):


Bir nesilden diğerine türlerin birbirine geçişinin mümkün olduğunu gösterecek tek bir kayıt örneği yoktur.

Prof N. Heribert Nilsson (Lund Üniversitesi, İsveç, Ünlü evrimci botanikçi):

Evrimi, 40 yıldan fazla süren bir deney ile kanıtlama teşebbüslerim sonunda başarısızlıkla sonuçlandı…
Fosil materyali şu anda o kadar tamdır ki, yeni sınıflar oluşturmak mümkün olmuştur ve geçiş dizilerinin bulunmayışı, materyal eksikliği ile açıklanamaz bulunmaktadır. (Fosil kayıtlarındaki) boşluklar gerçektir; asla tamamlanamayacaklardır.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Ateş Böceklerinin Verim Sırrı


Ateş böcekleri karın kısımlarında yeşil-sarı ışık üretir. Ateş böceklerinde ışık üreten hücreler, oksijen ve "lusiferaz" adlı bir kimyasalla reaksiyona giren "lusiferin" adlı bir kimyasal içerir. Böcek, hücrelerine nefes alma tüpleriyle sağladığı hava miktarını ayarlayarak ışığının yanıp sönmesini kontrol eder. Normal elektrik ampulleri %10 verimle çalışırlar, %90'ı ise ısı olarak açığa çıkar. Buna karşın ateş böcekleri %100'lük bir verimle ışık üretirler. Ateş böceklerinin bu başarılı elektrik üretimi bilim adamlarına örnek teşkil etmektedir.

Peki ama ateş böceklerini bu kadar verimli bir üretim yapmaya yönelten güç nedir? Evrimcilere göre bu güç şuursuz atomlar, tesadüfler ya da hiçbir zorlayıcı gücü olmayan dış etkenlerdir. Ancak bu saydıklarımızın hiçbiri bu verimli çalışmayı başlatacak güce sahip değildir. Allah'ın sanatı benzersizdir ve sonsuzdur. İnsanların yapması gereken yaratılış mucizeleri üzerinde düşünmek ve sadece Yüce Allah'a yönelmektir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Sizin yaratılışınızda ve türetip- yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

4 Ağustos 2009 Salı

Dünyadaki En Büyük Nimetlerden Biri: Gerçek Akıl



Akıl; Allah’ın izni ile, derin düşünebilmek, olaylardaki hikmetleri görebilmek, evrendeki olağanüstü yaratılışı kavrayabilmek ve doğruyu yanlıştan ayırt edebilmek gibi çok önemli niteliklerin kaynağıdır. Dolayısıyla insanın dünyada sahip olduğu en büyük nimetlerden biri akledebilme yeteneğidir. Akıl ve zeka hakkında insanların birçoğunun bilmedikleri ya da gözden kaçırdıkları çok önemli bir gerçek vardır: Zannedildiği gibi her insan akıllı değildir. Her insan doğuştan belirli bir zekâya sahiptir, fakat akıl belirli şartlara bağlı olarak oluşan özel bir yetenektir.
Temiz akıl sahibi olmak; derin düşünebilmeyi, incelikleri kavrayabilmeyi, hikmetli konuşabilmeyi, doğruyu yanlışı birbirinden ayırt edebilmeyi, olaylar hakkında muhakeme yapabilmeyi, isabetli kararlar alabilmeyi ve her olayda hayır görebilmeyi ifade eder. Vicdanının sesini dinleyerek Allah’a yönelen her insan, kısa sürede temiz bir akla sahip olabilir. Bunun için yapılması gereken, Allah’a samimiyetle iman etmek, O’ndan gereği gibi korkmak ve Rabbimiz’in istediği gibi bir yaşam sürmektir. Bu samimi iman, insana akıl kazandırır. Yüce Rabbimiz, akıl sahibi kullarının özelliklerini Kuran’da şu şekilde bildirir:
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer Suresi, 18)
Gerçek Akıl Sahibi Nasıl Olunur?
Akıl kullanmak, bir konu hakkında köklü çözüm önerileri getirebilmek, kalıplaşmış hatalı davranışların dışına çıkabilmek iman edenlere özgü özelliklerdir. Akıl sahipleri bu önemli özelikleri şöyle kazanırlar
  • Allah’tan Çok Korkarak…

Akıl, insanın hayatının sonuna kadar artabilen ve gelişebilen bir yetenektir. Aklın bu özelliği tamamen Allah korkusu ve vicdan ile bağlantılıdır. Yüce Allah, “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin…” (Teğabün Suresi, 16) ayetinde bildirdiği gibi inananlara güçlerinin yettiği oranda Kendisi'nden korkup sakınmalarını emretmiştir. Çünkü samimiyet ve Kendi rızasını kazanmak için gösterilen ciddi çaba oranında müminlere verdiği anlayışı artırabilir ve sahip oldukları “doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini” geliştirebilir. Bu, Allah’ın iman edenlere desteği ve Kuran’ın önemli bir sırrıdır. (Enfal Suresi, 29)

  • Kuran’ı ve Peygamberimiz (sav)’in Sünnet-i Şeriflerini Rehber Edinerek…

Rabbimiz’in kullarına, Kendisi’ni tanıttığı, dünya hayatının gerçek amacını, ahireti, güzel ahlakı bildirdiği Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in hadisleri insanın aklını açacak olan kaynaktır. İnsan Allah’ın vesile etmesi ile;

-Hatalarını anlayabilir, tevbe edip, hatasını tekrarlamaktan kaçınabilir.

-Allah’ın büyüklüğünü her türlü noksandan münezzeh olduğunu anlayabilir.

-Hayatını Rabbimiz’in rızasını, rahmetini kazanabilecek biçimde düzenleyebilir.

-Allah’ın emir ve yasaklarını titizlikle koruyabilir ve gerçek hayat olan ahirette cenneti kazanmayı umabilir.

İnsanın fıtratına uygun olan bu yola uymak ise aklı açar. Çünkü akıl imanda derinleşmenin doğal bir sonucudur. Yüce Allah Kuran’ın temiz akıl sahipleri için yol gösterici bir kitap olduğunu bir ayette Şöyle haber vermiştir:

“İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir bela)dır.” (İbrahim Suresi, 52)

  • Göklerin ve Yerin Yaratılışı Konusunda Düşünerek…

Yüce Rabbimiz, Kuran’daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet etmektedir. Düşünmek, özellikle “göklerdeki ve yerdeki” yaratılış delilleri üzerinde düşünmek; insanın, alemleri yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Allah’ı takdir edebilme gücünü, akledebilme yeteneğini ve kavrayışını dolayısıyla Allah korkusunu ve Allah’a olan yakınlığını artıran en önemli vesilelerden birisidir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamanın müminler için önemi Kuran’da şu şekilde haber verilir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.”” (Al-i İmran Suresi, 191)

Yüce Allah’ın İman Etmiş Seçkin Kullarına Nasip Ettiği Aklın İnsana Kazandırdığı Üstün Özellikler

  • Feraset ve Basiret

Feraset (çabuk sezme ve anlama yeteneği) ve basiret (bir konunun özünü kavrama gücü, gerçeği tüm detaylarıyla görebilme kabiliyeti ve ileri görüşlülük) “akıl” ile kazanılabilir. Feraset ve basiret sahibi bir insan, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir tavrı ya da bir sözü en doğru şekilde analiz edebilme yeteneğine sahiptir. Geçmişte edindiği tecrübelerden de faydalanarak en akılcı sonuçları çıkarır ve bu bilgileri ilerisi için en isabetli şekilde kullanabilir. İçinde bulunduğu ortamı, şartları ve imkanları akılcı bir bakış açısıyla değerlendirir. Bir işe atılacağı zaman mutlaka bu konuda gerekli olabilecek her türlü tedbiri alır, olası aksaklıkları tespit eder ve bu doğrultuda hareket eder. Allah’ın verdiği akıl sayesinde her konuşması isabetli, her tavrı itidalli ve her düşüncesi keskin bir aklın ve kavrayışın tecellisi haline gelir.

Allah bir ayette, basiretin önemine dikkat çekmiş ve bu özellikten yoksun olan kimseleri de “kör” olarak nitelendirmiştir:

“Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne az öğüt alıp- düşünüyorsunuz.” (Mümin Suresi, 58)

  • Hikmet; Anlatım Çarpıcılığı ve Hitabet Kabiliyeti

Aklın bir başka yönü de insanın tüm tavırlarına ve konuşmalarına “hikmet” kazandırmasıdır. Ancak insanların büyük çoğunluğu hikmetli tavır ve konuşmaların kaynağının akıl olduğunu bilmez. Aksine hikmetli konuşmanın eğitim ve tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olduğunu düşünürler. Oysa güzel ve etkili konuşma hiçbir kurala bağlanmamış, ezberlenmemiş kişinin içinden geldiği gibi, hiç zorlanmadan, suni bir tavra gerek duymadan yaptığı “samimi konuşma”dır ki, bu da sadece gerçek akıl sahibi kimselerde görülebilir. Hikmetli konuşan kişi, samimi sözleriyle insanların kalplerinde derin bir etki uyandırır. Çünkü anlatmak istediği bir şeyi olabilecek en özlü şekilde, en çarpıcı örneklerle ve olabilecek en samimi şekilde ifade eder. Akıl ile hikmet arasındaki ilişki, Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Kime dilerse hikmeti ona verir; Şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez.” (Bakara Suresi, 269)

  • Üstün Teşhis Kabiliyeti

Aklın insana kazandırdığı bir başka önemli özellik de “teşhis kabiliyeti”dir. İnsanlar genellikle hemen her konu hakkında teşhis yapar, fikir beyan ederler. Ancak akıl sahiplerinin farklılığı, Allah’ın izniyle çoğu insanın fark edemediği detayları rahatlıkla görebiliyor olmaları ve teşhislerinin daima hızlı ve isabetli olmasıdır. Akıl sahiplerinin bu özelliği onlara hayatın her alanında büyük bir üstünlük ve kolaylık sağlar. Herşeyden önce, karşılaştıkları her insanın karakterini çok iyi ve ayrıntılı bir biçimde analiz edebildikleri için, dostlarını ve düşmanlarını rahatlıkla ayırt edebilirler. Lehlerinde ya da aleyhlerinde gelişen bir olayı henüz başlangıcında iken fark edebilir, buna göre tedbir alabilirler. Allah’ın Kuran’da tanıttığı insan karakterlerinden yola çıkarak, karşılaştıkları insanların karakterlerini çok kısa bir sürede kavrayabilirler. Ayrıca çevrelerinde bulunan insanlardaki güzel vasıfları, çoğu kimsenin fark edemediği incelikleri, akıl alametlerini görebilenler de yine ancak akıl sahipleridir.

  • Güçlü Bir Kişilik

Akıl sahibi bir insanın “güçlü kişilik” kavramı, din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda bilinen anlamından çok farklıdır. Bu tür toplumlarda insanlar, şahsiyetli olmanın, ancak kibir, resmiyet ve ciddiyet ile elde edilebileceğine inanırlar. Oysa bu daha ziyade, göz boyamaya ve etrafta şahsiyetli bir insan “imajı” oluşturmaya yönelik uygulanan yapay bir tavırdır. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik ise insanın Allah’tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar. Böyle bir kişi hiçbir koşulda, hiçbir dünyevi çıkar için Allah’ın kendisine bildirdiği doğrulardan taviz vermez, basit ve çirkin tavırlara tenezzül etmez. İnsana kişilik kazandıran asıl özellikler bunlardır ve bu konuda kararlılık gösterebilen kimseler de akıl sahipleridir. Kuran’da doğru yoldan asla sapmayan akıl sahibi kişiler, bu tavırlarından dolayı şöyle müjdelenmişlerdir:

“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) “Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin.” (Fussilet Suresi, 30)

Yazı boyunca anlatılan tüm bu özellikleri kazanmaya vesile olan keskin bir akla sahip olmayı, ulaşılması zor bir hedef olarak görmek doğru değildir. Yapılması gereken, güçlü bir Allah sevgisine sahip olmak, O’ndan gereği gibi korkmak ve Rabbimiz’in istediği gibi bir yaşam sürmektir. Samimi iman, Yüce Rabbimiz’in izniyle insana, hayatının her anını etkisi altına alan bu berrak aklı kazandıracaktır. Bu müjde, bir ayette şöyle bildirilmiştir:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup- sakınırsanız size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi, 29)

Gerçek akıl; müminlerin Allah’ı çok daha iyi ve yakından tanımalarını, her an her yerde O’nun tecellilerini görmelerini ve Allah’ın kudretini hakkıyla takdir edebilmelerini sağlar. Onlara, kültürlü, derin düşünen, Allah’ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir yetenek kazandırır.

Gerçek şahsiyetin ne kibirle, ne ciddiyet ve resmiyetle, ne de dış görünüşle ilgisi vardır. Kuran ahlakına göre güçlü bir kişilik ve akıl insanın Allah’tan çok korkması ve bu nedenle de Kuran ahlakını yaşamakta kararlılık göstermesi ile ortaya çıkar.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Çin, Müslüman Uygur Türklerine Yaptığı Soykırımı Durdurmalı, Zorla Alınıp Götürülen Uygur Türklerinin Nerede Olduğunu Açıklamalıdır

Çin'in kan dökmeye artık son vermesi vakti gelmiştir. Şiddet ve baskı uygulayarak, insanları acımasızca ezerek, sürekli kan dökerek yaşamak Çin'e yakışmamaktadır. DÜNYA TARİHİNİN BU EN BÜYÜK SOYKIRIMININ DURDURULMASI VE DÜNYADAKİ HER TÜRLÜ ZULMÜN DURMASI İÇİN TÜRK İSLAM BİRLİĞİ’NİN EN KISA ZAMANDA KURULMASI ŞARTTIR. Dünya devletlerinin bu zulme karşı birleşmesi, uluslararası hukukun hemen uygulanması gerekir.
Doğu Türkistan'da, Çin'in hiçbir bölgesinde yaşanmayan boyutlarda zorluklarla dolu, baskı altında bir hayat sürülmektedir. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, bugüne kadar Doğu Türkistan'da 35 milyon uygur Türkü şehit edilmiştir. Bu akıl almaz bir rakamdır. Bugün de Uygur Türkü müslüman kardeşlerimize karşi soykırım tüm hızıyla devam etmektedir.

Uygur Türkleri evlerinden zorla alınıp götürülmekte, uluslararası kanunlara aykırı şekilde toplu olarak idam edilmektedir. Yaşanan son olaylarda 196'si açık 600 tanesi gizli olmak üzere toplam 796 Uygur Türkü, hiçbir hukuki gerekçeye dayanmadan, savunmalarını yapmalarına dahi izin verilmeden idam edilmiştir. Temmuz ayının başında bir gecede 10 bin müslüman Uygur Türkü kaybolmuştur. Bu kişiler nereye gitmiştir? Eğer bu kişiler de şehit edilmişlerse, ki muhtemelen şehit edilmişlerdir, o zaman akıl almaz bir katliam devam ediyor demektir.

Halen akibetlerinin ne olduğu bilinmeyen binlerce Uygur Türkü vardır. Uygur Türkü 100 bin kızkardeşimiz evlerinden zorla alınıp götürülmüştür. Bu kızkardeşlerimiz ölüm tehdidiyle gayrimeşru ilişkiye zorlanmaktadır. Çin yönetimi, evlerinden zorla alınıp götürülen 100 bin Uygur Türkü kızkardeşimizin nereye götürüldüğünü açıklamalıdır.

Çin'in bu baskı ve zulüm politikasına son vermesi, Doğu Türkistan'daki Müslüman kardeşlerimizin güvenliğe kavuşması, Çin kendi vatandaşlarının da huzur bulması için Türk İslam Birliği'nin aciliyetli olarak kurulması gerekmektedir. Türk İslam Birliği'nin kurulması hem Doğu Türkistan'ın hem de Çin'in kurtuluşu olacaktır. Bu birlik, hem Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanların haklarını en güzel şekilde koruyacak, hem Çinlilerin ve Uygur Türklerinin bir arada kardeşce, huzur içinde yaşayabilecekleri bir güven ortamı meydana getirecek, hem de Çin'in gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Türk İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır.

TÜRK İSLAM BİRLİĞİ (FİLM)





31 Temmuz 2009 Cuma

Baykuşun Uçuşundaki Mükemmellik


Japon hızlı trenlerinde "güvenlik" en önemli konulardan birisidir. İkinci konu ise Japonya çevre standartlarına uyumdur. Japonya dünyadaki demiryolu işletmeleri içerisinde en katı gürültü standarlarına sahiptir. Bugün mevcut teknolojileri kullanarak daha hızlı gitmek oldukça kolaydır. Ancak bununla beraber daha sessiz gitmek nispeten zor bir konu olmuştur. Japon çevre bakanlığının düzenlemelerine göre yerleşim yerlerinde bir demiryolundan 25 metre ötede gürültü seviyesi 75 dB veya daha az olmalıdır. Kırmızı ışıkta duran arabaların yeşil ışık yandığında aynı anda kalktıklarında gürültü seviyesi 80 dB'i geçmektedir. Bu kıyaslama "Shinkansen" olarak adlandırılan hızlı trenin ne kadar sessiz olmaları gerektiğini ortaya koymak için yeterli olsa gerek.

Tren belli bir hıza ulaşana kadar çıkardığı sesin nedeni raylar üzerindeki hareketidir. Ancak hız 200 km/s'e hıza ulaştığında, sesin asıl kaynağı trenin hava içindeki hareketiyle ortaya çıkan aerodinamik gürültü olur.

Aerodinamik gürültünün oluşmasındaki bir numaralı etken ise tepedeki tellerden elektrik almak için kullanılan pantograflar veya akım toplayıcılardır. Normalde kullanılan dikdörtgen şekilli bilinen pantograflarla gürültüyü azaltamayacağını fark eden mühendisler, dikkatlerini hızlı ama sessiz hareket eden canlılar üzerinde toplarlar.

Baykuş, tüm kuşlar içinde en sessiz uçuşu gerçekleştirir. Bu, Allah'ın baykuşa tarladaki avına sessizce yaklaşabilmesini sağlamak için verilmiş bir üstünlüktür. Baykuş ailesinin düşük sesle uçmasının ardındaki sırlardan bir tanesi kanatlarındaki kıvrımlardır, sıradan kuşlarda mevcut olmayan pek çok pürüzlü tüy mevcuttur. Bu pürüzlü tüyler çıplak gözle görülebilirler. "Aerodinamik ses" hava akımında oluşan girdaplarla oluşur. Girdaplar büyüdükçe ses de artar. Baykuşun kanadında pek çok pürüzlü çıkıntılar olduğundan, büyük girdaplar yerine küçük girdaplar oluşmakta bu sayede de son derece sessiz bir uçuş gerçekleştirmektedir.

Japon mühendis ve tasarımcılar, doldurulmuş bir baykuşu rüzgar tünelinde teste tabi tutunca bu kuşun kanat yapısındaki mükemmelliği bir kez daha görürler.

Sonunda trenin üzerinde ki gürültü, baykuş ailesinin düzensiz tüy prensibine benzeyen kanat şeklinde pantograflar kullanılarak etkin biçimde azaltılır. Dolayısıyla Japonların doğadan esinlenerek taklit ettikleri bu sistem, pantograf benzerleri içinde "işini en sessiz olarak yapan" ünvanını almaya hak kazanmıştır.

28 Temmuz 2009 Salı

Balık Yiyen Şempanzeler İnsan Oldu


15 Haziran 2002 tarihli Hürriyet Bilim dergisinde "Zekada balık teorisi" başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda geçen bazı bilim akıl dışı iddiaların cevapları aşağıda verilmektedir.

İnsan beyninin balık yiyerek geliştiği iddiası bilim dışıdır

Söz konusu yazıda, "insanın şempanze beyinli atalarının balık, istakoz, midye gibi deniz ürünlerini tercih ettikleri için beyinlerinin geliştiği ve şimdi dünyayı yöneten akıllı varlıklara dönüştüğü" iddiası yer alıyordu.

Bu, hem bilimsel hem de mantıksal açıdan kabul edilemez bir iddiadır. Bu iddianın dayandırıldığı nokta ise şudur: Deniz ürünlerinin birçoğunda DHA denen yağlı bir asit bulunmaktadır. DHA aynı zamanda, beyin ve göz için önemli bir yapısal maddedir. Bu bağlantı sonucunda bir besin uzmanı olan Prof. Stephen Cunnane, şempanze beyninin deniz veya göl kenarında, deniz ürünleri yiyerek insan beynine evrimleştiği iddiasında bulunmuştur.

Ancak, bu iddiada önemli bir aldatmaca bulunmaktadır. Çünkü, örneğin bir insan, hayatı boyunca çok fazla deniz ürünü yiyebilir, DHA isimli maddeden vücuduna çok fazla alabilir. Bunun sonucunda beyni daha sağlıklı olabilir, beynini daha kapasiteli kullanabilir, bunaklık, şizofreni gibi rahatsızlıklardan bu şekilde korunabilir. Ancak, bu kişi bu özelliklerini kendi çocuklarına aktaramayacaktır, çünkü balık yiyerek elde ettiği bu avantajlar, onun genetik yapısında bir değişiklik meydana getirmemiştir. Dolayısıyla, kalıtım kanunlarına göre, yaşamı sırasında elde ettiği bu özelliklerini çocuklarına, yani bir sonraki nesile aktaramaz. Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verebiliriz: Vücut geliştirme sporu yapan bir babanın çocuğunun kaslı olarak doğmasını beklemeyiz. Bu çocuğun kaslı bir vücuda sahip olması için babası gibi spor yapması gerekir.

Balık yiyerek beynin geliştiği iddiası, 20. yüzyılın başlarında kalıtım kanunlarının keşfedilmesi ile terkedilmiş Lamarckçı görüşün bir örneğidir. Evrimciler, Lamarckçılığın bilimsel olmadığını bildikleri halde, göz boyamak, konu hakkında detaylı bilgisi olmayanları telkin yoluyla etkilemek için bu tür evrim hikayelerini sık sık kullanırlar. İnsan beyninin sözde evrimi ile ilgili hikayeler de, hep bu Lamarckçı görüşün bir uzantısıdırlar. Örneğin, iki ayak üzerinde yürümeye başlarken eli boş kalan ve elini kullanmaya başlayarak beynini geliştiren insanımsının hikayesi, patates yiyerek beyni gelişen şempanzenin hikayesi hep bu tür hurafelerdir.

Sonuç olarak, bir canlı hayatı boyunca sürekli balık yese bile bundan elde ettiği zeka gelişimini bir sonraki nesle aktaramayacağı için, "balık yiyerek sürekli artan bir beyin gelişimi" görülmeyecektir.

Ayrıca, Hürriyet bilim dergisinin gözden kaçırdığı çok basit bir gerçek daha vardır: Hayatı boyunca sadece balıkla beslenen birçok canlı vardır. Ve bu canlılar milyonlarca yıldır balık ve deniz ürünleri yemektedirler; örneğin ayılar, pelikanlar, penguenler... Ancak, bu canlıların hiçbirinin beyni, milyonlarca yıldır bir evrim geçirmemiştir. Hiç kimse, ayıların veya pelikanların balık yedikleri için müthiş gelişmiş bir beyne sahip olduklarını, akılları ile dünyaya hakim olup, sanat eserleri meydana getirdiklerini, medeniyetler kurduklarını, gökdelenler inşa ettiklerini iddia edemez. Bu durum, balık yiyerek beynin evrimleştiği iddiası ile çelişkili değil midir?

Sonuç

Takip edenlerin çok iyi bildiği gibi, hemen her hafta bu sitede, Hürriyet Bilim dergisinde yeralan bir veya birkaç bilim ve gerçek dışı evrim haberine cevap verilmekte, bu haberlerin asılsızlığı, mantıksızlığı gözler önüne serilmektedir. Biz, bu haberler devam ettiği sürece, kamuoyunu bu doğru olmayan iddialar konusunda bilgilendirmeyi sürdüreceğiz. Ancak dileğimiz, Hürriyet Bilim dergisinin, ismine uygun olarak bilimsel bir anlayış sergilemesi, her gördüğü evrim haberini, sadece evrim propagandası yapmak için tercüme edip, okuyucunun önüne getirmemesi, önce haberin doğruluğunu, akla ve bilime uygunluğunu araştırıp bulmasıdır.

Aleviler Kardeşimizdir

Sn. Adnan Oktar'ın Alhurra Tv Röportajı (Nisan 2008)
Adnan Oktar: Alevilik öyle yadsınacak, öyle karşı olunacak bir sistem değil. O da bir İslam mezhebidir ve kendi içinde yasaklayıcı olma, mesela bir Alevi, bir mahallede saygı duyularak karşılanmalı. O’na saygı gösterilmeli. Ama bu bir lütuf değil yalnız, lütuf olarak değil. Hak ettiği için. Alevi vatandaşların özgürlüğüne, ibadet özgürlüğüne, yaşam özgürlüğüne hem destek olunmalı, hem saygı duyulmalı. Bunu yaşadığında hiçbir sorun olmaz bir Alevi için.
Sn. Adnan Oktar'ın Sivas Sipas Tv Röportajı (Ağustos 2008)
Adnan Oktar: Ben Caferileri de seviyorum, Alevileri de seviyorum, Bektaşileri de seviyorum, Vehabileri de seviyorum. Hepsi bunların benim kardeşim, hepsi ayrı ayrı takvadır. Hepsi Allah’a, dine aşkla, muhabbetle bağlı olan insanlardır. Bu Osmanlı coğrafyası içinde her zaman birlik beraberlik içinde yaşadık biz. Bektaşilerle, Alevilerle, Caferilerle iç içe yaşadık. Hepimiz aynı milletin içindeyiz, hepimiz İslam milletindeniz, hepimiz Türk’üz Allah’a çok şükür. Onun için böyle ayrı gayrı değerlendirmek doğru olmaz, hepsine sevgiyle bakmak lazım. Çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, kıblemiz bir. Daha ne istiyoruz.
Sn. Adnan Oktar'ın Kütahya Destan Tv Röportajı (5 Ağustos 2008)
Adnan Oktar: Kardeşlik bağlarımızı güçlendirelim. Sağcı, solcu, alevi, sunni hiç fark etmez hepimiz kardeşiz. Hepimiz bu vatanın evlatlarıyız. Allah hepimize ayrı bir özellik ayrı bir düşünce vermiş olabilir o Allah’ın bir yaratması. Bu birbirimize karşı olmamızı gerektirmez. Sevgi içinde, barış içinde, kardeşlik içerisinde bu güzel memleketimizde yaşayalım. Dünyanın en güzel memleketi çok bereketli güzel topraklarımız var. Allah bize lütfetmiş Elhamdülillah
Alevi Sünni Ayrımı Yoktur
Sn. Adnan Oktar'ın Cem Tv Röportajı (Temmuz 2008)
Adnan Oktar:Bizim Türkiye’mizin insanları çok sevgi doludur. Sevgiden, dostluktan, kardeşlikten şiddetli haz alırlar. Ama bir sevgisizlik hakim biraz, yani böyle sanki kavgaya daha açık, şüpheye daha açık, sanki birbirlerine oh olsun demekten zevk alan bir ruha girdi bir kısmı, hemen toparlanalım. Kardeşiz, çok çok güzel bir ülkede yaşıyoruz. Yani nefis güzel, sevgi bağıyla birbirimize, dostluk bağıyla tam kilitlenelim. Hiç fark etmez, sağcı olabiliriz, solcu olabiliriz, özellikle alevi Sünni ayrımı yani tam bir rezalet. Yani burada meydana gelen kin ve öfke, kim yapıyorsa, hangi şaşkın yapıyorsa, bu tarif edilecek gibi değil. Çünkü Allah’ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, kıblemiz bir.
Sn. Adnan Oktar'ın Alhurra Tv Röportajı (Nisan 2008)
Adnan Oktar: Cem evleri, ibadethaneler istedikleri gibi yaşasınlar, istediklerini okusunlar. Yani baskı insana saygıya uymaz. Cem evi açsın yani insan, mesela yine Allah’ı anıyorlar ne güzel, orada da yine Hz. Ali’nin sevgisinden bahsediyorlar, bir arada sohbet ediyorlar yani dinsizliği, imansızlığı konuşmuyorlar ki. Allah’tan, dinden, imandan, Peygamber’den, Peygamberimiz’in neslinden, on iki imamdan ki canımızın en güzel yerinde olan ruhumuzun en güzel yerinde olan insanlar 12 imam, bunlar bizim canımız, ciğerimiz onlardan bahsediyorlar, onların resimleri gibi resimler yapmışlar koymuşlar. Bunlar güzel şeyler bunlardan rahatsız olacak bir şey yok böyle bir kucaklama böyle bir dostluk
anlayışı bütün meseleyi çözer.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Deccal Komitesi: Darwin, Marx, Stalin, Lenin, Mao, Trotsky ve Diğer Kanlı Faşist ve Komünist Liderler

Allah’ı inkar adına ortaya çıkmış olan; insanlara, Allah’a karşı sorumlu olmayan başıboş birer hayvan olduğu telkinini veren, her şeyin tesadüflerle meydana geldiği iddiasını kitlelere yayan ve doğal seleksiyon iddiası ile tüm dünyaya zayıfların yok olması, güçlülerin ise hayatta kalması düşüncesini yayarak 20. yüzyılın başından itibaren bütün dünyayı zulme, dejenerasyona, kitle katliamlarına, savaşlara sürükleyen EVRİM TEORİSİNİN, ASIL KORUYUCUSU, ASIL DESTEKLEYİCİSİ MASONLUKTUR.
Evrim teorisini bugünkü hali ile ortaya atan ve bu aldatmacanın kitlelere yayılmasına önayak olan Charles Darwin’in dedesi ERASMUS DARWİN, İSKOÇYA’DA, CANONGATE KİLWİNNİNG NO. 2 LOCASINA BAĞLI ÜNLÜ BİR MASONDUR. CHARLES DARWİN DE DEDESİ İLE AYNI LOCADANDIR, 27 DERECEDEN MASONDUR. Charles Darwin’in kardeşleri de aynı şekilde masondur. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 120)
Darwin’in görüşlerinin yayılmasından sonraki 150 yıl boyunca tüm dünyada Allah inancının zayıflamasının, ateistlerin çoğalmasının, dünyanın büyük bir karışıklık ve dejenerasyon içine girmesinin, dünya savaşlarının çıkmasının, toplumların içinde nefret ve öfkenin yayılmasının, kitle katliamlarının, cinayetlerin çoğalmasının, soykırım, ırkçılık gibi toplumları felakete götüren görüşlerin yaygınlaşması, bu aldatmacanın MASONİK BİR DARWİNİST DİKTATÖRLÜK idaresi altında dünyanın hemen her kurumuna, okullara ve devlet yönetimlerine yerleşmiş olması nedeniyledir.
Kanlı komünist ve faşist liderler, Darwin’in evrim teorisine bağlılıkları ve hayranlıkları ile ünlüdürler. Dünyada fitne, bozgunculuk, zulüm sistemi kurarken, kendilerine evrim teorisini kaynak olarak aldıklarını belirtmekten çekinmemişlerdir. Ve, söz konusu kanlı liderlerin tamamı MASONDUR.
Kitleleri kana bulayan komünizmin kurucusu Karl Marx, Darwin’in kitabı Türlerin Kökeni ile ilgili olarak, "bizim görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap budur işte" diyerek kendisine Darwin’in evrim teorisini temel aldığını açıkça ifade etmiştir.(Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html (bu kitap sadece internette yayınlanmıştır)) MARX, 32. DERECEDEN ALMAN GRAND ORİENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR. Ateist olmasıyla tanınan Marx, Yahudi kökenli olmasından her zaman rahatsızlık duymuş ve “Yahudiler Olmadan Bir Dünya” adındaki kitabında Musevilere ve Allah inancına olan öfkesini açıkça ifade etmiştir. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 434)
Marx’ın görüşlerini kendisine temel almış olan ve yine Darwin’e ve evrim teorisine hayranlıkları ile bilinen, milyonlarca insanın katledilmesine sebep olmuş olan Lenin ve Stalin de aynı şekilde masondur. LENİN, GRAND ORİENT LOCASINA, STALİN İSE, ROSICRUCIAN LOCASINA BAĞLI BİRER MASONDURLAR.(John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 449) Stalin, 60 milyon insanın hayatına malolduğu tahmin edilen yönetimi boyunca, evrim propagandasına büyük önem vermiştir. Otobiyografisinde şu sözler yer almaktadır:
Okullardaki öğrencilerimizin zihnini yaratılış fikrinden temizlemek için onlara üç şeyi özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini. (Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html (bu kitap sadece internette yayınlanmıştır))
Komünist Devrimi'nin Lenin ile birlikte diğer kurucularından biri olan Leon Trotsky ise "Darwin'in buluşu tüm organik madde alanında diyalektiğin (diyalektik materyalizmin) en büyük zaferi oldu" yorumunu yapmış olan bir diğer Darwinist’tir. (Alan Woods-Ted Grant, "Marxism and Darwinism", Reason in Revolt: Markxism and Modern Science, London:1993) LEON TROTSKY DE, aynı şekilde GRAND ORIENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR. Trotsky, Rusya’dan sürülüp Güney Amerika’ya yerleşmesinin ardından Latin ve Güney Amerika bölgelerinde Grand Orient localarının birleştirilmesi görevinde bulunmuştur. Bugüne kadar, Küba da dahil olmak üzere Güney Amerika’daki komünist ayaklanmaların tümü, bu localar tarafından organize edilmektedir. (John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 449)
Benzer şekilde, Çin komünizminin kurucusu Mao Tse Tung da "Çin sosyalizminin temelini, Darwin'e ve evrim teorisine dayandırdığını" açıkça belirtmiş olan kanlı bir komünist liderdir. Ve MAO TSE TUNG DA, GRAND ORİENT LOCASINA BAĞLI BİR MASONDUR.8 Mao Tse Tung'un Darwin’e dayandırdığı Çin sosyalizmi, tarihin en baskıcı ve en kanlı rejimlerinden biridir. O dönemde Çin, sayısız politik idama sahne olmuştur. İlerleyen yıllarda ise Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği genç militanlar, ülkeyi tam bir terör ortamına sürüklemişlerdir. Çin, halen aynı kirli komünist sistemin etkisi altında, aynı kanlı diktatörlüğü sürdürmektedir. Son dönemlerde Çin’de yaşanan tarihin en büyük soykırımı ve ardından gelen korkunç idamlar, Mao’nun kendi ifadesiyle Darwin’in evrim teorisine dayanan, aynı sapkın ve kirli masonik sistemin etkisinin devam ettiğini açıkça göstermektedir.
BU KİŞİLERİN TAMAMI DARWİNİSTTİR ve TAMAMI MASONDUR. BU KİŞİLER, KURAN, TEVRAT VE İNCİL’E KARŞI OLAN, ALLAH’A BAŞKALDIRAN DECCAL KOMİTESİDİR.
Dünyayı dinsizliğe, dejenerasyona, nefret ve amaçsızlığa, savaşlara sürükleyen Darwin; onun fikir babası olan dedesi Erasmus Darwin, milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan ve Darwinizm’i destekleyen komünist ideolojinin kanlı liderleri, YÜKSEK DERECEDEN BİRER MASONDURLAR.(John Daniel, Two Faces of Freemasonry, Day Publishing, 2007, s. 572) Bugün, hiçbir bilimsel delili olmamasına karşın evrim teorisi, bütün dünyada kanunlarla korunmakta ve desteklenmektedir. Gençler, bu sapkın teoriyi öğrenmek, öğretmenler de savunmak zorunda bırakılmaktadır. Evrim teorisine karşı gelenler, derhal görevlerinden alınmakta, susturulmaktadır. Çünkü, dünyayı kana bulayan, toplumlara dinsizliği aşılamaya çalışan bu sapkın ideoloji, deccalin, yani masonluğun en önemli kalesidir. Kanlı komünist ve faşist liderlerin bu teoriye kararlılıkla bağlı olmaları ve Darwin’in öğretilerini uygulayarak milyonlarca kişinin kanını döktükleri dikkate alındığında, bu deccal komitesinin dünya çapındaki etkisi anlaşılabilmektedir.

Deccalin Sinsi Oyunu

Deccali sistem olan masonluk, dünya çapında kendince sinsi bir oyun oynamıştır. Müslümanları, Hıristiyanlara deccal olarak göstermeye çalışmıştır. Hıristiyanları da Müslümanlara deccal olarak göstermeye çalışmıştır. Samimi dindarları birbirine düşürüp, iki dindar kesimi karşı karşıya getirip, onları birbirinden şüphelenen, birbiriyle mücadele eden iki karşı grup gibi göstermiştir. Deccal, bunu yaparken, her iki tarafın samimi dindar kesimini bu yolla ezmeyi, onların güçlerini kırmayı amaçlamıştır. Bu, deccalin, İMAN EDENLERE KARŞI FİKRİ MÜCADELESİNDE, TELKİN GÜCÜYLE, SİNSİCE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BİR KOMPLODUR.
Masonlar, bu sinsi oyunun bir parçası olarak, Hıristiyanlara diğer inananlarla mücadeleyi, şevk ve heyecanla yapılan kutsal bir mücadele görünümünde göstermiş ve böylelikle Hıristiyanları da bu mücadelenin içine sokmuştur. Hıristiyanlar, bu sinsi oyun sonucunda, , deccal sistemi ile mücadele edeceklerine Müslümanlarla mücadeleye yönelmişlerdir. Deccal ise; Allah’a, Peygamberlere, cennet ve cehheneme gönülden inanan insanları birbirine düşürürken, aynı anda kendi şeytani faaliyetlerini devam ettirmek için fırsat bulmuştur. İnsanlar deccali sistemin etkisiyle Allah inancından uzaklaşmışlar, ATEİZM TÜM DÜNYAYA YAYILMIŞTIR. Deccal, her iki dinin de taraftarlarını baskı altına alıp, Darwinizm, faşizm, komünizm gibi Allah inancına karşı zulüm sistemlerini süratle geliştirmiştir. İki dinin taraftarları birbirleriyle suni bir kuşku içine düşmüşken, masonluk, bu komplo neticesinde gitgide güçlenme imkanı bulmuştur.

Deccalin sinsi oyunu neticesinde, Darwinizm’in etkisiyle dünyaya bir dönem hakim olmuş olan komünist ve faşist ideolojiler, MİLYONLARCA İNSANIN KATLİNE SEBEP OLMUŞTUR. Şu anda NE ABD’DE, NE RUSYA’DA, NE DE ÇİN’DE DARWİNİZM ALEYHİNE HİÇKİMSE KONUŞAMAMAKTADIR. DEVLETLERİN FELSEFELERİ DARWİNİZM, MATERYALİZM ÜZERİNE KURULUDUR. Bunu yürüten de MASONLUKTUR. Şu an dünyada hakim olan sistem, Allah inancını hiçbir şekilde savunamamaktadır. Dünyanın neredeyse hiçbir yerinde “tüm varlıkları Allah yarattı” denememektedir. Bu sinsi hakimiyet neticesinde kitleler halinde bütün dindarlar ezilmekte, horlanmakta ve onlara karşı KATLİAM UYGULANMAKTADIR. Deccalin bu oyunu neticesinde, kitleler felakete sürüklenmiş, DÜNYADA 350 MİLYONDAN FAZLA İNSAN ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR.

Şu anda, deccalin bu sinsi oyunu ortaya çıkmışken, deccaliyeti dünyada hakim eden sistemin masonluk olduğu anlaşılmış ve deşifre edilmişken, bu oyuna karşı son derece uyanık olmak gerekmektedir. Allah’ın izniyle, Hz. İsa (a.s.)’ın nuzülü ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın zuhuru ile, deccali sistem tamamen ortadan kalkacak, masonluğun fikir sistemi tümüyle yok edilecektir. Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın yeryüzüne güvenlik ve huzur getireceği Altın Çağ bu kadar yaklaşmışken, Allah’a ve Peygamberlere inanan samimi dindarların Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.) için ortam hazırlamaları, deccali sistem olan masonluğun oyunlarını bozmak için çaba harcamaları gerekmektedir. Rabbimiz, üstün gelecek olanların iman edenler olduğunu ayetinde belirtmiştir:

Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz. (Al-i İmran Suresi, 139)

Doğu Türkistan'da Müslüman Türk Milleti'ne Yapılan Soykırım Durdurulsun

196’sı açık, 600 tanesi gizli olmak üzere, TOPLAM 796 UYGUR TÜRKÜ, savunmaları dahi yapılmadan ve hiçbir gerekçe gösterilmeden her zaman olduğu gibi, keyfi olarak İDAM EDİLDİ. Komünist Çin’in kuruluşundan bu yana, toplam 35 milyon Uygur Türkü şehit edildi. Bu yaşananlar, çok büyük bir vahşet ve çok büyük bir soykırımdır. DÜNYA TARİHİNİN EN BÜYÜK TÜRK SOYKIRIMIDIR. Bu sayı her geçen gün artmaktadır.
Çinli yetkililer iki yıl önce, yaşları 15 ila 25 arasındaki Uygurlu genç kızlarımızdan 100 bininin Doğu Türkistan dışındaki bölgelere dağıtılmasını organize etti. Genç kızlarımız, aileleri sonlarının ne olduğunu bilmeksizin sefere zorlandı. HALA bu genç kızlarımızın akibetinin ne olduğu bilinmiyor. Çin, Doğu Türkistanlı Uygur Türkü bu genç kızlarımızın akıbeti hakkında bilgi vermelidir.
Tüm bu olanlara “oldu bitti” demek olmaz. “Bu kişiler idam edildi, genç kızlarımız kaçırıldı, konu kapandı” diyerek suskun kalınamaz. Bu uygulama, çok uzun bir zamandır, Çin’de sürekli olarak devam eden bir uygulamadır. Doğu Türkistanlı Uygur Türkleri çok uzun zamandır baskı altında yaşamakta, bu zulüm sürekli olarak devam etmektedir. BU ALENİ BİR İNSANLIK SUÇUDUR. BU SOYKIRIMIN BİR AN ÖNCE DURDURULMASI VE YAPILANLARIN HESABININ SORULMASI GEREKMEKTEDİR. LAHEY ADALET DİVANI BU DURUMA EL KOYMALI, SUÇLULAR YAKALANMALI VE ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE CEZALANDIRILMALIDIR.
Doğu Türkistan’da ve tüm dünyada bu zulüm sisteminin durdurulması için tek çözüm Türk İslam Birliği’nin kurulmasıdır. Türk İslam Birliği'nin olduğu bir dünyada ise, Çin'in uluslararası hukuku tanımadan, böylesine acımasız bir uygulama yapması mümkün değildir.
Türk İslam Birliği, hem Doğu Türkistan'da yaşayan Müslümanların haklarını en güzel şekilde koruyacak, hem Çinlilerin ve Uygur Türklerinin bir arada kardeşce, huzur içinde yaşayabilecekleri bir güven ortamı meydana getirecek, hem de Çin'in gelişmesine ve güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Türk İslam Birliği, bir sevgi birliğidir. Muhabbet birliğidir, gönül birliğidir. Bu birliğin temeli, sevgi, fedakarlık, yardımseverlik, merhamet, hoşgörü, anlayış ve uzlaşıdır. Ayrıca insana saygı, sanatta, bilimde ve teknolojide en yüksek noktaya ulaşmak birliğin hedefidir. Birliğin kurulmasıyla, sadece Türk toplumları ve Müslümanlar değil, tüm dünya aydınlığa kavuşacaktır